Şener Şen’in ağa rolünü oynadığı kült filmi Züğürt Ağa’nın en akılda kalan sahnesi şehre göç etmek zorunda kalan ağanın “kısık sesle” seyyar satıcılık yapmaya çalışmasıydı. Film, hayatında halkla böylesine karşılaşmamış bir ağanın aşağıdan alma trajedisini komediye dönüştürmüştü. Kılıçdaroğlu’nun yerel bir televizyon programında “bir de şu Kılıçdaroğlu’nu deneyelim” çıkışı da aynı tonda “kısık sesle” bir adaylık ilanı olarak siyasetin gündemine düştü. Aslında yirmi yıldır siyasette olan ve on yıldan fazladır genel başkan olan Kılıçdaroğlu’nun ne siyaseten ne de iktidar pratiği açısından denenmemiş olduğu söylenemez. Buna rağmen “deneme” üzerinden talep edilen adaylık arzusu halen kısık sesle ifade edilmektedir.
Kısık sesli adaylık ilanı, aslında Kılıçdaroğlu’nun altılı masayı kurduğu günden beri sürdürdüğü stratejinin bir parçasıdır. Nihayetinde farklı siyasi ideolojilerin ve beklentilerin bir düşmana karşı birleştiği masayı bir arada tutan ortak değerler sistemi olması zordur. Nitekim “güçlü parlamentarizm” sloganı dışında henüz hiçbir konuda yol alamamış olmaları ve ilan ettikleri on beş günlük aralıklarla toplanmakta bile zorlanmaları, ortaklıklarının zayıflığını göstermektedir. Masanın ikinci büyük bileşeni Akşener’in heceleyerek vurguladığı “kazanacak aday” arzusu, karizmatik bir lidere işaret ederken Kılıçdaroğlu, kendi düşük profilli siyaset tarzını masaya dayatmaktadır.
Müsteşar Stratejisiyle Adaylık
Karizmatik aday arzusunun ifade biçimi, gür ve seslidir. Oysa Kılıçdaroğlu’nu masada güçlü kılan karizması, gür sesi ve duruşu değil ısrarıdır. “Israr” bir taraftan da bürokrasinin siyasi irade karşısındaki en önemli kozudur. Bir bakan ile müsteşarının en önemli farkı, riski göze alamayan müsteşarın düz paslaşmalarda ısrar etmesidir. Eğer müsteşar bakanı riskler konusunda yeterince korkutursa, en sonunda kendi dediğine razı etme becerisine sahiptir. Kılıçdaroğlu’nun bildiği siyasi yol da müsteşarlığından devşirdiği stratejilere uygun ilerlemektedir. Masayı “Erdoğanlı bir beş yıl ile” yeterince korkutursa adaylığını garanti görmektedir.
En sonunda “tamam senin dediğin olsun” denmesini beklemektedir. Bu nedenle adaylığını gür bir sesle değil, kısık seslerle ifade etmektedir. Nihayetinde bir müsteşarın en büyük becerisi kısık sesle söylediklerinin siyasi irade tarafından yüksek sesle dile getirilmesidir. Kılıçdaroğlu da istiyor ki siyasi kariyerinin son demlerinde yakaladığı iktidar imkanı da heba olmasın. Israrcı ve dolayımsal iktidar arzusu güçlü bir irade sahibi olmasa da zekice ve uzlaşımsaldır. Bu nedenle özellikle akademiden gelen danışman kadrosunun da aklına yatar. Nitekim hem CHP’nin hem de İYİ Parti’nin akademik kurmayları, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını çoktan satın almış görünmektedir. Fakat sahadan gelen siyasiler ve anketçiler için Kemal Bey’in adaylığı çantada keklik değildir. Hele ikinci tur söz konusu olursa çok zayıf bir ihtimaldir. Akşener’in gür sesle ve altını çizerek “kazanacak” aday demesi boşuna değildir. Aslında geçen bahardan devşirilmiş bu “kazanacak” aday arzusu, yerini çoktan"kaybetmeyecek" aday endişesine bırakmıştır. Fakat söylemsel olarak olumsuz kurulan kavramların kaçışı tetiklemesi korkusu masanın ortak stratejisine dahildir.
Son Şans Olabilir
Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığı konusunda geri adım atmasını engelleyen iki handikabı bulunmaktadır. Birisi umut diğeri de zor içermektedir. Umut içeren handikap; B planının da Kılıçdaroğlu lehine olduğu düşünülmesidir. Yani masa razı olmadığında çoklu adaylıkla gidilen bir seçimde ikinci tura kalacak adayın doğal olarak Kılıçdaroğlu olacağı düşünülmektedir. Kurmayları açısından CHP’nin bir kısım Kemalist oylarını olası bir Akşener adaylığına kaybedecek olsa da HDP desteği ile kazanacağı oylarla Kılıçdaroğlu’nun ikinci tura kalması kesin gözükmektedir. Bu hesapları gören bir rasyonel aklın Kılıçdaroğlu’nun adaylığına eninde sonunda razı olacağı düşünülmektedir. Bu nedenle CHP açısından asıl sorun Kemal Bey’in adaylığı ilan edilene kadar masadaki siyasi aktörlerin kırılmamasıdır. O zamana kadar sesi en gür çıkan Akşener’in de aklının duygularına galebe çalması beklenebilir. Zaten bütün büyük harfli söylevlere rağmen Akşener’in akademik danışmanları da aklın gereğinin Kemal Bey’in adaylığına razı olmak olduğunu açıkça gördüklerinin işaretini vermektedir. Yine de Akşener’in karizmatik bir siyasetçi olarak duruma gönlünce rıza göstermesi beklenmemelidir. Akşener siyasetinin bugünkü kozu, kaybetmeyecek aday olsa da parti disiplini gereği CHP’den Kılıçdaroğlu haricinde aday çıkmayabilir. Bu durumu hesapladığı anlaşılan Akşener için son koz kendi adaylığı olursa siyaseten hiç kimse de şaşırmayacaktır.
Kılıçdaroğlu için ikinci handikap adaylık ilanının geri dönüşü olmamasıdır. Bu ilanla birlikte Kılıçdaroğlu aslında siyaseten “emeklilik” dilekçesini de vermiş oldu. Ya masanın düşük profilli adayı olarak Cumhurbaşkanı olacak ya da siyasetten emekli olacaktır. Zira arzu edip de aday olamayan bir Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığını koruması da artık zordur. Bugün yanında olup adaylığı konusunda cesaret verenlerin yarın karşısında olup genel başkanlığa aday olduğunu gördüğümüzde siyaset gereğini yapıyor deyip geçeceğiz. Kemal Bey’in adaylık konusunda artık geri dönüş manevraları sınırlıdır, ama hiç yok da değildir.
Erdoğan Nefreti Yetmeyince…
Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda artık neredeyse imkansız hale geleni Kılıçdaroğlu başarırsa kendi kendini soktuğu bu çıkmaz sokaktan kurtulma imkanına halen sahiptir. Masanın adaylığı konusunda zor yol; masanın “ekonomi dahisi” olarak pazarlayabileceği genç ve kamuoyu tarafından yıpranmamış bir aday çıkarmasıdır. Zira masayı siyasette en güçlü kılan üzerinde oturdukları “Erdoğan nefreti” değil, ekonominin kötüye gidişidir. Nihayetinde Türk siyasetinde “Erdoğan nefretinin” karşılığının yüzde elliye ulaşması zordur. Şimdiye kadar yapılan “bizi bu duruma Erdoğan iktidarı getirdi” propagandası işe yarasa da “bizi bu durumdan kim çıkarır” sorusu yanıtlanmadıkça masanın rasyonel bir aday çıkarması zor görünmektedir. Hükümetin son dönemde açıkladığı ekonomik önlemler ve teşvikler masanın buradan yürüme şevkini kırmaktadır.
Sabit gelirlilerin enflasyon karşısında koruyucu zamlar alması, çiftçilerin tatmin edici ürün fiyatları alması ve baharda alacakları girdi teşviklerinin artırılması, sanayicilerin düşük faizli yatırım kredilerine ulaşmasındaki kolaylıklar, sosyal konut projeleri ve gündelik hayatı kolaylaştıran faturaların sübvanse edilmesi başta olmak üzere artırılan sosyal harcamalar ve yeni seçimlerde kararın ağırlıklı belirleyicileri olan gençlere dönük imkan ve desteklerin çeşitlendirilmesi “bizi kim bu durumdan çıkaracak” sorusunu daha yerinde cevaplamaktadır. Bu nedenle artık adayın siyasi kavgası da ekonomik değil, kültürel bağlama evrilmektedir. Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü hakkındaki çıkışı da seçimin kültürel tartışmalara dönük geçeceğinin ilk işaretidir.
Erdoğan açısından ekonomik kavga “Türkiye Yüzyılı” sloganıyla karşılanırken kültürel kavga da “Muhafazakar Devrimci” sloganıyla karşılanacak gibi durmaktadır. Buna karşı masanın “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı” sloganı, özellikle kültürel kavgada vesayetçi yumuşamayı imlemektedir. Seksenlerde Fransız entelektüellerinin Regis Debray’dan mülhem tartıştığı “Cumhuriyeti demokratikleştirmek” kavramının devşirilmesinden kaynaklı bu helalleşmeden murat edilen de zaten demokratikleşmeden ziyade liberalleşmedir. Fakat liberal özgürlük alanı da nihayetinde ayrıcalıkların korunmasını imlemektedir. Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyetin zenginleştirdiği iş adamlarından ve elitist liberallerden destek almasını mümkün kılan da zaten bu damardır. Bir nevi Cumhur İttifakı’nın ekonomik, teknolojik ve demokratik meşruiyet bağlamında kurguladığı “Güçlü Türkiye, Güçlü Devlet” ilişkisini, Millet İttifakı halen tersinden, ideolojik ve vesayetçi bağlamda kurarak adeta “Liberal Cumhuriyet, Güçlü Türkiye” söylemiyle helalleşme söylemine işaret etse de aslında vesayetçi rejimi imlemekte ve korumak istemektedir. Zira yeni CHP zihninde vurgu sıfat olarak kullanılan liberalde değil, yine elitist Cumhuriyetçi vesayet rejimindedir. Fakat vurgunun tonu faklıdır.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusu parti içinde de sorunsuz değildir. İçerden gelen eleştirileri kişisel, stratejik ve taktik karşı çıkışlar olarak ayırt edebiliriz. Öncelikle Kemal Bey henüz parti elitlerini ikna ettiği gibi kendi toplumsal tabanını ikna edebilmiş değildir. Bir nevi çağın kamusal alanı sayılabilecek CHP’ye destek veren sosyal, görsel ya da yazılı medyaya bakıldığında halen Kemal Bey’in adaylığına “kaybeder” korkusuyla karşı duran bir siyasal taban bulunmaktadır. Adaylık kararında teknik ve hukuki hakları olmasa da adaylığın meşruiyetini sağlayacak bir toplumsal hegomonik sürecin oluştuğu görülmemektedir.
İkinci karşı çıkışlar daha ziyade stratejiktir. Bu tür iddia sahipleri Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı değildir. Fakat seçim söylemlerinin sosyo-ekonomik temele değil de kültürel temele oturmasından rahatsızdır. Onlara göre seçimi kazandıracak ekonomik krizin etkileridir. Kültürel bağlamda tek vurgulanması gereken ise adalet ve liyakat gibi yine sosyo-kültürel öğelerdir. Helalleşme, başörtüsü ve sağa açılım gibi kültürel tartışmalar seçim için ivme oluşturma stratejisine sahip değildir. Bu nedenle Kılıçdaroğlu aday olabilir ama “sağa yaranmaya çalışmaktan” vazgeçmelidir. Nihayetinde sağa dönük her söylem sahibini güçlendirmektedir. Oysa neoliberalist ekonomik ve sosyal düzen altında ezilen sınıfların haklarını koruma stratejisi Kılıçdaroğlu’na pek ala seçim kazandıracaktır. Hatta strateji doğru olursa kimin aday olduğu da zaten önemli değildir.
Son karşı çıkışlar ise daha taktiksel hatalar nedeniyledir. Son günlerdeki en önemli taktik hata ise sonuçsuz ABD ziyaretidir. Ziyaretin kendisine değil sonuçsuzluğuna karşı çıkmaktadırlar. Antiemperyalist CHP geleneğinin, reel sosyalizm çöktüğünden beri hakim olan neoliberal politikalar gereğince “liberal demokrasiyi demokratikleştirmesinden” öteye artık adım atamayacağının ortada olduğu bir sol siyasette, ABD gezisinin icazetle sonuçlanması pek de rahatsızlık oluşturmayabilirdi. Fakat taktiksel olarak zamanlama, sunum ve süreç hataları maalesef istenen sonucu verememiştir. Bu nedenle Kemal Bey’in adaylığının daha iyi yönetilmesi gerekmekte, olmuyorsa yeni ve siyaseten pazarlanabilir yine sol liberal bir adayla değiştirilmesi gerekmektedir.
Kendi kulvarından muhaliflerinin böylesine güçlü olduğu bir bağlamda Kılıçdaroğlu’nun adaylığı her şeye rağmen halen mümkündür. Hatta bizatihi masanın olası desteği, adaylığını kendi camiasına dayatması açısından da önemlidir. Nitekim HDP’den gelen destek açıklamaları Kılıçdaroğlu’nun adaylığını halen gündemde tutmaktadır. Kılıçdaroğlu açısından ise kazanacak olması garanti olmasa da “denenmesi” gereken tek alternatiftir. Zira HDP’nin de desteğini alabilecek ve adayın niteliği dolayısıyla en az oy “kaybedecek” aday da kendisidir. Bu nedenle gerek parti içinden gerekse parti dışından kimseyi kırmadan dökmeden kısık sesle adaylığını ilan etmiştir. Duygusal tepkilerin oluşturduğu bulutlar dağıldığında “Kemal Bey”, tek ayakta kalan adayın kendisi olacağını düşünmektedir. Sabırla söylemleri güçlü muhaliflerinin razı olmasını beklemektedir.