2011’de başlayıp hala devam eden Suriye iç savaşı terörizm ve terörle mücadelede iki ana akımın gelişmesine neden oldu: Birincisi terör örgütlerinin birbirinden öğrendikleri yöntemlerle inovatif terör eylemlerini benimsemeleri şeklinde doğrudan terör yöntemlerinde meydana gelen etkileşim ilişkisidir. İkincisi de belirli bir ideolojideki terör örgütüne karşı verilen uzatılmış terörle mücadelenin başka ideolojilerden yeni terör örgütlerinin güçlenmesine veya meydana çıkmasına yol açan bir sonuç ilişkisidir. Bu bağlamda dünyayı etkisi altına alan inovatif terör eylemlerinden daha da tehlikeli olanının meydana çıkan yeni terör örgütleri olduğu su götürmez bir gerçektir. DEAŞ’a karşı verilen mücadelenin manipülasyonu Suriye’de PYD gibi örgütlerin güçlenmesine neden olurken İslamofobik oluşumların da Kıta Avrupası’nda örgütlü eylem geliştirmelerine yol açmıştır.
14 Mart 2019’da Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki iki camiye Cuma namazı esnasında yapılan silahlı saldırının arkasındaki motivasyon, hedef seçimi, yöntemi ve sonucu itibarıyla bir terör eylemidir. Saldırı İslamofobik motivasyonla planlanmış, Yeni Zelandalı göçmen Müslümanları hedef almış, modern otomatik silahlar kullanılmış ve kitlesel ölümlere neden olacak tarzda organize bir şekilde icra edilmiştir. Yeni Zelanda’daki saldırı incelendiğinde terörizmin dayandığı üç temel unsur olan “ideoloji”, “şiddet” ve “örgütlenme”nin tamamının saldırının karakterinde bulunduğu görülmektedir.
İdeoloji, Şiddet ve Örgütlenme
İdeoloji terörizmin kimlikleşmesi, hedef belirlemesi ve strateji geliştirmesini kapsayarak bilinç geliştirmektedir. Terörizm “şiddetin hukuksuzluğu” temelinde kavramsallaşırken ideolojiler üzerinden sınıflandırılarak adlandırılmaktadır. Ne var ki terörizmin ideolojik başvuruları dinler, ırklar, kültürler, daha da önemlisi toplumların sunduğu değerler sisteminin rasyonel pratikleri değil bu sistemlerin örgütler tarafından özgün kodlamalarıdır. Bu bakımından Yeni Zelanda’daki saldırının da ideolojik bir kodlamanın ürünü olduğu görülmektedir. Öyle ki Kıta Avrupası’nda başlayan ve giderek yerleşik hale gelen İslamofobi ve yabancı düşmanlığı ideolojik motivasyonun temelini oluşturmakta, ABD önderliğinde yürütülen El-Kaide ve DEAŞ ile mücadeledeki manipülatif uygulamalar da İslamofobik çevrelerin harekete geçmesini kolaylaştırmaktadır.
Şiddet ise terörün en görsel unsuru olup içerdiği korku, baskı ve zorlama temalarıyla bir program ve yöntemdir. Şiddet hedeflere ulaşma, etkinlik ve yaygınlığı artırmanın bir aracıdır. Terörizm genel anlamıyla devletler ve toplumlar üzerinde korku ve baskı sağlamak suretiyle siyasi hedeflere ulaşabilmek için ideolojilerle motive edilmiş hukuksuz şiddet kullanımıdır. Yeni Zelanda’daki saldırının korkutmak, sindirmek, baskılamak ve zorlamak için Müslüman bir kitleyi hedef aldığı açıktır. Bu bakımdan kullanılan şiddetin hukuksuzluğu da göz önüne alındığında bunun bir terör saldırısı olduğuna dair hiçbir şüphe yoktur.
Terörizm için örgütlenme bir hiyerarşi dahilindeki sistem bileşenlerini ortaya koyan yapısal bir görüngüdür. Örgütte bir işlevsel sorumluluk ve sistematiklik söz konusudur. İslamofobik ideolojinin Kıta Avrupası’ndan Yeni Zelanda ve ABD gibi uzak coğrafyalara kadar yayılmasına bakılırsa İslam ve yabancı karşıtlarının birbirleriyle ideolojik anlamda etkileşim halinde oldukları söylenebilir. Avrupa’daki aşırı sağcı grupların –DEAŞ ve PKK kadar örgütsel sistematiklerini tamamlamamış olsalar da– DEAŞ’lı teröristlerin yalnız kurt eylemlerine benzer şekilde bireysel veya küçük gruplarla eylem inisiyatifi alabildikleri görülmektedir. Yalnız kurt eylemleri örgütsel kapasitenin yeterli olmadığı hallerde teröristlerin büyük bir gönüllükle inisiyatif aldıkları yıkıcı eylem türleridir.
Yeni Zelanda’daki saldırıyı gerçekleştiren teröristin saldırı esnasında camiye girişi, hedef gözeterek ateş etmesi, silahının üstüne aydınlatıcı aparatlar monte etmesi ve saldırı yerinde geçirdiği süreye bakıldığında bir seri keşif ve analiz yaptığı anlaşılmaktadır. Teröristin saldırının gerçekleştiği caminin mimari yapısı ve içerisindeki cemaatin davranışlarını hedef analizi kapsamında çalıştığı, kolluk kuvvetlerinin reaksiyon süresini de detaylı bir şekilde analiz ettikten sonra saldırıyı planlayıp icra ettiği görülmektedir. Teröristin birden fazla bölmede çok sayıda kişiyi doğrudan hedef alarak ateş etmesi ve daha sonra aynı odalara tekrar gelerek kurbanların ölümlerinden emin olmak için yeniden ateş etmesi saldırının ölümcüllüğünü artırmıştır. Teröristin eylem yöntemine bakıldığında büyük bir kararlılıkla ideolojik motivasyonunun peşinden gittiği, yakalanmakla ilgili herhangi bir endişe taşımadığı, hem kendi yüzünü hem de saldırıyı canlı olarak yayımlayarak kendi ideolojisindeki kişi ve gruplara olumlu mesajlar vermeye çalıştığı görülmektedir. Bu davranışların hiçbiri ABD’de meydana gelen bireysel okul saldırılarına benzetilemeyecek kadar yöntemsel olarak profesyonelliği ideolojik olarak da hedefli ve örgütsel sistematiği işaret etmektedir.
1 Ocak 2017’de İstanbul’daki bir gece kulübüne yönelik terörist saldırının ideolojik motivasyonları ile Yeni Zelanda’daki terör saldırısının ideolojik kodları nefret ve ayrıştırıcı bir söylem üzerinde inşa edilmiş ve ikisinin de birbirinden farkı yoktur. Yöntem bakımından ise camideki saldırının gece kulübündeki saldırıdan daha profesyonel gerçekleştirildiği görülmektedir. Yeni Zelanda’daki soruşturma tamamlandığında cami saldırısının örgütlülüğü bakımından da gece kulübü saldırısından farklı olmadığı anlaşılacaktır.
Saldırıda Kullanılan Silah
Saldırıda kullanılan silah Amerikan silah firması Colt tarafından sportif maksatlar için üretilen AR15 model yarı otomatik tüfektir. Her ne kadar sportif maksatlar için üretilse de AR15 ülkelerin ordularınca kullanılan M16 ve M4 model piyade tüfekleriyle aynı prensiplerde atış yeteneklerine sahiptir ve ölümcüllüğü bu iki silahtan daha az değildir. AR15’i bir kullanıcı için M16 ve M4’ten ayıran temel fark silahın –namlusu kısaltılarak– tam otomatik kullanımının önüne geçilmesidir. AR15’te atış modu tercih sistemi bulunmamaktadır. Bu özellik her ne kadar askeri kullanım için uygun olmasa da silah, mermi çapı ve şarjör kapasitesiyle silah üstüne monte edilebilen optik görüş ve aydınlatma aparatları bakımından M16 ve M4 ile aynı özelliklere sahiptir. Bu ise AR15’i sportif kullanım maksadının ötesine taşımaktadır.
Yeni Zelanda saldırısının görüntülerinden silahın otuz mermi kapasiteli şarjörlerle beslendiği ve üzerine aydınlatma feneri monte edildiği görülmektedir. Teröristin silahın namlusunun kısalığından istifade ederek kapalı mekanda silahı bir hedeften diğerine kolaylıkla doğrultabildiği ve silahı sadece yarı otomatik atış modunda kullanarak daha etkili nişan aldığı ve öldürücü atışlar yaptığı ortaya çıkmaktadır. Bu tür silahlar askeri ve kolluk uygulamalarındaki silahlı tehditlere karşı yürütülen özel operasyonlarda etkili olmamakla birlikte kapalı mekanlarda savunmasız hedeflere yönelik gerçekleştirilecek terör eylemleri için oldukça etkilidir. ABD ve Avrupa ülkeleri ile Yeni Zelanda ve Avustralya’da sportif maksatlar için sivil tasarımlara kavuşturulan bu silah atış kulüplerince yaygın kullanım alanına sahiptir. AR15 yine bu ülkelerde bireysel silahlanma için de şahısların tercih ettiği yarı otomatik silah sistemidir. Sivillerin bu silahları edinmesinin kolaylaşması teröristlerin de erişmesini sağlamaktadır.
İslamofobik Terörle Mücadele
Yeni Zelanda terör saldırısının terörizm literatürüne birçok ilkleri de katacağı muhakkaktır. Bu bakımdan böylesine bir saldırının Yeni Zelanda gibi Kıta Avrupası’na göre farklı kimliklere daha hoşgörülü bir ülkede gerçekleşmiş olması bir ilk sayılabilir. Öte yandan saldırının sosyal medya platformu üzerinden canlı olarak yayımlanması terör propagandası ve ideolojik benzerlikler gösteren diğer gruplarla etkileşimin anlık olarak gerçekleşmesi bakımından ikinci bir ilk olarak değerlendirilebilir. Saldırı İslamofobik yaklaşım ve söylemlerin bilinçli ve örgütlü bir argümantasyonla kapsamlı bir terör eylemine dönüşmesi bakımından da ayrıca bir ilk anlam taşımaktadır.
Bireysel silahlanma ve bu çerçevede Yeni Zelanda hükümeti her ne kadar saldırıya müteakip çok iyi bir kriz yöntemi örneği gösterse de İslamofobik terör örgütlerine karşı önleyici ve müdahale edici politikalar geliştirmekle sorumlu hale gelmiştir. Bu bağlamda Yeni Zelanda hükümetinin geliştireceği politikalar ve ülkenin güvenlik kuvvetlerinin uygulamaları başta Kıta Avrupası olmak üzere ABD ve diğer İslamofobik algının köpürtüldüğü ülkeler için örnek teşkil edecektir. Yeni Zelanda’nın İslamofobik ideoloji ve bu ideolojinin örgütsel yapılarına karşı geliştireceği mücadeleye katkı vermek maksadıyla nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan ülkelerin inisiyatif alması gerekmektedir. Yeni Zelanda’daki mücadele –terörle kaynağında kolektif mücadele etmek için– Hollanda, Avusturya, Almanya ve Fransa gibi Kıta Avrupası ülkelerinde artan aşırı sağcı eğilimler ile İslamofobi ve yabancı karşıtlığını da hedef almalıdır.