24 Haziran seçimlerinden büyük bir başarı ile çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim kampanyası boyunca savunma sanayiinde yaşanan gelişmeler ve önümüzdeki dönemde bu alanda atılacak adımlar üzerinde sıklıkla durdu. Genelde kapalı bir alan olarak alışılagelmiş bir yapı hakkında belki de ilk defa seçim meydanlarında detaylı izahat yapıldı. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan bizzat gençlere TUSAŞ tesislerini gezdirerek burada savunma sanayii ve teknolojileri hakkında Türkiye’nin geldiği noktayı ve ulaşmaya çalıştığı hedefleri anlattı. AK Parti seçim kampanyasında savunma sanayii temalı reklamlar yayınlanarak güçlü Türkiye’nin ana damarlarından birinin savunma sanayiinin milli ve yerli olmasından geçtiği vurgulandı. Şakir Zümre gibi tarihsel referanslar hatırlatılarak Türk savunma sanayiinde milli bir duruşun önünün nasıl kesildiği seçmenlere hatırlatıldı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın başkanlık düzeyine yükseltilerek Cumhurbaşkanlığına bağlı yedi kuruluştan biri olması planlanıyor. Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sürecinde güçlü savunma sanayii hedefi üzerinde ısrarla durması nasıl okunmalıdır?
Bir Yüzyıl Daha Iskalamamak
Türkiye geçtiğimiz son iki yüzyılda en büyük eksikliği teknoloji rekabetinde yaşadı ve küresel aktörlerle mukayese edildiğinde askeri teknolojilerde kayda değer bir başarı gösteremedi. İdealist birkaç vatanseverin girişimlerinin önü ise maalesef kesildi. Böylelikle Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durmasına, bağımsız bir askeri teknolojiye sahip olmasına ve askeri güç kapasitesinin artırılmasına ket vuruldu. Elbette bu engellemeler tesadüfi veyahut gelişigüzel değil bilakis özenli bir dayatmanın eseriydi. Bir ordunun en temel gereksinimlerini bile dış destek sayesinde tedarik etmenin acı maliyetleri ise gerek terörle mücadelede gerekse Kıbrıs’ta açıkça görüldü. Son dönemde S-400 hava savunma sistemleri ve F-35 uçağının teslim edilip edilmemesi gibi konular etrafında dönen tartışmalar aslında milli savunma sanayiinin ne denli hayati bir mesele olduğunu bizlere göstermektedir. Özellikle silah ve teknoloji tedarik ettiğimiz ülkelerle yaşanan diplomatik gerilimler sonrasında Türkiye’ye silah satışının yasaklanması veya ara ürünlerin verilmemesi gibi engeller çok sık yaşanmaya başlandı.
Türkiye’de çok geç bir dönemde savunma sanayiine kurumsal bir zemin oluşturuldu ve bu zeminin yükseltilmesi ise ancak AK Parti hükümetleri döneminde gerçekleşti. Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa Türkiye kendi yerli ve milli imkanlarıyla askeri ihtiyaçlarını karşılamaya ve hatta ürünlerini ihraç etmeye başladı. Bugün yerlilik oranı yüzde 65’e ulaşan Türk savunma sanayii 7 milyar dolarlık cirosu ile ekonomiye de ciddi anlamda katkı sağlamaktadır. İktidarın siyasi kararlılığı ile birlikte özel sektörün de katkısının sağlanması savunma sanayiinde istihdamın artırılmasını beraberinde getirdi. Elbette güçlü bir savunma sanayii için şimdilik gerekli rakamların uzağında olunduğu aşikar. Ancak geçmiş dönemlerle mukayese edilmeyecek derecede mesafe alındığı da bir o kadar gerçek.
Bununla birlikte Türkiye’nin etrafında süren istikrarsızlık sarmalı sürekli olarak ulusal güvenliğini tehdit etmektedir. Özellikle Arap Baharı ile birlikte güney sınırımızdaki devletlerin çökmesi ve devlet dışı aktörlerin bu boşlukları kullanarak kendi hakimiyet alanlarını oluşturması ile karşılaşıldı. Keza PKK başta olmak üzere birçok terör örgütü kendilerine varlık sahası tesis etmenin hayallerini kurdu. Fırat Kalkanı ve özellikle Zeytin Dalı Harekatı sırasında kullanılan yerli ve milli silah sistemlerinin Türk ordusuna sağladığı avantajlar ve stratejik üstünlükler savunma sanayiinin önemini ispatladı. Terörle mücadelede stratejik silah üstünlüğünün sahada meydana getirdiği kolaylıklar düzenli ordunun hibrit savaş modelinde dezavantajlarını ortadan kaldırdı. Dolayısıyla son dönemde üretilen yerli ve milli silah ve platformlar Türkiye’nin askeri kabiliyetlerini artırırken gelecek ihtiyaçları için de büyük bir potansiyel taşıdığını ortaya koydu.
Havacılık ve Uzay Sanayiinde Şahlanış Dönemi
Türkiye’nin stratejik silah kapasitesini artırmak, askeri teknoloji konusundaki açmazlarını ortadan kaldırmak ve Türkiye’yi bu alanda dışa bağımlı olmaktan kurtarmak ancak güçlü bir savunma sanayiine sahip olmaktan geçmektedir. Öyle ki ihtiyacınız olan sistemleri hangi aktörden temin ediyor oluşunuz aynı zamanda jeopolitik bir tercihe zorlanmanızı da beraberinde getirebiliyor. Yıllardır hava savunma sistemi eksikliğini Rus S-400 sistemleri ile gidermeye çalışan Türkiye’ye, ABD’nin baskı yapmaya çalışması bunun en açık göstergesidir. Bu açıdan herhangi bir savunma ihtiyacının karşılanmasında dışa bağımlılığın minimum düzeyde tutulması son derece mühimdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sürecinde savunma sanayii ile bağımsızlığı aynı cümleler içerisinde kullanması, ülkenin geleceği olan gençleri bu alana teşvik etmesi ve bir nevi birbirleriyle irtibatlandırması oldukça anlamlıdır. Güçlü bir Türkiye’nin teknolojik gelişmişlik düzeyini yakalamasının ancak gençlerin bu mecralara yönlendirilmesi ile mümkün olabileceğinin işaretidir.
24 Haziran sonrasında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile birlikte hızlı ve etkin bir bürokrasi yapılanması savunma sanayiinde dönüşüm sağlayacaktır. Siyasi iradenin oldukça kararlı bir duruş sergilemesi ve geniş imkanlarla projelerin desteklenmesi alanın güç kazanmasına ve kendi özgüveni ile hareket etmesine olanak sağlayacaktır. Bu açıdan önümüzdeki süreçte hava, kara, deniz ve siber alanları kapsayan teknolojilere yapılacak yatırımlar Türkiye’nin gerek bölgesinde gerekse de küresel düzlemde güçlü bir ordu ile adından söz ettirmesi fırsatını verecektir. Bu anlamda Türkiye’nin özellikle üç alanda stratejik silah kapasitesine yatırımını artırması oldukça önemlidir. Bunlardan birincisi İHA’lar ve SİHA’lardır. Özellikle Zeytin Dalı Harekatı’nda kuvvet çarpanı etkisi oluşturan İHA, SİHA ve bu platformların insansız savaş jeti gibi gelecek nesillerine yatırım yapılması Türkiye’nin hem terörle mücadelesinde hem de sınır dışı operasyonlarında bölgesel rakiplerinden bir adım önde olmasını sağlayacaktır.
İkinci olarak füze sistemlerinin ön plana alınması ve farklı ihtiyaçların her birini karşılayacak şekilde füze kapasitesinin artırılması elzemdir. Son dönemde Bora gibi uzun menzilli füzeler üretebilen Türkiye’nin daha geniş ölçekte füze ihtiyacı olduğu açıktır. Bölgesel aktörlerden İran ve İsrail’in füze kapasiteleri göz önüne alındığında Türkiye’nin savunma ve seyir füzeleri konusunda yatırımlarını artırması gerekmektedir. Son olarak uzay ve uydu teknolojileri bakımından Türkiye’nin önümüzdeki süreçte oldukça iddialı bir duruş sergileyeceği anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz 16 yılda uzaya 10 uydu fırlattık. 2039’a kadar 11 uydumuzu uzaya fırlatacağız” ifadesinde bu kararlılığı görmek mümkündür. Dolayısıyla Türkiye gibi ağ merkezli harp doktrini uygulamaya çalışan ordular için uzay ve uydu teknolojilerinde ileri seviyelere ulaşmak olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
Yeni dönemde savunma sanayiine özel bir hassasiyetle yaklaşılacağı ve millilik oranının artırılarak yerli çözümler bulmanın ön plana çıkacağı bir süreç ile karşı karşıyayız. Hiç şüphesiz dışa bağımlı olmaktan kurtulan bir savunma sanayiine sahip olmak Türkiye’nin bölgesel ve küresel mücadelesinde elinde büyük bir imkan olarak belirecektir. Stratejik hedefler çerçevesinde ihtiyaçların belirlenmesi ve kendine yetebilen bir yapıya kavuşturulması Türkiye’nin güç kapasitesine çarpan etkisi sağlayacaktır.