Kriter > Dosya > Dosya / AK Parti |

AK Parti’nin Dünü, Bugünü ve Geleceği


Nasıl ki 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin ezici çoğunlukla seçimleri kazanarak iktidara gelmesi, tek parti dönemi uygulamaları üzerinden bir karşılaştırma ile analiz edilebiliyorsa, AK Parti’nin uzun dönemli iktidarı da hem yakın geçmişin hem de Türk demokrasi tarihinin tamamına bütüncül bir yaklaşımla anlaşılabilir.

AK Parti nin Dünü Bugünü ve Geleceği
(Metin Aktaş/AA)

AK Parti, 14 Ağustos 2021’de kuruldu. 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından iktidara geldi. 14 Ağustos itibarıyla kuruluşunun 21. yılını kutlayacak. Bir siyasi parti için bu uzun bir süre sayılmaz. Ancak kurulmasından bir yıl sonra iktidara gelen ve 20 yıldır iktidarda olan bir parti için bu azımsanamayacak bir zamana tekabül eder. Demokratik ülkelerde aynı liderle bu kadar uzun dönem seçimleri kazanan ve kesintisiz iktidarını sürdüren parti yok denecek kadar azdır. Bugün için Türkiye siyasetinin kutuplaşmış ortamında, bir partinin 15 farklı seçimi arka arkaya kazanmasının tahlilinin tam anlamıyla yapıldığını söylemek zor. Siyasi analizciler, çoğu zaman iktidarda kalma başarısını arızi değişkenler üzerinden analiz ediyor. Kimisi, medyanın denetim altına alındığını söyleyerek muhalefetin eşit şartlarda seçim yarışını yürütemediğini iddia ediyor; kimisi devlet imkanlarının kullanımının haksız rekabet oluşturduğundan dem vuruyor, bazıları da seçim güvenliği meselesini öne çıkararak muhalefetin kaybetmesine gerekçe bulmaya çalışıyor.

2023 seçimlerine bir yıldan az bir sürenin kaldığı bugünlerde, AK Parti’nin nasıl olup da 20 yıldır iktidarda kaldığını analiz etmeye yönelik çabalar daha çok konjonktürel ve kısa dönemli bazı sorgulamalar üzerinden yapılıyor. Kestirmeden gidilerek şöyle bir soru soruluyor: 20 yıldır iktidar olan bir parti nasıl hala birinci parti olarak varlığını sürdürüyor ve en yakın rakibi ile arasındaki oy farkını koruyabilir? Kuşkusuz bu sorunun içerisinde, muhalefetin birinci partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) oy oranını niçin bir türlü yükseltemediği de yer alıyor. Gerçi muhalefetin, AK Parti’nin bir çöküş içinde olmasa da seçmen desteğinin düştüğüne yönelik bir kanaati var. Ancak bundan önceki tüm seçimler öncesinde de doğal olarak benzer argümanların dile getirildiğini de hatırlatalım.

 Turgut Özal TBMM’de
Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal TBMM’de yemin ediyor. (İlhan Kuyucu/AA)

 

Seçmen Bilincinde Tarihsel Arka Plan

AK Parti’nin 20 yıllık iktidarda kalma başarısı, sadece AK Parti dönemine bakılarak anlaşılamaz. Nasıl ki 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin (DP) ezici çoğunlukla seçimleri kazanarak iktidara gelmesi, tek parti dönemi uygulamaları üzerinden bir karşılaştırma ile analiz edilebiliyorsa, AK Parti’nin uzun dönemli iktidarı da hem yakın geçmişin hem de Türk demokrasi tarihinin tamamına bütüncül bir yaklaşımla anlaşılabilir. Türkiye siyasi tarihinde DP’nin seçimleri üç dönem arka arkaya kazanması erken cumhuriyet döneminin devlet-toplum ilişkilerinde yaşanan sorunlarının da bir sonucudur. DP, CHP’den ayrılanlar tarafından kurulmuştur. Kurucularından olan Celal Bayar, tek parti iktidarı döneminde İktisat Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış bir siyasetçiydi. Seçmen DP’nin kurucularının geçmişte CHP içinde siyaset yapmalarını sorun etmemiştir. Seçmenin dikkat ettiği husus, yeni kurulan partinin toplumun beklentilerine göre siyaset üretip üretmeyeceğidir. 27 Mayıs 1960 cunta darbesi gerçekleşmeseydi, oy oranı düşse bile DP, seçimleri kazanmaya devam edebilirdi. Seçim sonuçlarına bakıldığında, üç seçimde aldığı oy oranları yüzde 52,6 (1950), 57,6 (1954) ve 47,8’dir (1957). CHP’nin ise sırasıyla, yüzde 39,4, 35,3 ve 41’dir.

Adalet Partisi’nin (AP) 1965 seçimlerinde tek başına iktidara gelmesi, 27 Mayıs darbecilerine ve onların yakın dönem uygulamalarına toplumun bir tepkisinin sonucudur. AP, darbeden sonra yapılan nispeten serbest olan 1965 seçimlerinde yüzde 52,8 oy alırken, CHP aynı seçimde yüzde 27,3 oy almıştır. 1969 seçimlerinde AP seçmen desteğini düşürmesine rağmen 46,5 ile birinci parti olarak seçimlerden çıkmış, CHP ise oyları sadece bir puanlık artışla yüzde 28,7’ye ulaşmıştır. AP’nin arka arkaya iki seçimi de kazanarak tek başına hükümeti kurabilecek çoğunluğa ulaşması ancak 1971 muhtırası ile durdurulabilmiştir. Dolayısıyla darbe gerçekleşmeden siyaset kendi mecrasında aksaydı, seçmenin tercihi rasyonel bir zeminde yerli yerine oturabilecekti. Bunun anlamı ise DP geleneğinin tek başına seçimleri kazanmaya devam edeceği anlamına gelmekteydi. Darbelerden önce yapılan seçimlerde DP ve AP’nin oy oranlarının düşmesi bir sonraki seçimi kazanamayacakları anlamına gelmez. Seçmen, siyasi partilere her seçim döneminde mesajını farklı şekilde vermiştir. Mesajı alan partilerin kendi siyasetlerini yeni gerçekliğe göre güncellemeleri imkan dahilindedir. Siyasetini toplumun beklentilerine göre güncelleyemeyen partilerin desteğinin düşmesi kaçınılmazdır.

1971 muhtırasının ardından 1980 darbesine kadar 11 farklı hükümet kurulmuştur. Bazı hükümetlerin görev süresi 30 gün bile değildir. 27 Mayıs 1960’tan itibaren vesayet düzeni içerisinde siyasete sürekli müdahale edilmiş, darbeciler Türk siyasetinin genetiği ile oynamışlardır. Siyasetin normalleşmesini ve kendi mecrasında yürümesine imkan vermemişlerdir. Çünkü geniş seçmen kitleleri vesayetçi yapıların desteklediği partileri tek başına bir türlü iktidara getirmemiştir.

14 Mayıs 1950 seçimleri, Türkiye’de bazı çevreler için bir travma oluşturmuştur. Bu travmanın sonucu ise bu kesimlerin darbecilerle iş tutmasını beraberinde getirmiştir. Her darbe sürecinden sonra toplumun geniş kesimlerinin bir türlü “akıllarını başlarına almamalarından dolayı” 12 Eylül darbesinin ardından yeni bir yöntem bulunmuştur. Bulunan yöntem, darbecilerin kurduğu iki parti arasından (Halkçı Parti ve Milliyetçi Demokrasi Partisi) seçmenin birini seçme zorunluluğudur. Ancak planda son anda bir değişiklik yapılır ve sırf eleştirilerden kaçınmak ve seçimlerin serbest bir ortamda yapıldığı algısını oluşturmak için kazanmasına ihtimal verilmeyen Anavatan Partisi’nin (ANAP) seçimlere girmesine müsaade edilir. Seçmen darbecilerin işaret ettiği partilerden birini değil, ANAP’ı destekleyerek iktidara getirir.

1987 seçimlerinden 2002’de AK Parti’nin iktidarına kadar seçmen her seçimde farklı bir partiyi sandıktan birinci çıkarmıştır. Ancak sandıktan çıkan partilerin tek başına hükümeti kuramayacak olmaları, 1970’lerdekine benzer bir siyasi bölünmeyi beraberinde getirmiştir. 1989’da Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından 2002’ye kadar 11 farklı hükümet iş başına gelmiştir. 1990’lar seçmenin siyasi lider ve desteklenecek parti aradığı dönemdir. Organize çıkar grupları siyasi alanı sömürgeleştirdiği için, siyaset güçsüz, demokrasi dışı müdahaleye açık ve kırılgandır. Toplumun mevcut partilere yönelik güveni erozyona uğramıştır. Değer üretemeyen siyaset, ülkenin sorunlarına çözüm üretebilecek bir yapıda değildir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2002’de Bursa’da
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2002’de Bursa’da vatandaşlara çiçek dağıtırken (Hüseyin Yeşilkavak/AA, 1 Kasım 2002)

 

Reformları Mücadele Siyaseti İle Korumak

İşte AK Parti böyle bir siyasal atmosferde iktidara gelmiştir. 2002 seçimleri öncesinde Türk siyasetinin içinde bulunduğu buhranı iyi analiz edemeyen, AK Parti’nin 15 farklı seçimden birinci çıkmasını doğru biçimde tarif edemez. AK Parti kendisinden önce iktidara gelen ancak belirli bir sürenin ardından demokrasi dışı yapılar tarafından engellenmeye maruz kalan partilerin yanlışlarına düşmemiştir. DP geleneğinin olumlu mirasını sahiplenmiş, seçmen tabanının siyasal bilincini yakın dönem hatırlatmaları ile diri tutmuştur. Seçmen de AK Parti’ye oy verirken hem geçmişin muhasebesini iyi yapmış hem de rakipleri ile karşılaştırarak tercihte bulunmuştur.

İktidarının ilk dönemlerinde AK Parti, eski düzen yanlılarına muhalefet ederek politikalarını yürütmüştür. Reform siyasetini öncelemiş, iç ve dış politikada ertelenmiş sorunları çözme yolunda cesaretle adım atmıştır. Özellikle vesayetçi blokla mücadelesini zamana yaymış, şartların olgunlaşmasını da gözetmiştir. Bu bağlamda, direnç siyaseti ile karşılaştığında seçimlere giderek desteğini ve meşruiyetini artırmış ve gücünü pekiştirmiştir. Gerektiğinde, parlamentodan geçiremeyeceği değişiklikleri referandumla halkın onayına sunmuştur. Seçimleri ve referandumları, kriz çözme siyasetinin bir kaldıracı ve destekleyicisi olarak görmüştür.

Kendi siyasetini hem içerdeki toplumsal ve siyasal dönüşüme hem de dünyadaki küresel dönüşüme göre yenilemiştir. Siyasetini güncellerken, siyasal partileri de dönüşüme zorlamıştır. Orta sınıflaşmayı genişleten politikaları, zaman zaman kendi siyaseti için bir meydan okuma olsa da siyasetin farklı kulvarlarında kümelenen seçmen grupları ile ittifak arayışına gitmiştir. Tüm iktidarı boyunca, muhalefetin hatta zaman zaman kendi iç elitlerinin eleştirisine rağmen yatırım siyasetinden taviz vermemiştir.

DP’nin arka arkaya üç dönem, AP’nin iki dönem seçimleri büyük farkla kazanmasının ardından nasıl bu partilere yönelik darbe süreçleri başlatıldıysa, AK Parti’nin üçüncü dönemi olan 2011 seçimlerinden de oy oranını artırarak çıkması, seçimlerden umudunu kesen bazı çevrelerin kriz siyaseti arayışını hızlandırmıştır. Gezi Parkı eylemleri, 17-25 Aralık yargı ve emniyet üzerinden FETÖ’cülerin darbe girişimi, 6-7 Ekim olayları, hendek ve çukur terörü eylemleri ve en nihayetinde 15 Temmuz darbe girişimini bu kriz siyaseti içinde değerlendirmek mümkündür. AK Parti’nin, iktidardaki üçüncü döneminden itibaren karşısına çıkan demokrasi dışı müdahalelerle mücadele edebilmesi, ilk iktidar dönemlerinde Cumhuriyet Mitingleri, 367 garabeti, 27 Nisan e-muhtırası ve kapatma davası sürecindeki siyasal öğrenme becerisi ile doğrudan ilgilidir.

2023 seçimleri her parti ve blok için kritik önemdedir. Partiler Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin gerekliliği olan yüzde 50+1 oy oranına ulaşmak için siyaset üretmek zorundalar. AK Parti için bu seçimler avantaj ve dezavantajları içinde barındırmaktadır. En önemli avantajı, AK Parti lideri Erdoğan’ın bugüne kadar birçok kez yüzde 50’nin üzerinde seçmen desteğine ulaşmış olmasıdır. Dezavantajı ise 21 yıldır iktidarda olan bir partinin siyasetin doğası gereği belirli alanlarda yıpranmasıdır.

 

2023 Seçimleri İçin Dört Önemli Konu

2023 seçimlerinde, seçim gündemini belirleyecek dört önemli konu başlığı var. Bunlar sırasıyla, ekonomik sorunlar, mülteci meselesi, yeni sosyoloji ve Kürt seçmenlere yönelik üretilecek siyasetin mahiyetidir. AK Parti için özellikle ekonomi en önemli başlıktır. Sorunun çözümüne yönelik iyimser bir hava oluştuğunda, mülteci meselesi ve yeni sosyolojinin beklentilerinin yönetimi de kolaylaşacaktır. Yeni sosyolojiden kastım, AK Parti döneminde toplumsal refahı artan ve orta sınıflaşan toplum kesimlerinin siyasetten beklentilerinin artmasıdır. 2023’te oy kullanacak seçmenlerin 23 milyondan fazlası ilk defa AK Parti döneminde oy kullananlardan oluşuyor. Bu grubun içinde 18-26 yaş aralığında olan seçmen sayısı ise 12 milyon civarındadır. Bu da toplam seçmenin yüzde 18,8’ine tekabül etmektedir.

AK Parti’nin seçimleri kazanmasında seçmenin geçmiş dönemle son 20 yılı karşılaştırması önemli unsurlardan biridir. Bu yazının önceki satırlarında hatırlattığım süreç, toplumsal hafızada önemli bir izlek oluşturur. Ancak yeni seçmen sosyolojisi karşılaştırmayı artık AK Parti öncesi dönem üzerinden değil, AK Parti’nin iktidar dönemleri üzerinden yapmaktadır. Dolayısıyla da bu konu başlığında AK Parti’nin bugüne kadar krizleri çözme ve yönetme başarısı bir avantajken, bu başarısının sürdürülebilirliğine yönelik tartışmalar dezavantaj oluşturmaktadır. Bu dezavantajı avantaja çeviren temel değiştirici ise siyasi liderliktir. Cumhur İttifakı’nın 2023 seçimlerinde adayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Erdoğan, yerelin ötesinde küresel bir liderdir. Bugüne kadar ortaya koyduğu siyaset tarzı, 15 farklı seçimde görev onayı almıştır.

2023 seçimlerinde cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri eş zamanlı yapılacak. Özellikle ittifakların çatı aday ya da milletvekilliğinde ortak ya da ayrı liste belirlemeleri de seçimlerin dinamiğini etkileyecektir. Bu bağlamda, yerelde milletvekili adayının kim olduğu seçmen tercihlerinde önceki seçimlerden daha önemli olacaktır. Uzun bir dönemdir iktidarda olan bir parti için en önemli meydan okumalardan biri, siyasi elitleri yenileme meselesidir. Bir taraftan yeni küskünler oluşturmama diğer taraftan yeni aktörleri sisteme dahil etmenin dengesini kurabilmek önem arz etmektedir.

Kuşkusuz seçmen kümeleri için dış politika tercihleri, ülkenin güvenlik ve savunma kapasitesine yönelik partilerin duruşları, siyasal istikrarın öncelenmesi yani dirlik ve düzenin sağlanması hala çok önemlidir. AK Parti’nin bu konularda diğer partilerle karşılaştırıldığında mukayeseli bir üstünlüğünün olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir.

Hakim partili siyasal sistemlerde, muhalefet partilerinin iktidar partisi karşısında blok siyaseti üzerinden birleşmeleri kolaydır. Çünkü hakim parti çok uzun süredir iktidarını koruduğu için ona karşı mücadelenin en iyi yöntemi olarak bu siyaset tarzı görülür. Şu anda Türkiye’de olan da budur. Muhalefet partileri bir masanın etrafında sürekli toplantılar yaparak 2023 seçimlerinde AK Parti’yi nasıl iktidardan düşüreceklerinin planlarını yapıyorlar. AK Parti’nin bu koalisyoncu başkanlık arayışına karşı elini güçlendiren en önemli fırsat, dünya görüşleri ve siyasi anlayışları birbirinden çok farklı olan bu siyasi partilerin ülkeyi yönetmeye talip olmaktan çok, iktidarı düşürmeyi daha çok önemsemeleridir. Unutulmasın Türkiye seçmeni benzer gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerdekilerden çok daha bilinçlidir. Siyasi istikrarı önceler. Koalisyoncu yaklaşımların ülke için çok da iyi sonuç üretmediğini bilir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası