Rusya ile Batı arasında tırmanmakta olan kriz, Ukrayna coğrafyası üzerinde genişleyerek derinleşiyor. Rusya’nın Ukrayna sınır hatlarında, Belarus ve Kırım’da 135 bin civarında asker ve çok sayıda askeri araç ve gereç konuşlandırmış olması, Ukrayna’ya yönelik bir işgal planının en somut göstergesi. Mevcut krizle tehdit altında olan yalnızca Ukrayna değil. Özellikle Baltık cumhuriyetleri Litvanya, Letonya ve Estonya ile birlikte Polonya, Romanya ve Bulgaristan da kendilerini Rusya’nın askeri tehdidi altında hissediyorlar. Her biri hem NATO hem de AB üyesi olan bu ülkeler yakın zamana kadar Avrupa’da Rusya’nın askeri tehditlerine karşı daha kapsayıcı bir dayanışma hissini oluşturamadılar.
AB dışişleri bakanları, 24 Ocak’ta Brüksel’de bir araya gelerek Ukrayna’ya yönelik bir dayanışma sergiledi. Ancak bu dayanışmanın geç ve kırılgan, yaptırım tehditlerinin ise muğlak olması, Rusya açısından caydırıcılığı azaltan faktörler. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell her ne kadar 27 ülkenin Rusya’ya karşı yaptırımlar konusunda mutabakata vardığını söylese de bu mutabakat yaptırımların çerçevesinin muğlak tutulması sayesinde olabildi. Toplantıda Ukrayna’ya mali yardım konusunda da karar alındı ancak askeri yardımlar ve derinleştirilmiş askeri iş birliği konusundaki çatlaklar sürüyor. Almanya, Yunanistan, İtalya ve İspanya, Ukrayna’ya askeri eğitim konusundaki iş birliğine karşı çıkarken, Almanya Ukrayna’ya savunma silahlarının verilmesine bile sıcak bakmıyor. AB dışişleri bakanları toplantısında gündeme gelen yaptırımlar arasında en güçlüleri Rusya’nın uluslararası para transferi sistemi SWIFT’den çıkarılması ve Kuzey Akımı 2 boru hattının kullanıma kapatılması. Bunun dışındaki yaptırımlar konusunda net bir uzlaşı söz konusu olmadı.
Rusya’nın Hedefleri
Rusya’nın talep ve istekleri sadece Ukrayna ile sınırlı değil. Rusya bu krizde, çok net ve açık bir biçimde, Ukrayna meselesinin ötesinde talepleri olduğunun altını çizerken, bu talepleri artan bir biçimde müzakere masasına getiriyor. Rusya bu vesile ile Belarus, Moldova/Transdinyester ve Kırım’daki askeri varlığını tahkim ederken, çevre coğrafya üzerindeki baskıyı da artırıyor; bir yandan da daha önce işgal ve ilhak etmiş olduğu Kırım ve askeri denetimi altındaki Donbas bölgesindeki askeri pozisyonu güçlendiriyor. Bu tahkimatın etkileri, Baltık cumhuriyetleri ve Doğu Avrupa’da çok daha yakından hissediliyor. Rusya’nın adımları doğrudan AB ve NATO üyesi ülkeler üzerinde bir tehdit oluşturmaktadır. Bu durum Rusya tarafından her ne kadar savunma amaçlı olarak ifade edilse de böylesi bir tehlike aynı zamanda NATO ve AB açısından da önemli bir sınamadır.
Rusya’nın temel hedefi Batı ile büyük pazarlığa oturmak ve Soğuk Savaş sonrası dönemde kaybetmiş olduğu jeopolitik alandaki etkinliğini yeniden kabul ettirmektir. Özü itibari ile revizyonist bir hamle olarak görülebilecek bir çaba, Rusya açısından savunmacı bir kaygı ile ortaya çıkan bir tavır olarak da okunabilir. Rusya’nın hedefi bir yandan Batı’nın kendi yakın coğrafyasındaki genişlemesini durdurmak diğer yandan kendi etkinlik alanını bu bölgede genişletmektir. Batının genişlemesine hem NATO hem AB hem de diğer Batılı kurumlar dahildir.
Avrupa’nın Kafa Karışıklıkları
Avrupa’nın kendi içindeki fikir ayrılıkları ve Avrupalı liderlerin stratejik dağınıklığı, Rusya’nın işini kolaylaştıran en önemli hususların başında geliyor. Almanya, Fransa, Britanya, Doğu Avrupa Ülkeleri, Baltık Cumhuriyetleri ve Güney Avrupa ülkeleri Rusya-Ukrayna krizi karşısında birbirinden oldukça farklı tavırlar geliştiriyorlar. Kriz karşısında en derin kaygı duyan ülkeler Baltık cumhuriyetleri ve Polonya. Romanya ve Bulgaristan da Rusya’nın tehditleri karşısında tedirginlik hisseden AB ve NATO üyesi aktörler.
Kriz karşısında tavrı en fazla kafa karışıklığı oluşturan ve NATO’da güvenilirliği sorgulanan aktör ise Almanya oldu. Almanya Deniz Kuvvetleri Komutanı Kay-Achim Schönbach’ın Rusya devlet başkanı Putin hakkındaki sözleri ve Almanya’nın Ukrayna’ya silah satma konusundaki direnci, Berlin’in NATO ittifakına bağlılığını sorgulanır hale getirdi. Almanya’nın yeni dışişleri bakanı Annalena Baerbock, Brüksel’deki AB Dışişleri bakanları toplantısında, Rusya’ya karşı yaptırımlar için dayanışma konusunda garantiler vermiş olmasına rağmen, krizin derinleşmesi durumunda Almanya’nın ne gibi bir tavır belirleyeceğine dair soru işaretleri halen sürüyor.
ABD ile Fransa arasında AUKUS anlaşmasından sonra ortaya çıkan gerilim ve rekabet henüz tam anlamı ile yatıştırılabilmiş değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ABD Başkanı Joe Biden hakkındaki güven bunalımı devam ediyor. Fransa ile Britanya arasında benzer bağlamda başta göç, balıkçılık ve diğer jeopolitik alanlarda olmak üzere birçok alanda gerilimler söz konusu. Bu gerilimler iki ülke arasında güvenlik sorunları oluşturmuyor ama iki ülkenin dış politika ve güvenlik alanlarında dayanışmalarını zorlaştırıyor. Bu gerilimler ve fikir ayrılıkları, Avrupa güvenliği açısından bazı kırılganlıkları beraberinde getiriyor.
Fransa’nın özellikle Brexit sonrasında AB dış politika ve güvenlik politikalarında artan ağırlığı söz konusu. Almanya’da ise Olaf Scholz hükümeti hem yeni ve dosyalara hakim değil hem de Rusya’ya enerji konusunda oldukça bağımlı. Scholz şansölyeliğindeki koalisyon hükümetinin iç dinamikleri ve güç dengeleri de henüz oturmuş değil. Almanya, Kuzey Akımı 2 projesi nedeni ile de Rusya ile ilişkilerinde eleştirilen bir aktör konumunda. Almanya’nın da Ukrayna’da bir krizin tırmanmasını istemediği bir gerçek; zira krizin tırmanması durumunda bu gelişmeden olumsuz etkilenecek aktörlerin başında kendisi geliyor. Rusya ile hem enerji alanında hem de sanayi ve ticaret alanlarında derin bir ilişkisi olan Alman ekonomisi, derin bir sarsıntı geçirebilir. Almanya savunma kapasitesi ve altyapısı açısından da böylesi bir krize hazırlıklı değil.
Ukrayna krizi nedeni ile oluşabilecek yeni bir mülteci akını, Almanya’yı, Orta ve Doğu Avrupa’yı istikrarsızlaştırma potansiyeline sahip. Bütün bu denklem içerisinde Rusya-Ukrayna geriliminden en fazla etkilenme potansiyeline sahip Avrupalı aktör Almanya olmasına karşın, Almanya’nın diplomasi sürecinde fazla bir karşılığının olmadığı ortaya çıktı. NATO üyesi Almanya, Rusya’nın işgal tehdidini yakından hisseden Ukrayna’ya silah satma konusunda bile çekinceli davranıyor. Almanya’nın bu yaklaşımı ve kısıtlamaları, Berlin’in itibarını başta Polonya olmak üzere Doğu Avrupa ve Baltıklardaki AB üyesi ülkeleri nezdinde zayıflatıyor. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Almanya’nın dış politika ve güvenlik alanlarında hak ettiğinden daha etkisiz ve kırılgan bir durumda olduğu görülüyor.
Avrupa’daki böylesi bir dağınıklık görüntüsü, Rusya’nın daha maksimalist beklentiler içerisine girmesini sağlıyor. Özellikle Covid-19 pandemisi sonrası kendi iç sorunlarına ve ekonomik dalgalanmalarına odaklanan bir Avrupa için geniş kapsamlı bir savaş senaryosu, kabus niteliğinde. Üstelik savaş tehditleri altında yükselen enerji fiyatları Avrupa’da enflasyonun hızlı bir şekilde artmasına da neden oluyor. Avrupa’nın birçok ülkesinin enflasyonla ilgili hatıraları, daha çok savaş dönemlerini çağrıştırdığı gibi çoğu Avrupa ülkesi böylesi bir krize direnç gösterme noktasında oldukça kırılgan durumda. Rusya ile sıcak bir çatışmanın ekonomilerde tahmin edilenin ötesinde bir tahribat oluşturacağının farkında olan Avrupalı liderler Rusya ile mevcut gerilimin kontrolsüz tırmanmasından kaygı duyuyorlar. Ama Avrupalı liderlerin bu kaygısı güçlü bir dayanışma ve kapsamlı bir tedbir seferberliğine dönüşemedi. Bu kırılganlık karşısında tam anlamı ile bir dayanışma hissinin oluştuğunu iddia etmek ise oldukça güç.
Özellikle Batı Avrupa’daki halklar, Ukrayna krizini kendilerinin uzağında bir sorun olarak görüyor ve hükümetlerinin böylesi bir sorunun dışında kalmaları gerektiğine inanıyor. NATO aracılığı ile gelen dayanışma çağrıları ise sahada daha güçlü bir karşılık bulabiliyor, nitekim Danimarka, Hollanda, Fransa ve İspanya gibi ülkeler; Romanya ve Litvanya’ya askeri desteklerini artırdılar. Ancak bu destekler, Rusya’nın bütün bölgeye yapmış olduğu askeri yığınak yanında son derece sönük kalıyor. Ukrayna’ya savunma konusunda en kayda değer katkı, Britanya tarafından sağlanıyor. Britanya’nın sağladığı askeri destek ise ülkenin işgalini engellemekten çok hibrit bir direnişe faydalı olacak nitelikte. Bu bağlamda Ukrayna askeri birimlerinin uzun vadeli bir yıpratma savaşı ve hibrit bir savaşa hazırlandıkları öngörülebilir.
ABD’nin Odak Kayması
Her şeye rağmen son dönemde özellikle Doğu Avrupa’da NATO kanadındaki askeri hareketlilik, Rusya’yı rahatsız eden asıl unsur değil. Avrupa’nın tavrı Rusya’yı caydırmaktan uzak. Rusya daha çok ABD’nin bu konuda nasıl hareket edebileceğine odaklanıyor. ABD’nin tavrı da mevcut durumda askeri açıdan bir caydırıcılık göstermemekte. ABD’nin odağı son dönemde Avrupa ve Ortadoğu’dan Hint-Pasifik bölgesine kaymış durumda. Bu odak kayması da Rusya açısından elverişli bir durum oluşturuyor. ABD, Donald Trump başkanlığından beri Avrupa’nın kendi güvenliği konusundaki dosyalarda daha fazla inisiyatif almasını ve savunmanın maliyetini Avrupalıların ödemesini istiyor. Trump “biz Rusya’yı dengelemeye çalışırken, Almanya Rusya ile boru hatları inşa edip Rusya’nın daha da güçlenmesini sağlıyor” serzenişinde bulunuyordu.
NATO’nun bir bütün halinde, koordinasyon içerisinde hareket etmesi şüphesiz Rusya açısından caydırıcı olacaktır ancak geçmiş olduğumuz zaman içerisinde NATO ve AB genişlemesine karşın bu örgütlerin iç dayanışmalarında ciddi aksaklıklar yaşandı. Ortak tehdit algısının zayıfladığı bir ortamda, ittifak genişledikçe içi boşaldı. Bu eleştirilere Brüksel’de üst düzey NATO yetkililerinin verdiği cevap ise NATO’nun sadece askeri bir ittifak olmadığı aynı zamanda belirli siyasi değerler etrafında bir araya gelen müttefik ülkelerden oluştuğunu yani NATO’nun aynı zamanda Batı’nın siyasi değerlerini taşıyan bir ittifak olduğu sözlerini tekrarlamaktan ibaret.
Avrupa’da Stratejik Otonomi Tartışmaları
Avrupa Birliği projesinin genel hatları ile koskoca bir kıtaya on yıllardır refah, özgürlük ve istikrar getirmiş olmasına karşın büyük jeopolitik tehditlere çözüm üretme noktasında zayıf kaldığı bu krizle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Stratejik otonomi tartışmaları, Avrupa’nın geleceği ve güvenliği açısından anlamlıdır ancak bu aşamada ABD ve NATO’yu ikinci planda tutan bir savunma anlayışının kıtaya güvenlik getiremeyeceği anlaşılmıştır. NATO çerçevesinde hareket etmenin yakın vadede Avrupa açısından daha güçlü bir savunma çerçevesi oluşturacağına dair bir kanı hakimdir. Ancak ABD’de Trump veya Trump benzeri bir liderin yeniden seçilmesi ihtimali, Brüksel’de stratejik otonomi yaklaşımını savunanların elini güçlendirecektir.
Rusya-Ukrayna gerilimi, Avrupalı aktörler arasındaki fikir ayrılıkları ve dağınıklıkları yeniden görünür hale getirdi. Normal dönemlerde fazla önemsenmeyen bu dağınıklık, Covid-19 ile mücadele ve Rusya-Ukrayna gerilimi gibi büyük çaplı krizlerde daha belirgin bir hal alıyor. Avrupalı liderler özellikle mali boyutlu meselelerde ve güvenliğini ikinci derecede ilgilendiren konularda geç de olsa çözüm üretebiliyorlar. Askeri gerilimler ise Avrupalı ülkelerin en hazırlıksız olduğu sınamalar.
ABD güvenlik şemsiyesi ve NATO’nun Avrupa istikrarı açısından önemi yeniden teyit edilmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin de NATO ittifakı ve Avrupa ittifakı açısından öneminin altı çiziliyor. Türkiye bu krizde Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk rolüne talip; aynı zamanda NATO sorumluluklarına da bağlı bir ülke. Özellikle Karadeniz’e kıyıdaş NATO ülkeleri, Baltık cumhuriyetleri ve Polonya, Türkiye’nin stratejik rolünü daha fazla önemsiyorlar. Aynı ülkeler ABD-Avrupa dayanışmasının da savunucusu durumundalar. Avrupa açısından asıl sınama, sıcak çatışma durumunda yaşanacaktır. Böylesi bir durumda yaptırımların etkisiz kalacağını öngörmek durumundayız. B planını oluşturamamış bir Avrupa ise Rusya açısından caydırıcılıktan yoksun kalacaktır. Rusya bu krizde geri adım atsa bile Avrupa üzerindeki baskılarını azaltmaktan vazgeçmeyecek gibi duruyor.