2020, Türk Yunan ilişkileri açısından oldukça zorlu bir yıl oldu. NAVTEX diplomasisi ile Türkiye, Doğu Akdeniz’de var olduğunu ve çıkarlarından vaz geçmeyeceğini ortaya koyarken, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlaması ve adaların statüsü konusunda yaşanan gerginlikler ise ikili ilişkileri daha da gerdi. Denizdeki gerginliklerin pek çok tarihi ve kültürel kaynağı bulunmakla birlikte, taktik alan hamlelerinin durumu giderek zorlaştırdığı görülüyor. Örneğin Yunanistan, Türk donanmasının 1999 depremi sonrası Ege’de üslenmesini, Ege Ordu’sunun varlığıyla Yunanistan’a tehdit oluşturduğu düşüncesini destekleyen bir gelişme olarak yorumlamıştır. Yine karasularının 12 mile çıkarılması konusunda, TBMM tarafından kabul edilen casus belli-savaş sebebi açıklaması da bu iddialara dayanak olarak sunularak, silahlandırılması yasak olan Anadolu kıyılarına yakın adalar Yunanistan tarafından silahlandırılmaya başlanmıştır. Üzerinde yerleşim bulunmayan nispeten küçük adacıklar ile ilgili pek çok gerginlik birbirini takip etmiştir. Özellikle Türkiye kıyılarından 5.8 deniz mili uzaklıkta bulunan Farmakonisi/Bulamaç adasına Yunan yetkililerce yapılan resmi ziyaretler, ikili ilişkileri önemli oranda etkileyen bir boyuta ulaşmıştır. Bu duruma ek olarak 2020’de göçmenlerin Yunanistan’a geçişine Türkiye tarafından izin verilmesi, Yunanistan’da, Türkiye’den kaynaklı tehdit algısını daha da arttırmış durumda.
2020 içerisinde tarafların askeri anlamda sıcak çatışmaya çok yakınlaşması, NATO ve AB’nin çeşitli mekanizmalar geliştirerek devreye girmesiyle önlenmiş, sonrasında istikşafi görüşmeler başlayabilmiştir.
Gerginliğin Sebebi Adaların Kıta Sahanlığı ve MEB
Ancak görünen odur ki, 2021 çeşitli gerginliklere gebe. Nitekim, ocak başından itibaren adalar çevresindeki askeri hareketlilik, Kıbrıs’ta Yunan ve Rum liderlerinin ortak açıklamaları ve akabinde gelen 11 Şubat 2021 Philia Forum, Türkiye ve Yunanistan arasındaki güven eksikliğinin etkisini yeniden ortaya çıkardı.
Türkiye ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de en önemli gerginlik konuları, adaların kıta sahanlığı ve MEB sınırı meselesi ile tarafların birbirini aktör olarak tanımamasıdır. Türkiye’de, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de bir aktör olarak kabul edilip edilmemesi tartışılırken, Yunanistan ise Meis adası üzerinden, MEB sınırlarını maksimum oranda genişletmek çabasını sürdürüyor.
Öncelikle, Doğu Akdeniz’de tarafların birbirini tanımak konusunda yaşadıkları sorunlara değinmek gerekiyor. Kıbrıs sorunu bu noktada kilit rol oynuyor. Türkiye Kıbrıslı Türklerin haklarının korunması ve egemen bir halk olarak Kıbrıslı Rumlar ile bir anlaşmaya varılması sonrası adanın meşru bir hükümete sahip olacağını, bundan sonra görüşmelerin sağlıklı ilerleyeceğini söylemekte. Rum ve Yunan tarafı ise Kıbrıs sorununu tamamen “adadaki Türk askeri varlığı” olarak tanımlamakta, egemen bir Türk halkı fikrine, fiiliyatta sıcak bakmamakta ve bu zemindeki hiçbir çözüme yanaşmamakta. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin (GKRY), 2004 AB üyeliği sonrası Türkiye’nin üyelik müzakerelerini kilitlediği de düşünülürse, mevcut çözümsüzlüğe eklenen yeni boyutlar, durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Kıbrıs sorununun, Yunanistan ve GKRY’nin önceliğini oluşturduğu düşünüldüğünde, Doğu Akdeniz’deki yeni meselelere yaklaşım da bu bağlamda olacaktır. Bu da Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan yeni meselelerin çözümünde önemli bir bariyer oluşturuyor.
Medyaya yansıyan haberlere göre Yunanistan Başbakanı Mitsotakis, defalarca, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de diplomatik, askeri ve ekonomik rolünü güçlendirdiklerini ve “yeni bir marka oluşturmak için çok iddialı bir strateji geliştirme sürecinde olduklarını” söyledi. Yunanistan EastMed sürecinden başlamak üzere, bölgede Türkiye’nin dışlandığı çok taraflı diplomatik toplantılara öncülük de etti. Yunanistan’ın, bu toplantılarda GKRY’nin iddialarının meşrulaştırılması yönünde çaba sarf ettiği aşikar. Bunun son örneği, 11 Şubat 2021’de Atina’da Yunanistan Dışişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen Philia (Dostluk) Forumu- Akdeniz ve Körfez ülkeleri iş birliği toplantısı oldu. Bu forumun amacı, Türkiye gibi çekinceleri olan pek çok ülkeye rağmen, Akdeniz’de siyasi ve ekonomik iş birliğinin yapılabileceğini, bunun için gerekli destek ve siyasi iradenin mevcut olduğunu göstermekti. Yunanistan Başbakanı Konstantinos Mitsotakis, açılış konuşmasında, bu forumun Türkiye’ye açık olduğunu söylese de GKRY varlığı sebebiyle, Türkiye’nin burada yer almasının başkaca handikapları da bulunuyordu.
Sanki Yunan Zirvesi
Türkiye Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy 11 Şubat 2021’de yapmış olduğu açıklamasında kullandığı “Yunan-Rum oyununa gelen bölge ülkeleri” ifadesiyle bu handikabı ortaya koymuştur: “Yunanistan Dışişleri Bakanı tarafından ülkemize yöneltilen mesnetsiz itham ve iftiralar, aslında bu girişimin söylendiği gibi “dostluk” üzerine değil, Türkiye’ye yönelik husumet üzerine inşa edilmeye çalışılan bir ittifak teşebbüsü olduğunu göstermektedir”.
Öte yandan bu foruma katılanların, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Irak gibi ülkeler olması da gözlerden kaçmamakta. Kapsamlı bir forum amaçlandıysa, Libya, Lübnan, Suriye, İsrail ve Türkiye gibi Doğu Akdeniz’e kıyısı olan, İtalya, İspanya, Malta gibi farklıca Akdeniz ülkelerinin olmaması ne ile açıklanabilir? Bazı Türk gazeteciler, bu çabayı ve gerçekleşen forumu bir “diplomatik komedi” olarak nitelerken, Michael Tanchum, katılımcıların profili açısından bakıldığında bunu bir Yunan-Arap zirvesi olarak tanımladı.
Yunanistan bir yandan Türkiye ile görüşmeye hazır olduğunu söylerken, bir yandan da bu tarz dışlayıcı girişimlerini sürdürüyor. Türkiye geniş katılımlı bir uluslararası toplantı isterken, Yunanistan Başbakanı, Türkiye’nin hassasiyetlerini bile bile, kendi seçtiği katılımcılarla, çerçevesini kendilerinin belirlediği etkinlikler düzenleyerek, Türk-Yunan görüşmelerini zorlaştırmaya devam ediyor. Nitekim Philia Forumu’na yönelik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy’un açıklamaları, bu sürecin sağlıklı bir şekilde yürüyeceğine dair güven kaybına işaret etmekte.
10 Şubat 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamalarda, Yunanistan’ın adalarda zodyak botlarla yaptığı manevraların bir meydan okuma olduğu, bu askeri hareketliliğin bitmemesinin ve yapılan farklı toplantılar ile düşmanca bir tutum takınılmasının, oluşan olumlu havaya zarar verdiğini çok açık bir dille ifade edildi. Sahada yaşanan gelişmelerin masadan kaçmak olarak yorumlanması gerektiğini söyleyen Erdoğan, sorunları masada çözme iradesinin hem GKRY hem de Yunanistan’da bulunmadığına dair kanaatini ortaya koydu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Kıbrıs’ta İki Devletli Çözüm Aranmalı
Görüşmelere yeşil ışık yakıyor gibi görünen, ancak görüşmelerden çekinen, adaların silahsızlandırılması veya aidiyeti belli olmayan ada ve adacıklar konusunun görüşülmesine karşı çıkan, çoğu zaman uluslararası toplumun beklentilerine cevap vermek adına görüşüyormuş gibi yapan Atina yönetiminin, Türkiye’yi bölgeden dışlamanın hala mümkün olabileceğini uman bir politika izlediği görülüyor.
Türk Dışişleri açıklamasında, Kıbrıs Türklerinin ve bölgede kilit ülke olan Türkiye'nin katılmadığı hiçbir forumun, etkili ve başarılı bir iş birliği ve dostluk mekanizması oluşturamayacağı bunun, anlatıldığı gibi bir "dostluk" girişimi değil, Türkiye'ye karşı nefreti artırma amaçlı bir operasyon olduğu vurgulandı, Yunanistan ve GKRY’nin, Avrupa Birliği'nin Türkiye ile olan pozitif gündemini engellemeye çalıştığının da altı çizildi.
Oluşan güvensizliğin Kıbrıs sorununda da etkili olduğu, Cumhurbaşkanının açıklamasında net bir şekilde görülmektedir. Kıbrıs’ta sonuçsuz görüşmelerin ve federasyon çabalarının manasız olduğu, artık iki devletli bir çözüm aranması gerektiğini söyleyen Erdoğan, bir anlamda, şubat başında gerçekleşen Yunanistan Başbakanı Mitsotakis ve GKRY Dışişleri Bakanı Christodoulis’in yaptığı ortak açıklamaya da cevap vermiştir. Hatırlanacağı gibi, bu açıklamada Mitsotakis ve Christodoulis, tek çözüm formülünün Türk askerinin çekilmesi ve federal Kıbrıs olduğunu söylemişlerdi.
Özetle, gerçekleştirilen Forum ve akabinde gelen Türk yetkililerin açıklamaları, ikili ilişkilerde dönem dönem alevlenen güven bunalımını su yüzüne çıkarmış durumda. Buna benzer bir güven bunalımı 1996 Kardak krizi sonrası sorunların aşılması amacıyla çeşitli adımlar atılmasına rağmen, Türkiye’nin AB Lüksemburg zirvesinde Yunan vetosu ile karşılaşmasında görülmüştü. Akabinde, 1999’a kadar, Demirel ve Denktaş arasında yapılan mutabakatlar ile dile getirilen konfederasyon ve hatta Türkiye ile bütünleşme söylemleri öne çıktı. 1999 Helsinki sürecinde AB adaylığına vetosunu kaldıran Yunanistan’la yaşanan yumuşama ile Annan Planı sürecinde Türk hükümeti yeniden federatif bir çözüme yeşil ışık yakmış, ancak iki devlet ifadesinin yine de planda yer aldığı gözlemlenmişti. Bu federal çözüme dönüş, o dönemde, bir “U” dönüşü olarak, konfederasyon ise yaşanan hayal kırıklıklarına dayalı geçici bir söylem olarak yorumlanmıştı.
Bugün Cumhurbaşkanının ağzından bu çözüm yönteminin yeniden dile getirilmesi, Yunanistan tarafında bu sebeple temkinli karşılanmaktadır. Yunanistan Başbakanı Konstantinos Mitsotakis, “kötü 2020'yi geride bırakmalı, 2021 için olumlu bir gündem oluşturmalıyız” derken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert açıklamalarının anlık olduğunu umduğunu, liderler bazında görüşmeler için henüz erken olduğunu ancak istikşafi görüşmelerin devamı ile ilgili Türkiye’den cevap beklendiğini söylemekle yetindi.
Yunanistan’a karşı duyulan güvensizliğin yakın dönemdeki bir başka sebebi de Annan Planı referandumu ve ardından Crans Montana’da yaşanan hayal kırıklıklarıdır. 2002-2004 arası, Türkiye, Annan Planı’na destek verirken, Kıbrıs sorununun AB içerisinde iki üye devlet ve üye bir Kıbrıs ile çözülmesine yeşil ışık yakmıştı. Ancak Yunanistan birlik üyeliğinin kendisine getirmiş olduğu avantajı kullanarak, Güney Kıbrıs’ın üyelik sürecinin tamamlanması ile Kıbrıs sorununu AB’nin bir sorunu haline getirme hedefine ulaşmış, Crans Montana sürecinde de bu çizgisini devam ettirmiştir. Bugün Yunanistan’ın yine aynı yöntem ile, diplomaside mevcut kartlarını oynayarak, diplomatik anlamda mevzi kazanmaya çalıştığı söylenebilir. Türkiye, ikili ilişkilerde ve Kıbrıs’ta bu tutumun fiiliyatta bir çözüm üretmeyeceğini, Türkiye’nin bölgeden dışlanamayacağını, olası “sözde” diplomatik kazanımların en iyi ihtimalle yine bir 50 yıl sürecek başka bir sorun doğuracağına dair mesajlar verse de olumlu karşılık alamıyor. Türkiye’den gelen sert açıklamalar Yunan Dışişleri Bakanı Dendias tarafından “şantaj” olarak tanımlanmaktaysa da Atina’da farklı siyasilerden, bu tutumu eleştiren görüşler duymak da mümkün. Gerçekçi bir çözüm arayışı ve diyalog adına, yaşanan güven bunalımının aşılması öncelikli. Tarihsel derinliği olan, bugün kamuoylarında yeniden üretilen ve beslenen kaygılar ile bu güven ortamını tesis etmek ise oldukça zor görünmektedir. Bu yüzden 2021 ve sonrası için başta Kıbrıs konusu olmak üzere mevcut sıcak gerilim alanlarının varlığını koruyacağını söylemek mümkün.