Kriter > Dosya > Dosya / AK Parti Siyaseti |

AK Parti Hükümetleri Döneminde Kürt Meselesinin Evrimi


“Kürt Meselesine” dair çözüm çabaları, AK Parti yönetimine kadar Kürtlere kimliklerini özgürce ifade edebilecekleri bir ortam oluşturamadı. Bölgenin bütününde ve Türkiye’de terör tehdidinden sıyrılmış bir güvenlik ortamı oluşması da mümkün olamadı. Kazanan ise terör örgütün uzantıları ile varlıklarını devletin bekası söylemi ile meşrulaştırmaya çalışan illegal yapılanmalar ve vesayet odakları oldu.

AK Parti Hükümetleri Döneminde Kürt Meselesinin Evrimi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Toplu Açılış Törenine katılarak burada bir konuşma yaptı. Vatandaşlar törene ilgi gösterdi ve Kürtçe pankartlar asıldı. (Aziz Aslan/AA, 6 Kasım 2021)

Türkiye kamuoyundaki yaygın şekilde “Kürt Sorunu/Kürt Meselesi” olarak ifade edilen sorunlar yumağı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karmaşık ve çözümü zor meselelerinin başında geliyor. Türkiye’nin “Kürt Meselesi”, Çatışma Çözümleri yazınında uzatmalı/dirençli çatışma olarak ifade edilen ve nesillerden nesillere farklı veçheleri ile aktarılan sorunlar kategorisi içerisinde tanımlanabilir. Her nesil, bahsi geçen dirençli çatışmanın kendilerine aktarılan hali ile yüzleşir ve kendilerinden sonraki nesillere de farklı şekliyle aktarır. Bu girift ve dirençli sorun türü; kimlik/aidiyet, ekonomik az gelişmişlik, terör ve güvenlik, toplumsal ve kültürel ayrışma/farklılaşma, siyasal yapı ve bölgesel güvenlik ve rekabet yönleri ile karmaşık boyutlar içerir. Bu sorunlar yumağının her bir boyutu çözüm için başlı başına ciddi, samimi ve koordineli çabalar gerektirir. Üstelik çatışma ortamının oluşturduğu belirsizlik ekosistemi birçok aktöre siyasi ve ekonomik çıkarlar sağlayacak bir zemin de oluşturur. Bu aktörler de zaman zaman bu karmaşık sorunun çözümüne direnç gösterecek şekilde adımlar atarlar veya var olan statükonun devamından yana tavır belirlerler. Türkiye için “Kürt Sorununun” çözümünü zorlaştıran bir diğer boyut ise konunun bölgesel dinamikleri ve terör örgütlerine verilen dış desteklerdir.

3 Kasım 2002’de iktidara gelen AK Parti hükümeti, kendinden önceki hükümetler gibi bu sorunu kucağında buldu. Bir yandan kendi kurumsallaşmasını kemale erdirmeye çalışıp devlet mekanizması içerisindeki vesayet odakları ile mücadele ederken diğer yandan da bahsi geçen sorunla samimi ve gerçekçi bir yüzleşmeyi tecrübe etti. “Kürt Açılımı” ve “Çözüm Süreci” olarak ifade edilen iki deneme, meselenin çözümüne yönelik en dikkate değer girişimler olarak kayda geçmiştir. Kürt Sorununun birçok veçhesi, bu süreçler neticesinde tabu olmaktan çıkmış ve çözüm seçeneklerinin sınırları bu girişimlerle test edilmiştir. Şüphesiz bu çabaların hayata geçirilmesi güçlü siyasi iradenin kararlılığı ve toplumun verdiği şartlı destekle mümkün oldu. Ancak bölgesel ortamın değişen doğası, PKK terör örgütü ve örgütün diğer ülkelerdeki uzantılarının taşeronlaşması, “Kürt Sorunu”nun sadece Türkiye sınırları içerisinde çözümlenebilmesi ihtimalini devre dışı bırakmıştır. Çözüm Sürecinin 2015 yazında sona ermesinin ve 15 Temmuz 2016 başarısız FETÖ’cü darbe girişiminin ardından, Türkiye terörle mücadelesini Türkiye sınırları ötesine kaydırmak zorunda kalmıştır. “Kürt Sorununun” temel dinamikleri bundan sonraki dönemde bölgesel gelişmeler ve değişiklikler bağlamında ele alınmak durumundadır.

On yıllardır terör/güvenlik ile özgürlük sarkacı arasında salınan “Kürt Meselesine” dair çözüm çabaları, AK Parti yönetimine kadar Kürtlere kimliklerini özgürce ifade edebilecekleri bir ortam oluşturamadı. Bölgenin bütününde ve Türkiye’de terör tehdidinden sıyrılmış bir güvenlik ortamı oluşması da mümkün olamadı. Bu dengesizliğin kazananı terör örgütü ve örgütün siyasi ve toplumsal uzantıları ile devlet mekanizmasının etrafında kümelenmiş ve varlıklarını devletin bekası söylemi ile meşrulaştırmaya çalışan illegal yapılanmalar ve vesayet odakları oldu. Hem Kürt vatandaşlar hem de demokratik hukuk devleti ve özgürlük, istikrar ve refah talebinde bulunan toplumsal kesimler bu çarpık işleyişten çok olumsuz etkilendiler.

Terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ın Şubat 1999’da yakalanarak İmralı Cezaevi’ne konmasından sonra bir süre sönümlenen terör tehdidi, ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında yeniden alevlendirilmiştir. Örgütün başta ABD olmak üzere büyük güçler ve bölgesel aktörler açısından yeniden işlevsel hale gelmesi ile terör faaliyetleri tekrar ivme kazanmaya başlamıştır. Terör faaliyetlerinin artışı ile paralel olarak örgütün siyasi ve toplumsal uzantılarında da yeni bir hareketlilik oluşmaya başlamıştır.

Suriye'den çekilen ABD askerleri
Suriye'den çekilen ABD askerlerini taşıyan yaklaşık 100 zırhlı araç ve askeri ekipman tırları, ABD'nin Irak'taki üslerine gidiyor. (Yunus Keleş/AA)

 

AK Parti’nin “Kürt Sorunu” ile Yüzleşmesi

AK Parti 3 Kasım 2002’de iktidara geldiğinde karşılaştığı tabloda önceliği Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik enkazı toparlamaktı. Demokratik hukuk devletine yeniden işlerlik kazandırmak ve “Kürt Meselesine” kalıcı bir çözüm getirmek ise AK Parti’nin diğer öncelikli gündemlerini oluşturuyordu. Güçlü bir toplumsal destek ile iktidara gelen AK Parti, bahsi geçen sorunlar yumağının çözümüne engel olan vesayet odakları ile hesaplaşmak ve hukuki dönüşümü sağlayabilmek için ilk dönemlerinde AB üyelik sürecini işlevselleştirdi. Toplum tabanında büyük destek bulan AB üyelik perspektifi Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterleri ve diğer hukuki kurumsal düzenlemeleri hayata geçirebilmesi açısından anahtar rol oynadı. Bu düzenlemeler ve reformlar “Kürt Meselesinin” çözümü noktasında da bazı hukuki ve kurumsal dönüşümlerin önünü açtı.

AK Parti’nin tabanını oluşturan toplumsal kesimler içerisinde dini pratikleri, etnik kimlikleri ve çeşitli sosyo-ekonomik ve kültürel gerekçelerle dışlanmış kesimler, Türkiye ortalamasının üzerinde bir oranda yer alıyordu. Bu nedenle AK Parti tabanında reform gündemine yoğun bir destek söz konusu oldu. AK Parti uzun yıllar demokratikleşme ve reform çabalarının savunucusu oldu ve bu çabalar parti tabanında olumlu bir karşılık buldu. 15 Temmuz 2016, FETÖ’cü darbe girişiminde sonra ise güvenlik gündemi yeniden daha öncelikli hale geldi. Türkiye bu dönemde terörle mücadelenin Türkiye sınırları dahilinde ve sınır ötesindeki unsurlarına yönelik etkili askeri müdahalelerde bulunmaya başladı.

Tek parti döneminde ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında yaşadıkları ret, inkar ve asimilasyon politikaları 90’ların sonlarından itibaren AB adaylığı vesilesi ile bağlantılı olarak yumuşamaya başlasa da bu konularda somut hukuki adımların atılabilmesi ve anayasal düzenlemelerin yapılabilmesi büyük ölçüde AK Parti iktidarı döneminde oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakanlığı döneminde 12 Ağustos 2005 konuşması ile Kürt sorununu sahiplendi, geçmişte yapılan hataların altını çizdi ve çözüm konusunda elini taşın altına koymayı vaat etti. Bu yaklaşım ilk başlarda karışık tepkiler aldı ancak Kürt toplumsal tabanında bir heyecan ortaya çıkardı. Siyasi aktörler ise daha önceki etkisiz girişimler tecrübesi nedeni ile bu çıkışa daha şüpheci bir şekilde yaklaştılar. Erdoğan ve AK Parti’nin, askeri ve sivil bürokrasinin direncini azaltarak konuyu daha kapsamlı bir şekilde ele alması ve ilk “Kürt Açılımını” başlatması 2009’un yaz aylarını buldu. 2010 başlarında “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adını alan “Kürt Açılımı” ile “Kürt Sorunu"na demokratik hukuk devleti sınırları içerisinde çözüm bulmayı hedefleyen hukuki düzenlemeler hayata geçirildi. AK Parti döneminde Kürt vatandaşların temel haklarından doğan ayrımcılıklarının giderilmesine yönelik önemli hukuki ve siyasi adımlar atıldı.

Kürtçenin kullanımı önündeki yasal engellerin kaldırılması AK Parti hükümetleri döneminde gerçekleşti. AK Parti 2003’teki kanun değişikliğiyle 1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun 16. maddesi ile ebeveynlerin çocuklarına Kürtçe isim koymasının engellenmesi yasağını kaldırdı. 2009’da çıkardığı “Özel Radyo ve Televizyon Yayınları Yönetmeliği” ile de özel radyo ve televizyonların Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde yayın yapmalarını sınırlayan eski yönetmeliği yürürlükten kaldırdı.

Kürtçenin kullanımı ve öğrenimi konusunda yasal engeller bir bir aşılırken, AK Parti bu alanda hukuki düzenlemelerle yetinmedi; 26 Haziran 2008’de yürürlüğe giren 5767 sayılı “Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kapsamında “Kurum tarafından Türkçe dışında farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir” ifadesinin kanun maddesine eklenmesiyle TRT tümüyle Kürtçe yayın yapacak bir kanal çalışmalarına başladı. 25 Aralık 2008’de test yayınlarına başlayan TRT Şeş (TRT 6, bugünkü adıyla TRT Kürdi) 1 Ocak 2009 tarihi itibarıyla Kürtçenin Kurmanci ve Sorani ağızları ile Zazaca dillerinde normal yayına başladı.

Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapabilmeyi mümkün kılıp bunun yanı sıra askeri yargının alanını daraltarak barışçıl Kürt örgütlenmesinin önündeki engelleri dolaylı olarak kaldıran 2010 Anayasa referandumu, doğrudan etkisini ise parti kapatma davaları konusunda getirdiği değişiklikler ile yapmıştır. Bu adımlarla Meclis dışındaki siyasi alanlardaki faaliyetlerin kapsamı genişletilmiştir.

“Çözüm Süreci” (Mart 2013-Temmuz 2015) ise terör örgütünün temsilcileri (İmralı Cezaevi’nde bulunan örgüt lideri Abdullah Öcalan) ile yürütülen son derece cesur bir barış girişimi idi. Bu girişimin temel amacı orta ve uzun vadede bölgede Türk, Kürt ve diğer dost unsurların kalıcı ittifak ve uzlaşısını sağlamaktı. Cumhuriyet tarihimiz boyunca öğretilen birçok tabu bu dönemde kırılmış ve Kürt meselesine kalıcı çözüm bulunabilmesi için önemli siyasi adımlar atılmıştır. Ancak PKK 2015 yazında son ateşkesini de sonlandırıp “devrimci halk savaşı” ilan etmiştir.

Türkiye’nin içindeki (FETÖ ve muhalefet direncine), bölgesindeki (Suriye ve Irak ve bölgenin bütününde yaşanan iç savaş ve istikrarsızlıklar) ve küresel (ABD, Rusya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinin bölge üzerinden vekalet mücadeleleri) bazı engellere rağmen Çözüm Süreci samimi bir şekilde yürütülmeye çalışılmıştır. Ancak gerek örgüt içerisindeki fikir ayrılıkları ve farklı siyasi hesaplar nedeni ile gerekse başta ABD olmak üzere uluslararası aktörlerin örtülü teşviki ile süreç akamete uğramış ve terör örgütü tekrar terör patikasına yönelmeyi tercih etmiştir. Terör örgütüne siyasi statü ve her türlü destek vaadinde bulunan dış aktörler halen vaatlerinden ve terör örgütüne yoğun desteklerinden vazgeçmiş değiller ancak barış sürecini bozma kararı örgüte ve örgütün siyasi uzantılarına büyük zarar verdi ve vermeye de devam ediyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP ziyareti
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ı ziyareti (CHP/AA)

 

Kürt Meselesini Yerel Bir Sorun Olmaktan Çıkaran Bölgeselleşme

Kürt meselesi, PKK ve örgütün silahlı ve siyasi uzantıları artık yerel bir tehdit olmaktan çıkmış ve bölgesel denklemin bir unsuru haline gelmiştir. Mevcut ortamda Kürt sorunu ile ilintilendirilen meseleler büyük ölçüde çözülürken özellikle bölgenin kalkınmasına yönelik atılan somut adımlar da sürüyor.

Güvenlik ve istikrarla birlikte oluşan iklim, bölgenin sosyo-ekonomik durumunu da hızla olumlu bir şekilde dönüştürüyor. Ancak terör örgütü, örgütün siyasi uzantıları ve sempatizanlarının siyasi statü hayalleri bölgedeki gelişmelere dayalı olarak sönümlenmiş değil. Bölgede oluşabilecek konjonktürel değişiklikler ve başta ABD’nin vermekte olduğu yoğun destekle bu beklentilerin karşılanabileceğine dair ümitler halen devam ediyor. Bu umutları yaşatılan taşeron aktörler, Washington, Moskova, Paris, Brüksel, Tahran ve Şam arasındaki ince denklemleri yakından takip ederek, bu denklemlerden ortaya çıkabilecek fırsat pencerelerini kollamaya çalışıyorlar. Bu yaklaşım, Türkiye’den koptuğunun farkında değil ancak Türkiye siyasetindeki ittifakları ile Türkiye siyasetini şekillendirme iddialarından da vazgeçmiş değil.

Çözüm sürecinin sona ermesi ile kapanan İmralı penceresi, yerini Edirne F tipi cezaevinden Selahattin Demirtaş üzerinden verilen mesajlara bıraktı. Demirtaş yalnız Kürt siyasi denklemini değil, Türkiye’de muhalif cephenin de vizyon ve söylemlerini şekillendirmeye yönelik daha cesur çıkışlarda bulunuyor. Muhalif cephenin çaresizliği ve ilkeler konusundaki fikir ayrılıkları Demirtaş’ın mesajlarının daha gür yankılanmasına neden oluyor. Çözüm sürecinin bitimine kadar belirli bir başarı göstermiş olan Kürt siyasetinin Türkiyelileşmesi stratejisi, CHP-HDP ittifakının hataya geçmesi ve altılı masanın oluşması sonrasında Türkiye’de muhalif siyasi çizginin HDP’lileşmesine doğru ilerlemektedir. Bu yaklaşımın normalleştirilmesinde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun önemli çabaları olmuştur. CHP-HDP ittifakı ve 6+1’li masa üzerinde gerçekleşen tersine Türkiyelileşme çabası yakın vadede Kürt meselesini öteleme yaklaşımı içerisindedir. Ancak muhtemel iktidar değişimi sonrası ilk ele alınacak hesaplaşma HDP’nin beklentileri ekseninde gerçekleşebilecektir. Kendi siyasi hedeflerini ve programını diğer muhalif aktörlere benimsetmek ve onların ağzından telaffuz ettirmek HDP açısından büyük bir başarı olarak ifade edilebilir.

2016 sonrasında, terörle mücadele konusunda tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir başarı elde edilmiş ve terör örgütünün yurt içindeki varlığı neredeyse bitme noktasına gelmiştir. Örgütün Suriye ve Irak’taki yapılanmasına ve özellikle de lider kadrosuna yönelik başarılı operasyonlar gerçekleştirilmiştir. Örgüt yurt dışındaki varlığını büyük ölçüde bölge ülkeleri ve büyük güçlerin askeri, ekonomik ve siyasi destekleri ile sürdürmektedirler. Özetle PKK ve KCK yapılanması ile bağlantılı diğer terör örgütleri artık büyük ölçüde diğer ülkelerin bölgedeki taşeronları olarak çalışmakta ve bu şekilde hayatta kalmaya çalışmaktadırlar. Bu örgütlere siyasi koruma, statü ve otonomi vaat eden güçler, bunun karşılığında bu ülkeler adına terör eylemlerini sürdürmekte ve askeri operasyonlara katılmaktadırlar. Şüphesiz bu operasyonların bedelini büyük ölçüde Türkiye, Suriye, Irak ve İran’dan zorla veya ikna edilerek örgüte katılan gençler oluşturmaktadırlar. Örgüte zorla veya kandırılarak katılan bu gençlerin örgüt içerisinde hayatta kalma süreleri 5 yılın altındadır. Bu gençleri cephe hattında ölüme sürükleyen terör baronları ve onların dış bağlantılı patronları bu sayede aynı zamanda uzun süre devam edebilecek hınç ve öfke tohumlarını ekmektedirler.

