Kriter > Dış Politika |

Obama Döneminde Beyaz Saray’ın Kurgu Diplomasisi


ABD’de Obama dönemi sona erdi. Obama seçimi kazanıp 2009’da Beyaz Saray’a taşındığında küresel medyanın da büyük gayretiyle dünyaya “barış elçisi” olarak sunulmuştu.

Obama Döneminde Beyaz Saray ın Kurgu Diplomasisi

ABD’de Obama dönemi sona erdi. Obama seçimi kazanıp 2009’da Beyaz Saray’a taşındığında küresel medyanın da büyük gayretiyle dünyaya “barış elçisi” olarak sunulmuştu. Özellikle siyahi olmasından hareket edilerek haksızlığa uğrayanları anlayabileceği, ezilenlerle dayanışma içinde olabileceği, milli iradelere saygı duyarak darbecilere karşı seçilmiş hükümetleri destekleyeceği ve işgal girişimlerine karşı durabileceği veya en azından bu yönde çaba içinde olacağına dair çokça propaganda yapılmıştı. Açıkçası böyle olabileceğine dünya da inandırılmıştı. Benzer bir tablo Donald Trump dönemi için de çiziliyor. Fakat burada daha çok Obama’nın kötü politikaları ve kanlı mirası gösterilerek Trump’ın bundan da kötü olamayacağı bağlamında bir beklenti üretilmiş durumda. Yani Trump’a barış elçisi imajı yüklenmekten çok en azından Obama kadar hayal kırıklığına uğratmayacağı düşüncesi yaygınlaştırılıyor. 20 Ocak’ta başlayan Trump döneminde dünyanın nasıl bir ABD ile karşılaşacağını zaman gösterecek.

Obama Bir İmajdan İbaretti

Obama döneminin temel özelliklerinden birisi hiç kuşku yok ki bir ikna yöntemi olarak halkla ilişkilerin kullanılmasıdır. Beyaz Saray’ın bu konuda artık klasikleşen yaklaşımları sürekli bir şekilde farklı formlarda sunuldu dünyaya. Medyanın tümüyle Batı merkezli olduğu, çoklu medyaların gelişmediği, sadece küresel ajansların haber ilettiği, sosyal medyanın olmadığı, bilginin böylesine hızlı akmadığı ve gerçeklerin dayatmayla kabul ettirilme alışkanlığının yaygın olduğu eski zamanlarda edinilen alışkanlıklar Obama döneminde yaygın şekilde kullanıldı. Hem de bu halkla ilişkiler faaliyetleri kör göze parmak şeklinde yapıldı. Bırakın 1970’lerin Soğuk Savaş dönemi iletişim araçlarının iki taraflı propagandist yönünü, 1930’ların radyosundan duyulan sese herkesin iman edercesine inandığı gibi "bu ses ABD’den çıkıyorsa herkesin yine sorgulamadan inanması gerektiği" şeklinde bir atmosfer oluşturuldu. Beyaz Saray adına açıklama yapan diplomatların yüz ifadeleri de "söyledikleri her şeye dünyanın inanması gerektiği" sanrısını yansıtıyor. Bu tutum eski ve güç merkezli bir alışkanlık olduğu için ne pahasına olursa olsun Amerikalı diplomatlar tarafından devam ettirilmek isteniyor. Hem Obama’nın Hollywood yapımlarındaki tipik başrol oyuncusu gibi yürümesi, koşması, konuşması, el sallaması, her durumda gülmeye çalışması, ellerinin havada kavis çizerek hareket halinde olması, muhataplarının omzuna dokunurken takındığı egemen tavır ve genel olarak politik meselelerdeki “kurgusal” yaklaşımı, dünyanın gözündeki Obama algısını medyatik bir ikon düzleminde şekillendirmiş durumda.

Aslında Bu Eski Bir Hikaye

Amerikalıların kitle iletişim araçlarından iletilen mesajlara yürekten inandığını gösteren en iyi örneklerden birisi, 1938’de Dünyalar Savaşı romanından uyarlanan tiyatronun akşam 20.00 bülteninde haber formatında canlandırılmasıyla yaşanmıştı. Yönetmen Orson Welles tarafından CBS kanalında gerçekleştirilen Dünyalar Savaşı anlatısında uzaylıların dünyaya saldırdığı/işgal ettiği işleniyordu. Roman uzun... Neticede pek çok Amerikalı tiyatroyu gerçek zannedip sokaklarda kaçışmaya başlamıştı. Welles’in CBS performansı iletişim araçlarından aktarılan içeriğin kitlelerce doğru kabul edilerek ona göre davranış geliştirildiğini en iyi anlatan bir örnektir. Fakat bu performanstan ortaya çıkan anlamın genel olarak Amerikalılarca içselleştirilmesi zamanla hem halkı gerçeklerden uzaklaştırarak kendi kurgusal dünyalarını gerçek zannetmelerine yol açtı hem de diğer milletlerden de benzer şekilde davranmaları beklentisi içine soktu. Bu geleneğin ABD’li diplomatlarca günümüzde de devam ettirildiği görülüyor.

Türkiye’ye Karşı Kurgu Diplomasisi

Obama dönemi Türkiye-ABD ilişkileri irdelendiğinde Beyaz Saray’ın halkla ilişkiler çalışması bağlamında değerlendirilebilecek birçok örnekten bahsetmek mümkündür. Her olayın bir başka benzer olaya kapı araladığı görülüyor. Hepsinin ortak özelliği ise gerçeklere rağmen kurgu olanın öne çıkartılarak “gerçek budur” dayatmasının yapılmasıdır. Örneklerden birkaçını başlık olarak hatırlayalım:

- Terör örgütü PKK ve PYD’nin iç içe olduğunun kamuoyunca bilinmesine rağmen ABD’nin aksini iddia etme konusundaki ısrarını sürdürmesi ve Türkiye’den inanmasını beklemesi

- ABD uçaklarının Türkiye’nin kuşatmasındaki Bab bölgesinde DEAŞ hedeflerini bombalamak yerine alçaktan uçuş yapması ve bu tutumun gerekçesi olarak açıklanan “Güç gösterisi yaptık” ifadesinin kamuoyunda "güç gösterisinin kime karşı yapıldığı" sorusu çerçevesinde değerlendirilmesi

- ABD Deniz Kuvvetlerinin, kuruluş yıl dönümü anısına yaptığı paylaşımda ay yıldızlı bayrağa yer vererek doğrudan tarihsel karşıtlığa vurgu yapması

- Obama’nın Erdoğan ile telefonda konuşurken elinde beyzbol sopası olan fotoğrafının Beyaz Saray tarafından servis edilmesi

- ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği tarafından paylaşılan Nihat Erim fotoğrafı Bu örneklerden sadece biri analiz edildiğinde bile ABD’li diplomatların Türkiye karşıtı mesaj verme kaygısı ortaya çıkar.

Bu örneklerden sadece biri analiz edildiğinde bile ABD'li diplomatların Türkiye karşıtı mesaj verme kaygısı ortaya çıkar.

Terör, Darbe ve Suikast Mesajı

Örnekler arasındaki Nihat Erim fotoğraflı paylaşımı irdeleyelim. ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği tarafından 5 Ocak 2017 tarihinde yapılan Twitter paylaşımında 12 Mart Muhtırası sonrası hükümet kurdurulan ve 12 Eylül 1980 Darbesi’nden iki ay önce terör örgütü DevSol tarafından öldürülen Nihat Erim’in fotoğrafına yer verilmişti. Türk kamuoyu nasıl anlaşılması gerekiyorsa o şekilde algıladı mesajı. Bunun temel nedeni ise özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ABD yönetiminin izlediği yol haritasında aranabilir. Bu yaklaşım biçimi Türkiye’deki ABD karşıtlığını zirveye çıkarmış durumda. Darbe girişiminde bulunan cuntacı askerlerin elebaşı Fetullah Gülen’in iade edilmemesi ve FETÖ üyesi militanların ABD’de toplanmasına izin verilmesi Türk halkında müttefiklik hukukuna aykırı bir tutum olarak algılanıyor. Buna ilaveten FETÖ üyesi askerlerin darbe girişiminden sonra gözaltına alınması karşısında ABD ordusundan yapılan açıklamalarda “Türkiye’de muhataplarımız gözaltına alınıyor” ifadesinin kullanılması, Dışişleri Bakanı John Kerry’nin “Soruşturmalar fazla ileri gitmemeli” şeklindeki sözleri kamuoyunda ABD’yi olağan şüphelilerden birisi yapmıştı.

Böyle bir atmosferde ABD Büyükelçiliğinden yapılan paylaşımda suikast sonucu öldürülen bir isme yer verilmesi Amerikalı diplomatların klasik mesaj verme yöntemlerinden biri olarak algılandı. Genel kanıya göre ABD’li diplomatlar milli iradenin seçtiği isimleri “Nihat Erim” üzerinden tehdit etti. Tehdidin içeriğinde ise hem suikast girişimi hem de darbe tehlikesinin olduğuna dair güçlü işaretler olduğuna inanıyor kamuoyu.

Beklendiği gibi ABD Büyükelçiliği bu iddiaları kabul etmeyerek sadece dostluğun bir göstergesi olarak ilgili fotoğrafı paylaştıklarını açıkladı. ABD, halkla ilişkiler ve kamu diplomasisinin doğduğu bir ülke. Aslında neredeyse iletişim stratejilerine dair tüm temel yaklaşımlar da burada doğdu. Edward Bernays’ten Walter Lippman’a, Marshall McLuhan’dan Henry Kissinger ve Harold Lasswell’e kadar bu alanın kurucu isimleri ABD'nin çocuğudur. Dolayısıyla gösterge ile anlam arasındaki ilişkinin hangi atmosferde ne şekilde oluşacağını bilmemelerine imkan yok. Anlam üretilen bir şeydir ve insanlar inanacakları şeye kitle iletişim araçları ile razı ve ikna edilirler. Şayet bu fotoğraf Türkiye’nin terör örgütleri PKK, FETÖ ve DEAŞ ile olan yoğun mücadelesine ABD’nin destek verdiği bir düzlemde paylaşılmış olsaydı Türk halkı teröre karşı Beyaz Saray’ın dayanışmasını yoğun şekilde hissederdi. Fakat Türkiye’de terörle mücadele konusunda Washington’ın Ankara’yı yalnız bıraktığı ve dahası milli irade tarafından seçilen hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın ABD desteğiyle düşürülmeye çalışıldığı düşüncesi hakim. Böyle bir atmosferde bu fotoğrafın paylaşılması ABD Büyükelçiliğinin Türkiye’yi yönetenleri terör, suikast ve darbe üçgeniyle tehdit ettiği şeklinde anlaşıldı. Kurumsal iletişim, halkla ilişkiler ve göstergebilim üzerine yazılanlar da bu yaklaşımı destekliyor.

Obama’nın Diplomatları Dünyanın Değiştiğini Göremedi

Beyaz Saray’a egemen olan bu anlayışı Başkanın Adamları filmi en iyi şekilde özetler. Barry Levinson’un yönettiği ve başrolünde Robert De Niro’nun oynadığı filmde ABD Başkanı bir sonraki seçimi kazanabilmek için tümüyle kurguya dayanan bir gündem oluşturmak için çeşitli senaryoları hayata geçiriyordu. Obama yönetiminin Demokratlara seçim kazandırabilmek için Musul ve Rakka’da DEAŞ’a karşı savaş başlatması da kamuoyunda büyük ölçüde benzer bir çerçevede algılanmıştı. Esas amaç DEAŞ değil Hillary Clinton’ı başkan yapabilmekti. 2003’te Irak’ın işgal edilmesi ve Afganistan’a yapılan saldırılar da tümüyle senaryolara dayanıyordu. Dolayısıyla bu listeyi uzatmak mümkündür. Fakat ABD'li diplomatların kaçırdığı ya da görmek istemediği esas gerçek ise dünyanın değiştiği ve medya yoluyla iletilen her içeriğin kurgulayıcının istediği şekilde algılanmadığıdır. Gerçekler ABD “Öyle değildir” dediği için değişmiyor artık. Bu yüzden hem Obama hem de ABD’li diplomatların Türkiye’nin gözünün içine baka baka başvurduğu “Yanlış anlaşıldı, bunu kastetmemiştik” söylemi, göstergeler üzerinden mesaj verme çabası ve yapılan her açıklamaya inanılmasının beklenmesi giderek ABD’yi gerçeklerden koparıyor ve diplomasi yerine kurguya teslim olmaya doğru sürüklüyor.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası