Kriter > Dosya > Dosya / Afganistan |

Dış Politika Bağlamında ABD ve Afganistan’ın Geleceği


ABD tıpkı Vietnam ve Irak coğrafyalarında gerçekleştiği ve gelecekte Suriye bölgesinde gerçekleşeceği gibi başarının garanti edilemediği bölgelerde sürekli kalmayı realist perspektiften kar/zarar analizi çerçevesinde kayıp statüsüne yerleştirdiği anda, bölgedeki ilk istikrar unsuruna yönelecek ve bölge üzerindeki kontrolünü farklı kanallardan temin etme yoluna gidecektir.

Dış Politika Bağlamında ABD ve Afganistan ın Geleceği
(Mark Wilson/Getty Images)

ABD Başkanı Joe Biden geçtiğimiz Haziran başlarındaki basın toplantısında, Afganistan’dan ani çekilişleri ile ilgili olarak “Artık mutlu konulardan bahsetmek istiyorum!” diyerek bir anlamda, Vietnam benzeri bir başarısızlığa ilişkin örtülü bir itirafta bulunmuş ve ABD’nin en uzun savaşı sayılabilecek Afganistan operasyonunu sona erdirme niyetini tam olarak ortaya koymuştu. Bu demeç sonrasında bölgede adeta bir çığ gibi üst üste yaşanan gelişmeler ve Taliban’ın yeniden yükselişi, tüm dünyada tedirginlik ve merakla izleniyor. Beyaz Saray’dan yapılan son açıklamalarda, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren teröristlerin ele geçirilmesi, Usame bin Ladin’in ele geçirilmesi ve Afganistan’ın ABD’ye sürekli olarak terör tehdidinde bulunan bir üs haline gelmesinin önlenmesi hedeflerine ulaşıldığı, bu nedenlerle çekilmenin gerçekleştirildiği belirtiliyor. Açıklamalarda, Afganistan’a bir ulus inşası için gidilmediği, Afgan halkının ülkelerinin yönetimine ve kendi geleceklerine ilişkin kararları kendilerinin vermesi gerektiği de ifade ediliyor. Söylenenler; 2001’de ABD’nin Afganistan’a düzenlediği harekatın çok hızlı şekilde başarıya ulaşmasından sonra Bush’un ülkenin yeniden yapılandırılmasına ilişkin Virginia Askeri Akademisinde “Gerçek barış ancak Afgan halkına kendi amaçlarına ulaşacak araçları sağladığımızda gerçekleşebilir. Afganistan’a kendi istikrarlı hükümetini kurmakta yardımcı olduğumuzda barış olur” şeklindeki söylemine taban tabana zıt ifadeler. Ayrıca 20 yılı aşkın sürede savaş ile harcanan 2 trilyon dolardan fazla para, kayıp listesine eklenen binlerce ABD askeri, yüz binlerce asker ve sivil Afganlının faturası da ABD’nin hedeflediği ve ulaştığını iddia ettiği amaçlar için oldukça pahalı bir bedel ödediğini gösteriyor.

 

20 Yıllık Hatalar Zinciri

Afganistan operasyonunun 2001-2021 arasındaki tarihsel geçmişine bakıldığında, esasen ABD bir ulus inşası projesine girişmiş, bir hükümet oluşturmuş, seçimlere ön ayak olmuş, bir ordu ve polis gücü meydana getirmiş, Afgan hükümet güçlerini eğitmiş, donatmış ve göreve başlatmıştı. Ancak 2001’den itibaren Taliban’ın hızlı gerilemesi ve savunmaya çekilmesi ile elde edilen zamanın iyi değerlendirilemediği, Taliban’ın hafife alındığı, halkın kültürel yapısı ve dini eğilimlerinin, ABD’ye yakın ancak azınlığı oluşturan dar bir politik elitin görüşlerine göre tahlil edilerek, bu perspektiften analize yönlendirildiği, yönetimde ve ülke içerisindeki aşırı rüşvet ve yozlaşma sorunları ile başa çıkılamadığı anlaşılıyor.

Ülkede ordu ve polis güçleri oluşturulurken etnik kimlikler ön plana çıkartılmış ve ülkedeki en önemli etnik grup olan Peştunlara, Taliban’a yakınlıkları göz önüne alınarak verilmesi gereken yetkilerin bir kısmından imtina edilmiştir. Taliban yönetimi öncesi halkın gözünde iç savaşın sorumluları olarak görülen “Savaş Ağalarına” müttefik olarak destek sağlanmış, ordunun 352 bin görünen mevcudunun aslında 282 bin olduğunun tespitine ve ödeneklerin bir takım çıkar odaklarının cebine gideceği bilinmesine rağmen, tam mevcuda göre mali yardım sağlanmış ve yapılan diğer birçok hata sonucunda da ABD’nin Afganistan politikası, tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Peki bu başarısızlık niçin kabul edildi ve “İmparatorlukların mezarlığı” olarak nitelendirilen Afganistan’a, ABD bir kabir de kendisi için neden yerleştirmek durumunda kaldı?

Joe Biden
ABD Başkanı Joe Biden Beyaz Saray’da yaptığı açıklamada, ABD'nin Afganistan'da hiçbir zaman merkezi bir demokrasi yaratma amacı taşımadığını belirtti. Biden 2001’de gerçekleştirdiği bir konuşmasında ise Afganistan'da istikrarlı bir hükümet görmeyi ümit ettiklerini söylemişti. (Bill O'Leary/The Washington Post-Getty Images, 16 Ağustos 2021)

 

ABD Dış Politikasında Pragmatizm

ABD’nin Afganistan’a yönelik siyasi yaklaşımı hakkında fikir edinmeden önce, ABD’nin küresel düzeyde kurguladığı genel dış politika perspektifine kısaca göz atmak daha kapsamlı analizlere ışık tutabilecek olması açısından önemlidir. Bu bağlamda ABD genel dış politika siyasetinin dört temel dayanağından örnekleme yapılacaktır. Bu dayanaklar, ABD’nin, vatandaşlarının, müttefiklerinin ve çıkarlarının korunması, uluslararası pazarlara sürekli ulaşım, dünya güç dengesinin (ABD liderliğinde) korunması ve insan hakları ile demokrasiye sahip çıkılması olarak özetlenebilir.

Bu temel ışığında ABD genel dış politikasının, genel anlamda akademik ve analitik bağlamda güç dengesi perspektifinden realist odaklı değerlendirildiği varsayılmalıdır. ABD tarafından bir ülke veya bir bölge dış politika kapsamında masaya yatırıldığında, ülkenin demokrasi ve ABD sistemine uyumlu olmasından çok, ABD’nin bölge çerçevesindeki çıkarlarına uygun dış politika hamlelerinin niteliği öne çıkarılmaktadır. Buna güncel bir örnek olarak, seçimle başa gelmiş bir siyasi iktidara sahip, görece istikrarlı ve siyasi bilinci yüksek bir toplum yapısına sahip olan, üstelik etkin bir NATO üyesi olarak öne çıkan Türkiye’nin bölge üzerindeki ABD çıkarlarına tam olarak uyum sağlamayan dış politika hamleleri dolayısıyla, ABD’nin askeri/siyasi/ekonomik ambargolar ile desteklenen olumsuz yaklaşımına karşın; bir askeri darbe sonucunda başa geçen ve halkı demokrasi ve hukuk dışı yöntemlerle siyasi/ekonomik baskı altında tutan Sisi’nin Mısır yönetimine sessiz kalması ve desteğini beyan etmesi gösterilebilir. Küresel düzeyde de hem güncel hem yakın geçmişte bu Mısır-Türkiye karşılaştırmasına uygun ABD’nin de aktör olarak yer aldığı birçok örnek bulunmaktadır.

 

ABD Ne Yaptı?

Afganistan özelinde değerlendirme yapılırsa, ülke Rusya, Çin, Pakistan ve Hindistan gibi ABD’nin denetim altında bulundurmak istediği ülkelere erişimi için kullanılabilecek stratejik bir üs görünümünde ve 3 trilyon doları bulan maden varlığı ile de ekonomik kaynak olarak çok önemli bir konumda yer almaktadır. Lityum gibi küresel düzeyde rakibi olan Çin’in çok ihtiyacı olan madenlerin bir kısmına sahip olması da ciddi anlamda önem taşımaktadır (Gazni bölgesinde dünyanın en büyük lityum yatakları yer almaktadır). Bu ülkede ABD’yi işgalci bir güç olarak görecek radikal bir yapılanma olan Taliban yerine, ABD’ye bağımlı, daha ılımlı bir yönetimin “istikrarı” temin etmesinin, ABD’nin çıkarlarına uygun olduğu düşünülüp, 11 Eylül saldırıları sonucunda, iç savaş yorgunu bir ülkeye, teröre karşı mücadele bağlamında bu kadar büyük bir kuvvetle yerleşilmesinin gerekçelendirilmesi kolay olmaktadır. Ancak bu stratejik hamlenin, ülkenin iç dinamikleri bağlamında yetersiz olduğu ortaya çıktığında da yeni manevralara girişildiği görülmektedir.

İkinci olarak ABD dış politika hamlelerinde, somut bağlamda ABD varlığının yer almasını gerekli görmüş ise olası bir askeri harekatın kar/zarar analizini hesaplayarak hamlesini gerçekleştirmektedir. Eğer yapılmış olan analizlerden ciddi ölçülerde sapma yaşanmış ise ve yakın gelecekte bu sapmanın artarak devam edeceği sonucuna ulaşılmışsa, yönetim mevcut iktidarın dış politika yaklaşımlarının şahinliği/güvercinliği çerçevesinde kendisi için belirlediği limitleri de göz önüne alarak kaybı minimum düzeye indirme ve marjinal kayıp stratejisini devreye sokarak, kriz bölgesinde zararı kapatma yoluna gitmektedir. Nitekim verilen kayıplar ve harcanan para ile geleceğe yönelik kalıcı bir fayda sağlanamayacağı sonucunun Kongre raporlarında ifade edilmesinden itibaren ABD marjinal kayıp stratejisine yönelmiş; Taliban ile ilişki kurarak mevcut konjonktürle uyumlu yeni bir Afganistan yaklaşımını benimsemeye başlamıştır.

Son olarak ABD, temel prensibi olan demokrasi ve insan haklarını daha çok bir ideal olarak dış politika müdahalelerinde araçsallaştırmakta; bunun gerçekleşmesi için öncelikli olarak istikrar ve güvenlik gereksinimlerinin sağlanması temelinde operasyonlarını idame ettirmektedir. Dünyada müdahale ettiği ve ittifak kurduğu ülkelerin yönetim sistemlerinin (AB’nin aksine) niteliğine ve içeriğine çok müdahalede bulunmamakta, demokrasi/insan hakları prensiplerini daha çok havuç/sopa göstermek için öne sürmektedir. Afganistan özelinde demokrasi/insan hakları taleplerinin, Taliban yönetimi ile temas kurma ve ilerletme ihtimallerinin belirmesinden itibaren bir kenara bırakılması da yine bu temel prensiplerin çerçevesinde hareket edildiğini göstermektedir.

ABD Hava Kuvvetlerinin tahliyesi
ABD Hava Kuvvetlerinin Afganistan’da bulunan Hamid Karzai Havaalanı’ndaki tahliyesinden bir görüntü (Taylor Crul/ABD Hava Kuvvetleri-Getty Images, 21 Ağustos 2021)

 

ABD’nin Rotası Şaşırtıcı Değil!

Sonuç olarak, analizler ışığında ABD’nin Afganistan stratejisinin izlemiş olduğu rota aslında şaşırtıcı değildir. ABD tıpkı Vietnam ve Irak coğrafyalarında gerçekleştiği ve gelecekte Suriye bölgesinde gerçekleşeceği gibi, başarının garanti edilemediği bölgelerde sürekli kalmayı realist perspektiften kar/zarar analizi çerçevesinde kayıp statüsüne yerleştirdiği anda, bölgedeki ilk istikrar unsuruna yönelecek ve bölge üzerindeki kontrolünü farklı kanallardan temin etme yoluna gidecektir. Peki Afganistan özelinde ABD, Dünya ve Türkiye çerçevesinde geleceğe yönelik nasıl bir yapılanma öngörülmelidir?

ABD, Taliban yönetimi ile görüşmelerini halihazırda devam ettirmekte ve bölge içerisinde Taliban kanalıyla resmi faaliyetlerini sürdürmeye niyetli görünmektedir. Taliban’ın ABD terör örgütleri listesinden çıkarılması da bunu doğrulamaktadır. Ancak zayıf veya kuvvetli bir Taliban yönetiminin, ülkenin kontrolünü tamamen ele geçirmesi sonrasında bölge içerisinde çok önemli etkileri ve sonuçları olacağı kesindir. Bu sonuçları kısaca değerlendirmek gerekirse: Öncelikle Çin, “Afganistan halkının yönetim tercihlerine saygılı olduğu” beyanı ile Taliban yönetimi ile birlikte çalışacağı sinyalini vermiştir. Ve değişen jeopolitik koşullar doğrultusunda etkin olacak bir sonraki büyük gücün Çin olacağını varsaymak yanlış olmayacaktır. Ancak Taliban yönetimindeki bir Afganistan’ın yakın çevresine sürekli göç ve ideoloji ihraç edeceği gerçeği de hesaba katılmak durumundadır ve Çin’in kendi iç kesimlerindeki kontrolünün derecesi soru işaretleri oluşturabilir.

Bölgede Pakistan, Özbekistan ve Tacikistan gibi ülkelere terör ve ideolojik akımların ihraç edilebileceği ve bu ülkelerin istikrarının kolayca bozulmaya müsait yapısı da düşünülmelidir. Özellikle verimli doğal kaynaklara sahip Fergana Vadisi, 19’uncu yüzyılda İngiltere ile Rusya arasındaki “Büyük Oyun” stratejisinin bir parçası olarak günümüzde de çok büyük önem kazanmaktadır.

Taliban, ideolojisi kapsamında etnik akımları kontrol etmeyi başardığı takdirde, Afganistan’ın bölünmesi çok olası gözükmemekle birlikte, ortak düşman kabul edilen ABD ve NATO’nun sahneden çekilmesi ile bütünlüklü bir yapıya sahip olmayan örgütün, kendi içerisinde bölünmesi ve yeni bir iç savaşın ortaya çıkması da ihtimal dışı sayılmamalıdır. Bu ihtimalin gerçekleşmesi hem bölge insanı için hem de çevre ülkeler ile Türkiye açısından önemli sorunlara yol açabilir.

Son olarak Türkiye, Afganistan’dan kaçan mülteci yığınları için bir cazibe merkezi haline gelmiş konumdadır. Suriye’den gelen yoğun mülteci akınının sonuçları ile mücadele etmekte olan Türkiye’ye, bir de Afgan mülteci girişinin, ülkedeki istikrarlı yapıyı bozacak sonuçlar doğurmadan gerekli önlemlerin alınması ve gerekirse göçün önlenmesi artık kaçınılmaz bir zorunluluktur.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası