Kriter > Çerçeve |

Güç ve Rekabet Alanlarında Hareketlilik


Libya'dan Doğu Akdeniz, Suriye ve Kafkaslar'a uzanan jeopolitik bir boşluk alanı oluştu. Covid-19 sonrası dünyamız giderek Birinci Dünya Savaşı sonrası belirsizliğine ve güç mücadelesine sürükleniyor. Gelen dünyanın jeopolitik gerçeklerine ideolojik gözlüklerle değil, stratejik çıkarların rasyonalitesi ile bakma zamanı.

Güç ve Rekabet Alanlarında Hareketlilik
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ermenistan’ın Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki işgaline ilişkin olarak, “Türk milleti her zaman olduğu gibi bugün de tüm imkanlarıyla Azerbaycanlı kardeşlerinin yanındadır” dedi, 28 Eylül 2020

Libya’dan Doğu Akdeniz ve Suriye’ye oradan Kafkasya’ya uzanan bir hatta gerilimin dönemsel olarak arttığı bir süreçteyiz. Doğal olarak kamuoyunun gündemi de bunlara odaklanıyor. Yakın döneme bakıldığında bir taraftan ABD öncülüğünde İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında yapılan İbrahim Anlaşması ve onun bölgesel etkileri konuşulurken diğer taraftan Libya cephesindeki hareketlilik öne çıkıyor. Suriye cephesi ise İdlib özelinde her an yeniden çatışmanın başlamasına açık. Doğu Akdeniz’de Fransa ve Yunanistan tarafından yükseltilen gerilimde Türkiye, uluslararası hukuktan kaynaklı haklarını koruma kararlılığı gösterdi. Ekim başında yapılacak Avrupa Birliği (AB) toplantısında Türkiye’nin temel hakları konusunda nasıl bir yaklaşım sergileneceği gündemin bir diğer önemli başlığı.

Azerbaycan’a yönelik Ermenistan saldırısı tam böyle bir zamanda gerçekleşti. Libya-Doğu Akdeniz-Suriye-Kafkasya hattında gerilimlerin biri hafiflerken diğeri öne çıkıyor. Bu gerilim ve çatışmaların etkili aktörleri açısından birbiriyle bağlantılı olduğu görülmekte. Rusya, Türkiye ve Fransa gündem oluşturan hamlelerde bulunuyor. Öne çıkan temel husus ise ABD’nin kısmen çekildiği bu coğrafyalarda ortaya çıkan güç boşluğu yeni çekişmeleri kızıştırmaktadır. Bu güç boşluklarını doldurmak için inisiyatif alan ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye’nin yükselen kapasitesi ile çatışma alanlarına müdahil olması kimi çevrelerce “imparatorluk özlemi” olarak görülse de asıl mesele güç boşluklarının getirdiği çatışma ve rekabetin doğrudan Türkiye’yi etkilemesidir. Libya, Suriye ve Dağlık Karabağ meseleleri buna örnektir. Suriye’ye çok geç müdahil olmanın negatif sonuçlarının verdiği ders ile Ankara, pro-aktif bir politika yürütmektedir.

Etrafındaki bölgelerdeki güç boşluğundan kaynaklanan yeni jeopolitik hareketliliklere hazır olmak kaçınılmaz bir gerçekliktir. Şu anda gündemin birinci maddesi konumundaki Azerbaycan’a yönelik Ermenistan saldırısı da aslında bir süredir konuştuğumuz olayların son halkası konumunda.

Türkiye Azerbaycan Kardeşliği

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de halk, askeri konvoyu selamladı, 27 Eylül 2020

 

Erivan’ın Hatası, Moskova-Ankara Rekabeti

Ermenistan’ın saldırganlığını Tovuz’dan sonra Dağlık Karabağ’da da bir kez daha göstermesiyle sıcak bir çatışma ortaya çıktı. Sivillere açılan ateşle başlayan 27 Eylül pazar günkü saldırılar karşısında Azerbaycan’ın askeri operasyonları daha etkili oldu. Azerbaycan ordusu hem saldırıyı püskürttü hem de karşı hamle yaparak işgal altındaki çok sayıda köyü tekrar Bakü’nün kontrolüne aldı. Bu tabloya bakıldığında Erivan’ın bir hesap hatası içinde olduğu görülüyor. Ankara’nın “tüm gücümüzle Azerbaycan’ın arkasındayız” mesajını, yeterli derecede önemsemediği anlaşılıyor. Halbuki 12 Temmuz’da Dağlık Karabağ’dan 100 kilometre uzaklıkta enerji hatlarının geçtiği Tovuz bölgesine yapılan saldırıdan sonra Bakü, ciddi bir hazırlık yaptı. Ortak tatbikatlarla Türkiye’nin askeri kurmay zekası da sahaya indi. Bununla birlikte Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının uzun süreli bir savaşa dönmesine müsaade edileceğini sanmıyorum. Birleşmiş Milletler (BM) ve NATO’ya ek olarak AGİT Minsk Grubu eş başkanlarından çatışmayı durdurma çağrıları gelmeye devam ediyor.

 

Ermenistan BM Kararlarını Tanımıyor

Önümüzdeki günlerde Minsk Grubu müzakerelerine dönme baskısı her iki taraf üzerinde yoğunlaşacaktır. Minsk görüşmelerini sonuçsuz bırakan ve silahlı çatışmayı tek çözüm seçeneği haline getiren Ermenistan’ın saldırgan tutumudur. 1991’de Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal eden ve BMGK’nın işgal altındaki bölgeleri boşaltmasını isteyen dört kararına uymayan Erivan’dır.

4-5 Mayıs 1994 Bişkek Protokolü ile ateşkes sağlansa da Dağlık Karabağ ve işgal altındaki 7 Azeri reyonunun Ermeni kontrolünde olması kabul edilemez. Bu itibarla, Güney Kafkasya’daki çatışmanın her an patlamaya hazır bir bomba durumunda olduğu açık. Rusya, Türkiye ve Fransa gibi ülkelerin bu çatışma sebebiyle güç rekabetinde etkin olacağı da aşikar.

Azerbaycan'ın İşgal Altındaki Toprakları Karabağ / İnfografik

Yeni Rekabet Alanı mı?

Doğu Akdeniz’de gerilim düşerken ve Türkiye ile Yunanistan arasında istikşafi görüşmelerin başlama haberi beklenirken Dağlık Karabağ’da çatışmanın yeniden başlaması oldukça manidar. İlk akla gelen Rusya’nın Ermeni-Azeri çatışmasını körükleyerek ABD’ye yakın olma işaretleri gösteren Erivan’ı iyice kendisine bağlamak istediği oldu. Erivan’ın hemen yardım için Moskova’ya yönelmesi bunu temin ettiğini gösteriyor. O halde soru şu: Kafkasları kendi nüfuz alanlarından birisi olarak görmeyi hiç bırakmayan Moskova’nın Erivan’ı cesaretlendirmesinin sebebi ne olabilir? Suriye-İdlib ve Libya’dan sonra şimdi de Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının alevlenmesiyle Moskova, Ankara ile yeni bir rekabet alanı mı açıyor? Ankara’nın yeni askeri alanlara müdahil olarak aşırı yayılmasını mı sağlıyor? Yoksa Suriye ve Libya sahalarında yeni pazarlıklar için el mi yükseltiyor? Bu soruların cevaplarını almak için henüz erken. Ancak seçim dönemindeki ABD’nin ve dağınık AB’nin etkisiz kalacağının düşünüldüğü açık.

 

Belirsizlik ve Güç Mücadelesi

Moskova ihtilafları ve çatışmaları tetikleyerek güç devşirebileceğini bir kez daha gösteriyor. Gürcistan’da, Ukrayna’da ve Belarus’ta devre dışı kalan Batı başkentleri yine Rusya’nın güç boşluklarını doldurma siyasetini yutkunarak mı karşılayacaklar?

Başkanlık seçimlerine giden ABD’de Ermeni lobisinin etkisinin ne olacağını göreceğiz. Şurası net. Libya'dan Doğu Akdeniz, Suriye ve Kafkaslar'a uzanan jeopolitik bir boşluk alanı oluştu. Covid-19 sonrası dünyamız giderek Birinci Dünya Savaşı sonrası belirsizliğine ve güç mücadelesine sürükleniyor. ABD’nin kısmi çekilmesi ve AB’nin dış politika oluşturmaktaki acziyeti Rusya’nın yeni güç boşluklarını doldurma hamlelerini kolaylaştırıyor. Ankara’nın Moskova ile yakınlaştığı eleştirilerini yapan Batı başkentleri Türkiye’nin Libya, Suriye ve Güney Kafkaslarda Rusya’yı kısmen dengelediğini görmeli. Gelen dünyanın jeopolitik gerçeklerine ideolojik gözlüklerle değil, stratejik çıkarların rasyonalitesi ile bakma zamanı.

 

Erdoğan’ın Nefesi Türkiye’nin Nefesidir

Türkiye’nin bölgemizde artan bu hareketlilik karşısında ortaya koyduğu kararlı duruş önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye kendi haklarını koruma konusunda büyük bir mücadelenin içinde. Erdoğan aynı kararlı duruşu Azerbaycan’a yönelik Ermenistan saldırısı sırasında da göstererek “Azerbaycan nasıl isterse o şekilde yanında olacağız” açıklamasını yaptı. Çünkü Azerbaycan hem kardeş ülke hem de toprakları işgal edilmiş, BM kararlarına göre yüzde yüz haklı bir ülke konumunda. Türkiye sorunların çözümü konusunda uluslararası örgütleri harekete geçirmek ve diplomasiyi kullanarak sonuca ulaşmada çok istekli. Bunu defaatle tekrarlıyor Ankara.

Bu bağlamda AB siyasetçilerine düşen de Doğu Akdeniz Konferansı fikrini olgunlaştırmada Ankara ile iş birliği yapmaktır. Bu konferans geçtiğimiz günlerde Mısır, İsrail, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi, İtalya ve Ürdün arasında imzalanan Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun bir bölgesel örgüt olarak kuruluşuna ilişkin anlaşmanın "Türkiye karşıtı" olmadığını göstermenin bir yolu olacaktır. İster enerji paylaşımı üzerinden ister daha geniş temelli ekonomik iş birliği açısından olsun bu konferansın Doğu Akdeniz'i "barış ve paylaşım" denizine çevirmeye katkısı olacaktır. Burada tesis edilecek bir barış ortamının diğer bölgelere de pozitif yansımaları olacaktır.

 

Türkiye’ye Kulak Verilmeli

Çünkü medeniyetler beşiği Akdeniz yeni bir jeopolitik gerilim ve askerileşme bölgesi olmaktan çıkarılmalı. Türkiye, Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'nun birleştiği Doğu Akdeniz'de başat güçlerden birisi olmaya devam edecek. Ankara'nın da oturduğu masa kurulmadan bu denizin suları durulmayacak. Bazı AB liderlerinin ve Almanya'nın eski Ankara büyükelçisi Erdmann gibi isimlerin “Erdoğan'ın 'nefesi kesilene' kadar sabredelim” naifliği boş bir beklentiden ibaret. Erdoğan'ın nefesi Türkiye'nin nefesidir, asla kesilmez. Bu fırsat penceresinden girin derim. Başkan Erdoğan’ın yapıcı yaklaşımı ve Türkiye’nin bölgedeki belirleyici kritik pozisyonu göz ardı edilerek inatlar üzerine kurgulanmış politikaların gerilim alanlarına barış getirme şansı çok az. Çünkü hakkaniyet temelli bir kalkış noktasına sahip değiller. Bu yüzden hem ABD hem de AB Türkiye’nin tezlerini daha dikkatle dinlemeli.

 

Pelosi’nin Küstahlığı

Fakat ABD seçimleri yaklaşırken Türkiye hakkında yine bilindik saplantılı ezberlerin tekrarlandığı görülüyor. Neredeyse bütün diktatörlerle arası iyi olan ABD’li Demokratlar demokrasiyle yönetilen Türkiye’yi bir türlü hazmedemiyor. Ayrıca işgallerle ve otoriter yönetimlere verdiği destekle dünya ölçeğinde demokrasinin krizinden sorumlu olan ABD'nin Temsilciler Meclisi Başkanı, kendi ülkesinin darbe tartışmasına varmasının utancıyla yüzleşmiyor da demokratik seçimle iktidarda olan Erdoğan'ının uzun süreli iktidarını Putin ya da Kim Jong-un ile kıyaslıyor. Halbuki Almanya'da Merkel de uzun süredir hükümette.

Şurası net; dünyada algısı ile ilgili en ağır ideolojik kampanyaya uğrayan ülke Türkiye; lider de Erdoğan. Türkiye son altı-yedi yıldır bir yandan etrafındaki bölgenin krizleriyle boğuşuyor diğer yandan iç gerilimlerini sandığa giderek çözüyor. Ankara'nın güçlenmesinden memnun olmayanların hepsi algı operasyonlarına hız veriyor. Bıktırıcı etiketlemelerini tekrar ediyorlar. Pelosi'nin küstahlığından benim anladığım Demokratlarda ABD müesses nizamının Türkiye siyasetini şekillendirecek Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) gibi enstrümanlarını kaybetmiş olmasından duyulan bir rahatsızlık var. Bilsinler ki, Türkiye'de sandık sonuçlarını tanıma sorunu yok. Seçimle gelen seçimle gider. Çünkü Pensilvanya'da koruduğunuz elebaşının adamlarının darbesine karşı meydanlara inerek demokrasiyi koruyan Türk milleti var. Pelosi'ye önerim, ülkenizin demokrasi krizini kendi başınıza yaşayın. Batının "demokratik üstünlük" iddiasının makyajı döküleli çok oldu.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası