Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ve Belçika hükümetinin ev sahipliğinde, 300'den fazla uzman ve temsilcisinin yanı sıra 37 siyasi liderin katılım sağladığı Birinci Nükleer Enerji Zirvesi, 21 Mart tarihinde Brüksel’de düzenlendi. Türkiye bu zirveye Dışişleri Hakan Fidan katılımlarıyla üst düzey bir teveccüh gösterdi. Zirve sırasında Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) İcra Direktörü Fatih Birol’u kabul eden Bakan Fidan, Hollanda Başbakanı Mark Rutte başta olmak üzere zirveye katılım sağlayan birçok ülkenin dışişleri bakanıyla da görüşmeler gerçekleştirdi.
Zirvede bir de konuşma gerçekleştiren Bakan Fidan, bu konuşmasında sivil nükleer enerjinin ülkelerin kaynaklarını çeşitlendirmeleri suretiyle enerji güvenliklerini sağlamasında ve iklim değişikliğiyle mücadelesinde önemli bir rol üstlendiğinin altını çizerek, Türkiye’nin de bu çerçevede bir enerji rotası belirlediğini ifade etti. Sivil nükleerin, Türkiye’nin hızla büyüyen ekonomisinin bir gereği olarak uygulamaya koyduğu yeni enerji tedarik stratejisinin bir parçası olduğunu belirten Fidan, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni bu konuda öncü bir proje olarak gördüklerini söyledi. Akkuyu Santrali’nin Türkiye enerji sistemine yapacağı katkılara da değinen Fidan, bu santralin tam kapasite faaliyete geçtiğinde toplam elektrik ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayacağını ve bu seviyenin ek yatırımlarla daha da yükseltilmesinin amaçlandığını aktardı.
Türkiye’nin sivil nükleere geçişte uluslararası güvenlik standartlarını üst düzey şekilde uyguladıklarını belirten Fidan, bu konuda UAEA ile olan iş birliğinin önemine dikkat çekerek, enerji güvenliği ve iklim değişikliği bağlamında küresel çapta karşılaşılan sorunlara karşı bir çözüm olarak görülen nükleer enerji projelerinin finansmanı için de tüm ülkelerin iş birliğine ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Nükleer Tehdit
Çatışma bölgelerinde faaliyet gösteren sivil nükleer enerjinin bölge insanları için bir tehdit oluşturduğuna dikkat çeken Fidan, Ukrayna’daki faaliyet gösteren Zaporijya Nükleer Santrali’nde yaşanan durumun, yıllar öncesinde Çernobil felaketini yaşamak zorunda kalan ülkemiz ve bölge ülkeleri açısından ciddi bir tehlike unsuru olduğuna önemli dikkat çekti.
Sivil nükleer enerjinin ülkelerin mevcut çıkarları doğrultusunda önemli bir çıkış yolu olabileceğinin altını çizdikten sonra nükleer silahlar üzerinden yürütülen tehdit politikasının kabul edilemez olduğunu ve bu yaklaşımın sivil nükleer enerjinin olumlu yönlerine gölge düşürdüğüne dikkat çekti. “Gazze'deki katliam sürerken İsrailli yetkililerin nükleer silahlarla ilgili söylemleri, sadece ‘pervasız’ denilerek geçiştirilemez. Dolayısıyla Türkiye, olası bir nükleer silah yarışını önlemek için bölgenin nükleer silahsızlandırılması çağrısını yinelemektedir.” ifadelerini kullandı.
1950’lerden bu yana elektrik üretiminde kullanılan nükleer reaktörler, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre küresel çaptaki toplam enerji üretiminin yaklaşık yüzde 10’unu karşılamaktadır. Bu oran Avrupa kıtası özelinde yüzde 22’ye kadar çıkmaktadır. 11 Mart 2011 tarihinde 9.0 büyüklüğündeki Tōhoku depremi ve tsunamisi sonrasında meydana gelen Fukuşima Nükleer Kazası’nın ardından başta Japonya ve Almanya olmak üzere nükleer santrallerin faaliyet gösterdiği birçok ülke, nükleerin enerji karışımlarındaki payını düşürme ve dahası nükleeri enerji sistemlerinden tamamıyla çıkarma hedefleri koydular. Örneğin, Fukişima’dan sonraki beş yıl içerisinde Japonya güvenlik endişeleri nedeniyle 43 reaktöründen ikisi hariç hepsini kapattı. Diğer ülkeler de son zamanlarda nükleer enerjinin yerini daha çevreci yenilenebilir enerjilerin alması yönündeki çabalarını hızlandırdı. Almanya 2022’ye kadar 17 nükleer santralinin tamamını kapatmayı planlarken, Fransa nükleer enerjinin ülkenin elektrik karışımındaki payının on yıl içinde yüzde 75’ten yüzde 50’ye düşürülmesini zorunlu kılan bir yasa tasarısını kabul etti.
Geçen süre içerisinde bu hedeflerin ne denli gerçekleştiğine bakacak olursak Almanya 15 Nisan 2023 itibariyle -küçük bir gecikmeyle de olsa- tüm nükleer santrallerini planladığı şekilde devre dışı bırakırken, Fransa yüzde 50 olarak hedeflediği nükleer enerjinin ülkenin elektrik karışımındaki payını 2022 itibariyle ancak yüzde 62’ye düşürebilmiştir. Kazanın gerçekleştiği Japonya ise daha önce devre dışı bıraktığı ve 2013–2015 arası yüzde 1’in altına düşürdüğü nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payını sonraki yıllarda devre dışı bıraktığı santralleri tekrardan faaliyete geçirmesiyle yüzde 5 seviyesine çıkardı. Şubat 2024 itibariyle Japonya’da 12 nükleer reaktör tekrardan faaliyete geçmiş bulunmaktadır.
Enerji Dönüşümü ve Güvenliği
Elektrik üretimi 1990-2021 arasında küresel düzeyde yüzde 240 artış göstermiştir. Geçen bu süre içerisinde nükleer enerjinin payı yüzde 17 seviyelerinden yüzde 10 seviyelerine gerilese de elektrik karışımındaki bu pay oldukça önemlidir. Küresel ısınmayla mücadele kapsamında enerji dönüşümü ve karbon nötr enerji sistemlere geçişi öncelemeye başlayan ülkeler, enerji sistemlerini elektrikleştirmeye ve bunu yaparken de çevre dostu yenilenebilir kaynaklara yönelimi artırmaya çalışmaktadırlar. Özellikle de 2016’da 175 ülke tarafından imzalanan Paris İklim Anlaşması sonrası bu hedeflere yönelik stratejiler hız kazanmıştır.
Hedeflenen düzeylere ulaşmada başta Batılı ülkeler olmak üzere çoğunluk ülkelerce 2050 işaret edilse de mevcut konjonktürde bu hedeflere ulaşılıp ulaşılamayacağı belirsizliğini korumaktadır. Bu noktada nükleer enerjiden vazgeçilememesinin arkasında yatan sebepler çok çeşitli olsa da genel çerçevede enerji güvenliği tanımını oluşturmamıza yarayan üç temel faktör, bu sebepleri anlamamızı kolaylaştırabilir: Mevcudiyet, erişebilirlik ve ekonomiklik.
Küresel enerji talebindeki artışla birlikte enerji güvenliği, ülkelerin öne çıkan dış politika amaçlarından biri haline gelmiştir. Yenilenebilir enerji teknolojilerine yapılan yatırımlar ve bu alandaki inovasyonların bir sonucu olarak bu teknolojilerin maliyetleri her geçen yıl düşmekte ve sonuç olarak yenilenebilirin enerji karışımındaki payı giderek artmaktadır. Bununla birlikte fosil yakıtlara olan rağbet, enerji-yoğun sektörlerde ihtiyaç duyulan miktar ve arzu edilen kalorifik verimlilik seviyeleri düşünüldüğünde, istikrarını korumaktadır. Her ülkenin bir şekilde rezerv sahibi olduğu ve entegre market koşullarında kolayca erişebildiği kömür, bu ülkelerin enerji bağımlılıkları hafifletmede, her ne kadar karbon emisyonu en fazla olan kaynak olsa da önemli bir rol oynamaktadır. Dünya enerji tüketiminin yüzde 20’sini ve toplam petrol ürünleri tüketiminin yüzde 60’ını kapsayan ulaşım sektörü başta olmak üzere sanayi üretiminde de yoğun olarak kullanılan petrole olan rağbet, devamlılık göstermektedir.
Görece daha çevreci bir fosil yakıt olan ve küresel elektrik üretiminde yüzde 23’lük bir payı olan doğal gazdaki piyasa koşullarının kömür ve petrolden farklı olarak daha az entegre oluşu, serbest piyasada ve özellikle de kış aylarında yaşanan fiyat oynaklıkları, rezerv sahibi ülkelerin (örn. Rusya) doğal gazı bir dış politika silahı olarak kullanma çabaları, yine Rusya–Ukrayna Savaşı gibi enerji tedarikini olumsuz etkileyen küresel ve bölgesel çatışma ve belirsizlikler ve Japonya gibi ada ülkelerinin erişebilirlik noktasında yaşadığı zorluklar, ülkelerin enerji üretiminde daha garanti gördükleri nükleerden vazgeçmelerini zorlaştırmaktadır. Buna ek olarak, yenilenebilir enerji kaynaklarının halen arzu edilen düzeyde verime ve dirence sahip olmaması, değişen hava koşullarına bağlı olarak oynaklık gösteren üretim miktarları ve buna bağlı olarak olumsuz etkilenen fiyatlamalar ve bu sebeplerden ötürü mevcudiyet, erişebilirlik ve ekonomiklik noktalarında yaşanan sıkıntılar sebebiyle daha öngörülebilir şartlar sunan nükleer vazgeçilmez görülmektedir. Bu noktada, mevcut konjonktürde Nükleer Enerji Zirvesi’nin ilk kez düzenleniyor oluşu ülkelerin halihazırda nükleer enerjiye karşı duydukları sempatinin önümüzdeki süreçte daha da pekişeceğinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Nitekim Nükleer Enerji Zirvesi’nin açılışında konuşan Belçika Başbakanı Alexander De Croo’nun, nükleer enerjinin küresel ısınmaya karşı mücadelede ve net sıfır karbon hedefini 2050’ye kadar yakalamakta önemli bir rol oynayacağını belirterek cazip bir alternatif olarak sunmaya çalışması buna işarettir. Belçika yönetiminin görece genç nükleer enerji santrallerinin faaliyet sürelerini 10 yıl daha uzatma kararı aldığına değinen De Croo, nükleer enerji teknolojilerine (örn. küçük modüler reaktör (SMR)) 100 milyon avro yatırım yapacaklarını belirtti. Benzer şekilde UAEA Başkanı Rafael Mariano Grossi, Avrupa başta olmak üzere küreselde bir enerji krizi yaşandığına dikkat çekerek, bu krizin aşılmasında nükleer enerjinin bir zaruret olduğunu vurguladı. Karbon yoğun kaynaklardan arınmak için nükleer enerji projelerine daha çok yatırım sağlanmasının gerekliliğini belirten Grossi, nükleer enerjiye olan ihtiyacın daha artacağını ön gördüklerini söyledi.
Nükleer Enerjiye İhtiyaç Var
İklim değişikliği ile mücadele ve sera gazı emisyonunu azaltma teması altında nükleer enerjinin sosyal kabul edilebilirliğini artırmayı hedefleyen Avrupa karar alıcılarının temel motivasyonlarının Rusya’ya olan bağımlılıklarını azaltmak olduğu aşikardır. AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in konuşması sırasında kullandığı “Nükleer, AB'nin enerji güvenliğini artırmaya yardımcı oluyor” ifadesi bunun açık bir göstergesidir. Aynı konuşmada enerjide güvenilir olmayan tedarikçilere bağımlı olunmaması gerektiğini belirten Michel, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Avrupa enerji güvenliğine olan olumsuz etkisinin büyük olduğuna işaret etmiş ve Rusya’nın enerji kaynaklarını Avrupa’ya karşı bir silah olarak kullandığını yenilemiştir. Bu noktada Avrupa ülkelerinin enerji güvenliğini sağlamada ortak hareket etmesi gerektiğini vurgulayan Michel, nükleer enerjinin Avrupa’nın enerji bağımsızlığını kazanmasında ve daha egemen bir konuma ulaşmasında önemli rol oynayacağını belirmiştir. Zirvedeki konuşmasında Michel ile benzer noktalara dikkat çeken AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, enerji güvenliğinin sağlanması önemli bir faktör olan öngörülebilir fiyatlama konusunda da nükleerin güvenilir bir çıpa olabileceğini ifade etmiştir. Benzer ifadeler, zirveye katılan Sırbistan, Hırvatistan ve Slovenya temsilcileri tarafından da dile getirilmiş, nükleer enerjinin bölge ülkelerinde uygulanması ve yaygınlaştırılması için gereken finansman ve bilgi aktarımının sağlanması gerektiği vurgulanmıştır. Tüm bu açıklamalardan çıkarılması gereken sonuç nükleer enerjinin ilerleyen yıllarda Avrupa’nın enerji karışımında daha büyük pay sahibi olacağıdır.
Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyduğu vizyonla sivil nükleer enerjinin güvenilir bir şekilde yaygınlaştırılması planını uygulamaya koymuştur. Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) ilk reaktörünün 2024 sonu itibariyle faaliyete geçmesinin beklendiği Türkiye’de Sinop ve İğneada’da inşaatı planlanan iki nükleer güç santrali için de çalışmalar devam etmektedir. 2022 itibariyle elektrik üretiminin yüzde 42’sini yenilenebilir kaynaklardan sağlayan ve bu konuda oldukça aşama kaydeden Türkiye, enerji talebini karşılamakta yaklaşık yüzde 70 oranında dışa bağımlıdır. Enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, Türkiye’nin dış politika kararlarını alırken daha özgür hareket etmesini sağlayacak olup egemenliğini pekiştirici bir rol oynayacaktır. Bunun yanı sıra jeopolitik konumu, devlet kapasitesi, siyasi istikrarı ve enerji geçiş alt yapısında elde ettiği kazanımlar gibi etmenlerin de etkisiyle bölgesel bir enerji merkezi olmayı hedefleyen Türkiye, enerji dışa bağımlılığı azalttığı ve ithal edilen enerjiyi daha az oranlarda kullandığı bir senaryoda bölgesel enerji piyasasının belirleyicileri arasında yer bulacaktır. Bu hedef doğrultusunda yapılması gereken şey Türkiye’nin hem enerji tedarikçilerini hem de enerji karışımını çeşitlendirmesidir. Sadece Akkuyu NGS’nin 2026’da tümüyle devreye alınmasıyla toplam elektrik üretimin yüzde 10’nun karşılanacak olması, Türkiye’nin enerji sisteminin elektrikleşmesi ve üretim konusunda elinin rahatlaması açısından çok önemlidir. Avrupa karar alıcılarının nükleer enerjiye karşı artan ilgisi ve siyaset tarafında artan bu ilginin önümüzdeki süreçte kamuoyu algısını nükleer enerjiye yönelik olumlu yönde şekillendirebileceği beklentisiyle Türkiye planlanan diğer iki santrali hızlı bir şekilde enerji sistemine kazandırabilir ve Türkiye’nin enerji bağımsızlığına bir adım daha yaklaşmasının zemini hazırlanabilir.