Bugün için PKK ve HDP’nin siyasi tabanını tatmin edebilecek beklenti artık özgürlüklerle, kimliğe yönelik hukuki düzenlemelerle ve ekonomik kalkınma ile ilgili olmayacaktır. Bu konulardaki talepler AK Parti hükümetleri döneminde karşılanmıştır ve eksik kalan hususlardaki beklentiler de karşılanmaya devam etmektedir. Örgütün siyasi uzantısı ve bu aktörlere destek veren uluslararası aktörlerin temel beklentisi siyasi statü arayışıdır. Bölgede “Rojava Devrimi” olarak ifade edilen Suriye eksenli ve ABD destekli bir otonomi kazanımı sonrasında üst seviyeye çıkan bağımsızlık beklentisi yakın vadede siyasi otonomi beklentisine evrilebilir ancak bu örgütler üzerinden verilmeye çalışılan mesajlar, orta ve uzun vadeli bağımsızlık hedefinden vazgeçmeyecekleri yönündedir.

Arap Baharı sonrası ve ABD desteği ile oluşan fırsat penceresi Türkiye’nin başarılı askeri operasyonları ve diplomatik çabaları ile büyük ölçüde sınırlandırılmıştır. Yaygın ve yanlış bir biçimde “Kürt Sosyolojisi” olarak ifade edilen Kürt toplumsal tabanı ise bölgede edinilen ekonomik ve siyasi kazanımlar ve AK Parti döneminde desteklenen daha gerçekçi Türkiyelileşme politikalarının meyvelerinden istifade etmektedir. Son 20 yıldır edinmiş oldukları kazanımları örgüt tasallutu, büyük güçlerin ısrarları ve diğer bölge aktörlerinin hesapları nedeni ile riske etmek istemeyeceklerdir. Örgüt eksenli ve dış destekli siyasi statü arayışı projelerindense gerek Cumhur İttifakı eksenli gerekse muhalif eksenli Türkiyelileşme çabaları kendileri ve çocukları açısında çok daha avantajlı seçenekler sunacaklarının farkındadırlar. Dış güçlerin güdümünde hareket eden ve Kürtleri bölge güçlerinin taşeronu haline getirmeye çalışan PKK/YPG elitleri ise kendilerini devlet ve devletimsi bir yapının elitleri olarak hayal ederlerken TSK ve MİT operasyonları ile seri bir şekilde etkisiz hale getirilmektedirler. Türkiye’nin artan askeri ve istihbari kapasitesi PKK/PYD’nin devletleşme hayallerini büyük ölçüde sönümlendirmektedir.

AK Parti iktidarına kadar “Kürt Meselesi” olarak ifade edilen mevzu ile Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında AK Parti iktidarının da 21. yılında bahsettiğimiz “Kürt Meselesi” çok farklı bir anlam kazanmıştır. Kürt kimliğinin reddi, inkarı ve asimile edilme çabaları ile şekillenen uygulamalar büyük ölçüde sona ermiş, Kürt vatandaşlar siyasi, hukuki ve sosyo-ekonomik alanlarda eşit hak ve imkanlar sağlamaya yönelik somut atılmış ve kazanımlar elde edilmiştir. Kürt kimliği, kendini daha rahat ifade edebileceği bir ortama kavuşmuştur. Bugün için Kürt kimlik siyasetini canlı tutmak isteyen PKK bağlantılı siyasi aktörler hem kendi siyasi statü arayışlarını somutlaştırmak isterlerken hem de Türkiye siyasetinin bütününü etki altına alma çabası içerisindedirler. “Kürt Sorunu”, günümüzde büyük ölçüde terör örgütü/örgütleri ve Türkiye’yi şekillendirmek isteyen dış güçlerle ilgili bir sorun haline gelmiştir. Bölgesel güvenlik ortamının daha istikrarlı hale gelmesi ve Türkiye’nin varoluşsal kaygılarının giderilmesi, konu ile ilgili daha ileri adımların atılmasının da önünü açacaktır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası