15 Temmuz Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) darbe girişiminin üzerinden altı yıl geride kalırken Batılı sözde müttefiklerimiz halen dünyanın en tehlikeli kült terör örgütlerinden biri olan FETÖ’nün oluşturduğu güvenlik tehditlerine duyarsız kalmaya, bu ülkelerin basın yayın organları da FETÖ’nün kötülüklerini görmezden gelmeye ve “üç maymun”u oynamaya devam ediyor. Geçtiğimiz yıl Washington’da Kongre baskınına katılanları terörist ilan eden Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) FETÖ ve PKK’nın uzantıları konusunda devam eden ikircikli tutumu, kahir ekseriyette Batılı ülkelerin “senin teröristin, benim teröristim” çifte standardını sürdüreceğinin bir göstergesi olarak da karşımızda duruyor.
1960’lardan bu yana darbeler ve darbe girişimleriyle hizaya getirilmeye çalışılan Türkiye Cumhuriyeti, dışarıdan yönetilen anti-demokratik müdahalelerin sonucunda devletin kılcal damarlarına yerleştirilmiş bir terör örgütü tarafından 15 Temmuz 2016’da saldırıya uğradı. Halen lideri ve üyelerinin büyük bir çoğunluğu ABD’de yaşayan FETÖ’nün silahlı kuvvetler içerisindeki üyeleri tarafından o gece Türkiye’nin Meclisi, Cumhurbaşkanlığı, emniyet birimleri bombalandı ve direnen milyonlarca sivilin üzerine ateş açıldı. Türkiye’nin demokratik yollardan seçilmiş yönetimine, ülkenin kurumlarına, askerine, polisine karşı girişilen bu terör eylemi sadece siyasileri değil, doğrudan milleti, sivil vatandaşları hedef aldı. O gece FETÖ darbe girişimine direnen 251 kişi şehit oldu. Darbe girişimi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkomutanlığında ordumuz ve milletimizin dik duruşuyla başarısızlığa uğratıldı. 15 Temmuz gecesi terörün korku, infial, şiddet gibi en belirgin yöntem ve amaçlarını acımasızca kullanmaktan çekinmeye teröristler, bugün Türk yargısı nezdinde adil ve şeffaf biçimde yargılanmaya ve cezalarını almaya devam ediyorlar.
FETÖ Mesiyanik Kült Bir Terör Örgütüdür
15 Temmuz hain darbe girişimi, Türkiye üzerinde planlanan bir işgal projesinin son sahnesi olarak devreye sokulmuştur. Darbeyi gerçekleştiren FETÖ’nün Türkiye’deki yapılanmasının şifreleri ve tarihi geçmişi, Türkiye’nin aslında bir darbe girişimi değil aynı zamanda bir terör saldırısıyla da karşı karşıya kaldığını ortaya koymuştur. FETÖ, elebaşı Fetullah Gülen tarafından kontrol edilen ve mutlak hakimiyetinde olan, uluslararası ölçekte faaliyet gösteren, hiyerarşik yapılanmaya sahip bir kült terör örgütüdür. FETÖ’nün mesiyanik motivasyonlu bir kült terör örgütü olduğuna dair tüm bulgu, delil ve verilere rağmen Batılı ülke yönetimleri ve medya organlarında 15 Temmuz kanlı darbe girişimi, önce başarısızlığın hüsranının yol açtığı derin bir sessizlikle karşılamış, ardından 40 yıllık PKK terörüyle mücadelede yaşananlara benzer şekilde Türkiye Cumhuriyeti devleti yerine teröristi koruyan/kollayan bir tutum sergilenmiştir. 15 Temmuz gecesi silahlı kuvvetlere sızmış teröristler seçilmiş meşru yönetimi devirmeyi amaçlamış, Türkiye Cumhuriyeti’nin halk iradesiyle seçilmiş Cumhurbaşkanına suikast timi yollamışlardır.
Tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu olaylara, demokrasinin beşiği olma iddiasındaki Batı dünyasından gelen tepkiler, Türk milletinin hafızasında ilk günkü tazeliğini korumaktadır. O tarihte ABD’den gelen reaksiyonlara bakıldığında, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’dan, Dışişleri Bakanı John Kerry’e ve Amerikan ordusunun üst düzey isimlerine kadar dönemin ABD yönetimi, yaptıkları açıklamalarla, 15 Temmuz gecesi olanları bir bilgisayar oyununa benzetmeye kadar indirgemiştir. Amerikan generalleri, Türkiye’yi terörize eden FETÖ’cüler için “Türk Ordusu içerisindeki dostlarımız yargılanıyor. Bu bir tasfiye” açıklamaları yaparken John Kerry, FETÖ’cü teröristlerin tasfiyesi sürecinin Türkiye’nin NATO üyeliğini tehlikeye attığını öne sürmüştür. ABD medyası da bu açıklamaların izinden gitmiş, 15 Temmuz’da Türkiye’de yaşananları bir “tiyatro”, “bilgisayar oyunu”, “prodüksiyon”, “kurgu” olarak tanımlayanları manşetlerine taşımıştır. Konu Türkiye’de darbe olduğunda ABD’nin reaksiyonları bir kez daha demokrasi ve millet iradesi aksine zımnen de olsa darbecilerin yanında bir çizgi izlemiştir.
Uluslararası Güvenliğe “Senin Teröristin Benim Teröristim” Tehdidi
15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden tam dört buçuk yıl sonra 6 Ocak 2021’de Washington’daki Amerikan Kongre binası, Trump taraftarı olduğunu iddia eden göstericiler tarafından baskına uğradı. “Amerikan rüyası”nın çöküşü tehlikesini barındıran ve dünyanın şaşkınlıkla izlediği bu kanlı olaylarda 4 kişi hayatını kaybetti. “Terör” ve hatta bazı Amerikalı siyasetçiler tarafından “darbe” olarak da nitelendirilen bu olay, darbelere destek verenlerin bir gün kendisinin aynı tehditle yüzleşmek zorunda kalabileceğini göstermesi açısından önemli bir örnektir. ABD’de bu olaylar ve ardından yaşanan gelişmelere baktığımızda; 15 Temmuz’a “tiyatro” diyenler, FETÖ’yü “terör örgütü” olarak kabul etmeyenler, kongre baskınında olaylara karışanları birer birer terörist ilan etmiş, olaylarda yer alan kişilerin aileleri tarafından FBI’a ihbar edilmesi çağrıları yapılmış, en ağır cezayı almaları gerektiği savunulmuştur. Öyle ki kolluk kuvvetleri her eyalette operasyon başlatmış, ülke tarihinde Soğuk Savaş döneminde toplu tutuklamalar ve adeta bir cadı avına sahne olan McCarthy dönemini hatırlatan görüntüler ortaya çıkmıştır. Sadece bir Kongre baskını sonucunda devletin bu uygulamaları ve kullandığı yöntemler karşısında Amerikan medyalarında herhangi bir şekilde aşırı güç kullanımının ve bu gözaltıların hukuki ya da adil olup olmadığı dahi tartışılmamıştır.
15 Temmuz ve ABD Kongre baskınına yaklaşım farkı aynı zamanda, Türkiye’yi medya düzeni üzerinden eleştiren ABD’de devlet-medya ilişkisinin simbiyotik yapısı hakkında da bilgi vermektedir. ABD ana akım medyasında yer alan, 15 Temmuz’da olanlara dair haber, yorum ve söylemlerde bu medyalarda Amerikan devletinin resmi söylemi ve müesses politikalarından bağımsız ve objektif bir değerlendirmenin yapılmadığını da göstermektedir. Amerikan hükümeti ve medya söyleminde FETÖ ve 15 Temmuz’a dair kullanılan bu benzer yaklaşım, ABD’de medya-devlet ilişkisinin ne derece bağımlı ve gömülü (embedded) olduğunu ortaya koyması bakımından da önemlidir. Bugün de devam eden bu tip benzer söylemlerin üretimi ve dağıtımında, 15 Temmuz öncesinde yurtdışına kaçan ve yer yer Amerikan medyasında yer bulan FETÖ örgüt üyelerinin de rolü yadsınamaz bir gerçektir.
15 Temmuz’da yaşanan terörist darbe girişimini “tiyatro”, “kurgu” olarak tanımlayan ABD yönetimi ve medyası, 6 Ocak Kongre baskını ve devamındaki eylemleri, FBI raporlarına yansıdığı haliyle, “darbe”, “terör”, “isyan” olarak nitelendirmiştir. ABD Kongresi baskınında yer alanların “terörist”, TBMM’yi bombalayanların ise “dost” kabul edilip himaye edildiği bu ikircikli tavır, uluslararası güvenlik açısından ciddi bir tehdidin habercisi olarak algılanmalıdır. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz'dan önce de sonrasında da bu tehdide sıklıkla dikkat çekmiş, “Sizin teröristiniz, benim teröristim” tutumunun günün sonunda hiçbir devlet ve millet lehine olmayacağını ve bunun tüm devletler için büyük bir güvenlik tehdidi olduğunu vurgulamıştır. Bu uyarılar sadece FETÖ’ye ilişkin değil, ABD'nin Suriye ve Irak'ta “taktiksel ortak” olarak ilan ettiği PKK ve onun kolu olan YPG’ye dönük de yapılmıştır. Nitekim 2021’in ilk günlerinde YPG terör grubunun üyelerinden birinin ABD'deki Kongre baskınlarına karıştığı ortaya çıkmış, Floridalı bir ABD vatandaşı olan Daniel Baker, Florida’da Trump karşıtı şiddet eylemlerine karıştığı için tutuklanmıştır. Baker’ın Suriye’de YPG saflarında “keskin nişancı olarak” eylemlere katılan, daha öncesinde de Amerikan ordusundan atılan eski bir asker olduğu ortaya çıkmıştır.
Terörün Bumerang Etkisi
ABD Kongre baskınının çıktıları, terör örgütlerinin onları destekleyen ülkeler için de tehdit olacağını ortaya koyan terörün bumerang etkisine ışık tutmakta ve bu konuda yapılacak araştırmalar için dikkate değer bir veri seti sunmaktadır. Bugüne kadar ABD ordusu, istihbarat ve Dışişleri Bakanlığı’ndan birçok kişi YPG'nin PKK'nın kolu olduğu itirafında bulunmuş olsa da, ABD yönetimi Suriye'de, Türkiye’de on binlerce sivili katleden bu terör örgütünü bir “taktik ortak” olarak nitelendirmekten vazgeçmemiştir. Benzer şekilde ABD hala kendi topraklarında barındırdığı, 15 Temmuz'daki başarısız darbe girişiminin arkasında bulunan FETÖ lideri ve operasyonel kadrosuna dair gerçekleri ve Türkiye’ye iade taleplerini görmezden gelmeye devam etmektedir. YPG bugün ABD için bir tehdit olmaya başladıysa, FETÖ tarafından da bu tehdidin en yakın zamanda yönelmeyeceğinin garantisi bulunmamaktadır.
Teröre destek bugün ABD için bir tehdit haline gelirken, Türkiye-ABD ilişkilerine ürettiği maliyet her geçen gün daha da artmaktadır. Amerikan demokrasisinin aslında özgürlükler, insan hakları, ülkelerin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına dönük karnesinin, içinde bulunduğumuz yüzyılda yaşanan gelişmeler ışığında, kırıklarla dolu olduğu tüm dünyanın malumudur. Darbe süreçlerindeki kötü karnesi, başta FETÖ ve PKK-YPG olmak üzere terör örgütlerine verilen desteğin doğal bir sonucu olarak Türkiye’de hükümetler nezdinde Washington’ın politikalarına güvensizlik, millet nezdinde de bir Amerikan karşıtlığı artış göstermiştir. Bu durum ABD ve ABD çizgisinden sapmayan diğer Batılı ülkelerin teröre destek politikalarının değişmesinin gerekliliğini bir kez daha göstermektedir. Dünya üzerinde “senin teröristin, benim teröristim” ayrımı olduğu müddetçe güvenlik tehditleri yeni ve öngörülemez boyutlarda artmaya devam edecektir.
15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin üzerinden altı yıl geride kalırken çoğunluğu Batı’dan olan bazı ülkeler dünyanın en tehlikeli mesiyanik kült terör örgütlerinden biri olan FETÖ’nün oluşturduğu güvenlik tehditlerine duyarsız pozisyonlarını sürdürmeye, bu ülkelerin medyaları da FETÖ’nün kötülüklerini görmezden gelmeye ve “üç maymun”u oynamaya devam etmektedir. ABD’ye benzer şekilde Avrupa Birliği üyesi ülkeler FETÖ üyeleri için bir sığınak olmakta, teröre karşı ortak mücadele mekanizmaları PKK-YPG için olduğu gibi FETÖ için de işletilmemektedir. Türkiye bir yandan, uzun yıllardır terörle mücadele etmekte, bu uğurda çok sayıda sivil-asker-polis-öğretmen-kamu görevlisini şehit vermekte diğer yandan da Türkiye’nin AB sürecinde bir üyelik şartı olarak müzakere edilen terörle mücadele kanunları sıkça ve haksızca eleştiri konusu yapılmaktadır. Batılı hükümetler ve medyalarında FETÖ ve PKK-YPG ile mücadelesini anlamamak konusunda sergilenen bu dirençte ise henüz bir değişiklik gözlenmemektedir. Terörle mücadeleye ilk günkü kararlılıkla devam eden Türkiye ise Batılı ülkelerin aksine, bu terör örgütlerinin gerçek amaç ve hedeflerini dünyaya anlatmaya, ortaya koydukları büyük tehlikenin sadece Türkiye’ye değil, uluslararası güvenliğe de olumsuz etkilerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak üzere tüm kapasiteleriyle çalışmalarına devam etmelidir.
Darbelere ve teröre destek verenlerin bir gün aynı tehditle karşı karşıya kalmayacaklarının garantisi yoktur. Türkiye küresel vicdanın temsilcisi olduğu gibi terörle mücadelede de uluslararası örgütler, ülkeler ve kamuoylarını bu tehlike karşısında uyarabilecek en dürüst ve etkili müttefiktir.