Bugünlerde ciddi bir değişim ve mücadeleye şahit olan Kuzey Afrika ülkeleri, bizim için hem tarihsel hem de güncel olarak oldukça önem arz ediyor. Fas Krallığı, Afrika’yı Avrupa’ya bağladığı gibi Cebel-i Tarık Boğazı ile de Akdeniz’i Atlas Okyanusu’na açıyor. Elindeki geniş topraklarda büyük zenginlikler yatan Cezayir’de halk ve yönetim, Osmanlı ve Türkiye’ye karşı ciddi bir sempati beslemekte. Afrika’da geçit özelliği taşıyan bir başka ülke Libya ise yer altındaki zenginlikleri ile öne çıkıyor. Bu ülkelerde yaşanan siyasi gelişmeler, Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor.
Tunus’ta Demokrasi Bıçak Sırtında
Kuzey Afrika’da Arap Baharı’nın başladığı Tunus, demokratik süreçler açısından sembolik bir öneme sahip. Diğerlerinden farklı olarak demokrasi trenini bugüne kadar yürütmeyi başarsa da, sorun çözen bir yönetim sistemi kuramayan Tunus’un, küçük hacmi gibi kaynakları da sınırlı, ekonomi ve siyaseti de dış etkilere açık. Devrimden sonra yapılan anayasa ve ülkenin siyasi yapısı, çok parçalı bir parlamento tablosu üretiyor, uyumlu ve başarılı bir hükümet çıkartamıyor. (Parlamentoda 15 parti var ve son seçimde hiçbiri yüzde 20’yi bulamadı). Ülke diğer taraftan ciddi bir ideolojik kamplaşmaya ve dış müdahaleye şahit oluyor. Bu kargaşa, ekonomik sorunları çözemediği gibi, ülkeyi de siyasi bir krize götürdü. Tam sorumlu ve yetkili olmasa da koalisyonların büyük ortağı En-Nahda Partisi eleştirilerin hedefi oldu.
Artan koronavirüs vakaları ve ekonomik kriz, hükümeti açmaza, ülkeyi de siyasi krize soktu. Birçok partinin desteğini alarak yüzde 70 oyla başa gelen Cumhurbaşkanı Kays Said, suçu parlamenter sisteme ve siyasi partilere yükleyerek, bu krizden tek adam olarak çıkmanın peşinde. Bu amaçla geçen ay meclisi askıya alıp, hükümeti fesheden Kays Said’in kararları, anayasaya aykırı olduğu için hem ülke içinde hem de dışında darbe olarak yorumlandı. Çünkü Tunus Anayasası, Olağanüstü Hal ilanı için acil tehdit karşısında cumhurbaşkanının, meclis başkanı, başbakan ve anayasa mahkemesi başkanı ile istişaresini şart koşuyor. Kays Said, krizden önce anayasa mahkemesinin kurulmasına karşı çıktığı gibi, OHAL için yeterli şartların oluşup oluşmadığına dair diğer kurumlarla da istişare etmedi. Yine anayasa, meclisin sürekli çalışmaya devam etmesi gerektiğini söylerken, Said onu da askıya aldı.
Birçok sivil toplum kuruluşu ve muhalefet, yapılanları eleştirirken, Said’in en azından krizden çıkış için bir yol haritası açıklamasını da istiyor. Ancak bazı laik partilerin desteği yanında, Fransa ve Körfez ülkelerinin yönlendirmesiyle Said, yaptıklarında ısrar ediyor, fiilen başkanlık sistemine geçerek, bu emrivaki durumun yasal zeminini kurmaya çalışıyor. Said’in, ülkede can yakan ekonomik sorunların çözümü konusunda herhangi bir programının olmadığı da görülüyor. Siyasi istikrarsızlık ve programsızlık sonunda ülkeyi iflasa, muhtemelen askeri darbeye ve uluslararası vesayete götürecek gibi görünüyor.
Seçim Sonrasında Fas Siyaseti
Geçtiğimiz ay Fas’ta yapılan genel seçimlerde İhvan-ı Müslimin çizgisindeki Adalet ve Kalkınma Partisi çok büyük bir yenilgi yaşadı. 1967’de kurulan ve 1990’larda siyasi sahnede kendisini fark ettirmeye başlayan parti, bir yandan dini cemaat olarak İslami anlayışı yaymak üzere eğitim ve hayır faaliyetlerine yoğunlaşırken, diğer taraftan siyasi olarak faaliyetlerini sürdürüyordu. 2011’de Tunus’ta patlayıp diğer ülkelerde etkisini hissettiren Arap Baharı Fas’a ulaşınca, Kral Altıncı Muhammed’in kişiliği etrafında şekillenen siyasi rejim açılıma gitmek zorunda kalmıştı.
Bu dönemde Fas’taki bazı partiler rejime tamamen teslim olmuşken bazıları da Mısır ve Libya’da olduğu gibi rejim değişikliği istemekteydi. Bu süreçte, hem tabanı hem de siyasi bakış açısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi anahtar rol oynadı. Kral ile anlaşıp siyasi sisteme girerek, demokratik reformlara razı oldu. Bu reformlarla, ülkenin hakimi pozisyonundaki kral bazı yetkilerini parlamentoya devrederken, belirleyici rolünü ise sürdürdü. Örneğin, anayasa değişikliğinde başbakanın, seçimleri kazanan parti lideri şartı olmadan birinci partiden atanması öngörülmüştü. Yine kral, dışişleri, milli eğitim, ekonomi ve savunma gibi etkili bakanlıkları doğrudan kendi inisiyatifiyle atıyordu. Bu durum ise sivil hükümeti zayıf bırakarak, işlevini bir tür belediyecilikten öteye götüremedi.
İlk döneminde siyasi ve ekonomik sistemin kısıtlamalarına karşı Abdülilah Benkiran liderliğinde görece başarılı bir yönetim sergileyen Adalet ve Kalkınma Partisi, ikinci seçimde gücünü daha da artırdı. 395 koltuklu mecliste 2011’de 107 koltuk almışken, 2016’da 125 koltuk kazandı. Buna rağmen partinin daha fazla güçlenmesini istemeyen kral, karizması yükselen Benkiran’a hükümeti kurdurmadı, başbakanlık görevini aynı partiden akademisyen Sadettin el-Osmani’ye verdi (2017). Bir tür saray darbesi ile kurulan yeni hükümet ile Adalet ve Kalkınma Partisi statükoya teslim oldu. El-Osmani liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti hem ilk dönem performansını gösteremedi hem de dış müdahalelere açık hale geldi.
Hükümet, Fas’ta eskiden beri var olan ekonomik sorunlara çözüm bulamadığı gibi koronavirüs ile gelen ekonomik zorluklar da artmıştı. Aşı ve sağlık tedbirlerinde aciz kalan el Osmani liderliğindeki hükümet, ülkeyi sürekli bir kapanmada tutarak zaten kırılgan olan ekonomisini iyice sarstı. Özellikle uzun kapanmalar, ülke ekonomisinin bel kemiği olan turizmi çok ciddi etkiledi. Trump yönetimiyle yapılan İsrail ile normalleşme anlaşması ise İslami kimlikli partinin kendisini inkarı anlamına geliyordu. Aynı şekilde bu dönemde eğitimde Fransızcanın yaygınlaştırılması kararı da başından beri yerli İslami kimliğe aykırı bir uygulamaydı. Buna ek olarak sağlık gerekçesiyle diye söylense de haşhaş üretiminin yasal hale getirilmesi, muhafazakar tabanı rahatsız etti. Bu kadar büyük hataların yanında başardığı bazı altyapı ve kalkınma faaliyetleri ise hiç dikkat çekmedi.
Hafter Halen Darbeci Mantığıyla Hareket Ediyor
Kuzey Afrika’nın kritik ülkesi Libya, son dönemde önemli bir dönemece girdi. Geçen yıl Türkiye’nin desteği ile darbeci Hafter ve destekçileri ikinci kez yenilgiye uğratılmış, sonrasında ise Birleşmiş Milletler (BM) desteği ve yönlendirmesiyle uzlaşı süreci başlamıştı. Savaşı kaybeden darbeci Hafter kanadı yeni yönetime üye ve destek verse de daha önce iki kez yaptığı gibi yine darbe mantığıyla, var olan hükümeti tanımama yönünde hareket ediyor. Çünkü Dibeybe hükümeti, içteki tenakuzlara rağmen beklentilerin üzerinde bir performans göstererek hem içeride hem de dışarıda görece güçlü bir profil çizmekte. Ülkede özellikle hizmetler, ekonomi ve güvenlik alanında iyileşmeler görülüyor.
Tüm bu iyileşmelere rağmen Libya’nın batısındaki demokratik kamp dağınık bir görüntü sergiliyor. Bu grup, savaşta kazandıkları başarıyı diplomatik alana taşıyamadı, darbeci tarafın etkisini bitiremedi. Bunun nedeni ise Fethi Başağa, Muaytik ve Serrac gibi liderlerin arasındaki anlaşmazlıklar. Bu grubu oluşturanların çoğu hem Türkiye’nin dışındaki yönlendirmelere açıklar hem de kişisel çıkarlarını öne alarak kendilerini ve dolayısıyla demokratik kampı zayıflattılar.
Kaotik uluslararası ortamda Türkiye, Libya’da her zaman uzlaşma ve diyalog ile çözümü önceledi. Bundan sonra uzlaşıp çözüm bulması gerekenler Libyalı taraflardır ve Türkiye zaten demokratik ve istikrarlı bir Libya’nın destekçisidir.
Diğer yandan BM ve Hafter’i destekleyen ülkeler, 24 Aralık’ta öngörülen seçimlerin vaktinde yapılmasında ısrar ediyor. Bunun sebebi Akile-Hafter kampının seçimi çok istemesinden değil, olağanüstü şartlarda yapılacak seçimde, kontrol altında tuttukları doğu ve Fizan bölgesindeki kendi oylarını garanti sayarak, batı bölgesinin parçalı ve hazırlıksız olmasını fırsat olarak görmelerindedir. Ancak Mısır ve diğer darbecilerin etkin olduğu doğu bölgesinde karizması sarsılan Hafter’e destek azalırken, bölgede kabile bağları güçlü olan ve Mısır ile yakın ilişki içindeki Akile Salih’le Hafter arasındaki rekabet ise şiddetlenmiştir.
Geçen ay, Tobruk Parlamentosu başkanı Trablus’taki Yüksek Meclise danışmadan seçim kanunu açıkladı. Akile Salih’in kendi işine yarayacak şekilde açıkladığı bu kanuna, Batı Libya’daki liderlerden usul ve içerik açısından itiraz geldi. Görevdeki askeri yetkililerin aday olmasını engelleyerek Akile Salih’in elini güçlendiren kanun, Halife Hafter’i de rahatsız etti ve muhtemelen bu yüzden Tobruk Parlamentosu, Dibeybe yönetimindeki uzlaşı hükümetinden güvenoyunu çektiğini açıkladı. Akile Salih’in başkanlık ettiği mecliste Hafter’e yakın vekillerin katılımıyla gerçekleştiği anlaşılan ve oylama ile katılım sayıları üzerinde şaibe olan bu karar sonrası, doğudaki kampa, içeriden ve dışarıdan, yasal ve usul şartlarını yerine getirmediği, BM altındaki uzlaşmaya ters olduğu yönünde ciddi eleştiriler geldi.
Türkiye, uzlaşı hükümetine ve seçim sürecine desteğini açıklamıştır. Diğer yandan Hafter sivil görüntü vererek seçimlere girmek için ordudan istifa ettiğini söyledi ama gücünü aldığı ordunun yönetimini fiilen bırakmayacak gibi görünüyor. Hükümetten güvenoyunu çektiğini açıklaması ve bunun reddedilmesi, Hafter kanadını daha da zayıflattığı gibi kendi aralarındaki anlaşmazlığı da gün yüzüne çıkardı. Libya bir taraftan Türkiye-Mısır arasında bölgesel rekabete diğer taraftan Rusya, ABD ve daha özelde İtalya-Fransa rekabetine tanık oluyor. Biden yönetimi ise Uzak Doğu’daki dengelere ve Çin’i durdurmaya odaklanırken, Libya’daki sorunun kendisini ve uluslararası gündemi meşgul etmesini istemediği için darbecilere açıkça destek vermiyor. Bu durumda çözüm, daha çok Libya halkının kararına ve komşularının etkisi ve uzlaşısına bağlı olacak gibi duruyor.