Karabağ Savaşı’nın üçüncü yıldönümü yaklaşırken, Azerbaycan’ın 19 Eylül’de gerçekleştirdiği terörle mücadele operasyonuyla Karabağ konusu artık tamamen kapandı. Son sözü baştan söylemek gerekirse, artık Karabağ sorunu, Dağlık Karabağ, Yukarı Karabağ, Karabağ’a statü tartışması…vb. kavramları kullanmanın bir anlamı yok, bu kavramları kelime dağarcığımızdan çıkarmamız gerekiyor.
Hafızalarımızı tazeleyecek olursak, Azerbaycan’ın 26 Eylül 2020’de karşı taarruzuyla başlayan İkinci Karabağ Savaşı 44 gün sürmüştü. Savaş 9 Kasım’da Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından imzalanan Üçlü Beyanname ile son bulmuştu. Bu anlaşmayla Azerbaycan ilk aşamada yaklaşık 30 yıldır işgal altında olan 13 bin kilometrekare toprağından 10 bin kilometrekaresini özgürleştirmişti. Hankendi, Hocalı, Hocavend ve Ağdere’den oluşan üç bin kilometrekarelik alanda ise her ne kadar resmi olarak Azerbaycan egemenliği teyit edilse de fiili anlamda bu topraklar tam anlamıyla Azerbaycan devlet otoritesi altına girmemişti.
Azerbaycan’ın Çözüm İçin Gösterdiği Sabır Karşılık Bulmadı
Ermenistan, Birinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan topraklarını işgal altına aldıktan sonra Karabağ’da 1991’de adını “Artsakh Cumhuriyeti” koyduğu bir sözde devlet kurdurmuş, ancak bu sözde yapıyı kendisi bile tanımaktan imtina etmişti. İşgal bölgeleri üzerinden Ermenistan toprakları ile kesintisiz bir bağlantı sağlanan bu sözde devletle iç içe geçmiş karmaşık bir işgal yapısı ortaya çıkmıştı. Azerbaycan işgal altındaki yedi rayonu ve Şuşa’yı özgürleştirdikten sonra, Üçlü Beyanname’nin dördüncü maddesine göre Ermenistan’ın Hankendi, Hocalı, Hocavend ve Ağdere’deki silahlı kuvvetlerini bölgeden çekmesi ve eş zamanlı olarak Rus barış gücünün bölgeye yerleşmesi gerekiyordu. Ayrıca Beyanname’nin dokuzuncu maddesine göre de Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ile Azerbaycan toprakları arasında kesintisiz güvenli ulaşımı sağlayacak Zengezur koridoru olarak adlandırılan geçişin sağlanması gerekiyordu.
Bu noktada Hankendi, Hocalı, Hocavend ve Ağdere bölgesine Rus barış gücü yerleşmeye başlasa da bölgedeki Ermeni silahlı birlikleri çekilmedi. Tam aksine askeri tahkimatlarını güçlendirerek, bölgede Azerbaycan açısından kabulü mümkün olmayan bir durum oluşturmaya çalıştı. İki ülke arasında savaş sonrasında kalıcı barışı sağlamak amacıyla çok sayıda müzakere yürütüldü. Hatta Paşinyan, zaman zaman yaptığı açıklamalarla Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanıdığını teyit etti. Ancak Ermenistan ile kalıcı barış antlaşması yapılması bir yana; Erivan yönetimi ne dört bölgedeki askeri desteği ve varlığını azalttı ne de Zengezur koridoru konusunda herhangi bir adım attı.
Süreçte iki tarafın sivil toplum kuruluşları ve üçüncü taraflarla yapılan ikinci kulvar diplomasisi (second track) toplantılarında, zaman zaman “çekilme ve kalıcı barış antlaşması yapma sürecini zamana yayarak olabildiğince geciktirme, hatta şartlar olgunlaştığında Karabağ’ı yeniden işgal ederek Ermenistan’la kesintisiz bir toprak bağlantısının sağlanması” gibi ütopik düşünceler bile dile getirildi. En kötü ihtimalle de Ermenistan, Karabağ’da yaşayan Ermenilere özerklik veya uluslararası denetim altında büyük ayrıcalıklar içeren farklı bir statü arayışı peşindeydi.
Karabağ’da Süreç Tamamlandı
Öte yandan İkinci Karabağ Savaşı sonrasında tek sorun Azerbaycan’ın Hankendi, Hocalı, Hocavend ve Ağdere’deki otoritesini tam olarak tesis edememiş olması değildi. Bu bölgelerden Ermenistan ve destekli silahlı grupların Azerbaycan askeri noktalarına ve özgürleştirilen bölgelerdeki inşa faaliyetlerine yönelik gerçekleştirilen saldırı ve sabotaj faaliyetleri önemli bir sorun teşkil ediyordu. Öyle ki İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra 300’den fazla Azerbaycanlı sivil ve güvenlik görevlisi döşenen mayınlar ve sabotaj saldırıları nedeniyle şehit oldu. Bu durum sadece bölgenin yeniden inşası açısından değil; zorla yerinden edilen Azerbaycanlıların geri dönüşü açısından da önemli riskler teşkil ediyordu. Dolayısıyla artık sürdürülemez hale gelmişti.
Nihayetinde sivillere ve polislere yönelik yaşanan son saldırıların ardından Azerbaycan 19 Eylül’de bir terörle mücadele harekatı başlattı. Planlaması ve icrası açısından oldukça profesyonel bir şekilde kurgulanan operasyonla 24 saatten kısa bir sürede Ermeni silahlı birlikleri teslim olduklarını açıkladı. Operasyonun ardından yürütülen müzakereler sonucunda Ermeni silahlı gruplar silah bırakmayı ve sözde devleti lağvetmeyi kabul etti. Dolayısıyla Karabağ üzerinden özellikle son 30 yıldır dayatılmak istenen statükonun tamamen sona erdiği ve perdenin kapandığı bir kez daha teyit edildi.
Hankendi Klanının Eli Zayıfladı
Karabağ’daki Ermeni silahlı grupları veya sertlik yanlılarını salt ayrılıkçı silahlı grup veya terörist olarak nitelemek, meseleyi biraz basite indirgemek olacaktır. Bunun çok sayıda nedeni olmakla beraber sadece üçünü dile getirmek yeterli olacaktır. Birincisi bu gruplar Ermenistan siyasetinde oldukça belirleyici ve sertlik yanlısı diaspora ile yakından çalışarak Ermenistan halkının kaderini bir anlamda rehin tutuyordu. Ermenistan siyasetini işgal gündemli olarak yönlendiren Robert Koçeryan ve Serj Sarkisyan gibi isimler başta olmak üzere, çok sayıda etkili askeri ve siyasi yetkilinin bu bölgeden olması nedeniyle bu kişiler Hankendi Klanı veya Karabağ Klanı olarak tanımlanmaktaydı.
İkincisi, sayısının 10-12 bin arasında olduğu belirtilen bu gruplar, neredeyse hiçbir terör örgütünün envanterinde bulunmayan zırhlı araçlara, tanklara ve hatta hava savunma sistemlerine sahipti. Azerbaycan’ın gerçekleştirdiği terörle mücadele operasyonunda ele geçirilen veya imha edilen silahlara göz atılması, bu gurubun ateş kapasitesi hakkında fikir verecektir. Örneğin operasyonda 226 hava savunma sistemi, 60 top sistemi ve 22 zırhlı araç ele geçirilmiş veya imha edilmiştir. Ayrıca Ermenistan ordusundan giden subaylar başta olmak üzere, içlerinde PKK/YPG gibi terör örgütlerinden dahil, farklı yerlerden getirilip yerleştirilen savaşma kabiliyetine sahip kişiler bulunuyordu.
Üçüncüsü, İkinci Karabağ Savaşı öncesinde nefes borusu olan Laçın koridoru üzerinden Ermenistan’dan her türlü askeri desteği alan bu gruplar, savaş sonrasında da bu yol üzerinden veya sızmalarla askeri destek almaya devam ediyordu. Azerbaycan’ın mayınlama ve sabotajlara yönelik aldığı önlemler çerçevesinde, bölgede İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra döşenmiş mayınlar tespit edilmesi bunun en açık göstergesiydi.
Dolayısıyla aslında Azerbaycan son antiterör operasyonuyla sadece devlet otoritesini bu bölgelerde sağlamlaştırmakla kalmadı; aynı zamanda Ermenistan siyasetinde “Demoklesin kılıcı” niteliğindeki Hankendi klanının etkisine de önemli bir darbe vurdu. Bu durumun ortaya çıkaracağı sonuçlar, Ermenistan kamuoyundaki şokun atlatılmasının ardından orta vadede daha iyi anlaşılacaktır.
Rövanş Psikolojisine Son Verme Fırsatı
Azerbaycan devleti, İkinci Karabağ Savaşı’nın başından itibaren Karabağ Ermenilerinin Azerbaycan vatandaşı olduğunu ve vatandaşlık temelinde diğer Azerbaycanlılarla aynı haklara ve sorumluluklara sahip olduğunu mütemadiyen dile getirmişti. Buna rağmen operasyon sonrasında sözde yönetimin teslim olmasının ardından Karabağ’dan on binlerce Ermeni asıllı kişinin Ermenistan’a doğru yöneldiği görüldü. Bu sivillerin oluşturduğu araç konvoyları üzerinden ABD, Fransa, Rusya’da yaşayanlar başta olmak üzere Ermeni lobisi ve kategorik olarak Türkiye-Azerbaycan karşıtlığı yapanlar (Türk düşmanları demek daha doğru olur) yeni bir kampanyaya yöneldi. Ağıtlar yakanlar mı ararsınız, gözyaşları içinde slogan atanlar mı, imza toplayanlar mı, yoksa 1915’e atıfta bulunarak yeniden bir “soykırım” yapılıyor diye feryat edenler mi ararsınız… Bu kampanyaya bir de ABD’de yaşayan radikal Ermenilerin Türk diplomatlara yaptığı sözlü ve fiziksel saldırılar eşlik etmeye başladı. Bu durum ise bir yandan radikal Ermenilerin çirkin yüzlerini bir kez daha gösterirken, diğer yandan akıllara geçmişte Ermeni terör örgütü ASALA’nın diplomatlarımıza yaptığı saldırı ve suikastları akla getirmesi açısından kaygı verici bir gelişme oldu.
Öte yandan Karabağ Ermenilerinin kilometrelerce araç kuyruğu oluşturarak, Ermenistan’a geçme çabasını insani trajedi diye niteleyip, yüksek sesle manipüle etmeye çalışanlar; ne 1988-1994’te zorla yerinden edilen bir milyona yakın Azerbaycan Türkünü hatırladı, ne 1992’de Hocalı’da kadın, çocuk, yaşlı demeden katledilen yüzlerce insanı gördü ne de Ermenistan’ın İkinci Karabağ Savaşı sırasında Azerbaycan’ın sivil yerleşim alanlarını vurduğunu duydu.
Azerbaycan’ın terörle mücadele operasyonu sonrasında sözde “Artsakh” yönetiminin teslim bayrağını çekmesi ve kendini feshedeceğini açıklaması sonrasında, kaygıya kapılan bölge Ermenilerinin ilk reaksiyonları elbette anlaşılabilir bir durum. Zira on yıllardır bölgedeki işgalin ilelebet süreceğine inandırılmış, İkinci Karabağ Savaşı’na rağmen yeni jeopolitik dengelerin farkına varamamış ve Azerbaycan’a karşı büyük bir kin ideolojisiyle işlenmişlerdi.
Oysa ne onları katleden vardı ne otoritenin tesis edildiği bu topraklardan git diyen ne de süre vererek zorla sürüleceklerini söyleyen. Tersine, bölge Ermenileri için yeni iletişim kanalları açılarak, Azerbaycan’a yeniden entegrasyonlarının sağlanması süreci aynı hafta başlatıldı. Ayrılıkçıların yönlendirmelerine rağmen bölgeden ayrılmayan Ermenilerin yeniden entegrasyon süreci geliştikçe büyük ihtimalle Ermenistan’a giden kişilerin önemli bir kısmı geri dönecek ve Azerbaycan yasalarının verdiği hak ve sorumluluklarla yaşamlarını sürdürecektir. Nitekim Azerbaycan’ın ABD’li yetkililer ve BM ile yaptığı görüşmelerde sürecin yerinde gözlemlenebileceğini ifade etmesi de bu konuda kendisine güvendiğinin önemli bir işaretidir. Azerbaycan Ermenilerinin ülkeye yeniden entegrasyon sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi, bölgede ekilmeye çalışılan nefret tohumlarının ve rövanşist politikanın sona erdirilmesi açısından önemli bir fırsat niteliğindedir.
Karabağ’da Perde Kapanırken Riskler ve Fırsatlar
Karabağ sorunu İkinci Karabağ Savaşı’yla birlikte büyük ölçüde son buldu ve 19 Eylül’de Azerbaycan’ın gerçekleştirdiği terörle mücadele operasyonuyla birlikte Karabağ’da son perde de kapandı. Bundan sonra Karabağ başta olmak üzere bölgenin yeniden inşasına, yerinden edilen Azerbaycanlıların topraklarına dönmesine, Azerbaycan vatandaşı Ermenilerin Azerbaycan’a yeniden entegrasyonuna, geçmişte savaş suçu işleyenlere uluslararası hukuk ve Azerbaycan yasaları çerçevesinde hesap sormaya ve bir bütün olarak Güney Kafkasya’da barış içinde ve refahı artırmaya yönelik istikrarlı bir alan oluşturmaya odaklanmak gerekiyor.
Öte yandan her ne kadar Ermeni silahlı grupların çoğu silah bıraksa da bölgede direniş çağrısında bulunup yeniden örgütlenmeye çalışan bazı radikal Ermenilerin Azerbaycan güçlerine saldırıda bulunmaya devam edeceğini açıklaması, kısa vadede Bakü yönetiminin otorite tesisini ve yaşamın normale dönmesini yavaşlatma potansiyeline sahip. Yurt dışındaki radikal Ermenilerin, emareleri ortaya çıkan Türkiye ve Azerbaycan temsilciliklerine yönelik olası saldırıları da dikkatle ele alınması gereken bir risk unsuru.
Ermenistan açısından bakıldığında, Paşinyan yönetimi Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu tanıyarak son terörle mücadele operasyonunda doğrudan taraf olmamayı tercih etti. Şüphesiz bu tavır, bölgede kalıcı barışın tesisi açısından olumlu. Ancak Erivan’da gösterilerin devam etmesi Paşinyan yönetimini olumsuz etkileme potansiyeline sahip. Radikal Ermenilerin atabileceği adımların sınırı olmadığından, Paşinyan yönetiminin kendisine yönelik hukuk dışı iç meydan okumalara göğüs gerebilmesi bu aşamada oldukça önem arz ediyor.
Rusya’nın son 30 senedir uyguladığı politikanın tersine, İkinci Karabağ Savaşı’nda olduğu gibi Azerbaycan lehine yorumlanabilecek pasif tavrı, Ermenistan’da neredeyse bütün kesimlerin tepkisine neden oluyor. Rusya yanlıları, Paşinyan yönetiminin Batıcı tavrı nedeniyle bu durumla karşılaştıklarını iddia ederken, Rusya karşıtları son üç yıldır yaşanan durumun temel nedeninin Rusya’ya aşırı bağımlılıktan kaynaklandığını iddia ediyor.
Hangi tarafın iddiasının doğru olduğu tartışması bir yana, Karabağ’da oluşan yeni jeopolitik durumda Azerbaycan ile Türkiye’nin kazanımlar elde ettiği; Rusya’nın ise etkisi azalanlar grubunda yer aldığı görülüyor. Bu noktada Rusya’nın tavrında birçok faktör etkili. Bunları genel olarak temel gündeminin Ukrayna olması, Erivan yönetiminin Rusya karşıtı söylemleri, Türkiye-Rusya ilişkileri ve elbette Azerbaycan’ın uyguladığı dengeli diplomasi olarak özetlemek mümkün. Bu aşamada kısa vadede çok olası gözükmese de Rusya’nın imzacı ve uygulayıcılarından birisi olduğu Üçlü Beyanname çerçevesinde Zengezur koridorunun oluşturulmasına yönelik yapıcı adımlar atması, Türkiye ve Azerbaycan açısından oldukça önemli.
Türkiye son süreçte, her zaman olduğu gibi Azerbaycan’a siyasi ve manevi her türlü desteği vererek yanında olduğunu ilan etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu kürsüsünden yaptığı açıklama ve terörle mücadele operasyonunun ardından ayağının tozuyla yaptığı Nahçıvan ziyareti bunun en önemli göstergeleri oldu. Bununla beraber Türkiye’nin son süreçte Ermenistan yönetimi ile Ermeni radikal silahlı grupları ayrıştırdığı ve bölgede kalıcı barışın sağlanması için Erivan yönetimine daha yapıcı bir şekilde yaklaşması da söz konusu. Nitekim Türkiye ve Azerbaycan’ın temel gündemi, Zengezur koridorunun hayata geçirilmesi ve Ermenistan ile normalleşme sürecine paralel bir şekilde Azerbaycan ile Ermenistan arasında kalıcı barış antlaşmasının yapılması.
İran ve Fransa'nın Tavrına Dikkat
Bu aşamada İran’ın tavrı da yeni sürecin gidişatında etkili olacak önemli bir dinamik. Daha önce söylemsel olarak koridorun oluşturulmasına yüksek tonda karşı çıkan Tahran yönetimi, son dönemde itirazlarının tonunu düşürse de bölgede Türkiye-Azerbaycan ikilisinin etkisinin artmasıyla ve Zengezur koridorunun açılmasıyla ticari ve jeopolitik açıdan dezavantajlı hale geleceğini düşünüyor. Ayrıca Azerbaycan ile Ermenistan arasında kalıcı barışın tesis edilmesi, İran’ın bölge politikasında önemli bir kozu kaybedeceği anlamına gelecek. Böylesi bir senaryoda sessiz bir şekilde bekle-gör politikası izleme ihtimali düşük olan İran’ın atabileceği karşı adımlar sınırlı ve bu atacağı her bir karşı adımın maliyeti olduğunun da farkında.
ABD’nin İkinci Karabağ Savaşı sırasında izlediği politikaya benzer bir şekilde sürece aktif bir şekilde angaje olması düşük bir olasılık. Ancak ABD’nin Ermeni lobisinin etkisiyle sürecin bazı aşamalarına düşük seviyeli angaje olması da söz konusu olabilir. Bu aşamadan sonraki süreçlere ABD’nin yapıcı bir şekilde düşük angajmanla müdahil olmasının Azerbaycan’ı çok rahatsız etmeyeceği de bekleniyor. Bu noktada İkinci Karabağ Savaşı sonrasında Güney Kafkasya’daki etkisi minimize olan Fransa’nın, kısmen jeopolitik hırsları kısmen de Ermeni lobisinin etkisiyle Ermenistan lehine süreçlere müdahil olma ihtimali bulunuyor. Son dönemde Azerbaycan karşıtı tavrını artıran Fransa’nın Ermenistan’a silah transferleri konusunda da istekli olduğu görülüyor. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, Fransa’nın bölgede eskisi kadar etkili olma ihtimali oldukça düşük. Bu çıkarımı yapmak için bölgedeki son dönem gelişmeleri göz önünde bulundurarak genel bir jeopolitik okuma yapmak yeterli.
Sonuç olarak Karabağ’da Azerbaycan’a dayatılmak istenen statükonun etkili olduğu yaklaşık 30 yıllık ara dönem sona erdi ve Kafkasya’daki taşlar -olması gerektiği gibi- Türkiye ve Azerbaycan lehine yerine oturmaya devam ediyor. Bu süreci sekteye uğratabilecek çeşitli meydan okumalar elbette mevcut ancak yeni dönemin sadece Türkiye ve Azerbaycan için değil, bir bütün olarak bölge için yapıcı olarak değerlendirilmesi gereken önemli fırsatlar içerdiği de bir gerçek. Bu fırsatlar değerlendirilirse, bölgede adil ve sürdürülebilir barış ve istikrar ortamı hızlı bir şekilde sağlanabilir. Aksi durumdaysa süreç biraz gecikebilir ve maliyetler artabilir. Her halükarda Türkiye-Azerbaycan iş birliği ve bu iş birliğinin ortaya çıkardığı sinerji, eninde sonunda bölgedeki istikrarın sağlanması ve muhafazasında en etkili faktör olacaktır.