14 ve 28 Mayıs’ta gerçekleşen seçimler, Türkiye’nin ulusal güvenlik politikaları ve terörle mücadelesi adına bir dönüm noktasıydı; birbirinden tamamen farklı iki paradigma, seçmen karşısına çıktı ve nihayetinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevcut güvenlik doktrini, seçmenden yeniden onay aldı. Türkiye bir beş yıl daha Erdoğan ve Cumhur İttifakı tarafından yönetilecek. Erdoğan’ın “Türkiye Yüzyılı” olarak tanımladığı bu yeni dönemin, hem Türkiye hem de bölgesel ve küresel siyaset açısından belirleyici olacağı gibi terörle mücadelede özellikle PKK açısından da sonuçları olacaktır. Yeni dönemde Erdoğan’ın siyasi liderliği altında, Türkiye’nin mevcut güvenlik paradigmasının, özellikle de terörle mücadele bağlamında nasıl şekilleneceğinin şifrelerini esasında açıklayacağı yeni kabine üzerinden okumak mümkün olabilirdi ve öyle de oldu.
İsmi bir efsaneye dönüşmüş olan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) şefi Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı olarak atanması burada öne çıkıyor. Hakan Fidan, çok uzun yıllar MİT’in başkanlığını yapmış, kurumu gerek teknik kapasite gerekse saha faaliyetleri açısından ciddi anlamda geliştirmiş, Türkiye’nin özellikle Irak, Suriye, Libya gibi çatışma bölgelerindeki tüm askeri, istihbarı ve siyasi faaliyetlerinde söz sahibi olarak yön vermiş bir isim olarak karşımızda duruyor. Kendisinin şimdi doğrudan dış politikanın başına geçecek olması, bu anlamda Türkiye açısından Irak ve Suriye siyaseti bağlamında bir sürekliliğin göstergesi olacakken, PKK’ya yönelik saha operasyonlarıyla dış politika uygulamaları arasında da daha fazla eş güdüm görmek mümkün olacaktır.
Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler de benzer bir profile sahip. Kendisi Türkiye’nin Irak ve Suriye’de sınır ötesi askeri harekatlarını hem siyaseten destekleyen hem de bu harekatları sahada yöneten isimlerden birisi. Yaşar Güler, Erdoğan’ın yeni kabinesinde savunma bakanı oldu; bu durum, mevcut askeri harekatların devamı anlamına geliyor. Yeni İçişleri Bakanı olarak atanan Ali Yerlikaya da uzun yıllar Gaziantep Valiliği yapmış, Suriye meselesini yakından bilen, askeri harekatlar ve PKK ile mücadelede sorumluluklar üstlenmiş bir isim. Ve İbrahim Kalın, Erdoğan’ın sözcülüğünü ve bir nevi de facto Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’nı yapan bir isim olarak şimdi, Fidan’ın yerine MİT’in başına getirildi. Her dört isim de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve birbiriyle uyumlu, mevcut proaktif politikaları destekleyen isimler olarak, ilgili ulusal güvenlik politikalarının güçlenerek devam edeceğinin göstergeleri.
Erdoğan’ın yeni kabinesi, PKK’ya yönelik tam saha baskı olarak ifade edebileceğimiz proaktif mücadelenin artarak devam edeceğini bize gösteriyor. Yani bir yandan ülke sathında artık sayıları iyice azalmış kırsaldaki terör unsurlarına yönelik operasyonların süreceğini, diğer yandan da örgütün siyasal legal alandaki faaliyetlerine yönelik baskı kurularak, terör örgütünün siyasal örgütlenme, propaganda ve yeni unsur devşirme gibi alanlarda faaliyet yürütmesinin engellenmeye devam edeceğini öngörebiliriz. Keza yine Avrupa sathında da örgütün faaliyetlerine yönelik aktif dış politika uygulamaları ile baskının artırılması söz konusu olacaktır. Ancak önümüzdeki dönemde PKK ile mücadele asıl olarak Irak ve Suriye sahasında gerçekleşecek. Hem diplomasi hem de eş güdümlü bir şekilde askeri caydırıcı güç icrası devam edecek. PKK’nın seçimlerde bir iktidar değişimine bu kadar bel bağlamasında, içine girdiği çıkmazın büyük bir etkisi varken, mevcut güvenlik paradigmasının devamı bu durumu daha da tahkim edecek nitelikte.
Türkiye’nin PKK Mücadelesi Nasıl Şekillendi, Nasıl Devam Edecek?
Suriye özelinde Türkiye’nin ulusal güvenlik paradigmasına baktığımızda, terör örgütü PKK’nın merkez rolde olduğu görülüyor. Özellikle Suriye rejiminin Suriye devriminin başında PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG ile iş birliği yapması ve onu hem Türkiye’ye hem de muhaliflere karşı kullanma çabası söz konusuydu. ABD ise 2014 Kobani çatışmaları döneminde DEAŞ’a karşı PKK/YPG’yi desteklemeye başladı. Bu yeni denklemde Türkiye’nin karşısında, ABD desteği ile alan hakimiyetini artıran ve bölgede devletleşmeye çalışan bir PKK/YPG gerçeği söz konusu oldu. Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde Türkiye’ye yönelik tehditleri kaynağında yok etmeyi hedefleyen bir stratejiyi benimseyip sınır ötesi askeri harekatlar başlattı. Önce Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ile DEAŞ ve PKK/YPG hedef alındı, ardından 2018’de Afrin bölgesine yönelik Zeytin Dalı Harekatı (ZDH) ve Tel Abyad ile Resulyan’a yönelik Barış Pınarı Harekatları (BPH) gerçekleştirildi. ABD’nin DEAŞ ile mücadele görüntüsü altında PKK/YPG’nin kontrol ettiği kantonlar arasında bir toprak bütünlüğü oluşturarak, Doğu Akdeniz’e kadar inecek bir devletçik kurma çabası içerisinde olması, bu askeri harekatları tetikledi.
Türkiye aynı zamanda Rusya ve İran ile birlikte Suriye iç savaşına siyasal bir çözüm bulma çabası içerisinde de oldu. Astana süreci olarak tanımlanan bu angajman, Türkiye açısından Suriye denklemindeki yalnızlığını giderecek şekilde yeni bir arayış anlamına da geliyordu. Nihayetinde Türkiye, Esed’in artık devrilmeyeceğini görmüş, ABD’nin ise PKK/YPG ile yeni bir oyun kurduğu gerçekliğini fark ederek, buna karşı kendi hamlesini yapmış ve Rusya/İran’ı ABD’ye karşı bir denge unsuru olarak öne çıkartmaya çalışmıştı. Türkiye ulusal çıkarlarını koruyabilmek adına Suriye sahasındaki güç unsurlarını birbirine karşı kullanarak denge arayışına girmişti. Şimdi yeni dönemde Türkiye yeni bir aşamaya geçerek, Rusya’nın arabuluculuğunda Esed rejimiyle doğrudan görüşmelere başlamış durumda. Daha önce istihbarat başkanları seviyesinde olan görüşmeler şu an milli savunma ve dışişleri bakanları düzeyine çıkartıldı. Dolayısıyla bundan sonra Hakan Fidan’ın yöneteceği bir süreç olarak devam edecek. Türkiye’nin bu görüşmelerden istediğini alamadığı takdirde PKK/YPG’nin halihazırda kontrol ettiği Tel Rıfat, Menbic, Ayn el Arap ve Haseki/Kamışlı bölgelerine yönelik kapsamlı askeri harekatlar gerçekleştirmesi çok olası görünüyor. Tüm bu süreç boyunca ise saha ajanları ve SİHA’ları kullanarak örgütün lider kadrosunu elimine etmeye devam ediyor.
PKK ile mücadelenin yürütüldüğü ve bundan sonra da yürütüleceği diğer bir ülke ise Irak. Terör örgütü, Körfez savaşının oluşturduğu kaostan yararlanarak, ülkenin kuzeyindeki Türkiye sınırına yerleşmiş, burada zaman zaman İran’dan da destek alarak kendini tahkim etmişti. Özellikle Irak/İran hattındaki Kandil sıradağlarını KCK liderliği için komuta kontrol mevkii olarak kullanırken, yine Türkiye sınır hattı ve Sincar ile Mahmur’da da etkinlik kurmuştu. Bu bağlamda Türkiye açısından, PKK’nın Irak’taki etkinliğini kırıp onu tamamen topraksızlaştırmak hayati öneme sahip ve son yıllarda ardı ardına bölgeye kapsamlı askeri harekatlar düzenleyerek, alan hakimiyetini giderek büyüttü. Bölgedeki yerel Kürt unsurlar de KDP ile iş birliği yaparak PKK üzerindeki baskıyı artırıyorlar.
PKK’nın KDP’nin kendi hakimiyet alanları içerisinde varlık göstermesi, Hakurk-Zap-Metina-Gara gibi bölgelerde üslenmesi, KDP yönetimini fazlasıyla rahatsız ediyor. Örgütün Sincar’ı kendi kontrolü altında tutup burada kanton ilan etme çabası da KDP’nin asla hazmedemeyeceği bir gerçeklik oluşturdu. Örgütün aynı zamanda Suriye’de KDP’ye yakın ENKS gibi Kürt unsurları tasfiye çabası da Türkiye ile KDP arasında PKK’ya karşı bir ortaklık oluşmasını beraberinde getiriyor. Türkiye Irak’ta da Suriye’dekine benzer büyük sınır ötesi askeri harekatlar düzenlemiş, geçmiştekinden farklı olarak Türk askeri, KDP’nin de özellikle lojistik ve istihbarat desteği ile PKK’nın olduğu bölgelerde alan hakimiyeti sağlayacak şekilde üslenmiştir. Önümüzdeki dönemlerde de başta Kandil ve Sincar olmak üzere diğer alanlarda da benzer askeri harekatlar söz konusu olacaktır.
Türkiye’nin sınır hattında askeri harekatları artıkça, terör örgütü PKK’nın daha doğuya, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) etkinlik alanı olan bölgelere doğru yayılma çabasında olduğu görülüyor. Süleymaniye’de İran sınırındaki Asos dağı ve etekleri, örgüt için adeta yeni bir Kandil olarak görülüyor. Türkiye, PKK’nın KYB ile olan ilişkisinden ciddi anlamda rahatsızlık duymaktadır. Hele ki PYD/YPG’li unsurların KYB lideri Bafel Talabani ile olan ilişkisi, YPG’nin ABD himayesinde Irak dengelerinde de aktörleştirilmeye çalıştığı algısı söz konusudur. Bunu önlemeye yönelik nokta operasyonlar icra edilirken, Türkiye Süleymaniye Hava Limanı’na da uçuş yasağı getirerek çeşitli yaptırım kararları almıştır. Önümüzdeki dönemde KYB’ye olan yaptırım ve baskıların da artacağı öngörülebilir.
Türkiye, PKK ile mücadele bağlamında Bağdat’taki merkezi hükümetle de iş birliği arayışındadır. Özellikle Sincar ve Mahmur bölgelerinde kısmen olumlu sonuçlar doğurmuşsa da istediğini henüz tam olarak alamamıştır. Türkiye’nin Irak içinde düzenlediği askeri harekatlar, zaman zaman Bağdat’ın da tepkisini çekmektedir. Özellikle İran’a yakınlığı ile bilinen grupların sert tepkisi söz konusudur. Yine İran güdümünde hareket eden bazı Haşdi Şaabi unsurları, özellikle Sincar gibi bölgelerde PKK’nın alt unsurları olan YBŞ ile birlikte hareket etmektedirler. Bu gerçeklik, İran’ın hem Türkiye’ye hem de KDP’ye karşı PKK’yı araçsallaştırdığının göstergesidir. İran’ın, Türkiye’nin Irak’ta daha kapsamlı askeri harekatlarına engel olabilmek adına vekil unsurlarını kullanmaya çalışacağı düşünülebilir.
Nihayetinde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde yeni kabineyle birlikte PKK terör örgütü ile mücadelesini kararlılıkla devam ettirecek, dış politika adımlarıyla saha gerçekliğini kendi lehine dizayn ederek proaktif bir şekilde ulusal güvenliğine dair siyasetini uygulayacaktır. Bir yandan ülke sathından örgütün üzerindeki baskı askeri ve siyasi ve ekonomik araçlarla artırılacakken özellikle de Irak-Suriye sahasında hem dış politika araçları etkili şekilde atılacak hem de askeri caydırıcı güç kullanımı eş güdümlü şekilde icra edilecektir. PKK’nın mevcut kısır döngüden çıkabilmesi, elindeki mevcut araç ve hareket tarzıyla mümkün görünmemektedir.