Kriter > Dosya > Dosya / Anayasa |

Hak ve Özgürlükler Temelinde Anayasa Yapım Pratiği


Anayasallık temelinde ortaya çıkan derin boşluk, mevcut dinamiklerin dönüştürücü etkileri karşısında hak öznesi olarak bireyin hak ve özgürlük alanının güvenceli kılınması noktasında yetersiz kalmaktadır. Bundan ötürü modern çağın dinamiklerini esas alan çok aktörlü, çok paydaşlı ve katılımcı bir metodolojiyle hazırlanan sivil bir anayasanın gereği ortadadır.

Hak ve Özgürlükler Temelinde Anayasa Yapım Pratiği

Modern anayasacılık tarihinde doğal hukuk ve sonrasında doğal hakların normlaştırılmasıyla birlikte bir toplumsal sözleşme olarak anayasalar, insan haklarının normatif güvencesi haline gelmiştir. Nitekim bir insan hakları idealitesi olarak anayasaların varlık bulma süreçlerinin tarihsel köklerinde doğal hukuk düşüncesi yer almaktadır. Toplumsal, hukuksal ve siyasal ontosun kurucu metni olan modern anayasalar, bireyin devlet karşısındaki ve toplum içindeki yasal haklarını belirleyen bir “haklar bildirgesi” olarak işlev görmektedir. Haklar bildirgesi olarak anayasalar; “insan onuru, özgürlük, eşitlik ve adalet” gibi etik ve normatif değerleri ihtiva eden sembolik söylemin ötesinde toplumsal alana doğrudan nüfuz eden en üst normatif çerçeve olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Anayasaların Kurucu Felsefesi

Modern anayasaların normatif alanı; devlet yapılarının düzenlenmesi, temel hak ve özgürlüklerin tanımlanması ve tanımlanan haklar aracılığıyla dağıtıcı adaletin temin edilmesini kapsamaktadır. Bu açıdan insan hakları, modern devletin anayasal düzeninin merkezinde yer almaktadır. İnsan hakları yalnızca birey, gruplar ve devlet arasındaki ilişkileri belirlemekle kalmamakta, aynı zamanda devlet yapılarını, karar alma ve denetleme süreçlerini de tanzim etmektedir. Hukuk-politik içerimli meta bir metinsel kurgu olarak anayasaların siyasal meşruiyetini kuran esas ögeyi ise hak ve özgürlük katalogları oluşturmaktadır.

Global ölçekte yeni ulus devletlerin inşasıyla birlikte; dünya düzeninin köklü dönüşümü, sömürgecilik düzeninin terk edilmesi, militaristik otoriter rejimlerin sona ermesi, sosyalist blokun çöküşü ve özellikle çok etnisiteli ve çok kültürlü uluslarda sivil çatışmaları sona erdirme çabaları, anayasa yapım süreçlerine ivme kazandırmıştır. Çeşitlenen toplumsal ilişki biçimleri, farklılaşan sosyolojik iş bölümleri, giderek artan ekonomik ve kültürel zenginlikler, anayasaların yapıldığı sosyopolitik bağlamı dönüşüme uğratmıştır. Giderek karmaşıklaşan küresel dünya düzeni, dönüşen paradigmalar ve değişen güç dengelerinin etkisiyle devletlerin görev, yetki ve sorumluluklarının değişmesi, anayasaların toplumsal alana daha fazla müdahale etmesine neden olmuştur. Ayrıca tarihsel, siyasal, iktisadi ve toplumsal değişimler, anayasaların özellikle hassas grupların ve/veya toplulukların ihtiyaçlarını dikkate alan bir yaklaşımı benimsemesine ve toplumu derinden etkileyen diğer konularda güvence alanına yol açmıştır. Hatta öyle ki kimi ülkeler, anayasayı sosyal, politik ve ekonomik ilişkilerin dönüştürülmesinin bir aracı olarak görmeye başlamıştır. Böylelikle ulusal anayasa kurucu iradeler, anayasaları araçsallaştırıcı bir yaklaşım ortaya koymuştur.

mühürlü oy zarfları
(Hilmi Tunahan Karakaya)

 

Anayasacılık Türleri

Globalleşme, dijitalleşme ve sosyolojik değişimler ve buna bağlı biçimde ortaya çıkan köklü dönüşümler, yeni hak dizgelerinin anayasal güvenceye kavuşturulmasını da beraberinde getirmiştir. Modernleşme, sanayileşme ve teknolojik dönüşümlerin getirdiği dinamiklere koşut biçimde yeni anayasacılık türleri de ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda anayasalar, giderek artan sayıda hak dizgelerini güvence altına almaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana anayasacılığın global evriminde, “haklar kayması (rights creep) ya da artan sayıda hakkı güvence altına alma eğilimi, yargı denetiminin yaygınlaşması ve anayasaların çoğunda yer alan genel hakların varlığı” olmak üzere üç tür eğilimin bulunduğu görülmektedir. David S. Law ve Mila Versteeg’in kavramsallaştırdığı “haklar kayması”, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel olarak yaygınlık kazanmıştır. 1900’larda bir anayasa için ortalama hak sayısı 20’nin altında iken, bu sayının günümüzde 40’ın üzerinde olduğu görülmektedir.

Öyle ki Karşılaştırmalı Anayasa Projesi’nin (Comparative Constitution Project, 2005) verileri bu olguyu ortaya koymaktadır. Örneğin; Avustralya Anayasasında (1901) “11”, Kanada Anayasasında (1867) “36”, Ekvador Anayasasında (2008) “99”, Finlandiya Anayasasında (1999) “48”, Almanya Anayasasında (1949) “48”, Zimbabve Anayasasında (2013) “74” ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında (1982) “68” adet hak alanının güvence altına alındığı görülmektedir. Farklı sosyopolitik dinamikler çerçevesinde anayasal süreçlerini başlatan ülkeler, anayasal metinlerinde farklılaşan hak dizgelerine yer vermiştir. Örneğin, 1974 Portekiz devrimi sonrasında oluşturulan 1976 Anayasası görece daha fazla hak ve özgürlükleri güvence altına almaktadır. Fransa’nın savaş sonrası anayasasının (1958) ise daha az hak dizgesini anayasal güvence altına aldığı görülmektedir. Farklılaşan sosyokültürel ihtiyaçları ve sosyopolitik dinamikleri doğrultusunda uluslar, birtakım özel hak kategorilerini anayasal güvenceye kavuşturmaktadır. Burada çarpıcı bir örnek olarak İsveç Anayasasında Sami halkına yönelik “ren geyiği yetiştiriciliği yapma hakkı” zikredilebilir.

Bu kapsamda diğer bir modern anayasacılık türü olarak “ekolojik anayasacılık” hareketinden söz edebiliriz. Ekolojik anayasacılık, “doğanın haklarını” merkeze alan bir düşünceyi esas almaktadır. Özellikle Bolivya ve Ekvador anayasaları yeni katılım biçimlerini teşvik etmeleri ve yerli halklar tarafından geliştirilen topluluk demokrasisinin tanınmasını içermeleri açısından önem arz etmektedir. Bütün modern anayasalar, “insan merkezli” (homocentric) bir düşünceyi esas alırken; ekolojik anayasaların “doğa merkezli” fikriyata dayandığı görülmektedir. Günümüzde özellikle Latin Amerika ülkelerinde başlayan yaklaşımla, insan merkezli anlayışın terk edilerek, doğa merkezli anlayışın önem kazandığı ifade edilebilir.

 

Katılımcı ve Etkili Anayasacılık Anlayışı

Anayasa yapım süreçleri, geçmişten günümüze gündelik politik pratiklerden ayrıştırılmış ve elitist bir inşa süreci olarak kabul edilmiştir. Yirminci yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise klasik demokratik anayasa yapımı metodolojisinde paradigmatik bir değişim yaşanmıştır. Söz konusu yeni paradigma Macaristanlı akademisyen Andrew Arato tarafından egemen sonrası (post sovereign) anayasa yapımı olarak nitelendirilirken; Vivien Hart tarafından ise demokratik anayasa yapımı olarak tanımlanmaktadır. Bu yeni anayasa yapım paradigması, anayasa yapım sürecinin sonunda ortaya çıkan hukuk-politik metnin nitelik ve içeriminden ziyade anayasanın yapım yöntemine ve sürecine odaklanmaktadır. Söz konusu yeni paradigmadaki anayasa yapım yöntemi “katılımcı anayasa yapımı” olarak tanımlanmaktadır. Bu metodolojik yapım sürecine göre anayasa yapım yönteminin; “şeffaf, demokratik müzakereye açık ve etkin yurttaş katılımlı” olması gerekmektedir.

Böylelikle yirminci yüzyıl anayasacılığı, geleneksel anayasa yapım yöntemini köklü bir değişime uğratmakta ve bunu demokratik siyasal katılım alanına taşımaktadır. Söz konusu katılımcı anayasacılık yöntemine yönelik eleştirel yaklaşımların da olduğu ifade edilmelidir. Katılımcı anayasacılık anlayışına eleştirel yaklaşanlar, anayasanın politik açıdan teknik konular içerdiğini ve halkın bu konularda bilgi sahibi olmadığını öne sürmektedir. Öyle ki Amerikalı Hukukçu Richard Posner, sıradan yurttaşların bilgi sahibi olmadıkları siyasi konularda karar almalarının olanaksızlığını çarpıcı biçimde “gerçekleşmeyecek bir rüya” olarak değerlendirmektedir. Ancak modern anayasacılık pratiği açısından baktığımız zaman bu görüşe katılmak pek mümkün gözükmemektedir. Nitekim anayasaların temelde bir “toplumsal sözleşme” metni olmasının bir gereği olarak sözleşmenin bizatihi öznesi olan yurttaşların anayasa yapım sürecine aktif biçimde katılımlarının sağlanması gerekmektedir.

Nitekim anayasa yapım pratiğinin başarısı, yeni anayasal metinler inşa ederek toplumu yönlendiren kuralların yeniden formüle edilmesinden ziyade siyasal ve kurumsal meşruiyetin tesis edilmesi sürecine bağlıdır. Bundan ötürü bizatihi hak öznelerini esas alan “halk odaklı” bir anayasa yapım sürecinin yapılandırılması, demokratik siyasal meşruiyet açısından gereklidir. Tam da bu noktada yurttaş öznelerin, anayasa yapım sürecine hangi yöntemsel araçlarla dahil edileceği önem arz etmektedir. Konvansiyonel medya ve yeni medya platformları, şeffaflık ilkesi çerçevesinde anayasa yapımına ilişkin bilgilendirmelerde bulunmak, katılımcı müzakereyi teşvik etmek ve bizatihi yurttaş öznelerin anayasalar hakkında görüşlerini alma açısından elverişli bir zemin sunmaktadır. Bu noktada anayasa yapım sürecinin ilk evrelerinde halka açık oturumlar yoluyla, yurttaşların fikirlerinin dikkate alınması önerilmektedir. Anayasa yapım süreçlerine halkın katılımının öngörüldüğü yerlerde iki yaklaşımdan söz edebiliriz.

İlk yaklaşım, anayasa taslak metninin, yurttaşların aktif katılımıyla ortaya koyduğu görüş ve değerlendirmeler çerçevesinde oluşturulmasını kapsamaktadır. Bu kapsamda anayasa koyucu irade; anayasa hakkında halkın görüşlerini almakta, bunları raporlamakta ve bu doğrultuda anayasa taslağı hazırlamaktadır. İkinci yaklaşım ise anayasa koyucunun iradesi doğrultusunda hazırlanmış olan taslak metin hakkında yurttaşların görüş ve önerilerin alınmasını öngörmektedir.

Anayasa Değişikliği Referandumu için parti çalışmaları

16 Nisan 2017’de gerçekleştirilen Anayasa Değişikliği Referandumu öncesinde, partilerin evet ve hayır çalışmalarına ait broşürler. (Mahmut Serdar Alakuş/AA, 5 Nisan 2017)

 

 

1982 Anayasasına İlişkin Eleştirel Bir Değerlendirme

Darbe döneminde yaşanan sosyopolitik kırılmaları ve sosyopsikolojik travmaları kalıcılaştıran antidemokratik ruhu ve normatif kurgusuyla 1982 Anayasasının, demokratik siyasal alanı bloke edici bir vesayet rejimi inşa ettiği görülmektedir. İlgili vesayet odaklarının alanlarını daha da genişletme ve tahkim etme noktasındaki apolitik otoriteryen iradesi, parçalı demokratik siyasallığın kırılganlığına bağlı biçimde sürekli olarak güç kazanmış ve genişlemiştir. Darbeci zihniyetin bir mirası olan 1982 Anayasasında gerçekleştirilen kapsamlı değişikliklerle birlikte 2002’den bu yana siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin güçleştirici düzenlemeler yapılmış, toplumun hassas gruplarına yönelik pozitif ayrımcılık Anayasada yer almış, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı getirilmiş, yeni idari hak arama kurumları ihdas edilmiş, kişisel verilerin güvenliği hakkı ve buna benzer çok sayıda hak alanı anayasal güvenceye kavuşturulmuştur.

Bu kapsamlı değişiklikler 1982 Anayasasına içkin olan antidemokratik darbe ruhu ve siyasal alanı vesayet edici aklı açısından görece bir iyileşme durumu var etmiştir. Nitekim 1987’den itibaren 23 kez revize edilen Anayasanın 177 maddesinin 134’ü değiştirilerek birtakım anayasal reformlara imza atılmıştır. Ayrıca 2017 Anayasa Değişikliği Referandumu ile birlikte tarihi bir hükümet sistemi değişikliğine gidilmiştir. Ancak bütün bu köklü değişimlere rağmen 1982 Anayasasının antipolitik ve vesayetçi normatif dokusu, bir darbe anayasası olarak onun içkin yapısının dönüşümüne imkan sağlamamıştır. Yapılan tüm bu değişiklikler, anayasanın normatif sistematiğini, terminolojik ve semantik bütünlüğünü bozmuştur. Nitekim hak ve özgürlükler temelinde reformist anayasal güvenceler getirilmiş olmakla birlikte 1982 Anayasası, siyasal alanın ve siyasi aktörlerin politik kırılganlıkları üzerinden demokratik meşruiyeti mahkum edebilecek apolitik vesayetçi ruhunu bir öz olarak taşımaktadır.

1982 Anayasası, bu dönüştürücü ve tayin edici çağdaş dinamikleri karşılama kapasitesinden yoksun ve çağın ruhuna uygunluk arz etmeyen bir anayasa olarak karşımızda durmaktadır. Soğuk Savaş dönemine özgü içe kapanmacı bir tarihi siyasal ruh taşıyan 1982 Anayasası, sonrasında dünyada demokratikleşme dalgaları neticesinde ortaya çıkan anayasal gelişmelerin bağlamsal ruhunu ıskalamıştır. Bu yönüyle 1982 Anayasası tarih dışı arkaik bir zamana özgülenen bir metinsel kurguya sahiptir. Milenyumun başından itibaren radikal siyasal reform politikaları doğrultusunda atılan adımlar, hak temelli anayasallık perspektifi açısından oldukça anlamlı bir gelişme olarak kaydedilse de yeterliliğinden söz etmek mümkün değildir. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını idrak ettiğimiz bu tarihsel zaman diliminin kurucu sembolizmi üzerinden, yeni bir yüzyıl anayasası inşa etme ve toplumsal sözleşme kurma iradesi oldukça anlamlıdır. Bu anlamlı kurucu anayasallık iradesinin köklendiği paradigma, toplumsal özgüllüğümüzü karşılamanın yanı sıra çağın ruhuna hitap eden bir vizyon belgesi olması yönüyle önem arz etmektedir.

Anayasallık temelinde ortaya çıkan derin boşluk, mevcut dinamiklerin dönüştürücü etkileri karşısında hak öznesi olarak bireyin hak ve özgürlük alanının güvenceli kılınması noktasında yetersiz kalmaktadır. Bundan ötürü modern çağın dinamiklerini esas alan çok aktörlü, çok paydaşlı ve katılımcı bir metodolojiyle hazırlanan sivil bir anayasanın gereği ortadadır. Öyle ki Thomas Jefferson’un 1789’da James Madison’a yazmış olduğu mektubunda isabetle ifade ettiği üzere “Tüm anayasalar doğaları itibariyle 19 yılda bir eskirler. Zira dünya, ‘bizzat yaşayanlara aittir. Bundan ötürü her kuşak kendi anayasasını yapma hakkına sahiptir.”

Her kuşağın kendi anayasasını yapma hakkına sahip olduğu öngörüsüyle birlikte anayasacılık pratiği, devletin mutlak gücüne sınırlar koymak ve yurttaşlara “modern insanın özgürlüğü” olarak nitelendirilen devlet müdahalesinden soyutlanmış belirli bir alan sağlamak amacıyla geliştirilmektedir. Bu durum beraberinde toplumsal yapıların özerk sosyal alanlarına doğrudan devlet müdahalesini de doğurmaktadır. Böylelikle normatif alan ile toplumsal alan arasında bir “uyumsuzluk” meydana gelmektedir. Nitekim Habermas’ın isabetle ifade ettiği üzere bu durum toplumsal alanın “yaşam dünyasının sömürgeleştirilmesi” ya da hukukun bir “hiper sosyalleşmesi” olarak kavramsallaştırdığı siyaset veya diğer düzenlenmiş alt sistemler tarafından “ele geçirilmesine” yol açabilmektedir.

Sonuç olarak, 1982 Anayasasının antipolitik ve vesayetçi normatif dokusunu ortadan kaldıran, hak ve özgürlük temelli paradigmaya uygunluk arz eden ve kültürel değer ve ögelerimizi dikkate alan bir perspektif üzerinden Cumhuriyetimizin 100. yılına yaraşır 2023 Anayasasının yapımının gereği ortadadır. Nitekim Güney Afrika Anayasa Mahkemesi Yargıcı Albie Sachs’in ifade ettiği üzere ulusların kendi özgül sosyokültürel, sosyopolitik ve sosyolegal dinamiklerini yansıtan anayasalar, “ulusların otobiyografisi” işlevi görmektedir. Öyle ki her ülkeye özgülenen değer alanlarıyla anayasalar; toplumun bir fikre, değere veya yaşam biçimine olan bağlılığının bir kutsaması olduğu kadar, bu değer ve ilkeleri sembolik olarak somutlaştırmasına da tekabül etmektedir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası