Türkiye, coğrafi konumunun bir sonucu olarak stratejik bir bölgededir. Bu nedenle Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge, tarih boyunca sıklıkla güvenlik sorunlarıyla karşılaşmıştır. Bu güvenlik sorunları, Türkiye’nin bölge politikalarında önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle son dönemde Irak’ta yaşanan istikrarsız süreçler, Suriye iç savaşının meydana getirdiği sorunlar, Doğu Akdeniz’de yaşanan anlaşmazlıklar, Karadeniz ve Güney Kafkasya’da Kırım ve Karabağ örneklerinde yaşanan hareketlilik, Türkiye’nin güvenlik ve savunma alanlarında ne kadar yüksek düzeyde sorunlarla karşı karşıya kaldığını gösteren örneklerdir. Bu örnekler, sadece güvenlik eksenli sonuçlar üretmemekte ekonomik ve sosyolojik bakımdan da Türkiye’yi etkilemektedir. Ayrıca Türkiye güç ve ekonomi kapasitesini genişletmek ve dünya ile etkileşimini artırmak için lojistik hatlar kurmak durumundadır. Bu hatların kurulması da hatların kurulacağı bölgelerde güvenliğin tesis edilmesine bağlıdır. Bu nedenlerle Türkiye’nin güvenliğinin pek çok yönden kendi sınırları ötesinde başladığı söylenebilir. Böylece Türkiye’nin kendi sınırları dışında doğrudan veya dolaylı olarak etkilendiği çatışma ve krizlerin çözümüne odaklanması kaçınılmaz bir hal almıştır. Bu durum da Türkiye’nin güvenliğinde deniz aşırı askeri üs politikasının kritik bir rol üstlenmesini beraberinde getirmiştir.
TSK, Hangi Kapsamlarda Denizaşırı Varlık Gösteriyor?
Denizaşırı askeri üs kavramı, coğrafi olarak anakara ülkesinin dışında her türlü askeri varlığı ifade etmek için kullanılabilir. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Türkiye anakarası dışında çeşitli kapsamlarda varlık göstermektedir. Bu kapsamlar; kabaca barışı destekleme harekatları, savunma iş birliği anlaşmaları ve terörle mücadele kapsamları olarak sınıflandırılabilir. TSK, barışı destekleme harekatları kapsamında Bosna Hersek, Kosova, Afganistan, Lübnan, Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde varlık göstermektedir. Suriye ve Irak ise TSK’nın terörle mücadele kapsamında varlık gösterdiği ülkelerdir. TSK’nın savunma iş birliği anlaşmaları kapsamında bulunduğu ülkeler ise Arnavutluk, Azerbaycan, Katar, Somali ve Libya’dır. Türkiye’nin Sudan ile de savunma iş birliği anlaşması yaptığı bilinmektedir. Ancak bu anlaşmanın detayları ve işleyişi konusunun yeterince netlik kazanmadığı söylenebilir. Buna ek olarak Türkiye’nin KKTC’deki askeri varlığı garantör devlet kapsamında değerlendirilebilir. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’ndan bu yana Türkiye, KKTC’de çok sayıda askeri birlik bulundurmaktadır. Türkiye’nin KKTC’de kolordu seviyesinde askeri varlık bulundurmasına rağmen son döneme kadar hava ve deniz üssü bulundurmadığı belirtilmiştir. Bu anlamda KKTC Geçitkale Havaalanı, Türkiye’den İHA ve SİHA’ların kullanımına açılmış ve bölgede deniz üssü çalışmalarına da zeminin hazır olduğu belirtilmiştir. Türkiye’nin diğer bir denizaşırı askeri üs görevi görmesi beklenen girişimi ise çok maksatlı amfibi hücum gemisi olarak üretim sürecinde olan TCG Anadolu’dur. TCG Anadolu’ya SİHA’ların entegre edilme çalışmalarının başladığı bilinmektedir. Mevcut durumda yapılan düzenlemelerle kapasitesinin üstünde faaliyet göstermesi beklenen TCG Anadolu’nun SİHA’ların entegresiyle işlevselliğini daha da artıracağı söylenebilir. Böylece TCG Anadolu, göreve başladığında lojistik ve askeri kapasitesi bakımından Türkiye’nin denizlerdeki yüzer üssü görevini üstlenebilir.
18 Temmuz 1950’de tugay düzeyindeki bir birlikle Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılımı, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde ilk yurt dışı askeri faaliyet yani ilk denizaşırı askeri üssün teşkili olarak bilinmektedir. Burada Türkiye’nin kendi başına gerçekleştirdiği bir harekat değil, NATO ittifakına destek olarak bir savaşa katılma söz konusudur. 1974’te gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı, Türkiye’nin kendisinin tek başına giriştiği bir harekattır ve Kore’ye asker gönderilerek savaşa katılmaktan ayrışan bir özellik göstermektedir. Bu yönüyle Kıbrıs Barış Harekatı, cumhuriyet tarihinde Türkiye’nin kendi başına gerçekleştirdiği ilk denizaşırı askeri harekattır. Bunun ardından PKK terörüne karşı 1983’te başlatılan sınır ötesi harekatlar günümüze kadar sürmüştür.
Türkiye’nin Denizaşırı Askeri Üs Politikası
Türkiye, Suriye iç savaşı esnasında meydana gelen yoğun göç hareketliliğinden en çok etkilenen ülkelerden biridir. Bölgede uzun süredir devam eden istikrasızlık ve çatışmalar, Türkiye’nin Rusya ve İran ile yaptığı görüşme ve anlaşmalar aracılığıyla kimi zaman durdurulmuş kimi zaman da azaltılmıştır. Suriye’de olduğu gibi Türkiye’nin bazı denizaşırı askeri üslerinin oluşumunda, gerçekleştirilen denizaşırı askeri harekatlar belirleyici olmuştur. Bu anlamda Türkiye ilk olarak Fırat Kalkanı Harekat bölgesi içinde olan Cerablus, Azez ve El Bab üçgeni arasında askeri varlık göstermiştir. Akabinde ise Zeytin Dalı Harekatı’nın icra edildiği Afrin Bölgesi, Türkiye’nin askeri varlığını genişlettiği alan olmuştur. Diğer taraftan Rusya ve İran ile çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlib’de Türkiye’nin gözlem noktaları inşa ettiği bilinmektedir. Barış Pınarı Harekatı ile Rasulayn ve Tel Abyad bölgelerinde de varlık gösteren TSK, güvenli bölge oluşturmaya yönelik önemli bir aşama kaydetmiştir. Böylece bölgede çatışmalar azalmış ve sivil halk çatışmasız bir ortamda günlük faaliyetlerine devam edebilme imkanı bulmuştur. Diğer taraftan TSK’nın varlığı, bölge halkını Esed rejiminin katliamlarından korumak açısından caydırıcı bir etken olmuştur.
Türkiye, Irak’ta kendi sınırlarının güvenliğini sağlamak, terörizmle mücadele etmek ve Irak makamlarının terörle mücadelede (DEAŞ) destek taleplerine karşılık vermek adına askeri girişimlerde bulunmuştur. Böylece Türkiye, Suriye’de ve Irak’ta terör örgütlerinin gelişmesini engelleyerek bölgenin güvenliğinde önemli bir aktör olmuştur. Katar ve Somali’de Türkiye’nin kurduğu askeri üsler, bölgede bu ülkelere tehdit oluşturan aktörlere karşı dengeleyici ve caydırıcı bir unsur olmuştur. Somali’de Türk askerinin varlığının bu bölgelerde zayıf olan devlet otoritesi ve idaresinin güçlenmesini sağladığı ve Somali’de istikrara katkı sağladığı söylenebilir. Benzer şekilde Ermenistan işgali altında olan Karabağ’da Azerbaycan ordusunun işgali sona erdirme amacıyla başlattığı operasyonlarda, Azerbaycan’ın sahada üstünlük sağlamasında önemli bir rolü olan Türkiye’den satın alınan Türk SİHA’ları sıklıkla adından söz ettirmiştir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan sınırlarını korumaya yönelik Libya’da attığı adımlarda da askeri boyut belirleyici olmuştur. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan meşru Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye’nin yaptığı anlaşmalar sonrası, çatışan taraflar müzakere masasına oturmuş ve görüşmeler sonucunda, Libya’yı seçimlere taşıyacak Milli Birlik Hükümeti kurulmuştur. Son yıllarda Türkiye’nin denizaşırı askeri üslerinin bulunduğu bölgelerde kısa vadede çatışma ve gerilimlerin azaldığı söylenebilir. Bosna Hersek, Kosova, Afganistan, Somali ve Katar’da bulunan Türk askeri, tarihsel bağların da etkisiyle bölge halkları tarafından sıcak karşılanmaktadır. Yayılmacı ve sömürgeci güçler bulundukları bölgelerde petrol ve yer altı zenginliklerine odaklanmaktadır. Türkiye’nin askeri varlık bulundurduğu bölgelerde böyle bir yoğunlaşan ilgisinin olmadığı görülmektedir. TSK’nın harekatlarının güvenlik, savaşın neden olduğu göçü durdurma ve terörizmle mücadele kapsamında yürütüldüğü açıktır. Tüm bu örnekler, Türkiye’nin dış politikada yayılmacı bir yaklaşım sergilediği iddiasını da çürütmektedir. Bu nedenlerle Türkiye’nin denizaşırı askeri üslerinin bulunduğu ve harekatlarının icra edildiği bölgelerde üsler ve harekatlar öncesi ve sonrası durum mukayese edildiğinde, Türkiye’nin bölgesel ve küresel barışa önemli katkılar sunduğu söylenebilir.
Sonuç olarak Türkiye’nin; BM, NATO ve AB misyonları kapsamında denizaşırı askeri varlığı ile uluslararası toplumun beklentilerini karşılamaya yönelik adımlar attığı söylenebilir. Ayrıca TSK’nın savunma iş birliği anlaşmaları kapsamında bulunduğu ülkelerde halk tarafından ilgi görmesinin yanında terörizmle mücadele, çatışmaları önleme ve istikrarı sağlama anlamında fayda sağladığı görülmektedir. Son dönemde Türkiye’nin bölgede ve küresel ölçekte daha etkin hale gelmesinde TSK’nın faaliyetlerinin önemli rolü olduğu söylenebilir. Özellikle çatışmaların yoğun olduğu Suriye’de, toplumsal hayatı inşa eden girişimler ve Suriye halkına sağlanan destek ve yardımlar dünyada az rastlanan örnekler olarak değerlendirilebilir.
Tüm bu gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’nin denizaşırı askeri üs politikasında bölgede meydana gelen güvenlik tehditlerinin önemli etkileri olduğu görülmektedir. Küresel ve bölgesel bazı aktörlerin Türkiye’nin bulunduğu bölgede çatışmaları derinleştirme ve sürdürme yönündeki adımlarına karşılık, Türkiye bölgesinde istikrarı sağlamaya yönelik askeri varlığını güçlendirmiştir. Türkiye, 15 Temmuz Darbe Girişimi ile en üst seviyeye ulaşan ve sınırları içerisine taşınmak istenen güvenlik tehditlerini tüm karşılaştığı zorluklara rağmen sınırları ötesine taşımayı başarmıştır. Türkiye’nin güvenliğini sınırları içerisinden sınır ötesine taşımasında denizaşırı askeri üs politikası belirleyici bir rol üstlenmiştir. Bu politikanın bir sonucu olarak, Türkiye içte ve dışta terör tehdidini zayıflatmış ve güvenlik tehditlerini sınırlarından uzaklaştırmayı büyük ölçüde başarmıştır. Türkiye’nin denizaşırı askeri üs politikası bulunduğu bölgenin çatışma ve gerilimlerden uzak kalmasını sağlarken, barışın inşasında da önemli görevler üstlenmiştir. Ayrıca denizaşırı askeri üs politikası dünya ile etkileşimi artıracak lojistik hatların kurulmasına zemin hazırlamaktadır. Bu anlamda Azerbaycan’ın Zaferi, Kafkasya ve Orta Asya’ya açılan Nahçıvan Koridoru’nu gündeme getirmiştir. Diğer taraftan Libya, Afrika’ya açılan bir kapı olarak önemli bir lojistik hat oluşturabilir. Somali, dünya deniz taşımacılığında önemli bir güzergah olan Babül Mendep Boğazı’na yakın bir konumdadır. Katar ise Basra Körfezi’nde stratejik bir bölgededir. Dolayısıyla Türkiye’nin denizaşırı askeri üs politikası, lojistik hatların oluşturulması ve bu hatların işlerliğinin sağlanabilmesi için de stratejik bir boyut içermektedir. Türkiye bu stratejik boyutu de hesaba katarak, lojistik hatların inşası ve işlerliği açısından denizaşırı askeri varlıkları bulunan bölgelerin güvenliğini ancak denizaşırı askeri üs politikasını güçlendirerek tesis edebilir. Mevcut denizaşırı askeri üs politikasını sürdürebilmek için de şimdiden ilerleyen süreçte ihtiyaç olacağı öngörülen lojistik hatların olduğu bölge ülkeleriyle savunma iş birliği anlaşmaları yapılması değerlendirilmelidir.