14 Mayıs 1950’de yapılan ilk demokratik seçimde Demokrat Parti (DP) tek başına iktidara geldi. DP karşıtları seçimlerin sonucunda hayal kırıklığına uğradı. Sonuçlara inanmak istemediler. “Halkın sehven bir hata” yaptığını söylediler. İlk seçimlerde, halkın bu hatasını düzelteceğini söylediler. 1954 seçimlerinde millet, DP’yi daha fazla bir destekle tekrar seçti. 1957 seçimlerinde DP’nin oyu düşse de CHP ile arasındaki oy farkını ezici çoğunlukla korudu. Bir sonraki seçimde tekrar kazanmasına kesin gözüyle bakılabilirdi. Bundan endişe eden cuntacılar, CHP’nin de desteğini arkalarına alarak 27 Mayıs 1960 darbesini seçimden önce gerçekleştirdiler. Darbeden sonra seçimler 15 Ekim 1961’de yapıldı. Seçmenlere gözdağı vermek ve korkutmak için seçimden bir ay önce 17 Eylül 1961’de Başbakan Adnan Menderes ve iki bakan idam edildi. Verilmek istenen mesaj açıktı: “Bizim istemediklerimizi seçerseniz, seçtiklerinizin sonu Menderes ve arkadaşları gibi olur.” Millet, verilmek istenen bu mesajı hiç unutmadı. Ve her seçimde darbecilere gerekli dersi sandıkta verdi.
3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti 34,3 oy oranı ile sandıklardan birinci parti çıktı. Meclis’e AK parti ile birlikte sadece CHP girebildi. Seçimleri AK Parti, neredeyse tek başına anayasayı değiştirebilecek ezici bir çoğunlukla kazandı. 14 Mayıs 1950 seçimlerine benzer şekilde, AK Parti’nin “bir yol kazası” sonucu iktidara geldiğini iddia edenler hiç de az değildi. AK Parti’nin kısa süre içinde “ANAPlaşacağı” argümanı üzerinden, Türk siyasetinde uzun dönemli kalıcı olmayacağını söyleyenler, her seçim sonrasında ortaya çıkan seçim sonuçlarını kabul etmekte zorlandılar. 2007 seçimlerine az bir süre kala 27 Nisan e-muhtırası ile demokrasiye tekrar müdahale edilmeye çalışıldı. Seçmen yeniden AK Parti ve Erdoğan’a büyük bir destek vererek demokrasiden yana kararlılığını gösterdi. 2011 genel seçimlerinin ardından AK Parti’nin oylarını artırarak kazanmaya devam etmesi, eski düzen yanlılarını ve onlarla iş birliği yapan demokrasi dışı çıkar gruplarını tekrar harekete geçirdi. Yeniden demokrasi dışı yollara tevessül edildi. “Renkli devrim” hayali kuranlar, Arap Baharı olarak adlandırılan gelişmeleri Türkiye’ye taşımak için Gezi Parkı ayaklanması ile bir deneme yaptılar. FETÖ, uluslararası çevrelerin desteği ile darbe girişimlerinde bulundu. PKK terör örgütü saldırılarını yine uluslararası çevrelerin desteği ile artırdı. Ülkenin ekonomisine ardı ardına operasyonlar çekildi.
Bu süreçlerde Erdoğan, mücadele siyasetini toplumdan aldığı desteği artırarak sürdürdü. 2014’te ilk defa doğrudan halkın oyları ile Cumhurbaşkanı seçildi. 2015 Haziran seçimlerinde tek başına iktidarı kuracak çoğunluğu elde edemese de tekrarlanan seçimlerde AK Parti yüzde 50’ye yakın oy oranı ile seçimlerin galibi oldu. 2017’de Türkiye’nin siyasal sistemi referandumla değiştirildi. Başkanlık sistemine geçildi. 2018’de AK Parti ve Erdoğan hem parlamento hem de başkanlık seçimlerini tekrar kazandı. 2002 seçimlerinde AK Parti’ye ömür biçenler, her seçim sonrasında Erdoğan’ı destekleyen seçmenlere yönelik “aşağılayıcı” suçlamalarından vazgeçmediler. “Göbeğini kaşıyan” ya da “bidon kafalı” benzeri söylemlerle ve “seçmen makarna ve kömür yardımına oy veriyor” gibi açıklamalarla kendilerini avutmaya çalıştılar. Kendi destekledikleri partilere oy verenleri “neyin iyi olduğunu bilen”, AK Parti ve Erdoğan’a oy veren kesimleri ise “siyaseten bilinçsiz halk yığınları” olarak yaftaladılar.
AK Parti ve Erdoğan her seçimin ardından, seçmenin sandıkta verdiği mesajı değerlendirerek siyasetini güncellerken, taban eğilimlerini dikkate alarak toplumsal beklenti, talep ve şikayetlere göre siyaset üretimini yenilerken, her seçimde ana rakibi olan CHP ise seçimleri niçin kaybettiğine dair mazeret üretmeye ve kaybetmesinin nedenini gerçekçi olmayan analizlerle meşrulaştırmaya çalıştı. İktidarın medyayı kontrol altına aldığını ve devlet imkanlarını kullandığını söyleyerek, kaybetmesinin nedenini geçiştirmeye çalıştı. Seçim güvenliği tartışmaları ile oy veren seçmenlerini, otoriterlik söylemi ile de uluslararası destekçilerini yönlendirmeyi denedi.
Seçmenin Karşılaştırma İmkanı Sonucu Belirledi
2023 seçimlerine gidilirken AK Parti ve Erdoğan 15 farklı seçimi kazanmış olarak 21 yıldır kesintisiz iktidarını korumaktaydı. Seçime gidildiği dönemde, Erdoğan 2011 seçim beyannamesinde açıkladığı 2023 hedeflerini gerçekleştirdiğini somut açılışlarla gösterdi. Seçmenin hizmet, kalkınma, yatırım, sorun çözme konusundaki AK Parti ve Erdoğan’a yönelik bakışını bir kez daha pekiştirdi. Karadeniz’de bulunan doğal gazın kullanıma sunulması, yeni petrol alanlarının keşfi, nükleer enerji konusundaki ilerlemeler, savunma sanayiinde yapılan atımlar ve yerli otomobilin yollara çıkması sıradan icraatlar değildi. Bu alandaki projeler, asırlık hayallerin gerçekleştirilmesiydi.
Seçmen, Erdoğan’ı muhalefetin adayıyla karşılaştırdığında, aradaki farkı çok net olarak gördü. Erdoğan’ın liderlik düzeyi, yönetme becerisi, icraatlardaki başarısı, uluslararası alandaki konumu, toplumla kurduğu sahici ilişki, topluma verdiği güven ve özgüven duygusu, verdiği sözleri yerine getirme kararlılığı, çalışma azmi ve gayreti, sadece Türkiye’deki değil gönül coğrafyasında yaşayanlara ve mazlum milletlere yönelik bugüne kadar ortaya koyduğu samimi tavır, muhalefetin adayıyla karşılaştırılamayacak siyasal sermayesiydi.
Seçmen, Erdoğan’ın seçilmesi halinde ülkenin yönetimi ile ilgili siyasal ve yönetsel bir istikrarsızlığın yaşanmayacağını mevcut deneyimler üzerinden karşılaştırma imkanına sahipti. Cumhur İttifakı’nın yönetim süreçlerindeki uyumu biliniyordu. Pazarlık siyaseti üzerinden herhangi bir kriz çıkma ihtimali yoktu. Çünkü 2018’den bugüne denenmiş ve sınanmış bir ittifak vardı. İttifakın geleceği ile ilgili bir belirsizlik söz konusu değildi. Ülkenin temel meseleleri ile ilgili ittifak politikalarında çelişki oluşturacak görüş farklılığından bahsedilmezdi.
Muhalefetin 2019 seçimlerin itibaren ortaya koyduğu siyaset, seçmeni ikna edebilecek bir mahiyette değildi. 1950 seçimlerinden itibaren tek başına iktidara gelemeyen CHP’nin öncülüğündeki muhalefetin ortak adayı Kemal Kılıçdaroğlu oldu. “Yıpranır” söylemi ile adayını erken dönemde belirlemekten kaçınan muhalefet, “kazanamayacak aday” olarak aylarca tartıştırdığı Kılıçdaroğlu’nu seçime az bir süre kala aday gösterdi. Masada belirlenen aday, sahada seçmeni ikna edecek siyaseti üretmek yerine bütün dikkatini HDP’yi ve kendisini destekleyen uluslararası çevreleri küstürmemeye odakladı. HDP ile Kürt seçmenleri eşitleyen bir bakış açısı ile hareket etti. Muhalefete destek açıklaması yapan terör örgütlerine seçmenin ısrarla beklediği gerekli cevabı vermediği için terörle mücadele konusunda güvensizlik oluşturdu.
Muhalefet, ülkenin yönetimi ile ilgili seçmeni ikna edecek bir politika çerçevesi de ortaya koyamadı. Ülke yönetimi ile ilgili politika üretmek yerine muhalefet, masanın yönetimine odaklandı. Masayı yönetmeye çalışırken ortaya koyduğu performans, ülkeyi nasıl yöneteceğine ya da yönetemeyeceğine dair ipuçları verdi. Masanın dağılmaması için her bir paydaşa daha iktidara gelmeden ülkenin yönetimi paylaştırıldı. Başkan yardımcılıkları, bakanlıklar ve devletin üst yönetim kademeleri pazarlıkla ittifakın ortaklarına dağıtıldı. Masadan kalkanın, kalkmaya yeltenenin ve masaya gelmeyenin linç siyaseti ile terbiye edilmesine göz yumuldu.
Özgürlük, liyakat, adalet, hakkaniyet sloganları; masanın kurgulanmasında, adayın belirlenmesinde ve kampanya sürecinde buharlaşıp gitti. Zaten muhalefetin yerel yönetimlerdeki iktidar performansında ve icraatlarında bu sözlere uyulmadığı, iktidar tarafından örnekleri ile seçmene anlatıldı. Bu bağlamda, muhalefetin verdiği sözlerde sahicilik yitimi, seçmen tarafından dikkatle takip edildi.
CHP’nin öncülük ettiği muhalefet, zaman zaman seçmeni anladığını söyleyerek, eski hatalarını tekrar etmeyeceğini söylese de sahici bir siyaset üretimi konusunda yeterli değişimi göstermedi. Her kaybettiği seçimle birlikte kendisini desteklemeyen seçmene karşı sürekli öfke biriktirdi. Helalleşmeden bahsederken, bir taraftan da iktidarın destekçilerine yönelik hesaplaşmacı ve rövanşist söylemlere başvurmaktan geri durmadı. İktidara yakın olarak etiketlediği; medyayı, gazetecileri, iş adamlarını, devlet memurlarını ve sanatçıları tehdit eden siyaset dilini hiç eksik etmedi. Sandığa gitmeden, kendi tabanına “seçimleri kazandık” özgüveni vermeye çalıştı. Bu sahte özgüven yanılsamasına kapılan muhalefetin destekçileri, televizyon ekranlarından ve sosyal medya mecralarından iktidar destekçilerine tarih ve hatta saat vererek “yargılanacakları” günün kronometresini tuttular. Bu öfke birikmesinin en somut göstergesi, seçimin ilk turunun ardından ve ikinci turun sonucunu beklemeden muhalefet adayına yeterli desteği vermeyen depremzedelere yönelik yapılan hakaretlerle dışa vurulmasıydı.
Tarih Tekerrür Etti
Seçmenler sembolik öneme sahip bir tarihte 14 Mayıs’ta sandığa gitti. Seçimlere yüzde 87’nin üzerinde bir katılım gerçekleşerek Türk demokrasi tarihinin en yüksek katılım oranlarına ulaşıldı. Seçim güvenliği ve sonuçları açısından tartışılmayacak bir süreç yaşandı. Erdoğan, seçim turunun her biri farklı sayıldığında, on sekizinci seçim zaferini elde etti. Hem parlamento seçimlerinde AK Parti hem de başkanlık seçimlerinde Erdoğan en yakın rakibine önemli bir fark attı. AK Parti’nin oy oranı düşse de 2002’deki ilk seçim başarısının üstünde bir oy oranını korudu. AK Parti, daha önce girdiği bazı seçimlerde oy oranı dalgalı bir seyir izlese de en yakın rakibi olan CHP ile arasındaki önemli farkı korumayı her seçimde başardı. Bu gelenek değişmedi.
Seçmenler, yasamada Cumhur İttifakı’na, yürütmede Erdoğan’a gerekli desteği vererek istikrardan yana tercihini şekillendirdi. Bu bağlamda seçmenin mesajı netti. Özellikle ekonomi, konut ve kira fiyatları gibi sorunlardan dolayı AK Parti’ye bir mesaj verse de bu mesajı verirken oy tercihini ittifak içinde farklılaştırarak, iktidara güveninin devam ettiğini gösterdi. Seçmenin kuyumcu terazisi hassasiyetiyle gösterdiği bu oy verme davranışı, aynı zamanda seçmenin bilincinin ne kadar yüksek olduğunun bir yansımasıdır.
Mayıs seçimleriyle AK Parti ve Erdoğan seçimlerin galibi olarak, 21 yıllık iktidar serüvenine bir beş yıl daha ekledi. Dolayısıyla 2028’e kadar AK Parti ve Erdoğan, 26 yıl kesintisiz iktidarını sürdürmüş olacak. Bu sonuç hem Türk demokrasisi hem de dünya demokrasi tarihi açısından istisnai bir duruma işaret ediyor. Dünya demokrasi tarihinde uzun dönemli iktidarını koruyan benzer hakim partiler var. Ancak aynı liderle bu kadar uzun süre ve kesintisiz iktidarını koruyabilen bir parti ve lider yok.
Mayıs seçimlerinin sonucunu belirleyen en önemli dinamikler, güvensizliğe karşı güven, belirsizliğe karşı öngörülebilirlik, istikrarsızlık riskine karşı istikrar, yapaylığa karşı sahiciliktir. Seçmen, ülkenin beka ve güvenliğini, toplumun dirlik ve düzenini önemsediğini net olarak göstermiştir.