21. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanırken, jeopolitik sınamalar devletlerin ve kurumların iki kabiliyeti benimsemesi gerektiğini gösterdi. İç içe geçen ve süreklilik arz eden krizleri sezme ve yönetme becerisi ile kendini güncelleme kapasitesi. Dünya, Birinci Soğuk Savaş’ın ardından gelen milenyumda, umduğu küresel huzuru bulamadığı gibi, 2001’den itibaren terörün, 2008’den itibaren ise ekonomik durgunluk ve resesyonun küreselleştiğine şahit oldu. Göç, salgın hastalıklar, küresel iklim değişikliğinin tetiklediği kuraklık ve gıda krizi, değişen iklim koşullarından kaynaklanan afetler, iç içe geçen sosyal krizleri her gün farklı istikrarsızlık tehditleri olarak ülkelerin gündemine getiriyor. Krizlerin “yeni normal” haline geldiği, hatta olağan sürecin kendisi haline dönüştüğü bir dönemde, yönetim yapıları da kendilerini buna uyarlamaya çalışıyor. Bu uyarlama ise geçmişte olduğu gibi aradaki sürenin 30-40 yılı bulabildiği yapısal reformlarla karşılanabilecek gibi değil.
Teknolojinin gelişim hızına bağlı olarak sanayi devrimleri arasındaki süre giderek kısalırken, devletler ve kurumların da kapsamlı reformları beklemek yerine, bugün farklı alanlarda kullandığımız dijital teknolojiler gibi, sık aralıklarla kendisini güncellemesi gerekiyor. Krizleri sezme ve mücadele kapasitesinin yanı sıra kendini güncelleme yeteneği, güvenlik ve istihbarat alanında da üzerinde durulması gereken hususlar haline geldi. İngiltere askeri istihbarat servisi MI6’nın Başkanı Richard Moore’nin 30 Kasım’da Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’ndeki (IISS) konuşmasında ifade ettiği gibi “İstihbarat yapılanmaları dünyayı olduğu haliyle görür, olmasını arzuladığımız haliyle değil”. Yurtta ve cihanda sulh prensibini benimsesek de dünyanın mevcut haliyle kabulünü gerektiren katı matematik gerçeklerle de barışık olmak gerekiyor. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) yaklaşık 17 yıldır içerisinde bulunduğu dönüşümü de bu gerçek çerçevesinde değerlendirmek icap eder.
MİT’in, Ekim’de iki (İran ve İsrail), Kasım’da bir yabancı istihbarat servisi (Rusya) ile bağlantılı Türkiye topraklarındaki faaliyetlere karşı düzenlediği operasyonların yanı sıra Aralık 2015’te “Çukur Eylemleri”nin planlayıcılarından KCK/PKK’lı teröristler Renas Ermeğan ve Nevzat Durmuş’un etkisiz hale getirilmeleri ile KCK/PKK’lı terörist Pervin Arslan ve örgütün sözde üst düzey sorumlularından Duran Kalkan’ın koruması Emrah Adıgüzel’in yakalanarak Türkiye’ye getirilmeleri, kriz yönetimi ve güncelleme kavramlarının somut çıktılarıdır. Bu operasyonlar, Karadeniz-Doğu Akdeniz-Suriye-İran-Irak hattındaki gelişmelere dair Türkiye’nin verdiği yanıt ve mesajlar bütünüdür.
Değişim ve Güncellemenin Kaçınılmazlığı
İçerde ve dışarda Türkiye’nin MİT ile kazandığı bu operasyon kabiliyeti, geçmişi 2005’e dayanan bir sürecin sonucudur. İstihbarat dünyası uluslararası jeopolitik ortamın travmatik değişimlerinden kaçınılmaz şekilde etkilenerek değişir, dönüşür ve kendisini günceller. Amerika Birleşik Devletleri’nde istihbarat topluluğunun bugünkü yapısının temelleri, 70’inci yıldönümü kısa süre önce geride kalan “Pearl Harbor Baskını” ile atılmıştır. ABD istihbarat kaynakları, Japonya’nın sürpriz saldırı planına dair bilgilere ulaşmış ancak bunları değerlendirip önlem alacak yerlere iletememiştir. Japon donanması tarafından Pasifik Okyanusu’ndaki Amerikan donanma varlığını hedef alan bu baskın; istihbarat toplamak, toplanan istihbaratı kıymetlendirmek, analiz etmek, akabinde elde edilen bilgiler neticesinde harekete geçmek için farklı katmanlara ihtiyaç olduğu gerçeğini gösterdi.
CIA (Merkezi İstihbarat Teşkilatı) bu ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Kuruluşundan itibaren “Operasyonlar Direktörlüğü (The Directorate of Operations/DO)” ve “İstihbarat Direktörlüğü (The Directorate of Intelligence/DI) olarak ikiye ayrılmıştır. Bunun yanı sıra bütçesi CIA’dan daha büyük olan sinyal istihbaratından (SIGINT) sorumlu Ulusal Güvenlik Ajansı (National Security Agency/NSA) da çağın gereklerine uygun olarak ortaya çıkmıştır. Bu istihbarat yapısı zaman içerisinde IMINT (İmaj İstihbaratı), Savunma İstihbarat Ajansı DIA (Defence Intelligence Agency/Pentagon), NGA (National Geospatial/Ulusal Jeo-Uzaysal İstihbarat Dairesi) gibi farklı birimleri ortaya çıkardı. Bu “istihbarat ailesi”ne, karşı istihbarattan sorumlu FBI’yı (Federal Soruşturma Bürosu) da eklemek gerekir. Sayıları 16’yı bulan ve bazıları farklı kurumlara bağlı olarak işleyen bu istihbarat yapısı 21. yüzyılla beraber değişen tehditlerle beraber ABD’nin sorunlarını çözmeye yetmedi. Birinci Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber, Avrupa odaklı Varşova Paktı mensubu hasımlarının ortadan kalktığına inanan ABD istihbarat ailesi, insana dayalı istihbarat toplama yöntemleri olan HUMINT’in artık demode olduğu, elektronik haberleşmeyi takip ederek (SIGINT) tehditlerin savuşturulabileceği fikrine kapıldı. Bu fikrin oluşturduğu rehavet, ABD’ye pahalı bir derse mal oldu. Başka bir yüzyıldan gelmiş gibi davranan, akıllı telefon kullanmayan ya da bildiğimiz elektronik haberleşme metotlarını farklı biçimlerde kullanan el Kaide terör örgütü, geride sinyal izi bırakmadan ABD topraklarına sızarak “11 Eylül Saldırıları”nı düzenlemeyi başardı. STRATFOR düşünce kuruluşunun kurucusu George Friedman “Amerika’nın Gizli Savaşı” adlı eserinde ABD’nin SIGINT merkezli istihbarat anlayışına odaklanmasının oluşturduğu zafiyeti, şu anekdotla örneklendirir:
“9 Eylül Pazar günü Usame Bin Ladin annesine telefon etti. ‘İki gün sonra büyük bir haber duyacaksın ve ben de bir süre ortadan kaybolacağım, beni merak etme’ dedi. Bin Ladin bu telefonu ederken Ulusal Güvenlik Teşkilatı NSA’nın sinyal istihbaratı SIGINT uyduları tarafından dinleneceğini biliyordu. Bölgedeki NSA dinleme-çeviri-analiz devresinin yaklaşık 72 saat sürdüğünden de haberi vardı. Telefonunun dinlenip durumun anlaşıldığı saatte, saldırıların gerçekleştirilmiş, her şeyin bitmiş olacağını da biliyordu”.
11 Eylül Saldırıları, ABD’nin Pearl Harbor’dan sonra yaşadığı ikinci travma oldu. Bu terör eylemi yalnızca ABD istihbarat topluluğuna değil tüm ülkelere “insan istihbaratının” önemini ve yabancı topraklarda önleyici operasyonların gerekliliğini hatırlattı. Artık HUMINT ve SIGINT’in hibrit bir şekilde uygulanmasının gerekliliği kabul edilirken, istihbarat örgütlenmesinin hasımlarını yabancı topraklarda durduracak kapasiteye erişmesinin hayati önemi de tasdiklenmişti.
21. Yüzyılın Tehditlerine Ayak Uydurmak
MİT de 11 Eylül’ün ardından jeopolitik zeminin değişen doğasına uyum sağlamak ve ABD’nin Irak ile Afganistan’ı işgaliyle doğacak sonuçların meydana getireceği tehditlere karşılık verecek bir yapılanma için 2005’te harekete geçti. Bu değişimin işareti MİT’in 80’inci kuruluş yıldönümüne istinaden, dönemin Müsteşarı Emre Taner’in kaleme aldığı, 5 Ocak 2006’da yayımlanan bir açıklama ile kamuoyu ile paylaşıldı. Taner, açıklamasında, Türkiye’nin stratejik ve jeopolitik nedenlerle artık savunma pozisyonunda kalmakla yetinemeyeceğini vurgularken, istihbaratın işlevinin, güvenlik politikalarını ve ulusal çıkarları destekleyecek şekilde yapılandırılacağının ve geliştirileceğinin ipuçlarını verdi. Bu açıklamanın ardından kamuoyuna yansıyan somut adımlar, 2009 ve 2012’de MİT teşkilat şemasında yapılan değişikliklerle geldi. Bu değişikliklerden en önemlisi Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı’nın (GESKOM) 1 Ocak 2012’de MİT Müsteşarlığı’na bağlanması oldu. 15 Mayıs 2012’de “Sinyal İstihbarat Başkanlığı” adı altına yeniden yapılan birim, Türkiye’nin sinyal istihbaratı alanında üstünlüğü ele almasını sağlayarak, bugün Kuzey Irak’ta ve Suriye’de, PKK/PYD ile DEAŞ terörüne karşı mücadeledeki başarıların mihenk taşlarından oldu.
MİT’i “savunma pozisyonu”ndan çıkararak uluslararası düzeyde rekabet edebilir hale getiren adım ise 2014’te 31 yıllık “2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu”nun güncellenmesiyle atıldı. Bu güncellemeyle MİT, HUMINT ve SIGINT’i küresel çapta kullanılabilmesine olanak tanıyan 6 başkanlık çerçevesinde organize oldu (Güvenlik Tahkikat Başkanlığı, İstihbarata Karşı Koyma Başkanlığı, Dış Operasyonlar Başkanlığı, Güvenlik İstihbaratı Başkanlığı, Elektronik Teknik İstihbarat Başkanlığı, Sinyal İstihbaratı Başkanlığı). Bu güncelleme süreci şimdilik kaydıyla 25 Ağustos 2017’de yürürlüğe giren “694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile MİT’in Cumhurbaşkanına bağlanması ile tamamlanmış görünüyor.
MİT’in geçen Ekim ve Kasım’da İran, İsrail, Rusya, PKK/KCK kaynaklı tehditlere yönelik operasyonları ile FETÖ ve DEAŞ’a yönelik çalışmalarını değerlendirirken bunların 17 yıllık bir çalışmanın sonuçları olduğunu hatırlamak gerekiyor. Günümüzde NATO’nun Doğu Kanadı merkezli yaşanan gelişmeler, Ukrayna-Rusya arasında yeni bir sıcak çatışma ihtimali, Karadeniz’de NATO-Rusya rekabeti, Batı Balkanlar’da AB ve NATO’nun genişleme talebine karşı Rusya’nın direnişi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Batı’ya ilerleme gayretine karşı ABD’nin koyduğu engeller, jeopolitik mücadeledeki tehditleri daha da çeşitlendirdi. Türkiye’nin yakın ilişkiler kurduğu Afrika kıtası bugün yalnızca yer altı ve yer üstü kaynakları nedeniyle sömürülmek istenen bir coğrafya olmanın ötesinde Fransa ve Rusya gibi ülkelerin hibrit güçlerinin operasyon alanına dönüştü. “Tedarik Krizi”, “Covid-19 Krizi” gibi dünyanın daha önce karşılaşmadığı boyuttaki tehditler de ulusal ekonomileri cendereye sokarken, sosyal sorunları çatışma alanı haline getiriyor. Küresel jeopolitik manzara, MİT’in yakın zamanda dördüncü Sanayi Devrimi’nin ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir güncellemeye gitmesini de gerektirebilir. Devletler ve devlet dışı faktörler boş durmayarak dördüncü Sanayi Devriminin sunduğu teknolojik olanaklarla şimdiden kendilerini “dijitalizasyon sürecine” uyarlamaya başladılar.
Dördüncü Sanayi Devrimi ve İstihbarat
Makalenin başında MI6 Başkanı Moore’un bir düşünce kuruluşunda kamuya açık olarak yaptığı konuşmaya değinmiştik. Moore bu konuşmasında, ülkesine yönelik tehdit kaynaklarını; Çin, Rusya, İran ve uluslararası terörizm olarak sıralarken, bunların kullanmaya yöneldikleri araçlara da işaret etti. “Sentetik Biyoloji, Kuantum Bilgisayar Programcılığı ve Yapay Zeka Mühendisliği”. 2020 küresel çapta giderek artan fidye amaçlı görünen siber saldırılara sahne oldu. Bu saldırılar sırasında dünyanın yoğun nüfuslu metropollerinin elektrik sistemlerinin, ABD’nin petrol boru hatları ile gıda üretim tesislerinin doğrudan hedef alındığı görüldü. Devlet destekli olduğu varsayılan siber saldırılar, artık hasım devletlerin devlet kurumlarını hedef almanın ötesine geçerek, toplumların enerji ve gıda güvenliğini doğrudan tehdit ediyor. Milli İstihbarat Teşkilatı’nı, çok yakın gelecekte KCK/PKK ve DEAŞ gibi Ortadoğu coğrafyasının ürünü olan terör örgütleriyle klasik yöntemlerle yürüteceği mücadelenin yanı sıra, ülkemizin İkinci Soğuk Savaş’ın kapısından giren Süper Güçler’in çıkar çatışmalarının yanı başında olması itibarıyla dijital dünyada vereceği mücadele bekliyor.