2022’nin en önemli gelişmesi olarak öne çıkan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi uluslararası sistemi derinden sarstı. Avrupa’nın güvenliğini yeniden düşünmesine neden olan ve Batı ittifakının kendi içindeki birliği ve dayanışmasını test eden Ukrayna krizi, Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde de belirleyici etki yaptı. Türkiye, işgal girişimine karşı çıkarak Ukrayna’nın bütünlüğünü savunan politikasında tutarlılık gösterdi. Boğazları askeri gemilere kapatan, ateşkes ve barış görüşmeleri için diplomatik girişimlerde bulunan, tahıl ihracatı ve esir takası gibi meselelerde kritik rol oynayan Türkiye’nin askeri ve lojistik destek vermesi Washington da dahil Batı başkentlerinde takdirle karşılandı.
İkili ilişkilerde Ukrayna krizinin oluşturduğu pozitif ivmenin, F-16 tedariki konusundaki olumlu gelişmelerle desteklenmesine rağmen NATO’nun genişlemesi, Yunanistan’la gerilim ve YPG gibi sorunların karşılıklı güven eksikliğinin etkisinde kaldığını söylemek mümkün. Yeni krizlere izin verilmeden mevcut sorunların yönetilmesi anlayışı, iki NATO müttefiki arasındaki stratejik diyaloğun tonunu belirledi ancak yaklaşımın somut çözüm üretimi noktasında yetersiz kaldığını söylemek gerekiyor. Buna karşın uluslararası sistemin tarihi sınamalardan geçtiği bir noktada yeni krizlere izin verilmemesi ve Amerikan tarafının Türk dış politikasının tercihlerine anlayışlı yaklaşması ciddi kazanımlar olarak görülebilir.
Türkiye’nin Ukrayna Krizinde Denge Politikası
Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi uluslararası sistemde şok etkisi meydana getirirken Türkiye işgale karşı çıkarak Ukrayna’yı destekleyen ancak Rusya’yla da ilişkisini sürdüren bir denge politikası geliştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Biden, Zelenski ve Putin de dahil birçok liderle görüşerek sorunun barışçıl yollarla çözülmesi için çaba sarf etti. Beyaz Saray’ın Türkiye’nin Ukrayna’ya desteğine ilişkin memnuniyet açıklamaları, NATO içindeki bütünlüğün korunması ve Türkiye’nin Rusya’ya tavır almaya zorlanarak yabancılaştırılması gibi kaygıların öne çıktığını gösterdi.
Türkiye’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün korunmasına verdiği desteğin yanı sıra Kiev’e askeri ve lojistik desteği de dikkat çekti. Türkiye’nin Boğazları askeri gemilere kapatması ve “gıda krizini” önlemeye yönelik tahıl ihracatı anlaşmasında oynadığı rol öne çıktı. Ankara’nın Moskova ile ekonomik ve ticari ilişkilerini sürdürmekle birlikte işgal girişimini reddetmesi, NATO kararlarına imza atması ve BM’deki kınama oylamasında uluslararası toplumla birlikte hareket etmesi denge politikasının şifrelerini veriyordu.
Trump döneminde yara alan NATO üyeleri arasındaki birliğin yeniden tesis edilmesi için uğraşan Biden yönetimi, Türkiye’nin müttefikliğine sık sık vurgu yaptı. Ukrayna işgaline karşı tavır almasına rağmen Rusya’yla köprüleri atmayı reddeden Türkiye, iki ülke arasındaki nihai müzakerelerde rol oynayabilecek kilit aktörlüğünü korudu. Washington’ın Türkiye’nin rolüyle ilgili herhangi bir eleştiride bulunmadığını bilakis teşekkür ettiğini müşahede ettiğimiz bu sürecin, Türk-Amerikan ilişkilerine pozitif etkisi olduğunu söylemek mümkün.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, Türk-Amerikan ilişkileri açısından yumuşatıcı ve yakınlaştırıcı bir rol oynadı ancak bu fırsatın Washington tarafından iyi değerlendirildiğini söylemek pek de mümkün değil. Biden yönetimi Türkiye’yle koordinasyon konusunda diğer bazı Avrupalı müttefiklere oranla daha az çaba gösterdi ve mesafeli bir duruş sergiledi. Yaptırımlara katılmayan Türkiye’yle NATO içerisindeki birlik görüntüsü konusunda sorun yaşamak istemeyen Biden yönetimi, Ukrayna’ya askeri desteğe odaklanırken Türkiye’yle yakın çalışma konusunda ciddi adım atmadı. S-400 ve YPG gibi meselelerin oluşturduğu karşılıklı güvensizlik, başka alanlarda ortak strateji üretmeye engel oldu.
NATO Genişlemesine Terör Çekincesi
İki ülkenin ilişkilerinde yaşanan en hassas gelişmelerden biri İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurusu süreci oldu. Bu iki ülkenin NATO’ya hızlı kabulüne istekli görünen Washington, Türkiye’nin çekincelerini belirtmesinin ardından sürece doğrudan müdahil olmayarak, sorunun NATO bünyesinde çözülmesini tercih etti. Bu iki ülkenin üyelikleri konusunda Ankara’ya siyasi lobi yapmaktan uzak duran Washington, terör meselesinin ABD’nin YPG’ye desteğini gündeme getireceğinin farkında olduğu için bu konunun Türkiye’yle aday ülkeler arasında müzakere edilmesini tercih etti.
Türkiye’nin çekincelerini Rus taraftarlığı ve NATO’nun işlerini zorlaştırmak olarak sunan bazı analizler dışında, Türkiye’nin tavrına sert bir tepki gelmedi. Bu konu Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sorun alanı çıkarmadı ancak ABD’nin YPG’ye desteğini dolaylı da olsa tekrar gündeme getirdi; zira Türkiye NATO üyeleri arasında terörle mücadele konusunda ortak bir tavır ve politika oluşturulmasını savunuyor. Türkiye’nin terörle ilgili taleplerine ilişkin ısrarcı tavrının Washington’la yeni bir kriz doğuracağını bekleyenlerin yanıldığı görülmekle beraber NATO çerçevesinin iki ülke arasında tam bir kopuşa izin vermeyecek derecede güçlü olduğu bir kez daha görüldü.
Yunanistan Faktörü
Türkiye ile Yunanistan arasında sorun teşkil eden kıta sahanlığı, hava sahası, adaların silahlandırılması, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki enerji rekabeti gibi sorunların yanı sıra Miçotakis hükümetinin iç siyaset hesapları ile izlediği gerilimi tırmandırma stratejisi bölgede tansiyonu artırdı. ABD’nin Yunanistan ile ilki 1990’da imzalanan Karşılıklı Savunma İş Birliği Anlaşmasını uzatması, Kıbrıs Rum Kesimine uygulanan silah ambargosunu kaldırması, Yunanistan’daki askeri mevcudiyetini artırması ve silah yardımında bulunması, Ankara’nın kaygılarını artırdı. Yunanistan’ı Rusya’dan uzaklaştırmak ve yeni kurulacak üslerle askeri operasyon alternatifleri oluşturmak isteyen Washington, Türk-Yunan gerilimini azaltmak amacıyla arabuluculuk rolünden kaçındı.
Türkiye ve ABD arasında yaşanan S-400 ve F-35 krizleri ile artan Kongre’deki Türkiye hoşnutsuzluğu ve Biden yönetiminin Ankara’ya mesafeli duruşunu fırsata çevirmeye çalışan Atina, Ukrayna kriziyle ortaya çıkan yeni jeopolitik fırsatları değerlendirmek adına ABD’nin desteğini almaya çalıştı. Yunanistan bir yandan Türkiye’ye F-16 satışını engellemeye çalışırken diğer yandan ABD’den edindiği hibe silahları adalara yerleştirerek gerilimi yükseltti. Silah satışında bölgesel dengeleri gözeten ve kısıtlayıcı şartlar öne süren Kongre’nin Yunanistan’a verilen silahlarla ilgili herhangi bir sınırlandırıcı hükümde bulunmaması Ankara’da endişe doğurdu. Washington’ın iki tarafa gerilimi artırıcı eylemlerden kaçınma çağrısı yapmasına karşın Yunanistan’a askeri desteğini artırması, iki ülke arasındaki askeri güç dengesinin bozulacağı yönündeki kaygıları derinleştirdi.
F-16 Tedarikinin Savunma İlişkilerine Etkisi
Türk-Amerikan ilişkilerindeki olumlu gelişmelerden biri Türkiye’nin ABD’den satın almak istediği 40 adet F-16 ve 80 adet modernizasyon kiti satışının önünü kesebilecek maddelerin savunma bütçesi yasasından çıkarılması oldu. Türkiye’ye F-16 satışı Başkan Biden ve Kongre’deki Demokratlar arasında dış politika konusundaki en ciddi anlaşmazlıklardan biri oldu. Biden, Madrid’de NATO liderler zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüş ve Türkiye’ye F-16 satışı konusuna olumlu baktığını dile getirmişti. Buna rağmen Kongre’nin satışa sıcak bakmaması, ikili savunma ilişkilerinde pozitif gündem umutlarını söndürebilecek bir etki oluşturuyor.
F-16’ların S-400 sistemleriyle uyumsuzluk potansiyeli taşımaması ve Türkiye’nin bu uçakları çok eskiden beri kullanıyor olması, bu satışın gerçekleşmesini kolaylaştıran unsurlar olarak öne çıkıyor. NATO kapasitesinin güçlü tutulmasını savunan Washington’ın F-16 satışıyla Türkiye’nin kapasitesinin desteklenmesinin aynı zamanda NATO’nun gücüne de katkı olduğunu anlatması gerekiyor. Ancak Kongre’nin silah satışlarındaki rolü itibariyle sürecin son aşamasında dahi sorun çıkarma ihtimali bulunuyor. F-16 satışının bir yandan ikili ilişkilerde yeni bir sorun alanı olarak öne çıkma potansiyeli var ama bir yandan da Washington’a Ankara’nın güvenliğini ciddiye aldığını gösterme fırsatı veriyor.
ABD’nin YPG’ye Desteği
Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen unsurların belki de en önemlisi ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yapısı içerisinde kilit rol oynayan PKK’nın Suriye şubesi YPG’ye verdiği destek. Türkiye’nin olası askeri müdahalesine karşı çıkan Washington, Ankara’nın kendini savunma hakkını desteklese de Suriye’nin kuzeybatısına yönelik operasyonlara “bölgede istikrarsızlık çıkarabilir” ve “DEAŞ’a karşı kazanımları riske atabilir” gibi gerekçelerle karşı çıkıyor. Suriye sınırı boyunca gerilimin tırmanmasının tehlikeli olacağını düşünen Washington, yapılacak bir kara harekatının ABD personelinin güvenliğini tehlikeye atabileceğini savunuyor.
Biden yönetimi 2022 içerisinde Kuzey Suriye politikasında bir değişikliğe gitmedi ve Kongre de Pentagon’un bu bölgedeki operasyonları ve SDG’ye yardım için istediği bütçeyi onaylamaya devam etti. Politika değişikliği emarelerine rastlanmazken Washington’ın Ankara’nın bazı operasyonlarla terör örgütü liderlerini ve örgüt lojistik kapasitesini hedef almasına sessiz kalmak zorunda kaldığı not edilmeli. ABD’nin YPG’ye desteği nedeniyle iki ülke arasında devam eden çıkar ve politika çatışması bu hassas bölgedeki gelişmelerin Türk-Amerikan ilişkilerinde kırılgan bir alan oluşturmaya devam edeceğini gösteriyor.
İkili İlişkilerin Geleceği
Ukrayna krizinin NATO’yu adeta yeniden canlandırmasına ve Türk-Amerikan ilişkilerinde pozitif bir ivme oluşturmasına rağmen ikili ilişkilerdeki kritik sorunların çözülmediğini ancak yeni bir krize meydan vermeyecek şekilde yönetildiğini gözlemledik. İki ülke arasında kurulan Stratejik Diyalog Mekanizması, Ukrayna, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği başvuruları, YPG meselesi, Doğu Akdeniz’de enerji, Yunanistan’la yükselen tansiyon ve F-16 satışı gibi meselelerin takibini sağlayarak iş birliği potansiyelinin önünü açık tuttu. Önümüzdeki dönemde bu mekanizmanın politika farklılıklarının yönetilmesinin ötesinde kritik sorunların çözümüne odaklanması iki ülkenin çıkarına olacaktır.
Uluslararası sistem açısından son derece kritik bir yıl olan 2022’de Türk-Amerikan ilişkilerinin tekrar rayına oturması için doğan fırsatlar olduğu kadar uzun zamandır devam eden karşılıklı güven sorununun devam ettiğini söyleyebiliriz. Türkiye’yle güçlü bir siyasi koordinasyon yürütmekte eksik kalan Biden yönetimi, karşılıklı iş birliğini daha çok NATO gibi uluslararası kurumlar üzerinden yürütmeyi tercih etti. Bu da ikili ilişkilerdeki sorunlu alanların giderilmesi için gerekli olan kapsamlı stratejik diyaloğu sağlamakta eksiklik doğurdu. Önümüzdeki dönemde dış krizlerin devam edeceği düşünüldüğünde, iki ülkenin stratejik diyalog mekanizmasını, sorunları çözerek ortak politikalar oluşturma yönünde kullanması gerekiyor.