Kriter > Söyleşi |

Cumhurbaşkanlığı Sistemi Statükoya Karşı Değişim


Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şükrü Karatepe Kriter'e konuştur: "Bizim 'parlamento' tecrübemiz 'parlamenter sistem' tecrübesi değildir. Tek partili dönemde de sonrasında da parlamenter sistem yok."

Cumhurbaşkanlığı Sistemi Statükoya Karşı Değişim

Türkiye’de 1970’lerden itibaren farklı tonlarda her fırsatta gündeme getirilen siyasal sistem değişimi nihayet gerçekleşme aşamasına geldi. Ülkenin yaşadığı büyük dönüşüm ve karşı karşıya kaldığı meydan okumaların da etkisiyle artık ertelenemez bir zorunluluk haline gelen bu değişim ihtiyacı Cumhurbaşkanlığı sistemi etrafında formüle edildi. 16 Nisan’daki referandumda milletin onayına sunulacak Cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiklerini Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şükrü Karatepe ile konuştuk.

16 Nisan’daki referandum Türkiye siyasi hayatı açısından tarihi bir dönem. 140 yıllık parlamenter sistem geçmişimiz var. 1970’lerden itibaren de sürekli siyasal sistemin dönüşümü tartışıldı. Siyasal sistemin dönüşüm ihtiyacını hangi başlıklar altında toplayabiliriz?

Kaba bir tasnifle “Biz şu kadar yıldan beri parlamenter sistemle yönetiliyoruz” deniyor ama ben bu tespiti doğru bulmuyorum. Türkiye’de klasik anlamda parlamenter sistemin uygulandığı dönem 1909-1913, ondan sonra da 1961 Anayasası dönemidir. 1961 Anayasası dönemi ki meydanlarda Süleyman Demirel’in, “Bu Anayasa ile memleket idare edilemez” dediği dönemdir.

İttihatçıların 1909-1913 arasındaki baskı ve vesayet dönemi 1960’tan sonra 27 Mayısçıların kurduğu ve siyasi hayatımıza dahil ettiği vesayet kurumlarının temellerinin atıldığı dönemdir. Bu dönemde de parlamenter sistem hayatta olmuştur ve 1961 Anayasası’nın uygulandığı dönemdeki hükümet istikrarsızlığı ve toplumsal kargaşa ikinci darbeyi başımıza açmıştır. Hukuki anlamda bakarsak 12 Eylül Darbesi’nin belki de yegane sebebi 1961 Anayasası’nın zayıf yürütme, güçsüz hükümet ve bölünmüş Parlamento yapısıdır. Dolayısıyla buradan güçlü bir yürütme çıkmamıştır. Çıksa bile çift başlılık söz konusudur.

Bu sistem içinde cumhurbaşkanı seçimlerine özel olarak değinmek gerekir sanırım.

Bizim cumhurbaşkanlığı seçimlerimiz her defasında bir krize neden olmuştur. Bunun adı devlet krizidir. Asker vesayet kurumu olarak o müesseseyi sürekli elinde tutmak istemiş, bu nedenle Meclise baskı yapmıştır. 12 Eylül’e gidiş arifesinde cumhurbaşkanı seçilememesi durumu da bunu gösteriyor.

1960’tan sonra burada ideolojik örtüşme amaçlanıyor. Kendi istedikleri bir askerin seçilebilmesi için çoğu zaman kriz üretiyorlar. Burada Özal bir istisna. Demirel ideolojik örtüşmeye uygun biri. Sezer’i zaten biliyoruz. İdeolojik örtüşmeyi merkeze koymalarını nasıl değerlendirirsiniz?

Ya askerin doğrudan empoze ettiği oluyor ya da çatışma ve muhtıra durumlarında siviller askerin kabul edeceği ama kendileriyle de konuşabilecek daha mutedil -Fahri Korutürk gibi- bir asker buluyor. Yani bizim parlamenter sistem dönemimiz baştan sona krizdir. Yani cumhurbaşkanlığı seçimi, hükümet kurulması, memleket idaresi, toplumsal düzen ve huzur bakımından da hep krizlerle doludur.

Deniliyor ki: “Türkiye’nin iyi kötü bir parlamenter tarihi var. Bu siyasal sistemi dönüştürmenin ne gereği var?” Bu krize parlamenter sistem içerisinde bir çözüm bulunabilir miydi?

Parlamento tecrübesini bir parlamenter sistem tecrübesi olarak anlatmak yanlış. Bizim bu kadar zamanlık “Parlamento” tecrübemiz “parlamenter sistem” tecrübesi değildir. Tek partili dönemde parlamenter sistem yok. Ondan sonra da yok.

Bu tam bir parlamenter sistem değil ama biz bugüne kadar sistemi iyileştirmeye yönelik birçok çaba gösterdik. Yine de bir çözüm bulamadık. Dolayısıyla aslında yolu tükettik.

Doğru. 1982’den sonra seçim kanununa “yüksek baraj” konulmasının sebebi parlamenter sistemin muhtemel sakıncalarını, yürütmede meydana getireceği zaafları ortadan kaldırmaktır. 1961 Anayasası ile düzenlenen bölünmüş, parçalanmış parlamenter sistem kriz ürettiği için ondan sonra yapılan bütün reformların da amacı bu sistemin zaaflarını ortadan kaldırmaktı. Ama bu yine meseleyi daha doğru bir çizgiye oturtarak bugün düşündüğümüz gibi bir sistem değişikliği şeklinde gündeme gelmedi. Bu sadece fikir olarak söylendi meydanlarda. Bunu ilk yüksek sesle dile getiren merhum Turgut Özal’dı. Zaman zaman Süleyman Demirel de ifade etmiş. Yani Türkiye için artık sistem tartışmasının kapanacağı nihai ve kesin çözümün başkanlık sistemi olduğu, Türkiye’nin siyasi hayatında etkili olan liderlerin tamamınca dile getirilmiştir.

15 Temmuz Yeni Bir İşaretti

Cumhurbaşkanlığı sisteminin aceleye getirildiği ve şu an zamanı olmadığıyla ilgili eleştiriler için ne söylersiniz?

“Hızlı gündeme getirildi” değerlendirmesine yanıtımı ben “Çok geç kaldı” şeklinde özetliyorum. 1982 Anayasası, 1986’dan itibaren tartışılıyor. 1986’dan beri de yapılan bir sürü değişiklikler oldu. Bu değişikliklerde Anayasa orasından burasından tırtıklanarak, “Hiç değilse yolumuza devam edelim, yolumuzdaki engelleri kaldıralım” düşüncesiyle yapılıyor. Ama neticede öyle bir Anayasa ki siz bir generalin cumhurbaşkanı olacağını düşünerek, bir vesayet kurumu olarak çok yetkili, bütün siyasi kurumlara yukarıdan bakan, istediği zaman bakanlar kurulunu başkanlığında toplayıp karar alabilen bir cumhurbaşkanlığı makamı oluşturmuşsunuz. Ondan sonra gelişmelere baktığımızda 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2014’te cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle zaten biz başkanlık sistemi yönünde adımlar atmaya başlamışız. Bilerek veya bilmeyerek ilk önemli adımı 1982’de Anayasa’da cumhurbaşkanlığını güçlendirerek atmışız.

1982’den 2017’ye kadar Türkiye, Anayasası’nda değişik zamanlarda yaptığı farklı düzenlemelerle başkanlık sistemine doğru fiilen adım atmış zaten. Bu konu bugün gündeme gelmiş olur mu? Ayrıca bütün önemli siyasetçiler konuşmuş. AK Parti 2012’de de başkanlı bir anayasa taslağı hazırladı. Meclisten geçen ve halk oylamasına sunulan bugünkü düzenlemenin fiilen teklif edildiği ve kamuoyunda tartışılmaya başladığı tarihi 2012 olarak kabul edebiliriz. Demek ki Türkiye beş yıldan beri anayasa söz konusu olduğunda sürekli başkanlık sistemini tartışıyor.

Biz de bu taslağı hazırlarken “Haydi hemen” demedik. Cumhurbaşkanlığında kurulan geniş heyet bir yıl süreyle çalışma yaptı. Biz önce “Nasıl Bir Anayasa, Neden Yeni Bir Anayasa?” başlıklı bir metin yazdık arkadaşlarımızla. Bu metne uygun olarak AK Parti’nin 2012 metnini bugünkü şartları düşünerek güncelledik. Sakin bir şekilde bir bütün halinde “başkanlık sistemi” yazdık. Sonra da mevcut Anayasa’yı Cumhurbaşkanlığı sistemine adapte ederken bu Anayasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten bu tarafa ortaya atılan bütün eleştirileri dikkate aldık. Şöyle söyleyeyim: Meclisten geçen bu kısa Anayasa değişikliği bundan önceki bütün tartışma ve birikimlerden yararlanarak on kişi civarındaki uzman heyet tarafından on ayda hazırlandı.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini içeren değişiklik teklifinde 15 Temmuz darbe girişiminin etkisi ne derece oldu?

“Neden şimdi?” sorusunun cevabı da burada. Esasında bizde zayıf hükümetler, hükümet krizi, cumhurbaşkanı seçimindeki tartışmalar gibi politik krizler her zaman darbeye altyapı oluşturdu. O halde darbenin gerekçesi kabul edilen bu altyapıyı ortadan kaldırmak için Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) 15 Temmuz ihanet hareketi bize yeniden işaret oldu. Bu durumda sorumluluk sahibi insanların harekete geçmesi zorunlu hale gelmişti.

Politikalarında devletin birliği, bütünlüğü ve bağımsızlığını öne çıkaran Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) de 15 Temmuz ihanet hareketinden çok etkilendi. Devlet Bahçeli bu ihaneti iyi okudu ve Sayın Cumhurbaşkanı’mızın o zaman derleyici toplayıcı tavrını da görünce “Tam zamanıdır” diyerek teklifini yaptı.

Cumhurbaşkanlığı hükümet modeli hazırlanırken anayasal tasarımda iki hususun özellikle göz önünde bulundurulduğunu görüyoruz: Birincisi Türk tipi parlamenter sistem içerisindeki krizleri aşmaya yönelik bir çerçeve arayışı var. İkincisi de “Öyle bir sistem kuralım ki daha öncekilere benzer bir şey yaşanmasın” anlayışı mevcut. Bu çerçevede neler söylersiniz?

Öncelikle bu düzenlemede Türkiye’nin mevcut sisteminin olumsuzluklarını ortadan kaldırmak için önlemler var: Birinci önlem seçimle iş başına gelen güçlü cumhurbaşkanı ile seçimle iş başına gelen güçlü kabine arasındaki çift başlılığın ortadan kaldırılmasına karşı alınıyor. İkincisi parlamenter sistemden hükümet çıkmama ihtimali her zaman yüksek. Evet, AK Parti gibi güçlü bir parti bile iki yıl önce yapılan seçimde tek başına hükümet çıkaramadı. Bu demektir ki önümüzdeki herhangi bir seçimde her an böyle bir riskle biz karşılaşacağız. Yani parlamenter sistemde hükümet garantisi yok. Bir önlem de bunu ortadan kaldırmaya yönelik. Üçüncüsü yine bu sistem kriz üretmesi nedeniyle darbeye altyapı oluşturuyor. Şimdi o da ortadan kaldırılıyor.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi Meclisi Kolluyor

Peki dünyadaki başkanlık sistemi tecrübelerinden hareketle krizleri ve tıkanmaları aşmak için farklı ne koyduk ortaya?

Birincisi eş zamanlı seçim uygulaması. Bu Amerikan tecrübesinin ortaya koyduğu bir olumsuzluğu ortadan kaldırmak içindir. Başkanlık sistemlerinde seçimler farklı zamanlarda yapıldığında Parlamento ile başkan arasında yüksek seviyede kriz çıkma ihtimali bulunuyor. Bunu ortadan kaldırmak için eş zamanlı yapılıyor. Burada şöyle bir eleştiri geliyor: “İkisi sürekli aynı partiden olur.” Bizim getirdiğimiz modelde bu her zaman böyle gerçekleşmeyebilir. Çünkü bu sistem değişse bile yüzde 40 ve üzeri oy alan bir parti Parlamentoda çoğunluğu sağlayabiliyor. Buna karşılık cumhurbaşkanının seçilebilmesi için yüzde 50’nin üzerinde oy alması gerekiyor. Bu da gösterir ki her zaman birinci turda cumhurbaşkanı seçilemeyebilir. Bu yaptığımız düzenleme başkanlık sisteminin olumsuzluklarını gidermek için alınan bir önlemdir.

Uyuşmazlık çıktığında ya da gerekli görüldüğünde hem Parlamentonun hem de cumhurbaşkanının seçimleri yenileme kararı almasıyla seçime gidiliyor. Bu da çok önemli bir kriz çözme mekanizmasıdır. Bu ikisini birbirine bağlı olarak çok önemsiyoruz.

Ayrıca bu sistem Meclisi kolluyor. Yani TBMM’nin üstün pozisyonda olmasına da azami dikkat gösterdik. Bunun pek çok sebebi var. Bu Meclis Cumhuriyet’i kurdu, Kurtuluş Savaşı’nı organize etti. Son olarak da 15 Temmuz’da gazi oldu. Dolayısıyla manevi olarak milletin Meclise bağımlılığı çok  yüksek seviyede. Bu nedenle “Meclisi üstün tutalım” dedik. Bu da Türkiye’ye özgü düzenlemedir.

Mesela başkana veto hakkı vermedik biz. Yani Meclisin çıkardığı kanunları cumhurbaşkanı veto edemiyor ancak ikinci kez görüşmek üzere gönderiyor. ABD’de başkan bir kanunu yayınlamaz da geri gönderirse kongre üçte ikiyle kabul ediyor. Bizde ise salt çoğunlukla geçebilecek. Yine Meclisin yüksek tutulması bakımından mesela cumhurbaşkanına tanınan kararname yetkisi de çok sınırlandırılmıştır. Bu önemli bir farklılıktır ve Amerikan sisteminde sınır bu kadar dar ve belirli değildir. Biz bu konuda da yine kriz çıkmasın diye, “Ancak şu konularda ve bu şartlarda düzenleyebilir” diye ifade ettik.

“Cumhurbaşkanlığı sisteminde Meclisin etkinliği ve konumu zayıflıyor” eleştirilerine ne cevap verirsiniz?

Biz bu düzenlemeyi yaparken artık devletin bütün fonksiyonları netleşecek, bütün organları niçin oluşturulmuşsa oraya dönüp asli görevlerini yapacak diye düşündük. Böyle düşündüğümüzde de TBMM yasama fonksiyonu konusunda tarihinde olmadığı kadar etkin hale gelecek. TBMM bakanlıkların, hukuk bürolarında bürokratların hazırladığı kanunlara el kaldıran bir topluluk olmaktan çıkacak. Hükümet artık kanun tasarısı getiremediğine göre bütün kanunlar Mecliste milletvekilleri tarafından teklif olarak hazırlanacak. Yani ilk defa tarihinde TBMM fiilen yasama organı olarak çalışacak. Yani asli fonksiyonuna dönecek ve esas işi kanun yapmak olacak ve buradan bir kalite çıkacak.

Bakın Mecliste kanun görüşmelerinde karşılıklı kırıcı davranışların olmasının sebebi de kanunların hükümet tarafından getirilmiş olmasıdır. Muhalefet oradaki kanun taslaklarını eleştirirken esasta hükümeti eleştiriyor. Ama sistem değiştiğinde ve taslaklar Mecliste hazırlandığında artık birbirlerini eleştirecekler. Meclis içindeki grupların fonksiyonu orada ortaya çıkacak. Belki farklı partilerden milletvekilleri bir araya gelip de kanun teklifleri verecek. Kuvvetler ayrılığı prensibinin de özü budur esasen. Bizde yanlış tartışılıyor. Kuvvetler ayrılığı ayrı kurumların olması demek değil. Kuvvetler ayrılığı kurumların kendi esas işlerini yapmasıdır. Meclis eğer yürütme işine karışıyorsa, hükümet de kanun çıkarma işinde birinci derecede önemliyse ortada bir kuvvetler ayrılığından söz etmek mümkün değil. Ama yeni sistemde halkın seçtiği Parlamentonun yegane görevi kanun çıkarmak olacak. Öbür taraftan halkın seçtiği başkan bakanlarını tayin edecek ve yürütme yapacak. O da yasama işine karışmayacak. Bizde Meclis üstün olduğu için bir de gensoru dışındaki bütün denetim kurumları çalışıyor.

Cumhurbaşkanının kararname yetkisi Meclisin görev alanını daraltıyor mu? Bu sistemde kararnamenin çerçevesi nasıl belirlendi?

Biz o hale geldik ki TBMM bugün bir kanun çıkarma fabrikası gibi çalışıyor. Halbuki gelişmiş ülkeler bu kadar fazla kanun çıkarmıyor. Kanun demek aklına gelen her konuda Parlamentodan bir kural çıkarmak demek değildir. Biz şimdi mevzuatçılık yapıyoruz. Cumhurbaşkanı kararnamesinin bence en önemli rolü bu mevzuatçılığı engelleyecek olmasıdır. Çünkü sadece kanun niteliği taşıyan metinler Parlamentoda yapılacak. Öte yandan günlük olarak yürütme alanında ihtiyaç duyduğumuz ne kadar pratik çözüm varsa bunlar cumhurbaşkanı kararnamesiyle çıkacak. Türkiye’nin bugün böyle bir mekanizması olmadığı için her konuyu Parlamentoya götürüyoruz.

Cumhurbaşkanının kararname yetkisinin çerçevesini çizerken dedik ki, “Bu başkanlık sisteminde başkanın düzenleme yapması zorunlu bir durum.” Çünkü eğer Parlamentoyla bir gerginlik olursa hiç değilse başkan kendisine bağlı olan yürütme alanını kendi çıkardığı düzenleme metinleriyle çalışabilir halde tutsun diye böyle bir imkan tanınmış. Bunun sınırlarına ilişkin tartışmayı kaldırmak için Anayasa metninde bunu tanımladık. Bir defa “Anayasa’da kanunla düzenlenir” denilen alanlarda kararname çıkarılamıyor. Münhasıran kararname çıkarılan beş, altı konu var ama bu konularda da bir temel kanun çıkması gerekiyor.

Bürokrasi Azalacak

Cumhurbaşkanının üst yöneticileri atama yetkisi ve bu sisteminin bürokrasiye etkisini değerlendirir misiniz?

Esasında Cumhurbaşkanlığı sisteminin özü statükoya karşı değişime karşılık geliyor. Bu konuyu anlatırken bir örnek veriyorum ben. Biz şimdi değişiklik olarak 18 madde getirdik ama bunların 15’i fiili değişiklik, 3’ü de uyum maddesi. 15 madde değiştirerek parlamenter eğilimli mevcut sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiyoruz. Bu geçişle Anayasa’nın 21 maddesi fonksiyonsuz hale geliyor ve yürürlükten kaldırılıyor. Buradan başlayarak bürokrasiye nasıl bir iyileşme ve devletin işleyişine nasıl bir kolaylık geleceğini görebiliriz. Daha önce 36 kuralla işleyen mekanizma şimdi 15 kuralla işleyebilecek.

Bunun anlamı şu; merkezi idarede Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimizde mevcut bürokrasi en az yüzde 50 azalacak ve işlemler kolaylaşacak. Bu bakımdan da Cumhurbaşkanlığı sisteminin çok pratik olduğunu görüyoruz. En azından bakan, başbakan, cumhurbaşkanı gibi bir zincirle o bildiğimiz üçlü kararname mekanizması ortadan kalkıyor. Bugünkü sistemde cumhurbaşkanı bu kadar geniş yetkilere sahip olmasına rağmen yürütmenin dışında duruyor. Cumhurbaşkanlığı sistemi olduğunda ise fiilen yürütmenin başı olduğu için işlemlerden haberdar olacak.

Üst bürokratları cumhurbaşkanının ataması sistemdeki hantallığı ve bürokrasinin siyasetçileri geçici, kendisini kalıcı ve sistemin sahibi olarak görmesini de engelleyebilir mi?

Cumhurbaşkanlığı sisteminin mantığına uygun bir yeni düzenlemeyle üst düzey yöneticilerin karar süreçlerinin daha pratik duruma getirileceğini düşünüyorum. Zaten bunu yapmazsak başkanlık sistemine geçmenin bir anlamı olmaz. “Başkanlık sistemine geçtiğimizde işler kolaylaşacak, çabuklaşacak ve daha verimli hale gelecek” diyorsak bundan kastımız evrak, bürokrasi ve kademelerin daha az olmasıdır.

Çok tartışılan meselelerden biri de cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu. Cumhurbaşkanının yargılanamayacağına yönelik itirazlara nasıl cevap verirsiniz?

Parlamenter sistemde cumhurbaşkanı hükümdarın yerinde oturuyor. Bütün parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanı -yetkisi az ya da çok da olsa- sorumsuzdur. Nitekim bizim mevcut sistemimizde cumhurbaşkanımız çok yetkili ve sorumsuzdur. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimizde ise biz artık parlamenter sistemden çıkıyoruz. Başkanlık sistemlerinde devlet başkanları sorumludur. Çünkü onlar kralın yerinde oturmuyor. Onları vatandaş seçtiği için sorumludur. Bir devlet memuru ya da ortalama bir kamu görevlisi neyden sorumlu ise cumhurbaşkanları da aynı şekilde sorumlu insanlar olacaktır. Ferdi olarak yaptığı işlemlerden dolayı da sorumlu olacak. Göreviyle ilgili yaptığı işlemleri ise ikiye ayırarak mütalaa etmek mümkündür: Bunlardan birisi idari işlerin hepsi idari yargı denetimine tabi olacak. Bugün nasıl bakanlar, bakanlar kurulu ve diğer devlet dairelerinin aldığı kararlar için idari mahkemelere ve Danıştay’a gidiliyor, aynen cumhurbaşkanının yaptığı idari nitelikli her türlü işleme karşı da Danıştay’a ve idari mahkemelere gidilebilecek.

Diğer taraftan politik nitelikli kararlar ve kararname çıkarma yetkisi de tıpkı yasaların anayasaya aykırılığını denetlenmesi gibi Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenecek. Ayrıca politik kararlarının doğurduğu yetkilerden kaynaklanan tüm diğer yetkilerinin Anayasa ya da kanunlara aykırı uygulanmasının da yine Meclis denetiminde olduğunu unutmamak lazım. TBMM, Türkiye’nin bütün işlerini kontrol ettiği ve gözetlediği gibi cumhurbaşkanını da kontrol edecektir. Cumhurbaşkanı anayasaya aykırı olarak Türkiye’nin birliği ve bütünlüğünü riske sokan kararlar alıyor, politikalar uyguluyorsa bu durum karşısında Meclis üye tam sayısının salt çoğunluğuyla önerge verilebilecek. Ondan sonra bu önerge gündeme alınacak. Gündeme alınması içinde beşte üç çoğunluk gerekecek. Eğer ki itham yerinde görülür ve Meclisteki oylamada üçte iki ile kabul edildiği takdirde cumhurbaşkanı Yüce Divan’a gönderilecek ve yargılanacak. Öyle ki Yüce Divan kararı alınan cumhurbaşkanı seçim kararı alamayacak. Yani böyle bir sorumluluk geliyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde birkaç alanda yargıyla ilgili de düzenleme var. Bunlara yönelik itirazlara ilişkin yorumunuz nedir?

Bir defa dünyanın en yanlış işi bir meslek grubunun yöneticisini o meslek grubuna seçtirmektir. Hakimler kapı kapı gezerek propaganda yapıyor, kendilerine arkadaşlarından oy istiyor. Ben çok uygun buluyorum Hakim ve Savcılar Kurulu (HSK) üyelerinin cumhurbaşkanı tarafından ya da Parlamento tarafından atanacak olmasını. Hakimlerin esas yapacakları kürsülerinde dosyalarını incelemek ve adaletli kararlar vermektir. Merkezi idarede cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimizde mevcut bürokrasi en az yüzde 50 azalacak ve işlemler kolaylaşacak. Bu bakımdan da Cumhurbaşkanlığı sisteminin çok pratik olduğunu görüyoruz.

Öte yandan cumhurbaşkanı hakim olarak ne tayin ediyor ki? Yargıtay’ı tayin etmiyor. Anayasa Mahkemesi üyelerini tayin ediyor ama onun da tamamını değil. Klasik başkanlık sisteminden farklı olarak yüksek düzey kamu yöneticileri, yargıçlar ya da bakanların tayininde de Parlamentonun görüşünün alınmasını uygun bulmadık. Çünkü görüş alınması federal sistemlerde var. Bizim Parlamentomuz ülkenin tamamını temsil eden bir yapıya sahip olduğu için başkanın sorumluluğu kendinindir.

Cumhurbaşkanının partili olmasına ne diyorsunuz?

Biz “Cumhurbaşkanı partili olacak” diye bir kural getirmedik. Sadece “Partisiyle ilişkisi kesilir” kuralını kaldırdık. Bu cumhurbaşkanının kendi tercihi ve inisiyatifine kalmış bir şeydir. Ülkenin yürütme gücünü tek başına temsil eden güçlü profilin parti üyeliği de söz konusu olmak üzere şu ya da bu işi yapıp yapmamaktan yasaklanması çok da adil ve ahlaklı bir düzenleme olmaz. Biz onu serbest bırakırız, o istediği gibi davranır. Partisinin ister üyesi olur ister olmaz, ister genel başkanı olur ister olmaz. Ama benim kanaatim şu ki eğer partisinin lideri olursa daha güçlü bir cumhurbaşkanı olur. Partisinin lideri olursa ikinci dönem seçilme şansı daha fazla.

Ben partisiz cumhurbaşkanı görmedim şimdiye kadar. Partili olmak sakıncalı, ayıp bir şey değildir. Üstelik halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının partili olmaması zaten söz konusu olamaz. Partili olmazsa zaten seçilemez. Seçildiği için zaten partili olacak. Partisiyle alakası kesilirse ikinci dönem nasıl aday olacak? Seçiliyorsunuz, faaliyetlerde bulunuyorsunuz, ülkenin bütün yürütme gücünü tek başınıza sırtınızda taşıyorsunuz ama partinizle alakanız yok, ikinci dönem tekrar seçime gideceksiniz; hiç olacak iş mi Allah aşkına?

Milli İrade Yanılmaz

Cumhurbaşkanının yüzde 50 oyla seçildiği ve görev süresi belli olan bir sistemden tek adamlık ya da otoriterlik çıkar mı?

Bu sorunun içerisinde tek adamlık çıkmayacağı görüşü zaten duruyor. Sürekli değil en fazla on sene duracak. Seçilebilmesi için de ülkede mevcut geçerli oyların yüzde 50’den fazlasını alacak. Bu ithamın yapılmasında seçkinci bir tavır söz konusu. “Millet yanlış seçim yapar” gibi bir hava seziyorum ve bu eleştiriyi çok da masum görmüyorum. Öte yandan diyelim ki seçilen kişi otoriter eğilimler gösterdi. Mekanizma hazır, Parlamento seçime gider. Burada da diyorlar ki “Ama milletvekilliği riske giriyor.” Gerçekten diktatörlük varsa, siz de vatanınızı milletinizi seviyorsanız, milletvekilliğinizi de riske edersiniz. Kaldı ki zaten böyle bir gerçek varsa gittiğinizde eskisinden de daha güçlü bir şekilde seçimden çıkarsınız ve milletin başına yük olan bir diktatör varsa onu da uzaklaştırmış olursunuz. Yani bunun mekanizması kurulmuştur.

Mevcut sistemde cumhurbaşkanının diktatör eğilimler göstermesinin çaresi yok. Ama cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bunun çaresi Anayasa’ya yazılmıştır. O çare de seçime gitmektir. Eğer millet tekrar seçerse ona kimsenin diktatör demeye hakkı yoktur. Neticede “Milli irade yanılmaz” diyoruz. Biz milletin yanılmayacağını düşünerek bu sistemi getirdik. O nedenle bürokratik mekanizmaları çözüm olarak düşünmedik. Kriz çıktığında ya da diktatörlük ve benzeri durumlar yaşandığında milletin huzuruna gideceğiz ve millet kararını verecek. Yani bu sistem içinde bütün problemler demokratik yollarla çözülecek.

Hem “evet” hem de “hayır” cephesinin referandum kampanyalarıyla ilgili ne söylersiniz?

“Hayır yanlıları” kendilerine göre uygun buldukları şablonları seçip onları süsleyip ilk etapta etkili olacak şekilde ithamlar yöneltiyor. Muhalefetin detaylı bir inceleme yaparak, “Bu mekanizma böyle çalışırsa şöyle olur” gibi rasyonel ve teknik olarak anayasa hukuku ilkelerine uygun eleştirilerini henüz görmedim. Gerçek bilgiler halka sunulup bu ithamlar tek tek çökertildiğinde tereddüt eden kesimlerin de “evet”e doğru yönleneceğini düşünüyorum.

Referandumdan sonra Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiğinde seçim ve siyasal partiler kanunlarında bir değişiklik yapmak zorunlu mu?

Zorunlu değil ama yapılırsa iyi olur. Bir defa bu kadar yüksek baraja gerek olmayacak. Çünkü Parlamento hükümet çıkarmayacağı için Parlamentodaki küçük temsillerin renk katacağını düşünüyorum.

Ayrıca zaten mevcut iç tüzükle bu sistem çalışmıyor. Başkanlık sistemi hiç çalışmaz. Zaten başkanlık sistemi geldiğinde Genel Kurul değil komisyonlar önem kazanacak. Bundan sonra kanun teklifleri komisyonlarda tartışılacak ve kabul edildikten sonra sadece oylamak için Genel Kurula gidecek. Milletvekilleri kendilerini bundan sonra artık Genel Kurulda değil komisyonda gösterecekler. Çünkü kanun orada yapılacak. Genel Kurulda oylama yapılacak sadece.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası