Günümüzde yoğun eleştirilere konu olan Birleşmiş Milletler (BM) esasen, insanlığın o güne kadar gördüğü savaşların ve barbarlıkların doğurduğu acı tecrübenin bir ürünüdür. Bu anlamda BM esasen, uluslararası barışı ve güvenliği koruma amacını sağlamak için kurulmuş ve günümüzde bütün devletleri kapsayan değerli bir başarı olarak görülebilir.
Kuruluşundan hemen önce yaşanan İkinci Dünya Savaşı’nın meydana getirdiği büyük yıkım ve insani acıların tekrar yaşanmaması, o dönem insanlığın en önemli gündem maddesini oluşturmuştu. Bu gündem doğrultusunda BM, o dönem kurulan uluslararası barışı ve güvenliği koruma sisteminin merkezi organı olarak belirlenmiştir.
BM, bu değerli amaca uygun niteliklere sahip bir yapı olarak mı kuruldu ve günümüze kadar bu önemli amacın gereklerini ne kadar yerine getirebildi? Bu bağlamda yapılacak bir değerlendirme, BM sisteminin niteliğini ve aksayan yönlerini ortaya koyacak ve ayrıca uzun süredir devam eden yeniden yapılanma çağrılarının yönünün belirlenmesine de ışık tutacaktır.
Uluslararası Toplum ve Uluslararası Hukuk Açısından BM’nin Önemi
Herhangi bir hukuk düzeninin varlık gerekçesi, toplumu bir arada tutabilmek, yani esasen toplumun mevcudiyetini sağlamak ve korumaktır. Herhangi bir toplumun korunması ise esasen o toplumda barışın korunmasına dayanır. Barış olmayan toplum, şiddetin boyutuna göre ya tümden dağılacak ya da zayıf bir toplum olarak kalacaktır.
Bütün hukuk düzenlerinde olduğu gibi uluslararası hukukta da temel amaç, şiddeti önleyerek yani barışı sağlayarak uluslararası toplumun varlığını korumaktır. Nitekim, BM’nin Kurucu Anlaşması’nın 1. maddesinin ilk paragrafı, bu kurumun temel amacının “uluslararası barış ve güvenliği korumak” olduğunu ifade etmektedir.
Bu temel amacın gerçekleştirilmesi için BM’nin alması gereken tedbirler ise “tehditleri önlemek”, “saldırı ya da barışın başka yollarla bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak” ve “barışın bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık veya durumların düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçı yollarla, adalet ve uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek” olarak sıralanmıştır.
Bu bağlamda, barışı doğrudan tehdit eden ya da bozan unsurların bertaraf edilmesinin yanı sıra, barış düzenine dolaylı olarak zarar veren etmenlerin ortadan kaldırılması da BM’nin yetki ve sorumlulukları altına konulmuştur. Sonuçta BM esasen uluslararası barış ve güvenliği korumak adına, insan haklarından çevrenin korunmasına, uzayın kullanımından uluslararası ticari ve ekonomik konulara, denizlerin kullanımından uluslararası örgütlere kadar uluslararası toplumun neredeyse bütün meseleleri ile ilgilenmek durumunda olan bir genel yapı haline gelmiştir.
Bu düzenlemeler ile BM, uluslararası hukukun temel işlevini yerine getirmesinde, yani uluslararası toplumda barışın sağlanmasında bütün devletlerce kabul edilen temel yapıdır. Bu genel çerçevede BM, uluslararası toplumun hukuku olan uluslararası hukukun hem yazılı mevzuatının oluşturulmasına hem de bu mevzuatın uygulanmasına olan katkısı ve rolleri ile uluslararası hukukun gelişimi ve uygulanmasında da önemli roller oynamıştır.
BM’nin Siyaset ve Hukuk Açmazı ve Başarısızlık
Böylesine temel bir hedefin ve bu temel hedef ile ilgili başkaca önemli hedeflerin gerçekleştirilmesi için kurulmuş BM’nin günümüze kadar işleyişi, uluslararası toplumda barışın ve adaletin sağlanması ve ilgili prensiplerin uygulanması anlamında beklenen başarıyı gösterememiş gözükmektedir. BM, kuruluş nitelikleri ve günümüze kadar işleyişi temelinde değerlendirildiğinde, uluslararası barış ve adaletin sağlanmasından ziyade belirli devletlerin çıkarlarının korunması yönünde işleyen siyasi bir yapı görünümü arz etmiştir.
Barışı koruma gücü, deniz hukuku, sömürgeciliğin sona erdirilmesi, insan hakları, serbest ticaret gibi alanlara dair belirli başarılar gözlemlense de barışın korunması, iklim krizi, küresel salgın, büyük güç rekabeti, ticaret savaşları, ekonomik bunalım ve uluslararası iş birliği alanlarında geniş bir çöküşle karşı karşıya bulunulduğu da bir gerçektir.
Söz konusu başarısızlıkların somut göstergeleri mevcuttur. Bunlardan ilki, temel amacının barışı korumak olmasına rağmen BM’nin, dünyada yaşanmış ve yaşanmakta olan gerek uluslararası gerekse ulusal silahlı çatışmaların çoğunu önleyememesidir. Geçmişi bir kenara koyup yalnızca günümüze bakıldığında dahi Irak, Suriye, Filistin, Libya, Afganistan, Yemen, Afrika ve Asya’da yaşanan çok sayıda büyük çaplı çatışmaların uzun süredir devam ettiği görülmektedir.
Başarısızlıklar arasına uzun süredir çözülemeyen iklim krizi, sığınmacı sorunları, zengin ve fakir ülkeler arasında artan eşitsizlik, ırkçılık ve İslam karşıtlığı, silahlanmanın durdurulamaması gibi sorunlar da eklenebilir. Somut çok sayıda örnekle gösterilebilen bu başarısızlığın arkasındaki nedenlerin tespiti büyük önem taşımaktadır.
Her şeyden önce BM, bugün jeopolitik gerçekliklerden giderek daha fazla uzaklaşan bir sistem ile işliyor gözükmekte. Kuruluşunda, güçlü devletlere bağlayıcı karar alma ve ayrıca her birine kararları veto etme yetkisi veren adaletsiz bir sistem üzerine yerleştirilen BM sistemi, günümüzde Çin, Rusya ve ABD arasındaki ilişkiler bozuldukça daha da işlemez hale gelmektedir. Covid-19 salgınında uluslararası iş birliğine dayalı bir müdahale kararı alınamaması bu tespitin yakın dönemli çarpıcı bir göstergesi olmuştur.
BM barışı koruma sisteminin işlediği oldukça sınırlı durumlarda ise sistem yalnızca söz konusu devletlerin ortak çıkarları yönünde işlemiştir. Bu bağlamda çözülmemiş çatışmaların ortak yönü, büyük güçler arasındaki bölünme ya da jeopolitik çıkarların yeterince yüksek olmaması olmuştur. Örneğin, 1990'lardaki Ruanda iç savaşında BM’nin etkisizliğinin sebebini, büyük güçlerin ortak hareket etme ihtiyacı hissetmemeleri oluştururken, Suriye’de BM sisteminin işlememesinin nedeni ise Rusya ve ABD’nin karşıt çıkarlarının bulunuyor olması oluşturmuştur.
Başarısızlığın önemli bir nedeni de bütçesel özerkliğin mevcut olmamasıdır denebilir. Bazı ülkelerin ve özellikle ABD’nin BM Genel Bütçesi’ne katkısının yüksek olması ve bu durumu BM üzerindeki etkileri için kullanmaları, BM sistemini tıkayan bir başka neden olmaktadır. 2021 itibari ile ABD tek başına BM Genel Bütçesi’nin yaklaşık yüzde 22’sini karşılarken, Çin yüzde 12’sini, Japonya yüzde 8,5’ini ve Almanya yüzde 6’sını karşılamaktadır. Bu durum, başta ABD olmak üzere bu ülkelerin BM’nin birçok faaliyetini kendi uygun gördükleri yönde etkileyebilme imkanına sahip olduklarını göstermektedir.
Başarısızlığın bir başka nedeni de Güvenlik Konseyi karar mekanizmasının niteliği ve etkisizliğidir. Kurucu Antlaşması’nın VII. Bölümü ile Güvenlik Konseyi’ne uluslararası barışı tehdit eden ya da bozan ve saldırı sayılan eylemleri önlemek ve ortadan kaldırmak için, bütün devletlerin uymak zorunda olduğu bağlayıcı karar alma yetkisi verilmiştir. Ancak toplam üye sayısı 15 olan Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri olan ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa’nın her birine, karar tasarılarını tek başlarına veto etme yetkisi de verilmiştir. Bu durum, bu devletlerin her birinin bir karar tasarısını tek başına engelleme hakkına sahip kılarken, diğer yanda bir karar alınabilmesi için bu beş ülkenin aynı yönde hareket etmesinin gerektiği de görülmektedir. Bunun çoğu kez işleyememesi, barışı koruma sisteminin büyük oranda başarısız olmasına yol açmıştır.
Reformlar ve Reform Önerileri
Kurulduğundan beri BM’nin reforma tabi tutulması çağrıları yapılmaktadır. Bu doğrultuda somut bir reform çalışması gayri resmi olarak Kofi Annan tarafından 1997’de başlatılmıştı. Ortaya çıkan önerilerde; Güvenlik Konseyi’nin daimi ve geçici üye sayısında değişiklik yapılması, bürokrasiyi daha etkin, daha şeffaf ve daha demokratik kılma teklifleri bulunmaktaydı.
Günümüze kadar yapılan reform öneri ve eylemlerinde, Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi ilişkisine, bölgesel temsil meselelerine, şeffaflığa ve bürokrasinin azaltılmasına da yer verilmekle beraber, reform tekliflerinde vurgu Güvenlik Konseyi üye sayısı ve işleyişine odaklanmış ve Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin sayısının artırılması yönünde çağrılar ön plana çıkmıştır.
Ancak günümüze kadar yapılan söz konusu reform çağrıları ve reformlar etkisiz kalmıştır. Bu durum, esasen en güçlü yetkileri elinde bulunduran beş ülkenin özellikle Güvenlik Konseyi reformuna sıcak bakmadıklarının açık göstergesidir.
Kaldı ki, şu ana kadar yapılan reform önerileri kabul görse dahi esasen uluslararası hukuk, barış ve adalet sisteminde kayda değer bir iyileşme beklemek zor gözükmektedir. Güvenlik Konseyi’nin daimi ve veto yetkisine sahip üye sayısının, Hindistan, Japonya, Almanya gibi devletlerin katılımı ile artırılması, uluslararası barış ve güvenliğin korunması bağlamında daha da işlemez bir sistem doğuracaktır.
Oysa odaklanılması gereken hususlar, dünyanın bölgesel ve kültürel farklılıklarını dikkate alan, daha fazla katılımcı organ vasıtası ile bağlayıcı kararlar alınabilecek bir sistemin kurulmasıdır. Küresel meselelerin küresel düzeyde, bölgesel meselelerin bölgesel düzeyde görüşülmesine imkan sağlayacak bir BM sistemi elzem gözükmektedir.
Günümüzde güçlü yetkileri elinde bulunduran devletler, mevcut reform çağrılarına karşı çıkıp engellemeye çalışırlarken, barış ve adalet için yeni bir BM sistemine hatta belki de tümden yeni bir uluslararası örgütlenme yapısına ihtiyaç vardır. Bölgeler, kültürler ve inançlar anlamında çok yapılı olan dünya için tek güç merkezi oluşturan BM sistemi yerine, bu farklılıkları dikkate alan bir nevi federal bir yapı daha etkin olacaktır.
Bu bağlamda Türkiye’nin ve daha özelde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, dünyada barış ve adalet için BM sisteminin reforma tabi tutulması, reformların ülkeler üzerinden değil de adalet, barış, düzen ve etkinlik gibi ilkeler üzerinden yapılması, veto yetkisinin tümden kaldırılarak daha fazla katılımcı kurum oluşturulması teklifi anlamlı gözükmektedir.
Son olarak vurgulanmalıdır ki; oluşturulacak bu katılımcı organların kararlarının uygulanmasını sağlayacak mekanizmaların oluşturulması da bir o kadar önemlidir. Güçlü devletlerin kendi çıkarları gerektirdiğinde kendi ekonomik ve askeri gücü ile harekete geçen uygulama mekanizmaları yerine, uluslararası hukuk kurallarını etkili bir şekilde uygulayacak ve geniş katılım ile oluşturulmuş güç mekanizmalarının kurulması ve işletilmesi elzemdir.