Kriter > Dış Politika |

BM Revize Edilmeli


BM acilen revize edilmeli. Revize edilirken kılavuz kabul edilecek ilke ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM genel kurulu konuşmasında belirttiği “herkes için özgürlük, barış, refah, adalet, huzurlu ve güvenli bir gelecek” inşa etme isteği olmalı.

BM Revize Edilmeli

Önce iki bilinen gerçeği tekrarlayalım. İlk gerçek, İkinci Dünya Savaşı sonrası, iki büyük dünya savaşından yorgun düşmüş, on dokuzuncu yüzyıl sömürge biçiminin sonuna gelmiş, farklılıklarını yönetmek zorunda olan dünyaya, uluslararası kurum ve rejimler bir tedavi biçimi olarak sunuldu. Uluslararası kurumsal yönetişimin, her tedavi biçimi gibi tatlı yanları kadar acı reçete içeren yanları da vardı. Her şeye rağmen ilkesel olarak belirli haller dışında güç kullanımını yasaklayan ve ortak güvenliğe dayanan bir anlayışı getiren anayasası ile Birleşmiş Milletler (BM), dünyada barışın teminatı olarak görüldü uzun bir süre. BM’nin ve BM rejiminin bu ayrıcalıklı konumu, biraz da BM Genel Kurulu’nun kurumsal olarak tüm güçsüzlüğüne rağmen herkesin dünya kamuoyuna seslenebildiği küresel bir platform olabilmesinden kaynaklanıyor. İkinci gerçek, Soğuk Savaş sonrası dönemde BM’nin güçlenmesi gerekirken, tam tersi bir gidişat yaşandı. BM düzeni, artık uluslararası küresel barış ve güvenliği temin edemiyor, dahası insanlığa adil bir yönetim biçimi de sunamıyor.

İşte bu ikinci gerçeklik, BM 74. Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bütün çıplaklığıyla bir kez daha dile getirildi. Biz, uluslararası ilişkiler uzmanları, bu disiplin kurulduğu günden beri çatışmaların sebebinin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Abartılı konuşursak, her gün yeni bir kuramı ortaya atıyoruz bu yolda, ancak klasikler hala çok faydalı. Dünya iki savaş arasında bocalarken, E.H. Carr, çatışmanın her şeye sahip olan/olmak isteyen statükocularla, bir şeye sahip olmayan değişim yanlıları arasında sonsuza kadar süreceğini vurguluyordu. E.H. Carr’ın dünyaya ahlaki bir çerçeve sunmak gibi bir niyeti yoktu elbette, ama bugün geldiğimiz noktada bu eşitsizliğin ürettiği adaletsizliğin, dahası bu adaletsizliğin yarattığı umutsuzluğun sadece çatışmaları üretmediğini, insanoğlunu çifte standart üreten liberal düzen karşısında adeta “nihilist” bir konuma sürüklediğini biliyoruz. Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması çok önemli bir uyarı niteliğindedir.

 

Çifte Standartlı Liberal Düzen

Erdoğan konuşmasında küresel refah paylaşımındaki adaletsizliğe dikkat çekerek, “Dünyanın bir tarafı yüksek refah seviyesi ve lüks içinde hayatını sürdürürken diğer taraftan açlığın, sefaletin, cehaletin kol gezmesinin kabul edilemez olduğunu” söyledi. Dünyadaki şanslı bir azınlık dijital teknolojiyi, robotları, yapay zekayı ve obeziteyi tartışırken, 2 milyarı aşkın insanın açlık sınırı altında yaşıyor olmasının da çok acı olduğunu da kaydeden Erdoğan, “Nükleer güç sahibi ülkeler ile buna sahip olmayan ülkeler arasındaki adaletsizliğin dünyanın dengesini bozmaya yeteceğini” ifade etti. Aslında Sayın Erdoğan, küresel anlamda bugünün değişen güvenlik dinamiklerine vurgu yaparak dünyada herkesin güvende olmaması halinde kimsenin güvende olmayacağını hepimize hatırlatıyordu. Böylelikle sahip olanlarla-olmayanlar arasında Carr’ın çizdiği ölümcül çatışma çizgisinin bir adım ötesine geçmemizi sağlıyordu. Artık statükonun temsilcileri de tehditlere karşı teknolojiye dayalı güvenlik duvarlarının ardında rahat olamazlar. Nitekim BM Genel Kurul toplantısından sadece birkaç gün önce Suudi Arabistan’daki Aramco petrol tesislerine yönelik saldırının İHA ve seyir füzeleri gibi nispeten ucuz bir teknoloji ile nasıl gerçekleştiğini, Riyad’ın petrol tesislerinin atıl kalma ihtimali karşısında nasıl bocaladığını gördük. Üstelik trajedi bu ya, Riyad hükümeti bu şiddetli güvensizlik duygusunu ABD’den tedarik etmiş olduğu onca pahalı savunma sistemine rağmen tecrübe etti. Liberal dünya için eşitsizliklerin adalet ilkesi temelinde çözülmesi ve çifte standartların herkes için ortadan kalkacağı bir değişimin yaşanmasının ötesinde kurtuluş yolu bulmamız çok zor gözükü yor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurul konuşmasında dünyadaki eşitsizliklere ve adaletsizliğe dikkat çekmesi bir tesadüf değildir.

Günümüz dünyasında gerek yumuşak gerekse de sert güvenlik tehditleriyle ve caydırılması güç güvenlik sorunlarıyla hepimiz karşı karşıya iken, taşın altına elini sokanların BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimi üyeleri olmaması da ayrıca dikkat çekici. BMGK daimi üyelerine dünya barışı ile ilgili hak ve sorumluluklar, Soğuk Savaş’ın geldiğinin hissedildiği bir konjonktürde sadece güç odaklı bir diplomasi izlesinler diye verilmedi. Bugünün güvenlik dünyası ne Soğuk Savaş dönemi, ne de İkinci Dünya Savaşı öncesi döneme benziyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İnsanlığın kaderi sınırlı sayıdaki ülkenin ihtiyarına bırakılmayacak kadar ciddi bir durum arz etmektedir” uyarısı ciddiye alınmalı. “Dünya beşten büyüktür” ifadesi, sadece dünyada acı ve yokluk çekenlerin giderek arttığını ya da sorumluluk verilen ülkelerin kendi lehlerine çifte standartlar getirip diplomasiyi zehirlediklerini göstermesi açısından değil, BMGK daimi üyeliğini üstlenenlerin sorunlara artık bir çözüm üretemedikleri gerçeğini ortaya koyduğu için de çok önemli. Erdoğan’ın işaret ettiği gibi artık uluslararası kurum ve zihniyet dünyasında gerekli değişimlerin yapılmasının zamanıdır. Aksi halde liberal düzen, kendi barbarlarını beklemesine bile gerek kalmadan ölü kabul edilecek.

 

BM Revize Edilmeli
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Suriye kriziyle ilgili olarak Aylan bebeği tüm dünyaya hatırlattı, 24 Eylül 2019

BM’nin İşlevsizliği

Bir kurumun işlevini değerlendirmemizi mümkün kılan pek çok ölçüt var. Sekretaryasının ve gündeminin gücü, bağımsızlığı, yapısının işlevsel olması gibi. Ancak doğarken ölen Cemiyeti Akvam deneyiminin mirası olarak BM’nin temellerinde büyük güçlerle ilişkisine özel bir önem verildi. Bu özel önem, kimi zaman literatürde özel bir zümre için sınırlı iyilik (club good) üreten bir kulüp gibi görünmesine de neden oldu. Soğuk Savaş boyunca düşünülmeyen şey ise; daha doğrusu küresel nükleer silahlı güçler arasında denge için feda edilen şey ise bölgesel istikrardı. Büyük güçlerin bölgesel çıkarlarının küresel yönetişimin önünü tıkayarak bölgesel istikrarsızlığı beslemesi bir Soğuk Savaş sonrası dünya sorunu. Elbette mesele, küresel eşitsizliğin ve çifte standartın beslenmesi sorunundan da bağımsız değil. Bu noktada Erdoğan, BM’nin bölgemizle ilgili almış olduğu kimi kararların neden hiç uygulanmadığını da sordu. İsrail’in 1945 sonrası sınırlarını BM kararlarına aykırı olarak -işgal aracılığıyla- nasıl genişlettiğini, “İsrail’in sınırları neresidir?” diye sorarak BM Genel Kurulu’nun gündemine taşıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM’nin hem çatışma ve savaşları önlemedeki kifayetsizliğine dikkat çekti, hem de söz konusu İsrail olduğunda BM kararlarının bir işe yaramadığını hatırlatmış oldu. İşgalci, ayrımcı ve saldırgan politikalara BM eliyle verilen tavizler (Rohingya, Cammu-Keşmir, Filistin, Suriye) ve İsrail konusunda olduğu gibi işgalin görünmez hale getirilişi uluslararası hukuka karşı sorumluluklarını daima yerine getiren Türkiye gibi ülkelerin aleyhine işleyen bir düzensizliğe sebep oluyor. Erdoğan’ın burada vermek istediği mesaj açık: BM, anayasasının 7’nci maddesi gereğince kendisinden beklenen uluslararası barış ve güvenliğin teminatı olma konusundaki sorumluluğunu yerine getiremez durumdadır ve artık nükleer silahlı güçler arası istikrarı sağlamak için sınırlı iyilik üretme vasfı kimseyi tatmin etmemektedir. Önlenemeyen katliamlar, Filistin’in bir açık hava hapishanesine dönüşmesi, seçilmiş liderlerin ve hükümetlerin Mısır’da olduğu gibi kanlı darbelerle devrilmesi, gazetecilerin komşu topraklarda sırf komployu güçlendirip korku yaymak için öldürülmesi (Kaşıkçı cinayeti), bölge ülkelerinin yapay rekabetlerle asgari müştereklerden uzaklaşması BM’nin sınırlı iyilik üretme gücünün bile artık aşındığını göstermektedir. BM acilen revize edilmeli, revize edilirken kılavuz kabul edilecek ilke ise Erdoğan’ın konuşmasının sonunda belirttiği “herkes için özgürlük, barış, refah, adalet, huzurlu ve güvenli bir gelecek” inşa etme isteği olmalı. Sözde kolay, özde zor bu misyonun yerine getirilip getirilmeyeceği konusu, hiç şüphesiz Suriye meselesinde BMGK daimi üyelerinin -özellikle ABD ve Rusya’nın- çözümü isteyip istemedikleri sorusunda düğümlenmektedir. Türkiye bu konudaki tavrını Erdoğan’ın ağzından bir kez daha açıkça BM Genel Kurulu kürsüsünden ifade etmiştir: “Suriye krizini artık sona erdirme zamanı gelmiştir.

 

Türkiye, Sorumlu Bir Komşu

Uluslararası adaletin özü, doğası ve hak ve sorumlukların sınırları yüzlerce yıldır tartışılıyor. Ancak eski çağın büyük hukukçularından farklı aydınlanma geleneklerine, sonra da günümüze süzülen bir anlayışa da sahibiz: Komşuluk sorumluluğu. Bu bağlamda Erdoğan, “beş ülkenin” örnek alabileceği politikaları da Türkiye’den vermiştir. Cumhurbaşkanı konuşmasında, Ankara’nın girişimci, insani dış politika anlayışıyla nasıl tüm dünyayı ve insanlığı kucakladığını ve tabii ki küresel ve bölgesel problemlere adil çözümler bulmak için çabaladığını bazı çarpıcı örneklerle gözler önüne serdi. Dile kolay, Türkiye’de misafir edilen 3 milyon 650 bin Suriyeli sığınmacı New York eyaleti nüfusunun yarısını oluşturuyor. Ankara bugüne kadar harcadığı 40 milyar doların üzerine her gün yeni bir taş eklemeye devam ediyor. Yine de komşuluk sorumluluğunun sınırlı kaldığı noktalar var, sonuçta mülteci konumuna düşmüş her insanın hayali eski yaşamını, kendi topraklarında tekrar kurmaktır. Bu bağlamda Erdoğan, mülteciler konusunda uluslararası toplumun hala yapabilecekleri olduğunu dile getirmekten de geri durmadı ve “güvenli bölge” oluşturulmasının önemine dikkat çekti. Bu konuda Cumhurbaşkanı, ABD yetkilileriyle görüşmelerin sürdüğünü ve ilk etapta 30 kilometre derinliğinde ve 480 kilometre uzunluğunda bir barış koridoru tesis edilerek uluslararası toplumun desteğiyle de buraya 2 milyon Suriyeli sığınmacı iskanının sağlanabileceğini söyledi. Bu konuda, uluslararası toplumun Ankara’ya destek olmasını isteyen Erdoğan, böylece ikinci bir adımda da güvenli bölge derinliğinin Deyrizor-Rakka hattına kadar indirilmesiyle, Avrupa’dan veya diğer bölgelerden ülkelerine gönüllü olarak geri dönecek Suriyeli sayısının pekala 3 milyona çıkarılabileceğini dile getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu güvenli bölgede mültecilerin iskan edilmesi planının ABD, koalisyon güçleri, Rusya ve İran’ın iş birliğiyle gerçekleştirilmesi durumunda, Suriyeli mültecilerin artık çadır ve konteynerlerde yaşamasının sona ereceğini ve böylece gelecek kış ortamında bu insanların güvenli bir şekilde yeni bir yaşama adım atabileceklerini dile getirdi. Bugüne kadar haritalar üzerinden terör koridorları, paylaşım planları, rakip su ve enerji yolları konuşulan Suriye için “barış haritası” BM Genel Kurulu’nda kürsüdeydi. Türkiye dün olduğu gibi bugün de komşuluk sorumluluğunu üstlenerek Dünya barışı için çalışmaya hazır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası