Kriter > Dış Politika |

Körfez Ülkeleri ve Musul Operasyonu


Haziran 2014’ten beri DEAŞ’ın kontrolünde bulunan Musul’a yönelik gerçekleştirilen operasyon oldukça gürültülü başladı. Hangi aktörün ne oranda operasyona katılacağına dair belirsizlikler hem Irak içi dengeler hem de bölgesel dinamikler çerçevesinde sıkıntılı bir sürecin yaşanmasını beraberinde getirdi.

Körfez Ülkeleri ve Musul Operasyonu

Haziran 2014’ten beri DEAŞ’ın kontrolünde bulunan Musul’a yönelik gerçekleştirilen operasyon oldukça gürültülü başladı. Hangi aktörün ne oranda operasyona katılacağına dair belirsizlikler hem Irak içi dengeler hem de bölgesel dinamikler çerçevesinde sıkıntılı bir sürecin yaşanmasını beraberinde getirdi. Halihazırda yetki ve görev dağılımı problemi açıkça gözlemlenirken, taraflar dikkatlerini operasyon sonrası muhtemel fırsatlara dikmiş durumdalar. Herhangi bir başarısızlık veya işlerin istenilen düzeyde yürümemesi halinde sorumluluğu kimin üstleneceğine dair bir çıkış stratejisinin olduğunu söylemek ise oldukça zor. Bu bağlamda Körfez ülkelerinin operasyona nasıl baktıkları, ne düzeyde destek verdikleri, öncesi ve sonrasına dair temel endişelerinin neler olduğuna bakmak bölgesel denklemi anlamak açısından önem arz etmektedir.

İran Faktörü

Öncelikle Körfez ülkeleri açısından -bölgesel güvenlik perspektiflerinin bir yansıması olarak- Musul operasyonunda da temel endişe kaynağı İran’ın varlığını güçlü bir şekilde hissettiriyor olmasıdır. Musul, DEAŞ’ın elinde tuttuğu en büyük şehirlerin başında olmanın yanı sıra tarihi ve demografik yapısı itibarıyla da oldukça mühim bir konumdadır. Körfez ülkelerinin operasyondaki temel kaygıları mezhepsel hassasiyetlerin göz önüne alınmaması ve mezhep üzerinden yeni bir istikrarsızlığın başlatılmasıdır.

Koalisyonun harekat merkezinin Kuveyt’te olmasına rağmen Körfez ülkelerinin DEAŞ ile mücadele kapsamında söylem ve lojistik destek dışında askeri olarak bir katkılarının söz konusu olmadığını belirtmek gerekir. Suriye ve Yemen gibi ülkeler başta olmak üzere bölgede İran’ın nüfuz alanını zamanla genişletmesi en mühim güvenlik tehdidi olarak görülmektedir. Bu güvenlik tehdidinin Musul operasyonu ile birlikte yayılma riski, bölgedeki güç dengesini doğrudan etkileyecek olması bakımından hassasiyet oluşturmaktadır. Ancak Körfez ülkelerinin bu endişelerine rağmen enerji ve dikkatlerini Yemen’e yönelttiklerini söylemek yanlış olmaz. Zira Irak içi denkleme ve operasyona müdahil olma şansları pek gözükmemektedir.

Merkezi Hükümet ile Gerginlik

Körfez ülkeleri Irak’ın mezhepçi yaklaşımlar sergileyen ve İran baskısıyla hareket eden bir ülke olmasından endişe duymaktadır. Dolayısıyla ABD’nin çekilmesi sonrasında Irak’taki etkisini iyice artıran İran’ın bu operasyonla birlikte daha da alan kazanacak olması Körfez ülkelerini rahatsız etmiştir. Elbette Irak Başbakanı El İbadi’nin mezhep temelli politika tercihleri ve Haşdi Şa'bi başta olmak üzere Şii milislerin Musul operasyonunda yer alması bu kaygıları artırmaktadır.

Operasyon öncesinde Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr’in, Şii milislerin Musul’a girmemesi gerektiği, aksi takdirde mezhepsel bir çatışmanın ve bölgenin kan gölüne dönmesinin kaçınılmaz olduğu uyarısında bulunması bu kaygıların bir yansımasıdır. Aslında Suudi Arabistan ile Irak arasındaki ilişkiler 25 yıl aradan sonra Riyad yönetiminin Bağdat’a büyükelçi atamasıyla yumuşama sinyalleri vermişti. Ancak ülkenin içişlerine müdahale ettiği gerekçesiyle Irak, Suudi Arabistan’dan büyükelçisini değiştirmesini istedi. Riyad yönetimi ise bu talebi İran baskısı ve büyükelçiye suikast düzenleneceği iddiaları çerçevesinde değerlendirdi. Nihayetinde büyükelçi Samir es Sebhan’ı Körfez’den sorumlu devlet bakanı atayarak yerine Abdülaziz es Sammari’yi görevlendirdi ve ilişkileri maslahatgüzar seviyesine düşürdü. Dolayısıyla gerek Irak Merkezi Hükümeti gerekse İran ile süren gerilim sebebiyle Suudi Arabistan’ın operasyona yaklaşımı daha ihtiyatlıdır. Diğer taraftan DEAŞ ile mücadele kapsamında İran’ın, ABD’nin sahadaki yegane partneri olmasını da istememektedir.

Bununla birlikte Irak özelinde Körfez ülkelerinin dış politikadaki en önemli araçlarından biri hiç şüphesiz maddi kaynaklarıdır. Ve etki alanlarını genişletebilmek adına bu imkanlarını sık sık kullanmaya çalışmaktadır. Yaklaşık bir yıldır Irak’a insani yardım malzemeleri yardımında bulunan Kuveyt operasyon sebebiyle bölgede evlerini terk etmek durumunda kalanlara gıda paketi gönderirken Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de Musul’un yeniden inşası için 50 milyon dolar katkıda bulunmayı taahhüt ederek operasyon sonrasına hazırlanmaktadır.

Türkiye ile Yakınlaşma

Körfez ülkeleri Musul operasyonu sonrasında ortaya çıkabilecek muhtemel tehlikeleri sınırlandırmak ve İran’ı dengelemek adına Türkiye ile son dönemde yakın iş birliği içerisinde olmaya gayret göstermektedir. Aslında bu yakınlaşma sadece operasyon bağlamında değil ABD Kongresi tarafından kabul edilen “Terörizmin Sponsorlarına Karşı Adalet Yasası” ve bölgedeki güvenlik tehditlerine karşı beraber hareket etme ihtiyacının getirdiği bir zorunluluktur. 11 Eylül saldırılarında hayatını kaybedenlerin yakınlarının dava açmalarına imkan tanıyan yasaya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği tepki ve Riyad yönetimine yönelik desteği Suudi Arabistan’ı memnun etmiştir.

Bununla birlikte Musul operasyonunda Irak ordusu, Peşmerge güçleri ve Şii milislerin haricinde Türkiye’nin eğittiği Ninova Muhafızları’nın da yer alması ve Başika kampındaki Türk askeri varlığı Körfez ülkeleri açısından değerli bulunmaktadır. Türkiye’nin ısrarla operasyonun içerisinde yer almak istemesi ve sahada aktif olarak bulunması İran karşısında dayanak noktası oluşturmaktadır. Fırat Kalkanı Harekatı ile Suriye’de inisiyatif alan Türkiye’nin Musul’da elinin güçlendirilmesi Körfez ülkelerinin de çıkarına olacaktır. Ancak bu çıkarı pür bir destek olarak okumak yerine sadece İran’ın dengelenmesi bağlamında değerlendirmek Körfez ülkelerini doğru anlamak adına elzemdir.

Ortadoğu’daki kargaşa ve kaosun sona erdirilmesi temel hedef olarak tüm aktörlerce dillendirilirken bu amaca doğru araçlarla gidilip gidilmediği ise soru işareti olarak karşımızda durmaktadır. ABD ile yasa tasarısı üzerinden yaşanan gerginliğe binaen son dönemde Mısır ile de ortaya çıkan problemler Körfez ülkelerinin Türkiye seçeneğine sarılmasına neden olmuştur. Bu adım bölgesel denge açısından Körfez ülkelerinin kısa vadede elini güçlendirebileceği bir çıkış olarak görülebilir. Ancak Körfez ülkelerinin asıl yapmaları gereken Türkiye ile birlikte külli bir vizyon dahilinde hareket etmeleridir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası