Kriter > Dosya > Dosya / NATO |

Kaygılı Revizyonist: NATO’nun Genişlemesi Rusya İçin Ne Anlama Geliyor?


Ukrayna Savaşı ve Kuzey Avrupa’nın tarafsız devletlerinin NATO’ya yönelmesi Rusya’nın açıkça revizyonist bir aktör olarak görüldüğünü ve Rusya ile NATO arasında tampon bölgelerin bir şekilde eridiğini de bize gösteriyor. Bu şartlarda sadece revizyonist Rusya ile karşı karşıya kalanlar değil, Rusya’nın kendisi de kaygılı olmaya devam edecek.

Kaygılı Revizyonist NATO nun Genişlemesi Rusya İçin Ne Anlama Geliyor

NATO, Soğuk Savaş sonrası dönemde 5 genişleme dalgası içerisinde Merkezi ve Doğu Avrupa, Karadeniz, Baltıklar ve Balkanlar’da eski Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği ülkelerinin bir kısmını kapsayacak şekilde genişledi. Bu genişleme ayrıca Batı güvenliği ile ilintili ama doğrudan NATO genişlemesi çerçevesinde ele alamayacağımız bazı gelişmelerle iç içe geçti ve Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası güvenlik ve tehdit algılamalarının bir parçası oldu. Bu gelişmelerden en önemlilerinden biri şuydu: NATO’nun genişlemesi PfP/BİO (Barış İçin Ortaklık) ve MAP (Üyelik Eylem Planı) ile başlayan bir süreç içerinde gerçekleştiğinden, sosyalizasyon ve bir arada/birlikte çalışabilirliğin inşasının üyelikten önce başladığı bir gelişmeyi ifade ediyordu. Bu süreç, NATO’nun sadece bir ortak savunma örgütü olmaktan, ortak güvenlik ve iş birlikçi güvenlik örgütü olmaya doğru evrildiği süreçle birbirinden ayrılmaz duruma geldi. Kısaca Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya, NATO’nun yeni oluşan Avrupa güvenlik mimarisinin merkezine oturduğu gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldı. Bu Kremlin açısından iki şeyi ifade ediyordu.

İlk olarak, Rusya için NATO’nun Avrupa güvenlik mimarisinin merkezine oturması demek ABD’nin Avrupa güvenliğinde etkisinin artması demekti. ABD’nin küresel gücündeki artış Washington’ın tek taraflı politika izleme yönelimi ile birleştirildiğinde, Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası konvansiyonel ve siyasi zayıflıklarına dayalı olduğu için zaten çok memnun olmadığı Avrupa güvenliğindeki statükodan daha da rahatsızlık duymasına sebep oluyordu. Bu konuda en sembolik gelişme ABD’nin tek taraflı olarak 2002’de Anti-Balistik Füze Anlaşması’ndan (ABM) çekilmesiydi. Bu sembolik adımı takiben Bush yönetiminin Avrupa’da konuşlandırılacak Ulusal Füze Savunma Sistemi planı, uluslararası kamuoyu ile paylaşıldı. Obama yönetimi altında ulusal bir savunma sistemi olmaktan çıkarılan sistem, 2010 Lizbon Zirvesi ile NATO savunma sistemine entegre edildi. Moskova’nın hem 2002 hem de 2010 kararını Avrupa’daki statükonun silahlanma lehine bozulduğu şeklinde yorumladığını attığı adımlardan yani hem Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması’nda (AKKA) getirilmiş sınırlamalara uymayacağını açıklamasından hem de Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’nın (INF) delinebileceği ile ilgili yaptığı uyarılardan anlıyoruz. Sonuç Rusya adına Kaliningrad’ın silahlandırılması ve Doğu Avrupa ve Baltıklar -NATO’nun 1999 ve 2004 genişlemesi ile ulaştığı iki alan- arasında Kaliningrad üzerinden bir alan kontrol balonu (A2/AD bubble) meydana getirmesiydi.

 

1997 Konsensüsü

İkinci olarak NATO’nun Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik mimarisinin merkezine oturması, Rusya’da Rusya-Batı iş birliğinin yeni Avrupa güvenlik mimarisinin temeli olacağını düşünen dış politika elitinin argümanlarının altını boşaltıyordu. Avrupa güvenliğinin alanını Vancouver’dan Vladivostok’a kadar uzatma düşüncesi 1990’larda ABD temsilcileri tarafından da dilendirilmişti. Bu tip söylemin Batı başkentleri tarafından zaman zaman benimsenmesi Rusya’da belirli bir siyasi kesime umut veriyordu. Rusya’da Batı yanlısı dış politika elitinin naif olduğunu düşünmek aslında oldukça zor. Mesele Moskova için, Batılı başkentlere güvenmekten ziyade, Batı ile yeni oluşacak statüko ve Rusya’nın bu statükodaki eşit yeri için müzakere etmek zorunda olduğunun bilinmesiydi. NATO’nun ilk genişleme dalgasının nasıl olacağının tartışıldığı 1990’larda ABD içerinde NATO’nun genişlemesinin Rusya üzerinde doğuracağı olumsuz etki ve Moskova’yı Washington ile iş birliği yapmaktan uzaklaştırma olasılığı da değerlendiriliyordu. Bu noktada “NATO genişlerken, Rusya için bazı güvenlik teminatları oluşturulabilir mi?” sorusunun cevabının arandığını görüyoruz. Moskova, teminatlar söz konusu olduğunda iki Almanya birleşirken ve Rusya Doğu Almanya’dan askerlerini çekmeye karar verirken elde ettiği muğlak sözlerden daha kurumsal garantiler arıyordu. Elde edilen sonuç Kırım’ın işgaline kadar kör-topal işlemiş olan NATO-Rusya Konseyi ve 1997’de imzalanan Rusya-NATO Kurucu Senedi’ydi. Bağlayıcı olmayan bu anlaşmaya göre NATO ve Rusya birbirlerini düşman olarak kabul etmemeye karar veriyor, Rusya ile ortak fikir alışverişi sözü veriliyordu. Bu Rusya’nın NATO güvenliğinde veto gücü olarak görülemeyecek bir sesi olması demekti. Ayrıca Brüksel, NATO’ya yeni üye olan ülkelere nükleer silah yerleştirme niyeti ya da sebebi olmadığını kabul ediyor, NATO’nun nükleer durumu ve politikasını değiştirmeyeceğini söylüyor ve öngörülebilir gelecekte bu ülkelere daimi askeri kuvvet yerleştirmekten imtina edeceği sözü veriyordu.

1997 Anlaşması ile Rusya’nın NATO’nun genişlemesini doğrudan NATO’nun ismini anarak tehdit olarak değerlendirmesi on yıllık bir süre boyunca ertelenmiş görünüyor. Gerçekten de 2007’den sonra başta Putin olmak üzere Rus dış ve güvenlik politikası elitinin NATO’nun genişlemesini ve NATO kuvvet yapılanmasını bir mesele haline getirdiklerini ve 2014 sonrası yayınlanan resmi belgelerde bu hususun açıkça zikredildiğini görüyoruz. Dolayısıyla 1997’de ulaşılan konsensüsün Moskova için -hem Rusya’nın statü arayışı açısından hem de güvenlik arayışı açısından- yeterince tatmin edici olmadığı ve yeterince güvenilir bulunmadığını söylenebiliriz. Bunun temel nedeni de oluşan bu konsensüsün Rusya’nın konvansiyonel zayıflığı üzerine dayanmasıydı. Moskova iki şeyin çok net farkındaydı. Birincisi, SSCB’nin dağılması sonrasında konvansiyonel güçler açısından zayıflamıştı. Sovyet sonrası dönem Rusya için küçülme ve kısıtlanma anlamına geliyordu. Bu şartlarda Moskova için Avrupa’da ABD ile eşit bir statünün yakalanması ve NATO merkezli oluşan Avrupa güvenlik mimarisinde sözü geçen bir aktöre dönüşmesi oldukça zordu. İkincisi ise bu konvansiyonel zorluklar, ABD’nin NATO merkezli politikaları ve eski Doğu Bloku ülkelerinin Batı kurumlarına (NATO ve NATO’yu takiben AB üyelik süreçleri) yönelimleri düşünüldüğünde Moskova’nın NATO’nun genişlemesini durdurması da mümkün değildi.

Harita

Rusya’nın Stratejik Tercihleri

Bu nedenle Rusya, doğrudan NATO genişlemelerini engelleyecek bir pozisyondan ziyade iki ayaklı bir stratejiye yöneldi. İlk olarak bir yandan Kremlin, Batı ve Rusya arasında kalan tampon bölgelerin kontrolünü en maliyetsiz yöntemle sağlamaya çalıştı. Bu tampon alanlarının tamamen Rusya kontrolünde olmasa bile sınırlı alan kontrol balonları (A2/AD) üzerinden kontrol edilmesi ya da bölünmesi anlamına geliyordu. 1999’da Polonya’nın İttifak’a girmesi ve Rusya’nın Kaliningrad merkezli alan kapatma kapasitelerini geliştirmesi arasında doğrudan bir bağlantı kurmak zor değil. Benzer şekilde 2004’teki büyük genişlemeden sonra Rusya Baltık ve Karadeniz’de hem üç Baltık ülkesinin NATO’ya katılması ile Kaliningrad açısından hem de Romanya ve Bulgaristan’ın İttifak’a girmesi ile Karadeniz’deki Rus varlığı açısından kuvvetlerinin kapattıkları alanların dışına çıkamaması riski ile karşı karşıya kalıyor. Bu risk, NATO’ya yeni üye olan devletlerin ittifaka sağladığı askeri katkıdan veya silahlı kuvvetlerinin gücünden ziyade, İttifak için bir giriş noktası olmaları ve jeopolitik konumlarından kaynaklanıyor. Türkiye’nin NATO üyesi olduğu, Türk Boğazlarının Ankara’nın kontrolünde olduğu ve 2008 Bükreş Zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’ın olası İttifak üyeliğinin dillendirildiği düşünüldüğünde, Rusya’nın Karadeniz Donanmasının Karadeniz’e kapalı kalma riskinin bertaraf edilmesi zorluğuyla Kremlin’in karşı karşıya kaldığını anlıyoruz. Bu zorluğu aşmak için Rusya hem Gürcistan ve Ukrayna içerisinde güç kullanarak toprak bütünlüğü ile ilgili sorunlar çıkardı hem de Abhazya üzerinden Gürcistan’ın, Kırım üzerinden Ukrayna’nın Karadeniz’de olan varlıklarını sınırladı.

İkinci olarak da Rusya Baltık ve Karadeniz’de sınırlanmasının mümkün olmayacağını yani bu sınırlamayı inkar edebilecek hareket alanına sahip olduğunu göstermeye çalıştı. Bu Rusya’nın Arktik Denizi- Atlantik, Karadeniz-Akdeniz bağlantısında hareket serbestliğine sahip olması, Arktik, Doğu Akdeniz ve Güney Kafkasya’da alan kapatma araçlarına sahip olmaya devam etmesi ve Kaliningrad açısından Beyaz Rusya ile ittifakını sürdürmesi, böylece Polonya-Litvanya sınırını (Suwalki Boşluğu) baskı altında tutması anlamına geliyordu. NATO’nun 2009 sonrası Karadeniz Akdeniz hattında Avrupa kıtası üzerinde boşlukları dolduracak şekilde genişlemesi (Arnavutluk, Hırvatistan, Karadağ, Kuzey Makedonya) karşısında da Bosna üzerinden baskıyı Sırp Cumhuriyeti aracılığıyla devam ettirmek Rusya’nın atabileceği bir adım olmuştu.

 

Ukrayna Savaşı ile Doğan Revizyonist

Kırım’ın ilhakı Rusya-Batı ilişkilerinde yaptırımlar üzerinden karşılıklı güç kullanımının önünü açtı, 1997’de oluşan konsensüsü işlemez hale getirdi, NATO’nun Galler Zirvesini takiben İttifak’ın konvansiyonel caydırıcılığı ve ABD’nin de Avrupa’daki askeri varlığı güçlendi. Buna rağmen 2022 Ukrayna krizine kadar temelde Rusya’nın Avrupa çevresinde sınırlı alan kontrolüne karşı NATO’nun güçlendirilmiş caydırıcılığı arasındaki denge üzerinden Batı-Rusya ilişkileri tanımlanmaya devam etti. Rusya, 2022 Ukrayna Savaşı öncesi devam eden krizi a) Ukrayna üzerinden ABD ve Brüksel’e baskı yapmak ve Avrupa güvenlik mimarisinde revizyon talep etmek için kullandı. Bu sadece Avrupa güvenliğinde ABD ile eşit bir statü arayışı değildi. Aynı zamanda b) NATO’nun tampon bölgeleri içine alacak şekilde genişlemesiyle buralarda kalıcı askeri varlığını artırma olasılığının Rusya için oluşturabileceği maliyetlerden kurtulma, bir nevi etki alanları (Rusya için daha sınırlı olacak şekilde) paylaşımı talep etmesiydi Moskova’nın. Rusya, Brüksel ve Washington’a yönelik taleplerinden sonuç alamadı ama bu Moskova’nın Avrupa güvenlik mimarisini revize etme talebinden vazgeçtiği anlamına gelmiyor.

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba
Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba, Brüksel'deki NATO Dışişleri Bakanları toplantısının ardından basın açıklaması yapıyor. (Dursun Aydemir/AA, 7 Nisan 2022)

 

Soğuk Savaş Sonrası 6. Genişleme

Finlandiya ve İsveç’in NATO üyesi olması; İttifak’ın Baltık, Kuzey Denizi ve Arktik’te varlığının güçlenmesi, Rusya’nın ise Kuzey Denizi, Arktik, Atlantik bağlantısında sınırlanması anlamına gelir. Rusya’nın Kola yarımadası ve Arktik Denizi’nde bulundurduğu nükleer güçleri düşünürsek, NATO’nun İngiltere, Norveç, İsveç, Finlandiya dörtlüsü üzerinden sahip olacağı hareket serbestliğinden Moskova’nın rahatsız olması kesinlikle beklenebilir. Ayrıca Arktik Konseyi’nde NATO üyesi ülkelerin sayısının artması, Batı-Kuzey hattında Rusya sınırında tampon alanın kalmaması, Rusya’yı sınırlamaktan çevrelemeye bir geçiş olarak da okunabilir. Zaten bu nedenle Kremlin, bu iki kuzey ülkesini üyelikle ilgili ilk duyumlar geldiğinde güç kullanmakla tehdit de etmişti. Ancak, Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının, bugünkü durumunda Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerini durdurabileceğini de kimse beklemiyor.

Kremlin, özellikle Finlandiya’nın üyeliğiyle ilgili Aland Adaları ve Saimaa Kanalı ile ilgili hukuki sorunları 23 Mayıs’ta dillendirdi. Bunun dışında Rusya temkinli bir “bekle ve gör” politikasına çekilmiş görünüyor. Kremlin, bu iki ülkenin üyeliğinin Rusya için büyük bir fark oluşturmayacağını ama NATO askeri varlığının iki ülkeye konuşlanması halinde bir şekilde başka bir yerde yanıt vereceklerini açıkladı. Bu açıklama teminat arayışından ziyade Rusya’nın NATO’nun genişlemesini engelleme gücü olmadığının kabulü olarak da okunabilir. Ancak bu Rusya’nın Kuzey Avrupa-Rusya sınırına -ki bu Baltıklardaki dengeyi de etkileyecektir- taktik nükleer silahlar dahil kuvvet konuşlandırması beklentisini de artırıyor. Geldiğimiz noktada, NATO üyeliği olsun olmasın ABD’nin Kuzey Avrupa ülkelerine askeri desteğini artıracağı beklentisi de var. Sözün özü Ukrayna Savaşı ve Kuzey Avrupa’nın tarafsız devletlerinin NATO’ya yönelmesi Rusya’nın açıkça revizyonist bir aktör olarak görüldüğünü ve Rusya ile NATO arasında tampon bölgelerin bir şekilde eridiğini de bize gösteriyor. Bu şartlarda sadece revizyonist Rusya ile karşı karşıya kalanlar değil, Rusya’nın kendisi de kaygılı olmaya devam edecek. Avrupa güvenliğinin bu yeni normali büyük ihtimalle yeni demir perde ininceye kadar etkili olmaya devam edecek.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası