Afrika’da neler oluyor? Türkiye ve Avrupa’yı ilgilendiren coğrafya açısından son dönemde en sık dile getirilen ve cevabı merak edilen sorulardan biri bu. Fransa, yaklaşık üç yüzyıldan beri fiziki ve etki siyaseti ile sömürgeleştirdiği “Kara Kıta’yı” elinde tutmakta zorlanıyor. Fransa karşıtı Afrikalı yeni nesil önderlerinin söylemlerine baktığımızda ise Afrika’da -Fransa için- bir çözülmenin başladığı görülüyor. 14. yüzyıldan itibaren köle ticareti, maden ve hammadde ticareti ile başlayan yağmacılık faaliyetleri, 19. yüzyılın başlarında devlet eliyle yürütülen işgallere, baskılara ve yerli olanı yok etme sistematiğine dönüştü.
Dünya güçler dengesi, son 10 yılda Çin ve Rusya’nın yükselişiyle birlikte, Hint-Pasifik’te yaşanan güç mücadelesine kaymışken; Batı, Avrupa ve dünyanın geri kalanı için, Afrika’ya doğru kesintisiz bir bakışın nasıl olacağı sorusu önem kazanıyor. Fransa’nın özellikle Jacques Chirac dönemi ve sonrasında yaşadığı siyasi ve sosyal kırılmalar, Afrika ile ilişkilerinde de etkisini gösterdi. NATO ve Sovyetler ile birlikte çift kutuplu dünyada bir “üçüncü yol” olma hedefindeki Fransa’nın Nicolas Sarkozy ile hem AB’de hem de NATO’da üstlendiği roller, ülkenin yönünü değiştirdi. Atlantik ve Asya arasına sıkışan bir siyaseti, başta Almanya ve İngiltere olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinden alacağı destekle yükseltmek isteyen Paris’in hedefine ulaştığı söylenemez. İngiltere’nin ayrılmasıyla büyük darbe alan AB, artık küresel güç olma hayallerinden de giderek uzaklaşıyor.
Fransa-Mağrip / Fransa-Afrika / Fransa-Akdeniz
Fransa’nın sömürgeci geçmişine dair en berrak hikayeleri Osmanlı bakiyesi coğrafyalardaki kalıntılardan biliyoruz. Fas, Tunus ve Cezayir gibi Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerdeki Fransız geçmişi ve günümüze kadar uzanan etkisi, Afrika’nın daha güneyi ve batısındaki sömürge faaliyetlerinden görünürlük açısından aşikar.
Sahra Altı Afrika ve Batı Afrika’daki Fransız sömürgecilik faaliyetleri, bu coğrafyaların bize uzak veya tarihi birlikteliğimizin yavan oluşu nedeniyle çok gündemimize girmemiş. Oysa bilinir ki, Paris’in herhangi bir sokağında, herhangi bir caddesinde küçük bir taşı dahi oynatsanız altından Afrika çıkar. Elysee Sarayı’nın Afrika’da köle ticareti ve şeker ticareti ile toplanan paralarla yapıldığını kimse bilmez. Paris’in ışıltılı caddelerinde, ne yöne baksanız Afrika’ya dair bir iz bulursunuz.
Fransa’nın Afrika ile ilişkilerinde geldiğimiz noktada, karşımıza iki soru ve birbirini tamamlayan iki yol çıkıyor. Afrika mı değişti, Fransa mı? Bu soruların yanıtları bizi tercih sıralı yollara götürüyor. Afrika değişti diyorsanız Fransız diplomasisi ve kültürel hegemonyasının işini kolaylaştırıcı bir yolu, Fransa değişti diyorsanız Afrikalı “müesses nizamın” son temsilcilerini aklayıcı diğer yolu seçiyorsunuz. Her iki cevapta da Fransa ve Afrika ilişkilerindeki tıkanıklığın içeriden bir evrilme olduğu konusunda beylik bir yargıda bulunuyorsunuz. Fakat üçüncü bir yol daha var: Afrika da değişti, Fransa da; ama en çok değişen ve dönüşen bu ikisinden de bağımsız olmayan küresel çaptaki stratejik yakınlaşmalar ve iş birlikleri oldu.
Alsace (Alsaz) yerlileri bir araya geldikleri neşeli günlerde derler ki; De Gaulle Afrika’yı kurtarma çabaları ile meşgulken, Amerikalılar Fransa’yı kurtarıyordu. 1950’lerde başlayan Afrika bağımsızlık hareketleri, Fransa’nın kıtadaki siyasi ve lojistik yükünü azaltmış, sonraki dönemde ekonomik gücünü ve gelirini artırmıştır. Akdeniz ve kıyısında İtalyan ve İspanyollardan bir adım önde olmayı başaran Fransızlar, askeri gücün yanında yumuşak gücü de kullanmayı bilmenin sonuçlarını almıştır. Diplomasi, siyaset, sanat ve kültür ile birlikte dil birliğini de sağlayabilen Fransa, bugün bile 50’den fazla tam üyeli ve aktif bir Frankofon Ülkeler Birliği idealini yaşatmayı başarmıştır.
Fransa-Mağrip ülkeleri ilişkilerinde güncel ve tarihi iki damarın etkili olduğunu söyleyebiliriz. Tarihi etken, bugün bile önemli bir oranda Fransızın aklından çıkmayan Nazi işgali sırası ve sonrasında “anavatana” karşı ayaklanmış, isyan bayrağını çekmiş “Afrikalı beslemelerdir”. Sıradan Fransız için hiçbir değeri ve ağırlığı olmayan bu ülkeler, zor zamanda efendisini sırtından vurmuş birer “haindirler”. Fransız basını, edebiyatı, sineması ve tiyatrosunda Afrika imgesinin temellerine baktığınızda bunu görürsünüz. Fransız yöneticilerin, bağımsızlıklarını kazanalı 70 yıl geçen Afrika ülkelerinden söz ederken hala kolonyal nostaljik bir dil kullanmaları bu nedenledir.
Güncel etken ise ilişkilerde değişim ve dönüşümü hızlandıran “İç Afrika”dır. 20. yüzyılın başından itibaren Fransa’ya yerleşmiş, günümüzde bile devam eden bir nüfus sirkülasyonu ile yeri ve önemini gittikçe belirginleştiren bir Afrikalı olgusundan bahsediyorum. Türkiye-Fransa ve Türkiye-Afrika ilişkilerinde en belirgin çatışmaların belirleyici nedeni de kanımca budur.
Fransız tarihçi ve jeopolitik uzmanı Jean-Pierre Filiu’nun değerli bir vurgu ile dile getirdiği Macron’un “Afrika konusunda Türkiye ve Erdoğan takıntısının” nedeni, Türkiye’nin hem Afrika’da hem de Fransa’daki, sömürge kültürü altında büyümüş milyonlarca Afrikalı’ya üçüncü bir yolu göstermesidir.
Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Mısır-Suudi Arabistan aracılığıyla Ortadoğu’yu steril hale getirme görevini savdığını/başardığını sanan Fransa, Türkiye’nin Afrika’da ve daha da önemlisi Fransa’da Batı-dışı yeni nesle rol-model olmasını büyük tehdit görüyor. Son dönemde Macron’un Türkiye karşıtı çıkışlarının temelinde yatan rahatsızlık budur. Paris, ülkede bulunan 10 milyondan fazla -Müslüman veya değil- göçmen ve Afrika’dan getirttiği, eğitip-donattığı yüzbinlerce gencin Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı anti-emperyalist ve anti-kolonyal çağrıya kulak vermesini istemiyor. 2010 sonrasında Fransız basınında Türkiye ve Erdoğan hakkında sıkça gördüğümüz yakışıksız ifade ve kampanyaların nedeni de büyük ölçüde budur.
Türkiye’nin iç işleri ve komşularıyla olan ilişkilerinde sürekli tarihini eşeleyen Fransız horozunun, Afrika’daki ve dünyanın diğer coğrafyalarında işlediği insanlığa karşı suçlar, katliamlar ve sömürge kültürü hakkında geçmişi yok sayma çabaları gözlerden kaçmıyor.
Sözde Ermeni soykırımı iddiaları konusunda hukuku, emperyal hayallerine alet eden Fransa’nın aynı konuda kendi tarihinin sayfalarını kapalı tutma telaşesi görülmeye değer. Cumhurbaşkanı Macron, Cezayir’de 5 milyon 630 bin kişinin hayatını kaybettiği katliamlarla ilgili sorulara “Bunlar biz siyasetçi ve yöneticilerin değil tarihçilerin alanıdır, muhatabı da onlardır.” demişti.
Türkiye’den Fransa’nın Afrika Siyasetine Bakış
Türkiye, 2000’lerin başından itibaren Afrika kıtasına yönelik siyasi, ekonomik ve kültürel açılımları hızlandırdı. Tarihi, kültürel ve dini bağları itibarıyla eski ama uzakta kalmış akrabaları nazarıyla çok sayıda ülkeyle ilişkilerini geliştirdi. Afrika kıtasında toplam 9 olan büyükelçilik sayısı 43’e, 4 milyar dolar olan ticaret hacmi ise 25 milyar dolara çıkarıldı.
Bunun yanında Fransa’nın Afrika ile olan ilişkisi ise son dönemde gittikçe problematik bir hal aldı. Yukarıda başlıca sebeplerine değindiğimiz tarihi süreç sonucu, Afrika ülkelerinin Fransa’ya karşı tavrı değişti. Bu değişim, tabandan gelen bir değişim olarak etkisini göstermeye başlarken, son yıllarda ise yönetim veya siyasi elitin de içine karıştığı topyekun bir postkolonyal harekete dönüştü. Afrika’daki müesses nizam yani Fransız etkisindeki siyasi/ekonomik elitin değişime direnişi, bazı ülkelerde toplumsal olayların çıkmasına dahi yol açtı. Cezayir, Libya, Mali, Fas ve Tunus bu ülkelerin başında geliyor. Gittikçe kötüye giden imajını düzeltmek için farklı yollar deneyen Fransa’nın Afrika üzerinde iş birliği yapacağı ortaklardan en güçlüsü Türkiye’dir. Türkiye’nin bölgede sahip olduğu yumuşak gücün farkında olan Fransa, Çin ve Rusya gibi etkili aktörlerin saldırısına karşı Türkiye ile iş birliği içinde sağlam bir yanıt verme şansına sahipti. Önce Hollande sonra da Macron’un “takıntılı tavırları” nedeniyle bu gerçekleşmedi. Kısa vadede gerçekleşme şansı da bulunmuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Afrika ziyaretinde Fransa ve sömürgeci geçmişi hakkında dile getirdiği sözler, iki ülkenin en azından Afrika üzerinde bir süre daha mücadele içinde olacağını gösteriyor.
Fransa’dan Türkiye’nin Afrika Siyasetine Bakış
Paris yönetimi, 1980’lerden itibaren Türkiye’nin iç işlerini kurcalama eğiliminde oldu. Önce PKK ve benzeri terör örgütleriyle samimi fotoğraflar vererek Ortadoğu siyasetinde Türkiye’yi karşısına aldı. Daha sonra ise özellikle Suriye ve Irak-Lübnan gibi ülkeleri kapsayan komşu coğrafyamızda, Türkiye aleyhindeki hareketleri cesaretlendirdi. Kıbrıs ve Yunanistan konularında, AB içerisinde Türkiye’nin tezlerine en uzak duruş da Paris kaynaklı olmuştur.
Son dönemde Fransa’nın, Kıbrıs-Yunanistan ve Doğu Akdeniz politikaları başta olmak üzere Ortadoğu ve Afrika üzerinden Türkiye ile bir bilek güreşinin gittikçe şiddetlendiğini görüyoruz. Mağrip ve Sahra Altı Afrika’da Türkiye’nin gittikçe büyüyen ekonomik ve siyasi rolü, Doğu Afrika ve Hint Okyanusu bölgesinde artan askeri iddiası, Fransa’yı konvansiyonel olmayan yollara itti. Son 2 yılda AB ve NATO’da Türkiye’ye karşı saldırıya geçen Fransa; Afrika’daki Türkiye karşıtı hamlelerine AB’den, Doğu Akdeniz’de ise NATO’dan destek bulamadı.
Paris yönetimi, Afrika ülkelerindeki Fransa karşıtı hareketlerin, Türkiye’nin buralardaki artan etkinliğiyle alevlendiğinin farkında. Libya krizinde, Tunus’taki yumuşak darbe, Mısır, Fas ve Cezayir’deki gelişmelerde iki ülke siyasi olarak tamamen, askeri anlamda ise kısmen karşı karşıya geldi.
Fransa’nın 2000’lerin sonunda Türkiye karşıtı politikasını belirleyen iki önemli faktörü dile getirerek yazımızı bitirelim. Neo-kolonyal amaçlarla Afrika ve Ortadoğu’da varlığını sürdürmek isteyen Fransa’nın karşısına her gittiği kapıda Türkiye çıkmaya başladı. Siyasi, askeri, dini ve kültürel alanlarda Afrika ve Ortadoğu halkları, Türkiye’nin uzattığı şefkatli eli sömürgeci ellere göre daha samimi buldu. Tarihi bağları ve adil bir hafızayı diri tutmayı başaran bir Türkiye, Fransa için bölgede gittikçe şiddetini artıran bir tehditti.
Fransa’nın Türkiye karşıtı siyasetinin bir diğer faktörü de daha çok “içeriyi” ilgilendiren boyutu. Fransa’da yaşayan 10 milyondan fazla Afrika ve Ortadoğu kökenli göçmenin yönünü belirleyen bir Türkiye var artık. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’nin “Ezilenlerin Sesi” ve “Daha Adil Bir Dünya” söylemleriyle somutlaştırdığı dünya görüşü, Afrikalılar başta olmak üzere, Fransa’daki tüm göçmen kökenli vatandaştan büyük sempati topluyor. Paris’in banliyölerinde bir anket yaparsanız Recep Tayyip Erdoğan’ın Mağrip, Sahra Altı veya tüm Afrika ülkelerinin liderlerinden iki kat fazla oy alacağını görecek ve Emmanuel Macron’un, Nicolas Sarkozy’nin ve Fransız medyasının neden mütemadiyen Türkiye ve Erdoğan’ı hedef aldığını da daha iyi anlayacaksınız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Afrika ziyaretinin Fransa’da nasıl yankılandığını aktararak son noktayı koyalım. İki ayda bir kapağına Erdoğan fotoğrafı koyarak provokatif ithamlarda bulunan dergi, bu kez “Recep Tayyip Erdoğan Afrika’da Fetihlerle İlerliyor” başlığını kullandı.
Le Monde gazetesi ise “Erdoğan Afrika’da nüfuzunu genişletmeyi hedefliyor.” ifadeleriyle son 20 yılda kıtadaki elçilik sayısını 9’dan 43’e; ticaret hacmini ise 4 milyar dolardan 26 milyar dolara çıkardığını yazdı.
Fransız Rafale uçaklarını, envaiçeşit silahı üreten ama İHA ve SİHA üretmeye çabalayıp başarısız olan Dassault şirketinin gazetesi Le Figaro ise Türkiye’nin 10 yıl önce Afrika’ya siyasi ve ticari hedeflerle açıldığını, son yıllarda ise bu hedeflere savunma ve güvenlikle ilgili alanların da eklendiğini belirterek, herkesin hayallerini süsleyen SİHA’larla AB’ye 14 sene fark attığını kaydetti.
Dünyanın çatışma merkezinin Hint-Pasifik bölgesine kaydığı bir dönemde AUKUS anlaşmasıyla, Fransa’ya “Afrika ve Akdeniz’e dön” mesajı verilmişti. Fransa’nın, bu tarihi sömürge coğrafyasında eskisi gibi kolay hareket edemeyeceğini anladığını umuyoruz.