Kriter > Dış Politika |

Küresel Güç Rekabeti ve Türkiye’nin İstikameti


2021’e damgasını vuran gelişmeler, küresel liderlik eksikliğinin yakıcı bir hal aldığını, yönetişim sorunlarının üstesinden gelinemediğini ve Çin, Rusya ve diğer yükselen aktörlerin kendilerine alan açmak için amansız bir mücadeleye girdikleri yeni bir rekabet döneminin ortaya çıktığını gösteriyor. Büyük güç rekabetinin geri dönüşü, küresel belirsizliği artırırken, Türkiye dahil birçok ülkeyi de dış politikalarını yeniden gözden geçirmeye ve uluslararası arenadaki konumlarını yeniden düzenlemeye zorluyor.

Küresel Güç Rekabeti ve Türkiye nin İstikameti

Devletler Covid-19 pandemisinin yıkıcı etkilerinden kurtulmaya çalışırken, küresel siyasette 2021 boyunca köklü bir değişim yaşanmadı. Biden’ın göreve gelmesiyle, ABD’nin küresel sistemde daha etkin bir rol alarak, Amerikan merkezli liberal düzeni restore etmesine yönelik çabalar, pek karşılık bulmuş görünmüyor; tersine 2021’e damgasını vuran küresel gelişmeler, küresel liderlik eksikliğinin giderek daha yakıcı bir hal aldığını, iklim değişikliği dahil küresel yönetişim sorunlarının üstesinden gelinemediğini ve Çin, Rusya ve diğer yükselen aktörlerin kendilerine alan açmak adına amansız bir mücadele içine girdikleri yeni bir rekabet döneminin ortaya çıktığını gösteriyor. Bu bağlamda, uluslararası sistemde süregelen dönüşüm ve büyük güç rekabetinin geri dönüşü, küresel belirsizliği giderek artırıyor ve Türkiye dahil birçok ülkeyi, dış politikalarını yeniden gözden geçirmeye ve uluslararası arenadaki konumlarını yeniden düzenlemeye zorluyor.

 

Küresel Güç Rekabeti

2021 boyunca meydana gelen ana küresel jeopolitik eğilimleri göz önünde bulundurursak, her şeyden önce büyük güç rekabetinin veya birçokları tarafından “Yeni Soğuk Savaş” adıyla anılan durumun küresel siyasete hakim olduğunu ve etkisinin önümüzdeki dönemde daha fazla hissedileceğini görüyoruz. Çin ile angajman politikası izleyen geçmiş yönetimlerin aksine Biden, Trump tarafından başlatılan Çin’i “çevreleme/caydırma” politikasına hızlı bir dönüş yaptı. Biden’ın tutumu, Trump’ın “ticaret savaşından” daha ileriye giden bir stratejiyi hayata geçirmek suretiyle daha “saldırgan” bir hal almış durumda. Trump, ABD ve Çin arasındaki doğrudan rekabete odaklanırken, Biden'ın stratejisi esas olarak stratejik ittifaklar kullanarak Çin’i kontrol altına almaya ve Asya-Pasifik bölgesindeki ABD’nin müttefikleriyle birlikte caydırıcılığını artırmaya odaklanıyor. Ancak bu strateji, doğrudan rekabetten daha az sert değil. Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD arasındaki üçlü güvenlik paktı (AUKUS), Dörtlü Liderler Zirvesi (ABD, Japonya, Hindistan ve Avustralya) ve ABD’nin Tayvan’a yönelik güvenlik ve savunma garantileri içeren anlaşmaları, Biden’ın Çin’e karşı attığı somut adımlar arasında. Bu adımların her biri özünde güç rekabetinde tarihsel olarak başvurulan yöntemler.

Eylül 2021’in ortalarında ABD-Çin rekabetinin en çarpıcı örneğini oluşturan AUKUS, Pasifik’te Çin karşıtı askeri, siyasi ve ekonomik bir jeopolitik hattı oluşturmak için aniden ortaya çıkan bir girişim olarak okundu. Zira anlaşmanın hemen ardından Avrupa, Washington’a kuşkuya yer bırakmayacak biçimde sert çıkışlarda bulundu. Anlaşmada bahsedilen birçok iş birliği alanına rağmen, Avustralya'ya ABD yapımı nükleer denizaltılar sağlamak ise anlaşmanın en önemli konusu olarak öne çıktı. Fransa ile yaptığı denizaltı anlaşmasını iptal etmesi Paris-Washington arasında “sırtımızdan hançerlendik” gerginliğine neden olsa da, anlaşmanın en stratejik yanı Avustralya’nın Çin’le mücadelede ön safta yer almaktan çekinmeyen tavır takınmasıydı.

Anlaşmanın ilanı sırasında, Çin doğrudan hedef alınmasa da, bunun Çin’in bölgedeki yükselişini kontrol altına almak ve ona karşı koymak için bir adım olduğu herkes için çok açıktı ve bu nedenle de bu durum, “güç dengesinin klasik bir örneği” olarak okundu. Aynı zamanda bu adım, küresel jeopolitik rekabette Soğuk Savaş tipi stratejik caydırıcılığın geri dönüşünü simgeliyor.

ABD Başkanı Joe Biden görüşme yapıyor
ABD Başkanı Joe Biden, Beyaz Saray'da Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile sanal bir görüşme esnasında. (Mandel Ngan/AFP-Getty Images, 15 Kasım 2021)

 

AUKUS’u tamamlayan diğer bir adım da BM Zirvesi sırasında atıldı. Eylül 2021'de ABD, Avustralya, Hindistan ve Japonya liderleri bir araya gelerek Covid-19, iklim krizi, siber güvenlik, teknoloji, eğitim ve bölgesel güvenlik gibi konularda iş birliklerini yeniden teyit ettiler. Çin’i dengeleme siyasetinin tamamlayıcı bir adımı olsa da Dörtlü’nün gerçek niyeti, Çin’in yükselişini temsil eden Kuşak ve Yol Girişimine alternatif bir kalkınma modeli sunmaktı. AUKUS ile jeopolitik bir adım atan ABD, Çin ile mücadelenin jeoekonomik boyutunu göz ardı etmenin hayati bir problem ortaya çıkaracağının farkında. Pekin açısından bakıldığında, Dörtlü, “NATO'nun Asya versiyonu” olarak etiketlendi; yani ABD’nin, Çin'in küresel bir güç olarak yükselişini kontrol altına alma girişimi.

Ancak Tayvan’da muhtemel bir kriz söz konusu olduğunda, bu politikaların ve Washington’un yeni saldırgan stratejisinin etkinliği sorgulanabilir. Nitekim, Çin’in Tayvan ile yeniden birleşmek için askeri adımlar atabileceği ihtimalinin arttığı sırada, Washington’ın müttefiklerini gerektiğinde askeri olarak da koruyabileceğine yönelik ciddi bir kuşku hakim. Özellikle Afganistan’dan çekilme biçimi ve Ukrayna bağlamında attığı adımlar düşünüldüğünde, Beyaz Saray’ın olası tutumu konusundaki kuşkuların güçlenmesini sağlıyor. Tayvan faktörü, gerçekten de ABD-Çin rekabetinde belirleyici bir dinamik olarak kabul ediliyor ve Biden, ABD’nin Tayvan’ı olası bir Çin saldırısına karşı savunacağı konusunda iddialı açıklamalarını sürdürüyor.

Buna karşılık Pekin ise ABD'nin gerçekten de Çin'in Tayvan'ı almasını engelleyecek askeri güce sahip olduğuna inanmıyor. Zira Pekin için Tayvan bir iç mesele olarak görülüyor. Bu şartlar altında, iki taraf arasında 2022’de gerçekleşmesi beklenmese de, Tayvan nedeniyle daha sert bir söylem savaşı yaşanacak gibi görünüyor. Ancak Tayvan üzerinden girişilecek bir askeri hamlenin faturasının her iki taraf için de ağır olacağı açık. Artan büyük güç rekabeti ve yeni güç rekabetinin merkezine Asya’nın yerleşmesi, mevcut küresel belirsizliği artırıyor ve uluslararası düzenin istikrarını ciddi anlamda tehdit ediyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da düzenlenen Savunma Bakanlığı yönetim kurulu yıllık toplantısında Genelkurmay Başkanı Valery Gerasimov ile birlikte Ukrayna haritasını gösteren dev bir ekranın önünde oturuyor. (Mikhail Tereshchenko/SPUTNIK-Getty Images, 21 Aralık 2021)

 

Rusya’nın Durumu…

Öte yandan ABD-Çin rekabeti, devam eden büyük güç rekabetinin yalnızca bir boyutunu oluşturuyor. Rusya’nın son dönemde yürüttüğü yayılmacı siyaset ve yakın çevre doktrini bağlamında ortaya koyduğu askeri postür, Batı ile Moskova arasında yeni bir soğuk savaş geriliminin kalıcı olmasını sağlıyor. Daha belirgin olarak Ukrayna üzerinden ortaya çıkan bu gerilim, küresel güç rekabetinin ikinci boyutunu oluşturuyor. Karadeniz bölgesindeki mevcut gelişmeler hibrit bir askeri çatışmaya doğru hızla ilerlediğinden, Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşın, Batı ile Rusya arasında bir çatışmaya dönüşme potansiyeli oldukça yüksek. Spesifik olarak, Rusya 100 binden fazla asker göndererek, Ukrayna sınırına yavaş ama istikrarlı bir askeri yığınak yaptı ve bu durum, Ukrayna'ya ikinci bir askeri saldırı olasılığını ön plana çıkardı. Ancak bu saldırının, Rusya tarafından kapsamlı bir işgale dönüştürülmesi pek mümkün görünmüyor.

Bununla birlikte, tüm bu gelişmelere rağmen, ABD ve NATO da dahil olmak üzere Batı, Rusya'ya olası bir yanıt belirlemeye çalışıyor, ancak henüz net bir strateji tanımlayamadı. NATO, bir yandan Rusya’nın eylemlerinden endişe duyduğunu ve Rusya ile diyaloğa hazır olduğunu ifade ederken, ABD ise Ukrayna’ya asker göndermeyeceklerini ancak Rusya’ya ağır ekonomik yaptırımlar uygulayacaklarını, Ukraynalılara ek savunma malzemesi sağlayacaklarını ve NATO müttefiklerini güçlendireceklerini açıkladı. Rusya ise bu uyarıları pek ciddiye almış görünmüyor.

Belarus-Polonya sınırında yaşananlar dahil şu anda Avrupa’nın doğu cephesinde olup bitenler, nüfuz alanı mücadelesi perspektifinden bakıldığında daha iyi anlaşılabilir. Bu çerçevede, Avrupa’nın Rusya’nın eylemlerine gerektiği gibi cevap verememesi, yansımaları sadece bölgesel değil küresel düzeyde de görülebilecek olan Karadeniz bölgesi için güvenlik sorunlarına dönüşecektir.

Daha önce de belirtildiği gibi Batı, Rusya’nın Ukrayna’daki eylemlerine karşı somut adımlar atamadı ve bunun temel nedenlerinden biri de bunu yapacak kapasiteden yoksun olması. ABD çoğunlukla Çin ile olan büyük güç rekabetine odaklanırken, NATO’nun Ukrayna’da doğrudan bir askeri harekata yanıt verip veremeyeceği ise oldukça tartışmalı. Rusya ile bir savaş çıkması durumunda, Avrupa devletlerinin yeterli üst düzey askeri yeteneklere sahip olmadığı göz önüne alındığında, durum daha da karışık bir hal alıyor. Sonuç olarak Rusya, ABD-Çin rekabetinin neden olduğu belirsiz ortamda, Batı/NATO’yu mümkün olduğunca yakın çevresinden uzaklaştırmak, mümkünse de Batı’nın başka etkinlik alanlarına angaje olarak burada oluşan boşlukları doldurma amacında.

Denizkurdu 2021 Tatbikatı
Denizkurdu 2021 Tatbikatı’nın Doğu Akdeniz’deki “seçkin gözlemci günü” faaliyetleri görülüyor. Tatbikat, fırkateynlerden, denizaltılara, mayın gemilerinden uçak ve helikopterlerin yer aldığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığının gövde gösterisi yaptığı tören geçişi ile sona erdi. (Arif Akdoğan/AA, 5 Haziran 2021)

 

Bölgede Normalleşme ve Rekabet

Küresel siyasetin ana güzergahını belirleyen temel dinamik ABD-Çin rekabeti olsa da bu rekabetin gölgesinde özellikle Ortadoğu’da yeni bir süreç başlamış durumda. Bölgede, olası bir bölgesel yeniden hizalanma tartışmalarına ivme kazandıran önemli değişiklikler yaşanıyor. Spesifik olarak, 2021'in başından itibaren bölge ülkeleri, aralarında daha az gerilim ve daha fazla iş birliği ile sonuçlanan bir normalleşme sürecini başlattı. Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın Al-Ula Zirvesi, Suriye’de Esed rejimine yönelik “yeni normalleşme” girişimi ve Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed Al Nahyan'ın Türkiye ziyaretini bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İran söz konusu olduğunda, Trump ile aynı politikaları izlemeyeceğini açıkça belirtmesi dikkate alındığında, bu bölgesel yeniden düzenlemenin arkasındaki nedenler, ağırlıklı olarak Biden'ın Beyaz Saray'a gelmesiyle bağlantılı. Ancak bölgesel normalleşmeyi sadece Biden’ın Ortadoğu politikasındaki belirsizliklerle açıklamak doğru değil. Körfez içi dengeler ve genel olarak Ortadoğu’da güç rekabeti ve etki alanı için yürütülen mücadelenin neden olduğu artan maliyet de bu normalleşmenin arkasındaki faktörler arasında yer alıyor.

Bölgesel normalleşme ile paralel giden ve 2021’de olmasa bile önümüzdeki senelere damgasını vuracak gerilim alanı ise İran’ın nükleer programı. İran-ABD-İsrail üçgeninde daha büyük bir kriz olasılığının bölge üzerinde büyük etkisi olacağından, İran vakası gerçekten de özel ilgiyi hak ediyor. Tahran’ın nükleer güç olmasını beka problemi olarak gören İsrail, Biden'ın Washington ile Tel Aviv arasında olası bir çatlağa işaret eden İran'a yönelik tutumundan memnun değil. Aynı zamanda, Netenyahu dönemini sona erdiren ve kırılgan bir kooalisyon zemini üzerinde oturan Bennett hükümeti, nükleer bir İran'ı önlemek için tek taraflı eylem olasılığını daha net bir şekilde ifade ediyor. Bu gidişatın devam eden bölgesel yeniden hizalanma üzerinde derin bir etkisi olacak.

Küresel siyasetin 2021 görünümünü, sadece küresel güç rekabeti ve Ortadoğu ile sınırlandırmak yeterli olmaz. Bir bütün olarak bakıldığında 2021’de öne çıkan husus, Glasgow’daki küresel iklim zirvesinin tatmin edici bir sonuç üretme konusunda başarısız olmasıdır. Pandemi, küresel sağlık konusunda acil bir güvenlik sorunu olarak ortaya çıkmışken, iklim değişiminin neden olacağı olumsuz etkilerin, pandemiden çok daha derin olacağı aşikar. Ancak yine de bu konuda bir mücadele stratejisinin tam olarak ortaya koyulamamış olması ciddi bir soruna işaret ediyor.

Bununla birlikte Avrupa’nın yeni bir istikamet çizmeye çalıştığı bir dönemde Almanya’da iktidara gelen koalisyon, Avrupa siyaseti açısından oyun değiştirici bir gelişme olarak ele alınabilir. BREXIT ile kendisine Avrupa’nın uzağında, global bir yön çizen İngiltere yeni küresel güç rekabetinin asli oyuncusu olarak konumlanmış durumda. Fransa ise Avrupa ölçekli jeopolitik konumunu, kıta ötesinde aktif olarak kullanan önemli oyuncular arasında yer alıyor. Macron’un yeniden seçilmek için yürüttüğü iddialı dış politika ve savunma pazarındaki agresif tutumu, yeni güç mücadelesinin en çarpıcı dinamiklerinden biri.

 

Türkiye’nin İstikameti

Bu çerçevede, Türkiye'nin 2021'deki jeopolitik ortamı, büyük ölçüde Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki belirsizlik ve bölgesel yeniden yapılanma bağlamında yaşanan gelişmeler tarafından şekilleniyor. Kuzeyde Ukrayna ölçekli Batı-Rusya gerginliği, Batı’da Yunanistan’ın yürüttüğü dengeleme ve sınırlandırma siyaseti ve bunu destekleyen ABD-Fransa ekseni, Suriye’de devam eden askeri çatışma potansiyeli ve çözümsüzlük, Doğu Akdeniz ölçekli jeopolitik ve jeoekonomik rekabet, bir bütün olarak Ankara’nın birincil çıkarlarını şekillendiren bir ortam oluşturuyor. 2021’de ABD ile varılamayan uzlaşı, AB ile devam eden belli belirsiz rekabet ve Rusya ile işleyen “ayrıştırma” siyaseti, Ankara’nın göreceli bir diplomatik sakinlik yaşamasını sağladı. Bu nedenle mevcut çatışma ve rekabet dinamikleri, 2022’de Türkiye’nin istikameti açısından önemli.

Bu da Türkiye'nin 2022'de artan küresel ve bölgesel rekabet ortamında stratejik dayanıklılığını artırmaya odaklanması gerekliliğini gündeme getiriyor. Bu bağlamda Türkiye'nin, stratejisini pekiştirmek ve yakın gelecekte oluşabilecek olası risklerden kaçınmak için kaynaklarını nasıl kullanacağını düşünmesi gerekiyor. Ayrıca, bölgesel ve uluslararası siyasette değişen jeopolitik dinamikler altında, Türkiye'nin belirli bir güvenlik bölgesine öncelik vererek stratejik istikrarını ve dayanıklılığını koruyamayacağını belirtmek önemlidir. Türkiye'nin jeopolitik portföyü, makro düzeyde küresel ve bölgesel gelişmelerden etkilendiğinden ve belirli devletler ve devlet dışı aktörler tarafından “kısıtlandığından”, Türkiye'nin yakın stratejik ortamındaki güvenlik tehditlerinin birbiriyle bağlantılı ve jeopolitik olduğu açıkça anlaşılmalıdır. Türkiye'nin bugün karşı karşıya olduğu riskler, Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu dahil olmak üzere çok boyutludur.

2021’de askeri güvenlik konusu Türkiye için daha önemliyken yılın son çeyreğinde yaşananlar, önümüzdeki yıl ekonomi güvenliğinin baskın olacağını gösteriyor. Dolayısıyla 2022, dış politikanın ekonomik yeniden yapılanmayı destekleyeceği bir yıl olarak görülebilir. Bu askeri güvenlik alanında bir geri adım olacağı anlamına gelmez. Aksine güvenliğin genişleyen yapısının ve değişen karakterinin Türkiye’nin önceliklerini belirlediğini gösterir. Bu minvalde, enerji, toplumsal, çevresel ve siber güvenlik gibi diğer güvenlik alanları, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde öncelikleri arasında yer alabilir.

Yaşanan gelişmeler, pandeminin etkisi ve artan güç rekabeti, önümüzdeki dönemde ayrıca Türkiye'nin askeri açıdan güvenlik anlayışını daha da tahkim ederek, bütüncül bir yaklaşıma doğru ilerlediğini ve yakın gelecekte ekonomik, toplumsal ve çevresel güvenlik gibi konuların gündeme hakim olacağını gösteriyor. Ayrıca, askeri güvenliğin öneminin azalması, özellikle Suriye ve Irak'ta askeri müdahale gerektiren tehditlerin en aza indirilmiş olmasıyla ilgili görünmekle birlikte, YPG’nin Suriye’deki varlığı, askeri müdahale bahsini yine en önemli konu olarak gündemde tutuyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası