Mısır’da siyaset sahnesi daha önce olmadığı kadar baskıcı bir görüntü arz etmektedir. Bu durumun en önemli göstergeleri 2013’teki askeri darbe ile yönetime gelen Abdülfettah Sisi rejiminin barışçıl muhalefete yönelik katı tutumu, ülkedeki sivil aktörlerin siyasi süreçlerden dışlanması ve giderek artan insan hakları ihlalleri olarak söylenebilir. Sisi rejiminin bu baskıcı politikaları rahatça hayata geçirebilmesinin en önemli nedenlerinden biri önde gelen Batı demokrasilerinin Kahire yönetimine karşı sessiz kalmasıdır. Bu durum 2018’in Mart ayında gerçekleştirilecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde de açıkça görülmüştür. Sisi rejiminin seçimlerde aday olma girişiminde bulunan tüm figürleri tutuklama ya da sindirme yoluyla seçim sürecinin dışına itmesi karşısında hiçbir Batı demokrasisinden tepki açıklaması gelmemiştir. Bu durumu biraz daha net ortaya koyabilmek için kısaca seçim öncesi sürece göz atmak faydalı olacaktır.
Mısır’daki Cumhurbaşkanlığı seçimine gelinen süreçte birkaç aday ön plana çıkmıştır: Bunlardan ilki Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) bulunan ve eski rejimin önemli aktörlerinden Ahmet Şefik, ikincisi eski genelkurmay başkanlarından Sami Anan, üçüncüsü Sisi yönetimine karşı açıklamalarıyla gündeme gelen avukat Halid Ali ve dördüncüsü de bir süre önce ülkedeki yolsuzlukları ortaya çıkaracağına yönelik açıklamalarının ardından Sisi tarafından görevinden alınan Sayıştay Başkanı Hişam Cinina’dır. Ülkedeki Ulusal Seçim Komisyonu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik takvimi açıklamasının ardından bu figürler adaylıklarını resmi olarak gerçekleştirmek üzere hazırlıklara başlamışlardır. Bu süreçte kısa bir süreliğine de olsa kamuoyunda seçimlerde farklı isimlerin yarışabileceğine dair bir umut ortaya çıkmıştır. Ancak adaylık başvuru süreci sırasında yaşananlar Sisi rejiminin iktidarı kaybetmeme konusundaki kararlılığını gözler önüne sermiştir.
Sisi Muhalifleri Tasfiye Ediyor
Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışmak isteyen figürlerden Ahmet Şefik adaylığını açıkladığı bir videoyu sosyal medyada yayımlamasının ardından beş yıldır ikamet ettiği BAE’den ayrılarak Mısır’a dönmüştür. Ülkeye girişinin hemen ardından emniyet birimlerinin takibi altına alınan Şefik özellikle istihbarat yetkilileri ile yaptığı görüşmelerin ardından adaylıktan vazgeçmek durumunda kalmıştır. Şefik’in bu kararında Sisi yönetiminin istihbarat birimlerinin baskısının etkili olduğu iddia edilmiştir.
Seçimde adaylığını açıklayan bir diğer isim olan Sami Anan ise çok daha hızlı bir süreç sonunda gözaltına alınarak adaylık başvurusu iptal edilmiştir. Anan’ın adaylığının geçersiz kabul edilmesine neden olarak “askeri görevi devam ederken siyasi bir tasarrufta bulunması” gösterilmiştir. Her ne kadar Mısır makamlarından bu yönde açıklamalar yapılmışsa da Sami Anan’ın adaylığının iptali Sisi yönetimine karşı en güçlü alternatiflerden birinin engellenmesi olduğu söylenebilir.
Cumhurbaşkanlığına aday olma yönünde girişimlerde bulunan Halid Ali ve Hişam Cinina ise kendilerine yönelik hukuki ve fiziki saldırılar, diğer adayların yaşadığı tecrübeler ve ülkedeki siyasi baskı ortamını göz önünde bulundurarak bu yöndeki faaliyetlerini durdurma kararı almışlardır. Halid Ali yaptığı basın açıklaması ile aday olmayacağını açıklamıştır. Hişam Cinina da uğradığı bıçaklı saldırı sonrasında aday olmayacağını duyurmuştur.
Öte yandan Şubat ayı içerisinde yaşanan bir başka gelişme de ülkedeki siyasi baskının sadece Cumhurbaşkanlığı için adaylık girişiminde bulunanlara değil tüm muhaliflere yönelik olduğunu göstermiştir. 2011 devriminden sonra Müslüman Kardeşler’den ayrılarak muhafazakar liberal bir siyasi çizgi benimseyen ve kurduğu Güçlü Mısır Partisi ile önemli bir kitleye sahip olan Abdülmunim Ebul Fütuh’un bir televizyon kanalına verdiği demeçte Sisi yönetimine yönelik bazı eleştirilerde bulunmasının ardından evine düzenlenen baskın sonrasında gözaltına alınması Mısır’daki baskı siyasetinin geldiği noktayı göstermesi bakımından dikkat çekmiştir. Sisi yönetiminin kendisine herhangi bir mecrada alternatif olma yönünde hiçbir girişimde bulunmayan ve tüm faaliyetleri istihbarat birimlerinin kontrolü altında olan bir sivil siyasetçiyi sadece rejime yönelik eleştiriler getirmesinden ötürü gözaltına alması başta ülkedeki muhalif gruplar olmak üzere insan hakları örgütlerinin tepkisini çekmiştir.
Batı Hak İhlalleri Karşısında Sessiz
Mısır’daki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaşanan bu baskı ortamıyla ilgili dikkat çeken bir husus ise Batı ülkelerinin süreçle ilgili sessizliğini korumalarıdır. Bu durum aslında bu ülkelerin 2013 sonrası dönemde Mısır’a yönelik politikaları ile paralellik arz etmektedir. Nitekim Mısır’daki antidemokratik uygulamalar, hak ihlalleri ve ekonomik kötü gidişe rağmen özellikle Batılı birçok ülkenin Sisi rejimine yönelik olumlu bir tavır içerisinde olduğu gözlemlenmektedir. Darbeyi izleyen dönemde Batı ülkeleri ile Sisi rejimi arasında gerçekleşen ziyaretler, imzalanan ortaklık anlaşmaları ve birçok alanda yürütülen yakın koordinasyon bu durumun göstergeleri olarak belirtilebilir. 2014’ün Kasım ayında Avrupa turuna çıkan Sisi İtalya, Vatikan ve Fransa’da temaslarda bulunmuştur. 2015’in Haziran ayında Almanya ve Macaristan, Kasım ayında İngiltere, Aralık ayında da Yunanistan’a ziyaretler düzenleyen Sisi 2016 ve 2017’de de Portekiz ve Fransa’da temaslar gerçekleştirmiştir. Benzer şekilde birçok Avrupa lideri de Mısır'a giderek Sisi yönetiminin tüm insan hakları ihlallerine rağmen meşru bir hükümet olarak kabul edilmesine katkıda bulunmuşlardır. Almanya Başbakanı Angela Merkel, İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, Avusturya Başbakanı Christian Kern, Vatikan lideri Paps Francis, Fransa eski Cumhurbaşkanı Francois Hollande ve son olarak ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence gibi siyasiler darbe sonrası dönemde Mısır'ı ziyaret etmişlerdir.
Bu ülkeler arasında özellikle Fransa'nın Sisi yönetime birçok alanda ciddi bir destek sunduğu görülmüştür. Sisi'nin Fransa'ya 2014 yılında düzenlediği gezi sırasında Paris'in Kahire'ye savaş uçağı ve gemisi başta olmak üzere teknoloji savunma ürünlerinin satışı konusunda onay vermesi insan hakları savunucularının tepkisini çekmiştir. Söz konusu anlaşmalardan milyarlarca dolar gelir elde eden Fransa’nın bu tutumu günümüze kadar devam etmiştir. Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da 2017’nin Ekim ayında Sisi’yi Paris’te ağırlayarak iki ülke arasındaki iş birliğinin devam etmesinden duyduğu memnuniyeti vurgulamıştır.
Macron’un Sisi ile yaptığı basın açıklaması sırasında Mısır’daki insan hakları ihlallerine yönelik eleştiriler sonrasında “Kendi ülkemle ilgili başkalarının bana ders vermesi hoşuma gitmez. Bu nedenle Mısır’daki siyasi konularla ilgili yorum yapmam doğru olmaz. Başkan Sisi’nin ülkesinde güvenlik ve insan haklarını aynı anda tesis etmeyi istediğini düşünüyorum” şeklinde konuşması hem Fransa hem de küresel kamuoyunda tepkiye neden olmuştur.
Mısır’da 2013’ten bu yana binlerce sivil muhalifin hapse atıldığı, demokratik değerlerin tam anlamıyla göz ardı edildiği, basın, ifade ve fikir özgürlüğüne karşı katı bir politikanın izlendiği bir ortamda Macron’un bu konularla ilgili hiçbir eleştiride bulunmaması bir anlamda Batı ülkelerinin özelde Mısır ve genelde de İslam dünyasına yönelik tutumlarını özetlemesi açısından önemlidir.
Batı ülkelerinin Sisi yönetimine desteği ekonomi alanında da kendisini göstermiştir. IMF ve Dünya Bankası gibi finans kuruluşları, kredi derecelendirme kurumları, küresel sermaye sahipleri ve uluslararası şirketler de Sisi rejiminin ayakta kalabilmesi adına darbe sonrası dönemde Mısır’a yönelik olumlu bir tutum içerisinde olmuşlardır. Bu çerçevede Mısır’a uzun vadeli krediler sunulmuş, ülke ekonomisinin görüntüsü hakkında olumlu bir imaj oluşturulmasına çaba gösterilmiş ve küresel sermayenin Mısır pazarına girme konusunda endişe taşımadığına yönelik bir algı üretilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle düzenlenen ekonomi ve yatırım forumlarında milyarlarca dolarlık taahhütlerde bulunulmuştur.
Mısır’daki askeri darbenin kurduğu baskı rejiminin gelinen noktada demokrasiden uzaklaşmış ve hiçbir muhalif sese yaşam hakkı tanımayan bir yapıya dönüşmesinde ülke içerisinde ve Ortadoğu’daki aktörlerin yanı sıra Batı demokrasilerinin de rolü büyüktür. Bu ülkelerin darbe sonrasındaki tutumları göz önünde bulundurulduğunda demokrasi ya da insan haklarına yönelik hiçbir endişelerinin olmadığı ve belirli ekonomik ve siyasi çıkarlar doğrultusunda politikalarını şekillendirdikleri görülmektedir. Dolayısıyla Mısır’daki Cumhurbaşkanlığı seçimini demokratik sürecin bir parçası olarak değil ülkede küresel bir siyasi destekle kurulan baskı rejiminin sürekli hale getirilmesi yönünde yeni bir adım olarak görmek doğru olacaktır.