“Spor dünyayı değiştirme gücüne sahiptir. Daha önce umutsuzluğun olduğu yerde yalnızca spor umut uyandırabilir. Irklarla ilgili engelleri yıkmada hükümetlerden daha güçlüdür. Spor insanlara anlayabilecekleri bir dilde konuşur.” Nelson Mandela
Futbol bugün insanları harekete geçiren toplumsal bir fenomen haline dönüştü, uluslararası ilişkilerde önemli bir role sahip sosyokültürel kurumlardan biri oldu. Futbol artık kalkınmanın sonucu ortaya çıkan bir ürün değil, kalkınmanın itici gücü olarak kabul edilen bir olgu haline geldi. Futbolun, hem coğrafi sınırları hem de toplumsal sınıfları önemsizleştirdiği için modern devletler ve toplumlar için bir arabulucu olarak hizmet verdiğini söyleyebiliriz.
Spor diplomasisi ya da konumuz bağlamındaki futbol diplomasisi, ülkelerin dış politika hedefleri için başka ülkelerin toplumlarını futbol yoluyla etkilemek, diğer ülkelerle ilişkilerini geliştirmek, düzeltmek, pekiştirmek için kullandığı bir kamu diplomasisi türü. Futbol, uluslararası ilişkilerin geliştirilmesinde, uluslararası kamuoyuna ve hedef kitleye daha olumlu ve etkili bir şekilde ulaşmada, diplomatik açılımların yapılmasında önemli bir araç. Futbol bugün sadece ekonomik olarak değil, diplomatik boyutuyla da tartışılmaya başlamıştır. Futbolun bu yaygın etkisi ve insanlara dokunabilen bir duyguyu ifade etmesi, spor diplomasisi kavramına yoğunlaşılmasının temel gerekçesidir.
Spora ve futbola dair diplomasi bağlamında çok örnek verilebilir, ancak konumuz 2022 Katar Dünya Kupası olduğu için meseleyi çok uzatmadan Dünya Kupası ve Katar özelinde noktalamak gerek.
Geçmişten Günümüze Dünya Kupalarında Öne Çıkan Olaylar, Futbolcular, Notlar…
1966 Dünya Kupası Finalleri’nin ev sahibi İngiltere’ydi. Futbolu icat etmekle övünen İngilizler final maçında Almanya’yı yenip kupayı tarihlerinde ilk ve son kez müzelerine götüreceklerdi. Turnuva öncesi som altından yapılma Dünya Kupası’nın Londra’da kaybolması daha sonra bir parkta gazete kağıdına sarılı halde bulunması bu turnuvanın ilginç notları arasında yer alıyordu.
110 bin kişilik ünlü Azteca Stadı’ndaki açılış maçıyla başlayan 1970 Dünya Kupası’nın ev sahibi Meksika’ydı. 70 Dünya Kupası’nın sosyolojik açıdan en dikkat çekici olayı kupaya katılma başarısı gösteren El Salvador’la eleme turunda yendiği Honduras arasında maçtan sonra yaklaşık 4 gün süren bir savaş çıkmasıydı.
Almanya’nın daha doğrusu o zamanki adıyla Federal (Batı) Almanya’nın ev sahipliği yaptığı 1974 Dünya Kupası Türkiye’de televizyonlardan naklen yayınlanan ilk dünya kupası organizasyonu olarak spor tarihimizde yerini alıyordu. Uluslararası politik anlamında ise 74 Dünya Kupası’nın en çarpıcı olayı o yıllarda ikiye bölünmüş olan Almanların (Doğu ve Batı Almanya) ilk turda aynı grupta yer almalarıydı. Ünlü Berlin Duvarı’nın ayırdığı ve iki kutuplu dünyanın simgesi haline gelen iki Alman devletinin takımları bu kez bir futbol maçında karşı karşıya geleceklerdi. Normal şartlarda bu mümkün değildi tabii ancak konu Dünya Kupası olunca akan sular duruyordu. Çünkü olası bir galibiyet, bir galibiyetten çok daha fazlasıydı, tıpkı futbolun sadece futbol olmadığı gibi! 22 Haziran 1974’te Hamburg’da oynanan bu karşılaşmada Federal Almanya, favori olduğu maçta, “düşmanı” ve futbol otoriteleri tarafından hiç şans tanınmayan rakibine 1-0 yeniliyordu. Sadece Almanlar değil tüm dünya, günlerce bu maçı ve Doğu Almanların galibiyetini konuşacaktı.
1978 Dünya Kupası’nın ev sahibi Arjantin’di. Aynı Arjantin finalde Hollanda’yı yenerek kupanın da sahibi olacaktı. Cunta yönetiminden bunalan Arjantinliler için bir kaçış, cunta yönetimi için kendini aklama şansı ve Arjantin için yeniden farklı olaylarla dünyaya adını duyurma şansı… Sosyopolitik ile futbolun iç içe geçtiği bir başka olay ise Brezilya-Peru ve Arjantin-Peru karşılaşmaları oldu. O yıllarda Peru’da yaşanan sorunlar nedeniyle binlerce Perulu mülteci konumuna düşmüş ve Arjantin’e sığınmıştı. Peru, ekonomik olarak Arjantin’den daha zor durumdaydı. Peru’nun Brezilya’yla oynadığı ilk maçta çok dirençli bir oyun ortaya koyması ve sadece 3 gol yemesi ancak Arjantin’le oynadığı maçı 6-0 kaybetmesi ve Arjantin’in averajla üst tura yükselmesi, dünyada büyük ses getirmişti. Şike iddiaları, Arjantin hükümetinin Peru’ya gıda ve ihtiyaç malzemesi yardımı yaptığı söylentileri, günümüzde bile konuşulmaya devam ediyor. O dönem askeri darbenin arkasında olduğu iddia edilen ABD’nin, Arjantin’e kupanın düzenlenmesi için verdiği destek, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Peru Milli Takımı’nı ziyaret etmesi, başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin 78 Arjantin’i boykot çağrıları, kupanın da ötesine geçen olaylar olarak hala kayıtlarda ve hafızalarda.
1986 Dünya Kupası ise o meşhur Maradona golüne ev sahipliği yaptığı ve yine futbolun sadece futboldan ibaret olmadığını gösteren bir karşılaşma; Arjantin-İngiltere çeyrek final mücadelesinden dolayı on yıllardır hatırlanıyor. Maçtan 4 yıl kadar önce Arjantin’in hak iddia ederek İngiltere’nin denizaşırı toprakları Falkland Adaları’nı işgal etmesi, iki ülkeyi yaklaşık 6 haftalık savaşa sokmuş, İngiltere’nin Arjantin ordusuna verdirdiği kayıplar, Birleşmiş Milletler ve araya giren ülkelerle birlikte Arjantin’in işgal ettiği topraklardan çekilmesiyle savaş sona ermişti. Savaşın ardından ise Arjantin’de iktidarı elinde bulunduran Leopoldo Galtieri görevini bırakmak zorunda kalmıştı. İşte bu krizin yansımaları halen devam ederken, iki ülke 86 Dünya Kupası çeyrek finalinde karşı karşıya geliyordu. Üstelik maçtan önce Arjantinlilerin dünya yıldızı ismi Maradona, Falkland’da İngilizlerin işgalci olduğunu açıklayarak tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Aynı Maradona kazandıkları maçın ardından ise gol atmasını “Falkland Savaşı’nda çocuklarımızı öldüren İngilizlere karşı gol atan küçük çocuk” diye tanımlayacaktı. Ve tabii ki aradan geçen 36 yılda halen tartışılan o meşhur “Tanrı’nın eli” golü. Arjantin’in İngiltere’yi 2-1 yenerek yarı finale yükselmesi başta Meksika’daki Arjantinliler olmak üzere ülkelerinde büyük bir sevince yol açtı. Hatta bazı gazeteler, Falkland Savaşı’nın intikamını aldıklarını bile yazacaklardı.
1994 ABD’nin akılda kalan en travmatik olaylarından biri ise hiç kuşkusuz turnuvaya ilk turda veda eden Kolombiya Milli Takımı oyuncularından Escobar’ın, turnuva dönüşü ülkesinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesiydi. Escobar’ın Dünya Kupası ilk tur grup maçlarında ABD karşısında kendi kalesine gol atarak yenilgiye neden olduğu iddiasıyla öldürüldüğü haberi, tüm dünyada büyük şok etkisi oluşturacaktı.
Suudi Arabistan’ın 94 ABD’de ikinci tura yükselmesi ve kupa tarihinde bunu başaran ilk Asya takımı olması ise başta Müslüman coğrafya olmak üzere Ortadoğu’da büyük sevinç oluşturuyordu.
Ve 2002 Dünya Kupası. Bizim için önemini anlatmaya gerek yok herhalde. 48 yıl aradan sonra katılmaya hak kazandığımız ilk Dünya Kupası’nda yarı finale kadar yükselme başarısı gösterip, Güney Kore’yi yenerek dünya üçüncüsü olduğumuz ve futbol tarihimizin milli takımlar düzeyindeki en büyük başarısına imza attığımız turnuva. Güney Kore ve Japonya’nın birlikte düzenledikleri Asya kıtasının ev sahipliği yaptığı ilk şampiyona ve aynı zamanda ilk kez iki farklı ülkede düzenlenen Dünya Kupası…
Güney Kore ve Japonya ile aramızda olan saat farkı nedeniyle neredeyse sabah saatlerinde oynanan karşılaşmalar. Ekranları başında televizyonlardan milli takımın maçlarını izleyen milyonlar. Maç saatlerindeki boş sokaklar ve galibiyetlerden sonra sokaklara dökülen vatandaşlar. Türkiye’nin yarı finale yükselmesi ve dünya üçüncülüğünün getirdiği bayram havası. Milli Takım için bestelenen şarkılar, marşlar… Türkiye’nin uzun yıllardır göremediği birlik ve beraberlik, coşku, heyecan, sevinç…
Sporun kamuoyu oluşturma gücü diyoruz ya işte en güzel ve net örneği. Özellikle Japonya ve Güney Kore ile oynadığımız maçlarda iki ülke taraftarları arasındaki dostluklar, milli takımımıza ve futbolcularımıza ülkelerin gösterdikleri teveccüh…
Ve gelelim Katar’a…
2022 Dünya Kupası Finalleri yani 22. Dünya Kupası ilk kez bir Ortadoğu ülkesinde düzenlendi. 21 Dünya Kupası’nda dikkati çeken bir özellik; hiçbirine, bir Müslüman ülke ev sahipliği yapmamıştı. Katar, aynı zamanda bu büyük organizasyonu düzenleyen ilk Müslüman ülkeydi. Ve Katar alnının akıyla herhangi bir sorun yaşanmadan organizasyonu başarıyla tamamladı. Peki ama özellikle Batı medyasında neden Katar sürekli eleştirildi? Stadyumlarda çalışan onlarca işçinin hayatını kaybettiği ancak bunların gizlendiği iddia edildi. Bu iddia Batı medyasında o kadar fazla dile getirildi ki hatta bazı ülkelerin bu nedenle turnuvayı boykot edecekleri bile yazılıp çizildi. Ancak aynı medya kuruluşları 2014 Dünya Kupası’nda Brezilya’da yaşanan protestolar ve eylemleri ya hiç görmemişler ya da Brezilya’yı suçlayıcı bir haber dili kullanmamışlardı. Turnuva boyunca da özellikle bazı medya kuruluşları, ısrarla Katar’ın ev sahipliğini eleştiren turnuvanın başarısız geçtiğini iddia eden haberler yapmaktan geri durmadılar. Fakat FIFA Başkanı Gianni Infantino hem turnuva sürecinde hem de turnuva sonrasında yaptığı açıklamada, Katar’ın tarihin en iyi organizasyonlarından birine ev sahipliğini yaptığını açıklayarak bu algıyı çürüttü. Üstelik Arjantin’in şampiyonluğuyla sonuçlanan Arjantin-Fransa finalinin de seyir zevki açısından iyi olması, Katar 2022’ye yönelik tüm olumsuz iddiaları yok etti.
Peki Katar 2022’nin spor diplomasisi açısından yansımaları nasıl oldu. Bunu ikiye ayırarak anlatmakta fayda görüyorum. Birisi Türkiye açısından diğeri de uluslararası açıdan. Ülkemiz açısından Katar 2022 turnuvaya katılamamamıza rağmen oldukça verimli geçti. Turnuva öncesi Türk iş adamlarının başta stadyum inşaatları olmak üzere Katar’a verdiği destekler, turnuva güvenliğini sağlama konusunda Türk askeri ve polisinin öncelikli rol üstlenmesi ve tabii ki en önemlisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem açılış hem de kapanış maçlarına Katar Emiri Şeyh Temim Bin Hamed Al Sani’nin davetlisi olarak gitmesi oldukça önemliydi. Açılış maçı esnasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır Devlet Başkanı Sisi ile tokalaşma görüntüsü ise diplomasi açısından büyük yankı uyandıran bir gelişme olarak kayıtlara geçti. Türkiye ile Mısır arasında uzun süredir düşük seviyede ilerleyen ikili ilişkilere yeni bir boyut kazandıran bu görüşme, spor diplomasisine verilebilecek en önemli örneklerden biri olarak kayıtlara geçmiş oldu. Zira iki ülke liderini farklı uluslararası etkinlikler yerine bir futbol karşılaşması bir araya getirmiş ve samimi bir fotoğraf karesiyle iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştı. Yine kapanış maçında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron ile şeref tribününde maçı izlemesi, Tesla’nın kurucusu ve Twitter’ın CEO’su Elon Musk ile görüşmesi, hem ülkemiz hem de uluslararası medya açısından önemli adlandırılabilecek temaslar oldu.
Uluslararası diplomasi açısından ise Katar 2022’nin birçok farklı gelişmeyle akıllarda kaldığını söyleyebiliriz. Öncelikli olarak Katar’ın düzenlediği başarılı organizasyonla ülke tanıtımına belki maddi bir değerle ölçülemeyecek bir katkı sunduğu bir muhakkak. Katar kültürünün ve turizminin tanıtımı açısından Doha yönetimi bu fırsatı oldukça iyi değerlendirdi. Özellikle kupa töreni sırasında Katar Emiri Şeyh Temim Bin Hamed Al Sani Arjantin’in dünyaca ünlü yıldızı Lionel Messi’ye Katar’ın özel kıyafetlerinden Bişt’i giydirmesi ve Messi’nin tören boyunca bu kıyafeti üzerinden çıkarmaması oldukça önemliydi. Çünkü “Bişt” adı verilen bu kıyafet, yüzlerce yıl önce savaş meydanlarında galip gelen önemli askeri kişilere ve sadece kraliyet ailesi mensuplarına hediye edilen bir simgeydi. Böylelikle Katar yine kendi ülkesinin bir değerini, kültürel mirasını, tüm dünyaya futbol aracılığıyla tanıtmış oldu. Yine dünya medyasına çokça yansıyan haberlerden biriydi; Katar hükümetinin ülkeye gelen yabancı turistlere İslami tebliğ faaliyetlerinde bulunması.
Ve futbol diplomasisi adına bir başka uluslararası örnek hiç kuşkusuz Fas oldu. Dünya Kupası gruplarında Hırvatistan’la berabere kalıp Kanada ve Belçika’yı yenmesi, eleme turlarında turnuvanın favorilerinden İspanya ile Cristiano Ronaldo’nun formasını giydiği Portekiz’i elemesi, Fas’ı bir anda dünya kamuoyunun gündemine taşıdı. Üstelik Fas Dünya Kupası’nda yarı finale yükselerek bunu başaran ilk Afrika takımı olarak organizasyon tarihine geçti. Zaten Müslüman, Afrikalı ya da Arap takımların kısıtlı sayıda yer aldığı düşünüldüğünde bu çok önemli bir gelişmeydi. Böylelikle tüm dünyada Fas’a yönelik büyük bir sempati oluştu. Başta Filistin olmak üzere, Irak, Suudi Arabistan, Mısır, Tunus, Cezayir ve hatta Türkiye’de insanlar Fas’ı desteklemeye ve maçlarını ayrı bir gözle izlemeye başladılar. Avrupa sosyolojisinde ise bir başka detay dünya medyasında yer alıyordu. Başta İspanya ve Belçika olmak üzere ülkede yaşayan Afrika ve Asya kökenli Müslümanlar, Fas’ın başarıları sonrası sokaklara dökülerek kutlamalar yapıyorlardı.
Ve bir fotoğraf karesi. Fas’ın Portekiz’i yenerek yarı finale yükselmesinin ardından hem saha içinde hem tribünde hem de dünya genelinde yaşayan Faslılarda büyük bir sevinç var. Ama bir fotoğraf karesi tüm bu sevinç gösterileri içinde özel bir yer ediniyor. Fas’ın başarılı futbolcusu Sofiane Boufal’ın Al Thumama Stadı’nda saha içinde annesi ile galibiyet sevincini kutlaması dünya kamuoyunda büyük ses getirdi. FIFA’nın Dünya Kupası için oluşturduğu 12 milyon takipçili özel resmi Twitter hesabı, bu kareyi kalp emojisi ile paylaşınca dünya genelinde büyük bir etkileşim oluştu. Dünyanın birçok ülkesinden sosyal medya kullanıcısı futbolseverler Faslı oyuncunun annesiyle galibiyet sevincini gösteren fotoğraf karesini ve videosunu paylaşmaya başladılar.
Peki Fas, eğer Dünya Kupası olmasa ya da Fas Milli Takımı bu başarıyı elde etmese hangi gerekçeyle dünya genelinde bu kadar geniş bir kitleye ulaşma imkanı bulabilirdi? Üstelik tamamen olumlu bir algı ve taraflı tarafsız milyonlarca kişinin sempatisi…
Ve benzer bir şekilde İspanya galibiyeti sonrası Faslı futbolcu Eşref Hakimi’nin tribünlere koşarak maçı izleyen annesine sarılması ve galibiyeti onunla kutlaması da yine Dünya Kupası’nın en akılda kalan karelerinden biri oluyordu. Üstelik Hakimi’nin İspanya’ya göç eden Faslı bir ailenin çocuğu olması ve futbola Real Madrid alt yapısında başlaması spor sosyolojisi açısından mutlaka irdelenmesi gereken ayrı bir başlığın en güzel örneklerinden biri olacaktır.
Ve bir başka futbol diplomasisi örneği; Faslı futbolcuların şükür secdesi yapması. Faslı futbolcuların galip geldiği her maçtan sonra toplu halde şükür secdesi yapmaları tüm dünyada büyük ilgi uyandırdı. Futbolcuların yine İspanya maçında penaltılar öncesi Fatiha Suresi, uzatmalar öncesi Fetih Suresi’nden ayetler okumaları Dünya Kupası’nın en ilgi çekici detaylarındandı. Peki, başta Avrupa medyası olmak üzere İslamofobi konusunda kötü bir şöhrete sahip Batı dünyasına bundan daha güzel ve etkileyici bir mesaj olabilir miydi? Sure okumanın, secde yapmanın, tıpkı Hristiyan futbolcuların haç çıkarması kadar normal olduğunu bunun terörle asla ilişkilendirilemeyeceğini bazı sığ kafalara bundan daha iyi hangi ülke hani araçlarla anlatabilirdi?
Dünya Kupası’na dair bir başka ilginç anekdot: Katar, 2017’den Ocak 2021’e kadar Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin başı çektiği bölge ülkelerinin ambargosu altında kalmıştı. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Dünya Kupası açılış maçını FIFA Başkanı Gianni Infantino ile birlikte izledi. Hemen iki gün sonrasında, Suudi Arabistan milli takımının daha sonra şampiyon olacak Arjantin’i 2-1 mağlup etmesi de Suudiler açısından önemli başarıydı.
Sonuç olarak yukarıdaki örneklerle de detaylı olarak anlatmaya çalıştığım üzere Simon Kuper’in aynı adlı kitabında da söylediği gibi; “Futbol asla sadece futbol değildir.”
Bölgesinde ve dünyada sorunları çözmede aktif bir rol oynayan, barışa ve diplomasiye sürekli katkı sunan ülkemiz gerek coğrafi yapısı gerekse iklim özellikleri ve en önemlisi tesisleri ile önemli bir spor potansiyeline sahiptir. Sporun bir kültür olarak benimsenmesi ile Türkiye, spor ve futbol diplomasisi alanında dünyaya örnek faaliyetlerini daha da arttıracaktır.