Kriter > Dış Politika |

İslamofobinin Paravan Kavramı: Avrupa İslamı


“Fransa İslamı”, “Avusturya İslamı” ve “Almanya İslamı” gibi terkiplerle gündeme getirilen yaklaşımların amacı, iğdiş edilmiş bir İslam anlayışının öncelikli olarak Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslümana benimsetilmesi ve akabinde dünyanın geri kalanında yaşayan Müslüman halklara ihraç edilmesidir.

İslamofobinin Paravan Kavramı Avrupa İslamı

Son dönemde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un öncülüğünde Fransız siyasal elitlerinin İslam’a, Hz. Peygamber’e, Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik bazen açıktan, bazen ise paravan kavramlarla yaptıkları saldırılar, dünyanın pek çok yerinden yorumcular tarafından farklı veçheleriyle ele alınmakta. Söz konusu değerlendirmelerde öne çıkan perspektiflerden biri de, bu saldırıların Macron yönetiminin gerek ülke içinde gerekse ülke dışında yaşadığı sıkışıklığı aşma ve Nisan 2022’de yapılması planlanan Başkanlık seçimlerinde başarıyı yakalama amaçlı olduğudur. Söz konusu iddia ilk planda yerindeymiş gibi görünmektedir. Bu çerçevede Fransız yönetiminin dış politika alanında son dönemde yaptığı yanlış seçimler sonucu bir çıkmaza girmesi, iç politikada da özellikle Covid-19 salgın sürecini çok kötü yönetmesi nedeniyle Fransız halkı nezdinde güvenilirliğini büyük oranda yitirmesi gibi argümanlar da bu iddiayı destekler görünmektedir. Ne var ki yaşadığımız olaylara günübirlik yorumlar ışığında tepki vermek yerine daha soğukkanlı bakma gerekliliği bir aciliyet olarak kendisini dayatmaktadır. Bu vesile ile meselenin özünün, Fransa, Avusturya ve Almanya gibi ülkeler ya da Macron, Kurz ve Merkel gibi liderler olmadığı gerçeğinin görülmesi gerekmektedir.

Burada özelde Avrupa’da yaşayan Müslüman toplumlara karşı, genelde de başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasına, daha doğru ifadeyle İslam dünyasının özellikle Erdoğan liderliğindeki uyanışına karşı ilmek ilmek örülen düşmanca bir politikanın varlığı söz konusudur. Bu düşmanca politik tavrın yaşadığımız dönemler için adı “Avrupa İslamı” ya da bunun gerçekleştirilemediği durumlarda “Fransa İslamı”, “Avusturya İslamı”, “Almanya İslamı” vb. olarak belirlenmiştir.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibaren yeni bir düşmana ihtiyaç duyan genelde Batı dünyasının, özelde de Avrupa Birliği’nin (AB) Komünizm yerine İslam’ı seçtiği hepimizin malumudur. Dünya siyaset sahnesinde ayakta kalan tek süper güç olmasından da kaynaklanan pervasızlıkla Batı’nın lider ülkesi ABD, İslam dünyasının açık talanını 1991’de gerçekleştirdiği Irak saldırısıyla başlatmıştı. Batı dünyasının güç kategorisinin daha alt basamağında yer alan AB ülkeleri de aynı zaman diliminde hem gerçek anlamda bir birlik hem de askeri olarak ABD kadar güçlü olamadıkları için İslam karşıtlıklarını perde arkasından yürütme yoluna gitmişlerdi.

Bu noktada Suriye kökenli Bassam Tibi’nin “Avrupa İslamı” kavramını 1992’de Paris’te yapılan bir toplantıda gündeme getirmesi oldukça manidardır. Avrupa İslamı’nın isim babası Tibi’ye göre Avrupa İslamı’nın ayırt edici yanı, dinin siyasetten kesin olarak ayrılarak İslam’ın Avrupa değerleriyle uyumlu hale getirilmesidir. Elbette Avrupa’da yaşayan Müslümanların bu duruma razı olmayacakları bilindiği için de bu durumu aşmak amacıyla siyasal düzlemde ikili bir politikanın izlendiği görülmektedir. Birincisi Müslümanlara Avrupa İslamı’nı benimsetmek veya en azından Müslüman halkların inanç ve anlayış dünyalarında yeni bir çatlak oluşturmak amacıyla kurumlar kurmak ve bu kurumlarda hem idareci olacak hem de söz konusu sapkın anlayışı yayacak “din adamları”nı devreye sokmaya çalışmak. İzlenen ikinci politikanın birincisine paralel olarak işletildiği görülmektedir. Burada izlenen strateji ise adım adım Müslümanca bir hayatın Avrupa kamuoyundan dışlanarak, giderek evlere/kalplere hapsolmasını amaçlayan yasaklar silsilesini hayata geçirmektir.

Kavramın kendisinden de anlaşılabileceği gibi Avrupa düzleminde uygulanmaya çalışılan bu planlı İslam karşıtlığının, aynı zamanda tek tek AB ülkeleri düzleminde de karşımıza çıktığını müşahede etmekteyiz. Hatta AB düzleminden daha çok milli devletler bağlamında, “Avusturya İslamı”, “Almanya İslamı”, “Fransa İslamı” gibi terkiplerle gündeme gelen “İslamlar”ın amacı da tıpkı “Avrupa İslamı”ndaki gibi, iğdiş edilmiş bir İslam anlayışının öncelikli olarak Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslümana benimsetilmesi ve akabinde dünyanın geri kalanında yaşayan Müslüman halklara ihraç edilmesidir.

Başta Fransa, Almanya ve Avusturya olmak üzere Avrupa’nın hemen her ülkesinde -içinde bulunulan konjonktürle de bağlantılı olarak- kimi zaman birinci adım kimi zaman ikinci adım öne çıksa da temelde her iki stratejinin de AB ülkelerinin İslam’a karşı tutumlarında belirleyici olduğu kuşku götürmez. Dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta ise, İslam’a ülkeler bazında istikamet verme çabalarının, AB’nin ihtiyaç duyduğu ortak bir Avrupa kimliğini oluşturma hedefi dışında, Türkiye aracılığıyla yeniden potansiyel gücüne ulaşma hamlesine kalkışan İslam dünyasının Avrupa’daki “5. Kolu” olarak değerlendirilen Avrupa Müslümanlarını baskılama, sindirme, olmuyorsa yok etme amacı taşıdığıdır. Bu çerçevede Avrupa ülkelerinde dile getirilen sözüm ona entegrasyon tartışmalarının nihai hedefinin de asimilasyon olduğunun tartışma götürmezliği vurgulanmalıdır. Nitekim Avrupa coğrafyasında yüzlerce yıl yaşamış olan Müslüman ve Yahudilerin feci akıbetleri bize her daim bu gerçeği hatırlatır.

 

Avrupa Müslümanları Ne Yapmalı?

Gerek Fransa’nın 90’lardan itibaren Fransız Müslümanlarını ehlileştirme çabaları, gerek Almanya’nın 2000’lerin ortalarından itibaren “Almanya İslam Konferansı” adı altında Almanya Müslümanlarını “iyi-kötü” olarak kategorize etme uğraşları ile gerekse Avusturya’nın 2015’teki “İslam Yasası” aracılığıyla Avusturya Müslümanlarını ötekileştirme gayretleri, Avrupa çapında Müslümanların hayrına olmayan ortak bir ajandanın yürürlükte olduğunun delilleridir.

Avrupa Müslümanlarının, başta Türkiye olmak üzere Batı karşısında konumlanan Müslüman ülkelere dayanma zorunluluğu giderek daha fazla ön plana çıkmaktadır. Bu noktada köken olarak Fransız, Alman, Avusturyalı vd. milliyetlere mensup olan Müslümanların da aynı gerçekle yüz yüze olduklarını yaşanan gelişmeler bize göstermektedir. Bununla birlikte acı olan durum ise Avrupa Müslümanlarının önemli bir kısmının ucuz argümanlarla teslim bayrağını çekmiş ve hatta kimi yerde -kendilerini Avrupalı yöneticilerin hışmından “korumak” amacıyla- açıkça köken ülke ve değerleriyle aralarına mesafe koymaya çalışmalarıdır. İlk planda anlaşılır olan bu tutumun son tahlilde yararlı bir sonuç getirmeyeceğini hem yaşanan gelişmeler hem de Avrupa kıtasındaki Yahudilerin 1920-1945 arasındaki tarihi bize göstermektedir. Dolayısıyla daha önce de vurguladığım bir cümleyi yeniden hatırlatarak metni bitirmek istiyorum: Hiçbir zaman unutmamalıyız ki; Yahudiler bir günde yakılmadı.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası