Bir şeyin olabilmesi, öncelikli olarak gerek şartın sağlanmasına ve sonrasında yeter şartın yerine getirilmesine bağlıdır. Türkiye tarımı gıda arz güvenliğini sağlar mı, sorusunun cevabı da gerek ve yeter şartların gerçekleşmesine bakılarak verilebilir. Bu durumda gerek şart, Türkiye tarımının gıda arz güvenliğini sağlayabilme potansiyelinin var olmasıdır. Dolayısıyla bu potansiyelin varlığını sorgulamak gerekir. Yeter şart ise var olan potansiyelin gıda arz güvenliğini sağlamak hedefi yönünde doğru bir şekilde kullanılması ve geliştirilmesidir.
Türkiye tarımının potansiyelini; sektörün güçlü yönlerini, fırsatlarını, zayıf yönlerini ve tehditlerini tespit ederek ortaya koymak uygun bir yaklaşım olabilir. Bu potansiyeli doğru kullanmak ve geliştirmek için ise Türkiye tarımının güçlü yönlerini öne çıkarmak, zayıf yönlerini güçlendirmek, fırsatlarını değerlendirmek ve tehditlerini bertaraf etmek gerekir. Bu amaçla ihtiyaçlar, çözümler ve politika eylemleri mütemadiyen belirlenmeli ve yürürlüğe konmalıdır.
Türkiye Tarımının Potansiyeli
Ülkenin gıda arz güvenliğini sağlamak ve küresel gıda arz güvenliğine katkı vermek bağlamında Türkiye tarımı birçok güçlü yöne sahiptir. Bu güçlü yönlerin öne çıkanlardan biri, Türkiye’deki iklim çeşitliliğinin sağladığı çok geniş tarımsal ürün yelpazesini yetiştirebilme kabiliyetidir. Türkiye tarımının bu güçlü yönü; çok çeşitli ürünlere olan talebin karşılanabilmesi anlamında gıda arz güvenliğini sağlayabilmesi yanında hem ülke genelindeki iklim ve piyasa şartlarından dolayı olabilecek rekolte ve fiyat dalgalanmalarındaki riski azaltmaya hem de bölgesel ihtisaslaşmaya ve dolayısıyla bölgelerarası ticareti artırarak ekonomik canlılığa sebep olmaktadır.
Türkiye’deki artan turizm hareketliliği, çeşitli nedenlerle oluşan yurt dışından göçler, nüfus artış hızının nispeten yüksek oluşu nedenleriyle ortaya çıkan nüfus yoğunluğunun tarım ve gıda ürünlerine olan iç talebi yüksek tutarak tarım sektöründe sürekli bir canlılığa sebep olması, Türkiye tarımı için çok önemli bir fırsattır. Tarım ve gıda ürünleri tüketimi ithalata dayalı ülkelere Türkiye’nin yakın ve merkezi bir konumda olması, dış talebi artırmak açısından önemli bir potansiyel ve dolayısıyla daha iyi değerlendirilmesi gereken çok iyi bir fırsat sunmaktadır.
Türkiye tarımının öne çıkan zayıf yönlerin başında düşük verimlilik problemi gelmektedir. Hayvan başına et ve süt verimi başta olmak üzere bitkisel ürünlerin birçoğunda birim alana verim, tarımı gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında nispeten düşüktür. Türkiye tarımında faaliyet gösteren tarım işletmelerinin ekseriyetle küçük aile işletmeleri olması, üretim faaliyetlerinde etkinlik ve kârlılığı düşürerek tarımsal faaliyetin ana geçim kaynağı olmasını ve sürdürülebilirliğini zora sokmaktadır. Bu aile işletmelerini iş birliği yaparak güçlendirmesi gereken tarımsal kooperatiflerin önemli bir kısmının yeterince işlevsel ve sürdürülebilir olmamaları, Türkiye tarımının kurumsal yapısının diğer önemli bir zayıf yönüdür. Tarımsal faaliyetlerin yapıldığı kırsalda iş ve yaşam şartlarının yeterince cazip olmaması da tarım sektörünün önde gelen zayıf yönü olarak sektörün geleceğini tehdit etmektedir.
Türkiye’nin sahip olduğu su kaynaklarının sınırlı olması nedeniyle tarımsal kuraklığın son yıllarda iklim değişikliğinin de etkileriyle sürekli gündeme gelmesi, önemli bir tehdit olarak varlığını korumaktadır. Sık ve yaygın olarak ortaya çıkan bulaşıcı hayvan hastalıkları riski, hayvansal üretimi tehdit ediyor. Son 10 yılda artarak meydana gelen krizlerin makroekonomide sebep olduğu ekonomik daralmalar da doğrudan veya dolaylı etkileriyle Türkiye tarımı üzerinde önemli bir tehdit oluşturmaktadır.
İhtiyaçlar, Çözümler, Politika Eylemleri
On yıllar önce 1960’larda temel tarım ürünlerinin Türkiye’nin her bölgesinde üretildiği, o yılların bölgesel rakamları incelendiğinde görülür. Bölgelerarası nakliye imkanları geliştikçe, bölgelerarası ürün akışı, daha iyi üretildiği bölgelerden diğerlerine gittikçe artan miktarlarda gerçekleşmeğe başladı. Örneğin; patates Niğde ve Nevşehir’de, buğday Orta ve Güneydoğu Anadolu’da, ayçiçeği Trakya’da, üzüm Ege’de ve yem bitkileri ve besi hayvanları Kuzeydoğu Anadolu’da, sebze Akdeniz’de üretilerek diğer bölgelere nakledilmektedir. Bu kendiliğinden oluşan gelişmenin temelinde ürünlerin üretildiği uygun arazi, su ve iklim koşullarının varlığı yanında zamanla oluşan ihtisaslaşma vardır. Havza bazlı destek modeli aslında bu gidişatı hızlandırmak için yürürlüğe sokulmuştur. Bu destek modelinin iki probleminin çözüme kavuşturulması gerekir. Birincisi her havzada desteklenen ürünlerin tespitinde daha gerçekçi olunması, ikincisi ise yaş meyve ve sebze gibi hacimli ve çabuk bozulan ürünlerin uzun mesafelerden taşınması sonucu artan karbon izi, gıda kaybı ve maliyeti azaltacak çözümler üretilmesi gerekir. Büyükşehirlerin etrafında tarım kentleri kurma fikri, bir çözüm olabilir.
Bitkisel ve hayvansal üretimde yaygın olan düşük verimlilik, Türkiye tarımının önemli bir zayıf yönü olması yanında var olan verim açığını (yield gap) kapatabilmenin oluşturacağı hızlı üretim artışı için bir fısat olarak da görülebilir. Tarımda verim artışını sağlamanın temel sürükleyicisi teknoloji kullanımıdır. Geçmişte mekanik, elektrik, kimyasal ve biyolojik teknolojilerin tarıma transferi sonucu çok önemli verim artışları sağlanmıştır. Günümüzde ise ilaveten dijital, yazılım ve yapay zekâ teknolojileri tarıma transfer edilerek verimlilik artışları daha iyi bir noktaya taşınıyor. Türkiye, geçmişe dayalı tarım kültürüyle ve çok sayıdaki endemik türü ve yerel tohumlarıyla verim açığını kapatmaya uygun bir çevre de sunmaktadır. Mevcut verim ile ulaşılması mümkün verim arasındaki fark olan “verim açığı” ancak bahse konu teknolojilerin doğru kullanımı ile mümkündür. Tarıma mütemadiyen teknoloji transferinin gerçekleşmesi ise kırsalda daha iyi iş ve yaşam şartları sağlanarak tarımsal faaliyetlerden yeter sürdürülebilir gelir elde edilmesine bağlıdır. Dolayısıyla birbiriyle bağlantılı ve birinin diğerini tetiklediği çok yönlü çözümlere ve daha iyi politika eylemlerine ihtiyaç vardır.
Turizm, göç ve nüfus artışının sebep olduğu tarım ve gıda ürünleri yüksek iç talebi, fiyatları yükselterek tarım sektöründe canlılık fırsatı sunmaktadır. Bu canlılık fırsatından ne kadar iyi yararlanılırsa o kadar çok tarımsal üretim artışı sağlanır ve böylece hem iç gıda arz güvenliği daha iyi karşılanır hem de küresel gıda arz güvenliğine yapılacak katkı artırılabilir. Küresel gıda arz güvenliğine Türkiye tarımının yapacağı katkı, gıda tüketimi ithalata dayalı ülkelere Türkiye’nin yakın ve merkezi bir konumda olması fırsatı çok dinamik ve etkin tarımsal dış ticaret politikalarıyla değerlendirilerek daha ileri bir noktaya taşınabilir. Bu sonuç, dış ticaret dengesinin iyileşmesine de katkı verir.
ABD’de 1800, AB’de 180 dönüm olan ortalama tarımsal işletme büyüklüğü, Türkiye’de 60 dönümle ABD’den 30, AB’den 3 misli daha küçüktür. Bu durum, Türkiye’deki tarım işletmelerinin çoğunun büyük işletme olmanın sağladığı avantajlardan yararlanmasını engellemektedir. Türkiye’nin mevcut tarımsal yapısında bu işletmelerin büyümesi çok mümkün olamayacağından, büyük işletme konumuna geçmelerini sağlayacak kooperatifler vasıtasıyla iş birliği yapmaları olmazsa olmazdır. Büyük işletmelere sahip gelişmiş ülkelerde bile tarım işletmelerinin yüzde 90’ı kooperatiflerle çalışma ihtiyacı duyarken, bu ihtiyaç Türkiye için kaçınılmazdır. Kooperatifler; küçük işletmelere ürünlerini değer fiyattan satma, girdilerini uygun fiyattan alma ve güçlerinin yetmediği teknolojileri kullanma imkanı sağlayarak küçük işletme olmanın dezavantajlarını giderirler. Ancak Türkiye’de kooperatiflerin önemli bir kısmı, bu imkanları çiftçilere sağlayacak işlevselliğe ve sürdürülebilirliğe sahip değiller. Dolayısıyla işlevsel ve sürdürülebilir olmayan çok sayıda kooperatifin ya işlevsel hale gelmesi için çözümler üretmek ve politika eylemleri yürürlüğe sokmak ya da kapatılmalarını kolaylaştırmak gerekir.
Kırsalda iyi olmayan iş ve yaşam şartları, tarımla uğraşanları ve/veya kırsalda yaşayanları cezbetmiyor ve dolayısıyla gençler başta olma üzere insanların tarımı ve kırsalı terk etmesine neden oluyor. Bu durum, tarım sektörünün geleceğini de ciddi bir şekilde her yönüyle tehdit ediyor. Tarımda çalışan nüfusun azalması gelişmişlik göstergesidir. Ancak kırsalda yaşayan nüfusun azalmak yerine artması; kırsalda ekonomik canlılığa ve doğal kaynaklara sahip olunması yanında etkin kullanılmasına, şehirlerdeki nüfus baskısının azalmasına ve kırsalda iş ve yaşam şartlarını iyileştirmeyi amaçlayan kırsal kalkınma politikalarının etkinliğine sebep olur. Tarım ve Orman Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı ve büyükşehir belediyeleri kırsal alanda iş ve yaşam şartlarını iyileştirmek ve dolayısıyla kırsala dönme zemini hazırlamak için program, proje ve yatırımların gerçekleşmesini sağlama yanında destek veriyorlar. Farklı ölçeklerde yatırımları gerektiren bu çalışmaların projeye dayalı olması, yerel inisiyatifleri dikkate alması, yerel imkanları kullanması, sürdürülebilir olması ve iyi uygulama örneklerinin görünür yapılarak kopyalanabilme özelliklerine sahip olmaları önemlidir.
Türkiye tarımı, iklim değişikliğinin de etkisiyle sürekli kuraklık riskinin olduğu bir coğrafyada gıda arz güvenliği açısından tehdit altında olduğundan, muhtemel kuraklığın etkilerinin en aza indirilmesi için yapılan çalışmalar daha ileri noktalara taşınmalıdır. Tarımsal kuraklığın etkilerini azaltmada sulama suyu tasarrufu sağlayan basınçlı sulama sistemlerini yaygınlaştırmak önceliklidir. Kuraklığa dayanıklı türlerin kullanımını yaygınlaştırmak, toprağın su tutma kapasitesini yükseltmek için toprakta organik madde birikimini artırmak ve toprak yüzeyini kapatarak toprakta rutubeti daha uzun süre tutan bitkileri olabildiğince tercih etmek su ihtiyacını azaltacaktır. Mevcut suların miktar ve kalitesinin korunması için havza ve göletlerde en iyi şekilde toplanması ve tutulması, sulama kanallarındaki kayıpların azaltılması ve suların kirlenmesinin önlenmesi elzemdir. Yeraltı sularının kullanımını disiplin altına almak da hayati öneme sahiptir. Ayrıca yağmur ve kar sularının biriktirilerek ve depolanarak sulama suyunda kullanılması yanında atık sular başta olmak üzere suyun döngüsel kullanımıyla tarımsal sulama suyu kaynaklarını artırmak, kuraklığa karşı önemli tedbirler olarak dikkate alınabilir. Çok su çok ürün demek değildir farkındalığı, çiftçiler arasında yaygınlaştırılmalı ve tarımsal kuraklık tehdidi ve farkındalığı konuları, tarımsal eğitim ve araştırmalarda daha fazla yer almalıdır.
Gıda arz güvenliğini tehdit eden bulaşıcı hayvan hastalıklarının yaygın bir şekilde zuhur etmesini önleyecek hastalıktan ari bölgeler oluşturmak gibi şümullü tedbirlerin önemi de gittikçe artmaktadır. Diğer taraftan, son on yılda yaşanan ve gelecekte de aniden ortaya çıkma ihtimali olan siyasi, salgın, savaş ve ekonomi krizleri gıda arz güvenliğini tehdit edebilir. Bu krizlere karşı ani değişim ve dönüşüm kapasitesini sağlayan stratejileri daha iyi yürüten kurumsal yapılanmalara ihtiyaç vardır.
Sonuç
En son TÜİK 2023 verilerine göre, Türkiye’nin tarım ve gıda ürünleri ihracatı 31,6 milyar dolar iken ithalatı 25,8 milyar dolar olup 5,8 milyar dolar tarım ve gıda ürünleri dış ticaret fazlalığı vardır. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 122,7’dir. Bu verilerden hareket edildiğinde Türkiye tarımı, mevcut haliyle yani var olan potansiyeliyle tarım ve gıda ürünleri dış ticaret fazlası vererek Türkiye’nin gıda arz güvenliğini sağladığı gibi küresel gıda arz güvenliğine de katkı yaptığı söylenebilir. Türkiye tarımının mevcut potansiyeli bahse konu ihtiyaç, çözüm ve politika eylemleri gibi yaklaşımlarla mütemadiyen geliştirildiğinde, Türkiye’nin gıda arz güvenliğinin çok daha iyi sağlanması ve küresel gıda arzına çok daha fazla katkının verilmesi mümkün olacaktır.
Türkiye tarımının bugünkü potansiyelini çok daha iyi bir noktaya taşıyacak politika eylemleri; yaygın bir faaliyet alanı olan tarım sektörünü zapturapt altına alan değil, düzenleyici, denetleyici ve destekleyici, sil baştan değil mevcudu iyiye götüren ve iyi bir kurumsal yapılanma yanında işini bihakkın yapan insana odaklanan bir anlayışla şekillendirilmeli ve yürütülmelidir.