Kriter > Dış Politika |

Fırat’ın Doğusuna Operasyon Meşru Müdafaa


Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda PYD/YPG’nin elinde olan topraklarda yapmayı planladığı ancak şimdilik ertelenen müdahale ile o bölgelerin Türkiye’ye saldırılarda bir üs olarak kullanılmasını engellemek ve güvenli bölge yaratmak amaçlanmaktadır.

Fırat ın Doğusuna Operasyon Meşru Müdafaa
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Afrin ilçe merkezini tümüyle ele geçirmesinin ardından, güvenlik çalışmalarını sürdürüyor. İlçe merkezindeki hükümet binasına Türk bayrağı çekildi, 18 Mart 2018

Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaşması ve demokratik haklarını barışçı yolla arayan Suriyelilere rejimin baskıcı ve uzlaşma yanlısı olmayan tutumu sonrasında bir iç savaşa dönüşen süreç milyonlarca Suriyelinin hayatına mal olurken yüz binlerce yurtlarını terk etmesine, zaman içerisinde pek çok devlet ve devlet dışı aktörün sürecin içinde yer almasıyla çatışmaların uzamasına ve siyasi çözüm arayışlarının tıkanmasına yol açmıştır. Bu uzun süren çatışmalar Suriye rejimini kendi topraklarında kontrolü sağlayamaz duruma getirirken Suriye’de sahada devlet dışı aktörlerin, teröristlerin barınmasına olanak sağlayarak bu süreçte yer alan devletlerin tehdit ve önceliklerini bu yeni duruma göre güncellemelerine neden olmuştur.

Bu açıdan mevcut duruma bakıldığında Suriye iç savaşının sekizinci yılında yeni bir faza girildiğini söylemek pek de yanlış olmaz. Bu yeni faza neden olan başlıca değişiklikler sırasıyla şunlardır:

  • BM’nin Cenevre sürecine tamamlayıcı olarak Suriye’de siyasi çözüm arayışlarının Türkiye, Rusya ve İran arasında başlatılan Astana süreciyle devam ettirilmesi
  • Esed rejiminin Temmuz 2018 itibarıyla Suriye’nin güneyinde muhaliflere kaybettiği toprakları geri kazanması
  • 17 Eylül 2018’de Rusya ve Türkiye arasında varılan Soçi mutabakatıyla İdlib’e rejimin ve Moskova’nın topyekün askeri müdahalesinin önüne geçilmesi ve yeni bir insani krizin önlenmesi
  • İstanbul’da 27 Ekim 2018’de düzenlenen Dörtlü Suriye Zirvesi ile Türkiye’nin önderliğinde ilk defa Avrupalı liderlerin Rusya’nın olduğu platformda bir araya gelerek Suriye’de siyasi çözüm arayışlarına katılmaları
  • 18 Aralık 2018’de BM’in Cenevre ofisinde BM Suriye Özel Temsilcisi Mistura ile bir araya gelen Türkiye, İran ve Rusya’nın anayasa komitesinin listelerinin hazırlanması konusundaki çabalarını ve bu yöndeki neticeye yaklaşmalarının Cenevre’de BM Genel Sekreteri Mistura tarafından dile getirilmesi
  • Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapmayı planladığı askeri operasyon öncesinde bu bölgede konuşlanmış PYD-YPG’ye destek veren ABD’nin askerlerini çekme kararı

Suriye’de Türkiye’nin başta Esed rejimine karşı yürüttüğü politikaların Suriye topraklarındaki gelişmeler neticesinde DEAŞ ve Suriye’deki PYD-YPG ile organik bağı bulunan PKK tehditlerinin artması ve buradaki gelişmelere paralel olarak Türkiye’de kanlı terör eylemleri gerçekleştirmelerine mukabil Ankara’nın Suriye yaklaşımında komşularından gelecek terör tehdidine karşı tek taraflı öncü saldırı yaklaşımını benimsediği açıkça dile getirilmiştir. Türkiye uyguladığı askeri operasyonlarla gerektiğinde sert gücünü kullanmaktan çekinmeyeceğini de net bir şekilde göstermiştir. Buradaki amaç teröristlere hem Irak hem de Suriye’den gelecek lojistik desteği kesmek, aynı zamanda bu bölgede oluşabilecek bir yapının devlete dönüşmesine engel olmaktır. Yine Türkiye misafir ettiği 3,5 milyonu aşkın Suriyeli mültecinin vatanlarına dönmeleri üzerine de çalışmakta ve bunun ancak bu bölgelerin istikrara kavuşmasıyla mümkün olabileceğini söylemektedir.

Yakın zamanda ABD tarafından alınan gözlem noktalarının sınır boyunca kurulması aynı zamanda YPG’lilerden 30 bin kişilik bir güvenlik gücü oluşturulması kararı zaten Türkiye’nin hassasiyetini sürekli dile getirdiği bu konuya yenilerini ekleyerek Fırat’ın doğusuna askeri operasyon kararını gündeme getirmektedir. Zaten PYD-YPG güçlerine ABD tarafından sağlanan silah ve lojistik desteğinden ve sınırındaki PYD-YPG varlığından rahatsız olan Türkiye’nin Münbiç yol haritasında söz verildiği gibi bölgenin PYD-YPG’den boşaltılmaması ve örgütün bölgede varlığını sürdürmeye devam edeceği sinyallerinin alınması Türkiye’nin Suriye’de bulunan PYD-YPG’nin Irak’tan da gelecek desteği alamamasını sağlayacak askeri adımları atmasına neden olmaktadır. Irak ve Suriye topraklarından gelecek tehdidi bertaraf etme amacıyla 13 Aralık’ta Irak’ta Sincar ve Karacak dağlarına operasyonlar gerçekleştirilirken 14 Aralık’ta da Irak’ın kuzeyindeki Haftanin, Zap ve Hakurk bölgelerine hava harekatı düzenlenmiştir. Suriye’nin Fırat’ın batısında PYD-YPG’nin elinde kalan ve Fırat’ın doğusunda yine bu örgütün elindeki topraklarda yapmayı planladığı ancak şimdilik ertelenen müdahaleyle o bölgelerin Türkiye’ye saldırılarda bir üs olarak kullanılmasını engellemek ve güvenli bölge yaratmak amaçlanmaktadır.

Suriye’nin Terör Örgütleri Kartı

Suriye özellikle 1980-1990’lar da Kürtlerin içindeki bazı terör yapılanmalarının kendisi için bir tehdit olmayacağı görüşüne hakim olduğu dönemde bölücülük yapan bazı Kürt örgütleri kartını hem Türkiye hem de Irak’a karşı kullanabileceği bir enstrüman olarak görmüş ve PKK’yı Türkiye’ye karşı desteklemiştir. Suriye’nin kontrolündeki Bekaa Vadisi başta olmak üzere PKK’lıların Suriye topraklarını Türkiye’ye karşı bölücü eylemlerini gerçekleştirmek için üs olarak kullanmasına izin vermiştir. 1998 Adana Antlaşması’na kadar yani Suriye’nin PKK konusunda Türkiye ile iş birliğine girmeye mecbur kalması ve başta Öcalan olmak üzere örgüt üyelerinin Suriye’den çıkması sağlanana kadar bu destek devam etmiştir.

Ancak bu durum 2004’te Irak’ın kuzeyinde Kürt Özerk Bölgesi ilanının Suriye’deki Kürtler arasında sevinçle karşılanması ve 2005’te demokratik hak talepleriyle ortaya çıkan Şam Baharı sürecinin bir parçası olmaları ve Suriye Anayasası’nda Suriye topraklarında yaşayan Arap olmayan en büyük etnik grup olarak yazılma talepleri Suriye’deki Kürtlerin durumunun rejim tarafından gözden geçirilmesine neden olmuştur. 2011’de Arap Baharı Suriye’ye ulaştığında ise muhaliflerin yanında yer alarak diğer etnik gruplarla eşit muamele görmek isteyen Kürtlerin Suriye’nin resmi adı olan “Suriye Arap Cumhuriyeti” adını muhalif gruplardan “Suriye Cumhuriyeti” olarak değiştirme taleplerine aldıkları olumsuz yanıt kendi gelecekleriyle ilgili muhaliflerin rejimden farklı bir duruş sergilemeyecekleri algısı oluşturmuştur.

Suriye’deki mevcut çatışma ortamında özellikle PYD-YPG zaman zaman rejim ile muhaliflere karşı beraber hareket etmiştir. Rejimin ilk hamlelerinden biri daha önce vatandaşlığı bile bulunmayan 300 bin Suriyeli Kürde vatandaşlıklarını vermek olmuştur. Esed rejimi muhalifleri kontrol etmek için Kürt grupları kendi yanına çekme politikasını benimserken PYDYPG de rejimden istediği otonom bölgeyi elde etme düşüncesi doğrultusunda Esed rejimine destek vermiştir. Bu bağlamda Suriye ayaklanmalarının başında muhaliflerin yanındaki Esed rejimi karşıtı Suriye Ulusal Konseyi içinde yer alan Kürt Gelecek Hareketi’nin lideri Mashaal Tammo’nun 2011’de öldürülmesi bizzat PYD-YPG tarafından gerçekleştirilmiştir. 2014 itibarıyla Suriye’de güçlenen DEAŞ’a karşı ABD ve uluslararası koalisyon güçleri tarafından PYD-YPG’nin desteklenmesi ve DEAŞ’ı yenerek kazandıkları topraklara demografik yapıyı bozarak yerleşmeleri örgütün elini güçlendirerek Suriye rejimiyle bu bölgeler konusunda müzakere yolunu açmıştır.

Suriye’de 2014’ten itibaren DEAŞ ile mücadele kapsamında PYD-YPG unsurlarına sağlanan destek sürecin en başından beri Türkiye’nin tepkisini çekmiş ve bu grupların askeri olarak eğitilmesi, silahlandırılması ve DEAŞ’tan kazanılan topraklarda konuşlandırılması Ankara tarafından kaygıyla izlenerek bu konuda ABD’nin desteğini çekmesi yönündeki kararlılık sürdürülmüştür. Ancak ABD’de dönemin başkanı Barack Obama 2016’da söz vermesine rağmen PYD-YPG unsurlarından desteğini çekmemiştir. Başkan Donald Trump’ın “Suriye’den çekileceğiz” sözleri Türkiye’nin beklentileri açısından umut vadederken bugüne kadar bu konuda Türkiye’yi memnun edici bir adım atılmaması ve Türkiye’nin PKK’nın uzantısı ve terörist olarak kabul ettiği PYD-YPG’ye ABD tarafından verilen silah ve lojistik desteğin artarak devam etmesi Ankara’yı rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlık Suriye’nin kuzeyinde Fırat’ın batısında iki askeri harekatı gerçekleştirmesine neden olmuştur. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları –Türkiye’nin sınırında Kuzey Irak’ta oluşturulduğu gibi– bölücü bir otonom bölge kurma çabasına müdahale olarak gerçekleşmiş ve bu bölgeler teröristlerden arındırılarak ve öz yönetimi, refahı, güvenliği sağlanarak bölge halklarının kendi topraklarına dönmelerinin gerçekleşmesi temin edilmiştir. Türkiye’nin yakın zamanda Fırat’ın doğusunda benzer bir operasyon yapılacağını açıklaması ve daha sonra ABD’nin askerlerini Suriye’den çıkaracağı açıklamasıyla Ankara bu harekatı erteleme kararı almıştır.

Sahadaki Yeni Dengeler

ABD’nin Suriye’den askerlerini çekme kararı sonrasında sahada ortaya çıkabilecek durumlar ve ülkelerin alacağı yeni pozisyonlar doğrultusunda Türkiye’nin de bu yeni gerçeklikle pozisyonunu güncellemesi gerekebilir. Bu durumun getirdiği en önemli değişiklik ve beklenti Türkiye’nin sadece PYDYPG ile değil aynı zamanda DEAŞ ile de mücadele etmesi beklentisidir. Türkiye bölgede zaten daha önce de mücadelesini her tür terör örgütüne karşı yapmış ve defalarca ABD’ye DEAŞ’ı bölgeden kendisinin temizleyeceğini söylemiştir. Bu bağlamda ele alındığında Türkiye’nin PYD-YPG ile mücadelesi DEAŞ ile mücadeleye engel teşkil etmemektedir. Bu yeni gerçeklikte Türkiye’nin sadece PYD-YPG ile değil aynı zamanda bu terör örgütü tarafından bir şantaj malzemesi olarak kullanılan hapishanelerdeki binlerce DEAŞ’lıyı serbest bırakma tehdidini de göz önünde bulundurarak –daha önce bin 536 DEAŞ’lının öldürüldüğü Fırat Kalkanı Harekatı’ndaki gibi– bölgedeki tüm terör unsurlarına karşı savaşması durumunun ortaya çıkma potansiyeli vardır.

ABD’nin askerlerini Suriye’den çekme kararıyla ortaya çıkan bu yeni gerçeklikte taraflar kendi menfaatleri doğrultusunda durumu yeniden değerlendirip kullanma çabası içine girebilirler. ABD’nin bölgeden çekilmesi Türkiye’nin bölgedeki mevcudiyetiyle ilgili İran ve Rusya’nın çıkışlarını tekrar gündeme getirebilir. İran ve Rusya’nın önceliği ABD’nin bölgeden çekilmesi iken bu konunun ortadan kalkması bölgedeki Türkiye mevcudiyetini ve etkisini azaltma eğilimi yönünde olabilir. Ayrıca yine Rusya’nın Türkiye ve İsrail’e Kırım politikalarını tekrar gözden geçirmeleri konusundaki tutumunu girilen bu yeni süreçle bağlantılı okumak gerekir. Yine bu yeni gerçeklikte PYD-YPG’nin Esed rejimiyle Arap Baharı’nın başından beri zaman zaman ortaya çıkan ortaklığının bu süreç içinde yeniden gerçekleşme ve Türkiye’nin güvenlik endişelerinin göz ardı edilme ihtimalleri de mevcuttur.

Bu yeni gerçeklikte DEAŞ ile mücadele kapsamında bölgede PYD-YPG’ye destek veren Fransa ve diğer uluslararası koalisyon ortakları bölgede mevcudiyetini sürdürmeye devam edecekler mi? Bölgede İran etkisini ve gücünü azaltmaya yönelik kurulan Arap NATO’su Ortadoğu Stratejik İttifakı’nın (MESA) önemli bir parçası olan ve PYD-YPG kontrolündeki Fırat’ın doğusuna askeri destek yollayan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri daha önce ABD askerlerinin bölgeden çekilmesi durumunda doğacak askeri boşluğu doldurabileceklerini söylemişti. Esed rejimiyle de son zamanlarda görüşme trafiği olan bu güçlerin bundan sonraki süreçte nasıl bir pozisyonu tercih edeceği, Türkiye’nin güvenlik endişelerini göz önünde bulundurup bulundurmayacağı önemlidir.

Tarihte küresel ve bölgesel güçlerin bazı Kürt unsurları bölgedeki çıkarlarını gerçekleştirmek adına kullandıkları biliniyor. Aktörler her ne kadar birbirleriyle anlaşamasalar da belli konularda farklı duruşları, yaklaşımları da olsa özellikle Kürt nüfus barındıran bölgesel aktörler (İran, Suriye, Irak ve Türkiye) bir Kürt devleti kurulması durumu söz konusu olduğunda ortak tutum ve hareket içinde olabiliyor. Bu ülkelerin birinde kurulacak herhangi bir Kürt devletinin diğer ülkelerdeki bölücü unsurlar üzerinde domino etkisi yaratacağı düşüncesi bunu önlemeye yönelik beraber hareket etmelerine neden olmaktadır. Suriye’de yaşananlar –daha önce tarihte pek çok gelişmenin gösterdiği gibi– kısa vadeli çıkarlar üzerinden bu grupları kullanarak çıkar elde etme ve uzun vadede kendilerine dönecek bir silah olacağı gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu yeni gerçeklikte bölgesel aktörlerin siyasi çözüm sürecinde ve sonrasında bu durumu da göz önünde bulundurarak adımlarını atmaları açısından önemlidir. Ortaya çıkan bu yeni durumun değiştirmediği konu ise Türkiye’nin Fırat’ın doğusu ve diğer sınır bölgelerinden gelecek tehditleri engellemek adına BM Şartı’nın 51. maddesinden kaynaklanan meşru müdafaa hakkını elinde tuttuğu ve gerekli gördüğünde de askeri operasyon gerçekleştirdiğidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Fırat’ın doğusuna operasyon açıklamasını bu bağlamda okumak gerekir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası