Biz büyük bir milletiz. Dünya tarihinde iz bırakmış, imparatorluklar kurmuş, şehirler inşa etmiş, bu şehirleri medeniyet merkezlerine dönüştürmüş bir milletiz. Bu medeniyet birikimi, bugün “insanlığın son adası” olarak anılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin dünyanın üçte birinde hüküm sürdüğü yüzyıllar boyunca bütün dinler adına bir arada barış içinde yaşama kültürü üretmiş olması, bu milletin başardığı en yüksek değerdir. İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik başta olma üzere bütün dinleri ve bu dinlere ait bütün mezhepleri, onlarca kavmi bir çatı altında yaşatmak için erdemli bir yönetim, güçlü bir hukuk sistemi ve yüksek bir kültür üretmeye ihtiyaç vardı ki Osmanlı Devleti bu seviyeye ulaşmış bir devletti. Bu milletin tarihi Türk tarihi, İslam tarihi ve Batı tarihinin ağırlıklı bir yekununu oluşturur. Büyük Hun İmparatorluğu, Oğuz Devleti, Samanoğulları, Timur Devleti, Altınordu Devleti, Türkistan Babür Şahlığı, Büyük Selçuklu Devleti, Memlükler ve Osmanlı Devleti başta gelmek üzere dünya tarihindeki imparatorlukların yarısını kuran ve yöneten bu milletin tarihi olmadan dünya tarihi fazlasıyla eksik kalır.
Türk’ün Devleti Baki
Milletlerin büyüklüğü felaket zamanlarında anlaşılır. Namık Kemal, Vatan Yahut Silistre adlı eserinde ve İslamcılık üzerine yazmış olduğu metinlerde, “bir devleti ayakta tutmak için salt devlet çabası kâfi gelmez, halk seferberliğine de ihtiyaç vardır” tezini savunmuştur. Birinci Dünyası Savaşı sonrasında bütün ümitlerin tükendiği bir noktada, Kurtuluş Savaşı’nın başlatılmış olması “millet seferberliği”nin yekta örneğidir. Bu savaş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna zemini hazırlamış olmakla birlikte sömürge altında kalan mazlum milletlere de kendi kurtuluş mücadelelerini başlatmaları için ilham kaynağı olmuştur.
15 Temmuz halk seferberliği yine dünyada eşi benzeri olmayan bir halk hareketidir. Şu açık ki bu millet devletsiz yaşayamaz. Devlet yok olma tehdidiyle karşılaştığı zaman, millet genetik bir refleksle yediden yetmişe ayaklanır. Türkiye üzerinde hesabı olanların heveslerini kursaklarında kor. Türkiye üzerinde yıkıcılık hesabı yapan güçler, 15 Temmuz halk ayaklanmasına tanıklık ettiler. Bizler, nasıl milleti millet yapan değerleri, vatandaşlık ve aidiyet duygusunu, tarih, din, kültür ve gelenek birikimini kutsuyorsak, onlar da bu bağları koparmak için karşıt faaliyetler yürütmektedir. Değil mi ki Batılı devletler, iki yüzyıldır bütün bu meselelere herkesten çok kafa yorarak, birçok ülkeyi doğrudan ya da dolaylı olarak yönetmektedir.
Bir ülkenin vatandaşları, devletlerine vatandaşlık ve aidiyet bağı ile bağlanır. Devlet, meşruiyetini anayasa, kanunlar ve halkın desteğinden alır. Türkiye’nin ulus-devletleşme süreci sancılı olmuştur. Bu süreç boyunca dindarlar, Kürtler, daha sonra da solcular önemli travmalar yaşamıştır. Devlet seçkinleri, bir grubu ötekileştirip örselediği zaman ortaya çıkan travma üç günde geçip gitmez. Bireysel ve toplumsal alanlarda beliren kırılganlıklar ve hoşnutsuzluklar, oluşan travmanın artçı şokları olarak yaşamaya devam eder. Kurtuluş Savaşı’nda, Kıbrıs Barış Harekatı’nda veya 15 Temmuz’da bu milletin nasıl kenetlendiğini görmüştük. Milletimiz, her bir seferberlik ve afet zamanında bu metaneti ve gururu tekrar tekrar sergilemiştir.
Tek Parti Anlayışı
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yelpazesi, uzun yıllar CHP ve “ötekiler”den müteşekkildi. Tek parti döneminde ülkenin iktidarı, muhalefeti, mebusu, memuru, valisi, seçilmişi, oy vereni ve vermeyeni CHP’li idi. Bu sert çekirdeğin dışında kalan her oluşum öteki olarak görülmüş ve dışlanmıştı. Tek partinin dışında kalan siyasi partiler, fikri oluşumlar, dindar gruplar, Kürtler veya daha keskin bir ifade ile CHP dışında kalan her kim varsa öteki olarak görülmüş, bizatihi ötekileştirilmiştir. CHP, tek parti iktidarı boyunca demir perde ülke yönetimleri gibi bu ötekileştirme sürecini devlet gücünü kullanarak işletmiş; çok partili hayata geçildikten sonra da dışlama, yok sayma, ötekileştirme süreci; devlet kurumları, iş çevreleri, kültür insanları ve medya eliyle yürütülmüştür. 28 Şubat ve başörtüsü yasağı tek parti zihniyetinin bir devamı, bir çıktısıdır.
Aslında CHP’lilerin devletine ve milletine bağlı, Cumhuriyet değerleri ile övünen, hatta Cumhuriyeti kendilerinden başka herkesten kıskanan bir duruşları vardı. Bu ülkü, “Cumhuriyeti biz kurduk, biz yaşatacağız!” şeklinde ifade ediliyordu. Bugün hâlâ geleneksel anlamda milliyetçi, Atatürkçü, Sünni, laik modernliğe yüz yıl önceki versiyonuyla bağlı, Cuma namazı da kılan, çilingir sofrası da kuran CHP’liler, partinin çoğunluğunu oluşturmaktadır. Doğrudan siyasete katılmayan iş insanı, sanayici, beyaz yakalı, mülk sahibi, toprak zengini, kentli akademisyen, yurt dışında yaşayanlar da dahil olmak üzere cemiyet hayatında varlık gösteren, siyaseti uzaktan takip eden bu grupların, parti ile salt yaşam tarzı üzerinden bir illiyetleri vardır. Bunlar, partinin ön cephesinde duran hırslı, köksüz, kavgacı ve başkalaşmış güruhtan oldukça farklı bir profil çizmektedirler.
CHP’yi İktidar Arayışı Bozdu
Türkiye’nin kurucu partisi CHP seçkinleri, iktidar olmadıkları dönemlerde de kendilerini askeri, sivil ve ekonomik vesayet eliyle iktidarda saydılar. Partilerini diri tutan iç çekişmeler, kurultaylar, hizip kavgaları, parti içi kavgalar oldu. CHP’nin güçlü bir şekilde ayakta kalmasında iç çatışmaların rolü büyüktür. CHP seçkinleri, iktidar olmayı hedef haline getirdiğinde, kendi oyunun bu mücadeleyi kazanmaya yetmediğinin farkındaydı. Bir dönüşüme giderek, partiyi başkalaştırdılar. Deniz Baykal zamanında geleneğe bağlı, Atatürkçü, milliyetçi çizgi, yerini örgüt solcuları, küreselciler ve Dersim hiziplerine bıraktı. İşin ilginç yanı, parti üst yönetiminde yüzde 80 ile temsil edilen bu hiziplerin parti tabanında yüzde 5’e dahi tekabül etmemesidir.
Türk siyasal sisteminde bütün partilerin iktidar arayışı meşrudur. Ancak Cumhuriyete ve laikliğe sahip çıkan ve kurucusu olduğu devleti herkesten kıskanan tek parti zihniyeti, bugün halkı devlet olgusuna karşı soğutan, vatandaşın aidiyet bağlarını zayıflatmak isteyen bir tutum içerisindedir. Marjinal grupların devlete bakışları ve aidiyetleri sorunludur. O halde kurucu partinin marjinal grupların misyonunu üstlenmesi hayra alamet gözükmüyor. “Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarı düşürmek için devleti düşürmeyi göze alır” cümlesi, adeta bugünlerin CHP’sini anlatmak için kurulmuş. Göbeğinden kıta Avrupa’sına bağlı örgüt solcuları, marjinal sol gibi gözüken küreselciler, Dersim hizipleri ile HDP meftunları partinin kaderini ellerinde tutmaktadır.
Bu Siyasal Yağmacılıktır
Bu milletin büyüklüğünün büyük savaşlarda, felaketlerde ve afetlerde ortaya çıktığı gerçeğine vurgu yaparak başlamıştık. İşte Cumhuriyetin kurucu partisinin asrın felaketi Maraş depremindeki tutumunu bir vaka analizi olarak ele alıp irdelemek bu açıdan hayatidir. Tek parti dönemi alışkanlığı olacak ki CHP yönetimi AK Parti’yi, hükümeti ve devleti tek bir aygıt olarak görmekte ve AK Parti karşıtlığını hükümete ve devlete yansıtmaktadır. Klasik bir CHP’li, ordusuna güvenir. Zira Türk milleti için “ordu millet” tabiri kullanılır. İşte bugünkü CHP yönetimi, bırakın hükümet ve parti karşıtlığını, varlığı ile övünülen orduya dahi karşıt hâle gelmiştir. Yaşanan bütün krizlerde siyasal söylem üzerinden milleti adım adım vatandaşlık bağından uzaklaştıracak ve devletin karşısında konumlandıracak bir iklim oluşturulmaktadır. Bu çaba, siyasi rekabetin ötesinde Türkiye’nin geleceği açısından onarılmaz hasarlara yol açabilir. Koca bir partiyi örgüt solcularının yıkıcı iklimine ram etmek oldukça tehlikelidir. İktidar düşmanlığını merkeze koyarak, PKK tezlerine yakın duruş sergilemek Anadolu’daki klasik CHP’lileri de dönüştürmektedir.
Maraş depremi yaşandı ve millet seferber oldu. Bütün afetlerde olduğu gibi CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kamuoyuna yönelik sarf ettiği ilk cümlelerine bir anlam verebilecek bir zihin var ise kendisi çağımızın bilgini sıfatını kazanabilir. Kılıçdaroğlu şunları söylemişti: “Eğer insanları tutuklamazsanız el birliği ile bu mücadeleyi veririz”; “Hatay havalimanını onarıyoruz, gelin bizi tutuklayın”; “Devlet yok, ordu yok.” Bu açıklamaların aksine afet zamanlarında herkesten yardım alınır, dayanışma ağı kurulur ve herkes işin bir ucundan tutar. Millet bu şekilde büyüklüğünü sergilerken marjinal örgüt açıklamalarına benzeyen Kılıçdaroğlu’nun bu beyanatlarının tam adı siyasal yağmacılıktır.
CHP seçkinleri, halkın yüzde 50’sinin yaşadığı belediyeleri kendilerinin yönettiğini söylüyor. Bu ifadeyi baz alarak depremde benimsedikleri tutumlarına bir göz atalım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, arama kurtarma ekipleri açısından ülke birikiminin üçte birine sahiptir. Kendisinden oldukça küçük olan Bursa, Konya, Kocaeli, Samsun, Ordu, Erzurum, Balıkesir ve Trabzon belediyeleri var güçleri ile sahadayken İBB sahip olduğu bütün gücü seferber etmemiştir. Tutuklama safsataları ile meşgul edilen CHP, İstanbul sosyetesinin yüzde 1’lik marjinal sol partisi değildir.
CHP, HDP, marjinal sol partiler, kalbi bu ülke için atmayan ve fil dişi kulelerde yaşayan sanatçılar, ellerine geçirdikleri her fırsatta devlet ve millet arasında var olan bağı koparmak için didiniyorlar. Devlet kurumlarına karşı güvensizlik pompalıyorlar. Bunu başarmak için sosyal medya ortamındaki her yalanı kutsamak ve devlet adına sunulan bilgileri değersizleştirmek gibi bir süreç yönetiyorlar. Acı olan şu ki bu milletin bir parçası olan geniş bir kitle, adım adım gerçeklikten koparılarak küresel ve marjinal grupların suiistimaline açık hâle getiriliyor.
Ulus-devletlerin en güçlü yanı, kendilerine vatandaşlık ve aidiyet bağı ile bağlı olan geniş kitlelerin varlığıdır. Bugünkü CHP, tam da bu gücü kırmak için çalışmaktadır. Bu gidişat, bırakın Cumhuriyetin kurucu partisini, herhangi bir siyasi partinin amacı olamayacak kadar tehlikelidir. Tarih boyunca bu milletle baş edemeyen egemen güçlerin benzer bir amacı olmalı ki, görünür ittifakları küresel medyadan okunuyor.