Türkiye Cumhuriyeti, yedi düvele meydan okuduğu Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana belki de tarihinin en kritik mücadelelerinden birini veriyor. Küresel aktörlerin, güney sınırımızda Suriye’nin kuzeyinde bir terör devleti üretme projesine Barış Pınarı Harekatı’yla büyük bir darbe vuruldu. Türkiye, Başkan Erdoğan’ın liderliğinde hem ABD’ye hem de Rusya’ya operasyonunu kabul ettirdi. Sahadan ve masadan istediklerini alarak çıktı. Operasyonla birlikte bölgede yeni bir tablo oluştu. Kartlar yeniden karıldı. Kuşkusuz her süreç kendi dinamiklerini oluşturuyor. Suriye’de de önümüzdeki süreçte tartışmalar bu güncel gelişmelerden hareketle şekillenecek. Biz de önümüzdeki sürece odaklandık. Siyaset Bilimi alanında uzman bir isim İbn Haldun Üniversitesi’nden Doç. Dr. Talha Köse ile harekat kapsamında elde edilen askeri ve diplomatik başarıları ve dahası geleceği konuştuk.
SÖYLEŞİ: YUSUF ÖZKIR FOTOĞRAF: İLHAMİ YILDIRIM
Hedefleri açısından bakıldığında Barış Pınarı Harekatı’yla gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence Türkiye bölgedeki hedeflerine ulaşıyor. Aslında en önemli hedefi olan, terör örgütünü Türkiye sınırından çıkarma açısından başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Birinci derecedeki hedefi buydu. İkinci hedefi de sınır hattında Suriyeli sığınmacıların dönebileceği bir alan oluşturulmasıydı. Şu anda harekatın yapıldığı Resulayn ve Tel Abyad arasındaki bölgede net bir kontrol var. Suriye Milli Ordusu (SMO) orada. Dönüşleri sağlamak için diğer bölgelerde de buna benzer bir kurgu oluşturmak faydalı olur. Türkiye’nin güvenlik kaygıları açısından kabul edilebilir bir durum bu. Çünkü Suriye’nin güneyine gelindiğinde bir nüfus yok ama Türkiye’de Fırat’ın batı kısmında özellikle Halep, Şam, İdlip bölgesinden göçen epey Suriyeli var, Lübnan’a ya da diğer ülkelere gitmiş olanlar da var. Tekrar dönüşü sağlayacak bir siyasi kurgunun oluşması gerekiyor.
TÜNELİN SONUNDA IŞIK VAR
Nasıl bir sonuç doğurdu harekat?
Amerika’nın bir şekilde oyunun dışına çıkmış olması bir açıdan iyi bir şey ve bu tünelin sonunda ışık olduğunu gösteriyor. Daha kapsamlı bir barış anlaşmasının kapısını açıyor. Ancak bu durum bir bakıma Türkiye’yi zorlayabilir. Türkiye, Suriye’de Batı ve NATO’yu temsil edecek tek aktör konumunda. Türkiye, Amerika’nın çekilmesi ile PKK/PYD’ye karşı bir zafer kazanıyor ama Cenevre’deki müzakerelerde bir ölçüde işi zorlaşmış oluyor. Çünkü hem İran hem rejim hem de Rusya ile karşı karşıya oturacak. Bu durumda eğer Rusya, Türkiye’nin arkasında Avrupa ve Amerika’nın olmadığını bilerek davranırsa, o zaman diğer tarafın eli çok daha güçlü olur.
Barış müzakerelerinde Suriye’nin bundan sonraki siyasi yapısı şekillenecek. Burada Türkiye’nin kabul edilebilir çizgisi ile muhaliflerin çizgisi önemli. Türkiye oturup Rusya ile konuşabiliyor, hatta alt düzeyde rejimle de irtibata geçilebiliyor. Ama muhalifler için aynı şey söz konusu değil. Muhalifler ve Suriyeli göçmenlerin aileleri, iş yerleri, yaşadıkları yerler tahrip edildi ve büyük acılar yaşadılar. Biz her ne kadar Rusya’yla ve rejimle oturabilecek olsak bile onların bunu kabul etmeleri biraz daha zor olacaktır. Türkiye iki taraftan da sıkışmış olacak. Tabii ki orada muhalifleri Türkiye temsil etmeyecek, sadece onların yanında duracak ama bence bu da kritik bir nokta. Her ne kadar Türkiye, Rusya ile anlaşsa da muhalifler o kadar da olumlu yaklaşmıyorlar buna. Halep’i İdlib’i bombalayan Rusya olmuştu. Bunu da ifade etmemiz gerekiyor.
Suriye’yi ne bekliyor?
Aslında durum çok daha karmaşık bir hale geldi. Karmaşık hale gelmesinin sebebi şudur. Daha önceden Türkiye bu konuda Rusya ile çalışmıyordu. İlk kez Rusya ile çalışacağız. Bir anlamda PKK tamamen sınır hattından çıkarılıyor ama oradan sonra PKK’nın kaderinin ne olacağı belirsiz. Suriye, Irak gibi federal yapılara dönüşür mü? Bence dönüşmez. Bu tabii biraz da Rusya’nın kararına bağlı. Suriye’nin Baas Partisi rejimine bakıldığında, başından beri Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan ve federalizme karşı olan tek aktör oydu.
Suriye, Irak gibi federal yapılara dönüşür mü?
Bence dönüşmez. Bu tabii biraz da Rusya’nın kararına bağlı. Suriye’nin Baas Partisi rejimine bakıldığında, başından beri Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan ve federalizme karşı olan tek aktör oydu.
PYD, KCK İÇİNDE BİR ÖRGÜT
Amerika gerçekten oyun dışında mı kaldı?
Amerika, Suriye’de oyun kurma potansiyelini kaybetti, bu net. Çünkü Amerika’nın oyunu orada bir PKK/YPG devleti kurmak üzerineydi. O devletçikle hem Suriye’deki hem Türkiye’deki hem Irak’taki hem de İran’daki siyasete nüfuz edebilirdi. Bu büyük bir plan ve uzun vadeli bir yatırımdı. Tabi Amerika, PKK/YPG’den desteğini tamamen çekmiş değil. Sonuçta sınırın 30 kilometre derinliğinin ötesindeki bölge, 2 milyon metrekarelik büyük bir alan ve Suriye’nin topraklarının neredeyse dörtte birlik bir kısmı. Örgüt orada var olmaya devam edecek. Peki PKK/YPG o bölgede kiminle çalışacak? Rejim ve Rusya ile mi çalışacak? İran’la mı çalışacak? Yoksa Amerika ile mi çalışacak? Orada da bir rekabet olacak. Her halükarda oradaki yapının Türkiye düşmanlığı üzerinden çok fazla sivrilmesi bizim işimize yaramıyor. Mesela İran, PKK/PYD’yi destekler tarzda açıklamalarla oyundan çıkmadığını, hatta oradaki yapılanmayı destekleyebileceğine dair sinyaller verdi. Tabi ki Amerika onca yıl yatırım yaptığı örgütü kolay kolay İran’a ve Rusya’ya vermek istemeyecektir. Her ne kadar güneye gitmiş olsa bile bu yapının ondan sonraki varlığının ne olacağı bizim açımızdan önemli. PYD’nin yapısını PKK ile ayrıştırıp Türkiye ile bir ilişki kurulmasını sağlamaya dönük adımlar atılabilir.
Bu çabadan ne çıkabilir?
PYD, terör örgütü KCK çerçevesinden dışarı çıkamaz. PKK ve PJAK da aynı çatı altında yer alıyor. Yani KCK’nın dışına çıktıklarında o zaman ayrı bir siyasi kurgu oluşturmuş oluyorlar. Bunu başarmaları ise mümkün değil. Irak’ta KYB ve KDP var ama onların kendilerine göre farklı bir siyasi ajandaları var. PYD’nin ise kendini KCK’dan ayrıştırıp yeni bir yapılanma oluşturması mümkün değil. KCK’dan ayrışamaz ve Türkiye ile bundan sonra çatışmayacağına dair net bir çerçeve ortaya koyamaz. “Ayrıldık” demekle olmuyor çünkü. Tabii KCK’dan ayrıldık diyebilirler, örgüt flamalarını, Öcalan posterlerini kaldırabilirler, belki liderlerini bile değiştirebilirler ama örgütün ideolojik nüvesi, bütün söylemi, bölgesel iddiaları terör örgütü KCK üzerinden gidiyor. Bu yüzden PYD dönüşemez. Suriyeli Kürtler kendilerini KCK çatısı çerçevesinden ayrıştırırsa yeni bir müzakere ortamı olabilir ama bu PYD ile mümkün görünmüyor.
TÜRKİYE GÜVEN İNŞA ETTİ
Türkiye, hem başarılı bir harekat gerçekleştirdi hem de Amerika ve Rusya ile masaya oturup kendi taleplerini büyük ölçüde kabul ettirdi. Türkiye bunu nasıl başardı?
Aslında bu aşamaya gelinmesi hiç kolay olmadı. Türkiye, Amerika tarafından kendisine yalan söylendiğini, Amerika’nın sözünü tutmadığını bildiği halde Menbiç mutabakatına sadık kaldı. Askeri müdahalenin alternatiflerini sonuna kadar kovaladı. En azından “Biz bütün seçenekleri sizinle denedik. Bu bölgeyi mümkün olduğunca terör örgütünden arındırıp kontrol etmeye çalıştık, sonuna kadar da uğraştık ama bu politika işe yaramadı” diyebildi Türkiye. Yani üzerine düşeni yaptı, o açıdan içi rahattı.
Rusya ile anlaşmanın temeli ise daha kapsamlı bir yatırıma dayanıyor. Aslında Rusya ile normal şartlarda böyle bir anlaşma yapamazdık. Anlaşmayı yapmamızı sağlayan şey Astana süreci oldu. Üç yıllık süre içerisinde Türkiye ve Rusya aralarında diplomatik güven inşa ettiler. Halep’e insani müdahalenin yapılması, oradan tahliye edilen sivillerin İdlib’e getirilmesi ve İdlib’de Türkiye’nin kontrol noktalarını tutup bunun da dışına çıkmaması gibi ortak çalışmalarla Türkiye ve Rusya arasındaki güven tesis edilmiş oldu.
Türkiye’nin bu süreçte dezavantajlı olduğu durumlar da oldu. Bin yıllık Sünni şehri Halep’in tahliye edilmesini istemeyerek de olsa destekledi. Çünkü on binlerce insan katledilecekti. İnsani bir boyutu olduğu için mecburen kabul etmek zorunda kaldı. Yaklaşık 50 bin sivil oradan tahliye edildi. Bütün bu süreçte Türkiye üzerine düşeni yaptı. Rusya ile güveni sarsacak hareketlerden kaçındı ve bütün kritik dönemlerde Erdoğan ve Putin kendi aralarında sorunu çözdüler. Sahada belki askerler zor durumda kaldılar, gerildiler, diplomatlar gerildiler ama en nihayetinde iki lider tüm kriz noktalarında gerilimin artmaması için ellerinden çabayı sarf ettiler. Verdikleri sözleri de sonuna kadar tuttular. Bence bu güven inşası, Rusya ile varılan son mutabakatın temelini oluşturdu.
Başkan Erdoğan, diplomatik ilişkileri nasıl yönetti?
Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tecrübesinin rolü çok büyük. Erdoğan, yıllar içerisinde Amerika’yla, Rusya’yla, Avrupa’yla nasıl müzakere edileceğini, kırmızı noktaların ne olabileceğini, bunu ne kadar ileri taşıyabileceğini tecrübe etti. Ama her halükarda liderlerle karşılıklı bir güven inşa etmesi çok önemliydi. Erdoğan, Rusya ve ABD ile varılan mutabakatlarda bunun avantajını kullandı. Dolayısıyla Erdoğan’ın liderlerle arasında güven inşa etmesi, Türk toplumunun desteğini arkasına alması ve Türkiye’nin güvenlik kaygısının haklılığı gibi faktörlerin hepsi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın masada etkili olmasını sağladı.
ABD VE RUSYA TÜRKİYE’Yİ KAZANDI
Mutabakatlar ABD ve Rusya açısından ne ifade ediyor?
Bence ikisinin de çıkarına. PKK/PYD’yi desteklemek Amerika’da bir önceki yönetimin yaklaşımıydı. Uzun vadede Ortadoğu’yu terörle mücadele alanı olarak gören bir yaklaşımdı bu. Trump yönetimiyle birlikte, “Şimdi biz burada bu örgüte maddi olarak destek veriyoruz ve bu destek yüzünden de ciddi bir siyasi maliyet ödüyoruz. Ve NATO’daki Amerika’dan sonra en etkili ikinci orduyu karşımıza alıyoruz. Bunun karşılığında ne yapıyoruz? Türkiye ile ticaretimiz kısıtlanıyor, Türkiye ile gerilim yaşıyoruz” şeklinde sorgulamalar başladı. En nihayetinde Amerika hem PKK’ya silah verirken kaybediyor, hem diplomatik olarak gerilim yaşıyor, bir yandan da Türkiye’yi Rusya’ya kaybediyor. Maliyetleri bunlar. Türkiye ile varılan anlaşma sayesinde ABD, Suriye’deki maliyetini düşürmüş olacak, Türkiye ile ticaret yapabilecek ve terör örgütünü destekliyor görüntüsünden çıkacak. Trump açısından Türkiye’yi yeniden kazanmak önemliydi. Ayrıca Amerika, bu anlaşmayla PKK/YPG’yi elinde tutmaya devam etti. Trump kendisi açısından kazanmıştır, ancak Türkiye de kazandı.
Rusya ise her ne kadar Suriye’de rejimi destekliyor olsa da, rejimin uluslararası camiada meşruiyetinin ciddi derecede sorgulanması Ruslar açısından önemli bir sorun. Sonuçta Esed, kendi halkına kimyasal silah kullanmış, nüfusunun yüzde 45’ini başka ülkeye göç ettirmiş ve kendi şehirlerini varil bombalarıyla mahvetmiş birisi. 1 milyona yakın insanı öldürmüş. Esed’i desteklemek Rus diplomasisi açısından maliyetli. Rusya, Türkiye ile yaptığı anlaşma ile Esed’e bir anlamda meşruiyet kazandırmayı ve çıkarlarını koruyarak Suriye’de kalıcı olma yolunda bir adım attı. Ama Esed’in bagajı çok büyük.
Suriye’nin Rusya açısından da maliyeti var. Eğer barış sağlanabilirse Türkiye’nin desteği de sağlanır. Çünkü Türkiye 7-7,5 milyon Suriyeliyi temsil ediyor. Bunun 3,5 milyonu Türkiye’de. İdlib, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları bölgelerinde de diğer muhalifler var. Türkiye en azından bu aktörleri kısmen temsil ediyor. Bunların sürece eklenmesi Rusya’nın yararına olur. Türkiye gibi bir aktörü kazanmış olması ve Suriye gibi Akdeniz’e açılan bir ülkedeki istikrarı sağlamış olması Rusya açısından çok büyük bir kazanım.
KIRILAN TESTİYİ BİR ARAYA GETİRMEK ZOR
Peki kim kaybetti?
Terör örgütü PKK/PYD tamamen kaybetmiş oldu. Ortadoğu’da kalmayı ve en azından PKK/PYD üzerinden uzun vadeli operasyon yapmayı destekleyen Amerikan CENTCOM da kaybetti. İsrail ise kısmen kaybetmiş oldu, çünkü onların uzun vadeli bir PKK/PYD devleti kurma çabaları vardı. Suriye’de diğer radikal örgütleri destekleyen aktörler var, Suudi Arabistan gibi. Onlar da kısmen kaybetti. PKK/PYD ve diğer aktörler üzerinden masada kalmaya çalışan Avrupa ise masanın dışına itilmiş oldu. Şimdi masaya bakıldığında Rusya, Türkiye, İran oturuyor. Amerika da kısmen bulunuyor ama Avrupa’dan hiçbir aktör yok. Fransa askerlerini toplayıp gitti. Almanya’nın zaten çok sınırlı bir etkisi vardı. İngiltere ise Brexit’le uğraşıyor, varlığı yok. Avrupalılar tamamen kaybeden taraf oldular bu durumda. Avrupa ancak Türkiye’ye destek vererek sahada ve masada yer alabilir. Onu da zaten yapmıyorlar.
Türkiye’nin bu kazanımlarını koruması için önümüzdeki süreçte nasıl bir yol izlemesi gerekiyor?
Suriye’de merkezi hükümetin nasıl oluşacağı Türkiye açısından çok kritik. Arap milliyetçiliği ve PKK sempatizanlığı üzerinden oluşmuş bir yapı Türkiye’nin aleyhine olur. Suriye’deki bu milis kuvvetlerin nasıl tasfiye edileceği önemli. Çünkü Suriye ordusundan çok az sayıda asker kaldı. Belli birlikler duruyor ama onun dışında İran tarafından da organize edilmiş milis güçler var. Hizbullah ve ona bağlı diğer gruplar veya Nusayriler üzerinden oluşan milis güçler. Şimdi bunlar tasfiye edilmezse Türkiye açısından güvenlik tehdidi olur. Bir yandan da PKK/PYD’nin geleceği ne olacak? Onlara bir statü verilecek mi? Milis güç kurma yetkisi verilecek mi? Bunlar çok büyük riskler. Suriye’de Türkiye ile dostça bir ilişki kurabilecek bir yönetim oluşturulabilirse ve Suriye Silahlı Kuvvetleri tamamen düşman unsurların bir araya geldiği bir yapı olmazsa ve oradaki mezhepçi ve etnikçi milis güçler tasfiye olursa Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinde uzun vadede olumlu bir tablo ortaya çıkabilir.
Türkiye’nin siyasi süreçte etkin olması gerekiyor. Bunda kısmen Avrupa’nın desteği önemlidir. Suriye’nin geleceğinde nasıl bir siyasi yapı olacağı konusunda Türkiye’nin söz sahibi olması gerekiyor. Tamamen Türkiye düşmanı siyasi bir yapı/kurgu oluşursa ve kendini konsolide ederse bu sefer Türkiye açısından uzun vadeli bir tehdit oluşabilir. Çünkü bu yapının arkasında yüzde yüz Rusya olacak. Türkiye düşmanı bir yapı olan PYD’nin Amerika tarafından destekleniyor olması da ayrı bir sorun oluşturuyor. Her halükarda orada kırılan testiyi bir arada tutmak, bir araya getirmek hiç kolay olmayacak. O yüzden Türkiye’nin mümkün oldukça anayasa sürecinde ve siyasi süreçte çok aktif rol oynaması gerekiyor. Aksi takdirde bizim aleyhimize çalışan bir yapı uzun vadede tehdit içerebilir.
GEVŞEK MERKEZİ YAPI TÜRKİYE’YE YARAR
Suriye’de nasıl bir siyasal sistem öngörülüyor?
Bundan sonra Suriye’de güçlü bir merkezi yapı olamaz. Her halükarda gevşek bir yapı olacak. Suriye’nin federal bölgelere ayrılması değil de, merkezi ama gevşek merkezi bir yapı olması Türkiye açısından çok önemli. Etnik ve mezhepsel gruplar üzerinden oluşturulmuş bir federalizm Türkiye’nin aleyhine, ama onun dışında etnik ve mezhepsel gruplar üzerinden değil de bölgeler üzerinden oluşturulmuş, zayıf, adem-i merkeziyetçi bir yapı Türkiye’nin işine yarayabilir. Alternatifini istememiz gerekiyor. Aslında Suriye Baas Partisi’nin genel yapısına bakılırsa onlar da daha merkeziyetçi bir yapıyı savunuyorlar. Etnik veya mezhepsel çatışmalara göre ayrılmış bir yapı istemiyorlar. Ama Rusya, Amerika ve Avrupa bunu istiyor. Rusya çok güçlü bir Suriye merkezi yapısı istemiyor. Daha parçalı bir yapı istiyor. Bu yakın dönemde Türkiye’nin aleyhine çalışabilir.
Diğer bir konu Türkiye’ye müzahir olan aktörlerin orada resmi statü kazanması. Suriye Milli Ordusu’nun ya polis gücü olarak ya da jandarma gücü olarak orada daimi bir statü kazanmış olması Türkiye açısından çok önemli. Tabii ki Suriye’de her demokratik kurgu Türkiye’nin işine yarar. Suriye’de çoğunluk rejimin yanında gibi görünse de, Türkiye tarafından desteklenmiş ve Türkiye’ye karşı olumlu hisleri olan büyük bir grup var. Diğer bir konu da ekonomi. Suriye’de yaşanan yıkımdan sonra şehirleri eski haline dönüştürmenin maliyetinin 500 milyar dolar civarında olacağı dile getiriliyor. Ne Suriye’nin parası var, ne Amerika ne de diğer aktörler bu parayı getirir. Her halükarda bunun kolektif bir şekilde üstlenilmesi gerekiyor. Suriye’deki ekonomik yapının güçlenmesi, istikrar kazanması, ticaretin artması ve alt yapının sağlanması Türkiye’nin her türlü işine yarar.
Suriye’de istikrarın sağlanması yakın mı?
En azından çatışmaların sonlanmasını öngörüyorum. Tünelin sonunda ışık göründü. Rusya sahada olmasaydı bunu söyleyemezdik ama Rusya’nın olduğu ve temel üç aktör olan İran, Türkiye ve Rusya’nın mutabık kaldığı çerçevede gerçekten istikrar sağlanma ihtimali var. PKK her halükarda bir risk oluşturacak. Yine HTŞ de bir risk faktörü.
İran’la Rusya’nın Suriye’nin geleceğine dair fikirlerinin farklı olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin ikisinden de farklı bir yaklaşımı var. Aslında Suriye’nin geleceğinde Türkiye’nin pozisyonu Rusya’ya daha yakın. Ayrıca Rusya ile İran’ın da uzlaşmadığı noktalar var. İran, Esed’in kalmasını istiyor. Ayrıca oradaki milis güçlere resmi statü kazandırılmasını ve sahada kendi kazanımlarının devam etmesini istiyor. Rusya ise bütün askeri birimlerin Suriye ordusu altında yapılandırılmasını istiyor. Bir yandan da rejimin kalmasını istiyor. Rusya açısından Esed’in olup olmamasından ziyade orada güvenlik yapılanmasıyla birlikte rejimin kalıcı olması daha öncelikli bir konu.
Öte yandan Suriye’nin devlet yapısının çökmesi Türkiye’nin menfaatine değil. Türkiye burada kısmen kurumsal yapının kalmasını isteyebilir. Türkiye, Suriye’deki muhaberat yapısının muhafaza edilmesine karşı. Suriye Silahlı Kuvvetleri’nin mezhepçi yapıda kalmasına karşı. Çünkü bu iki yapı Suriyelilerin dönüşünü zorlaştıracaktır. Bu yüzden Türkiye Esed yönetiminin değişmesini istiyor. Rusya bu konuda İran’a oranla daha esnek gibi görünüyor.
ESED’LE GÖRÜŞMEK TÜRKİYE’NİN ALEYHİNE
Türkiye’nin Esed’le görüşmesi ne kadar rasyonel?
Bu Türkiye’nin aleyhine bir durumdur. Suriye iç savaşında Esed’in kendi halkına karşı işlediği insanlık suçlarından dolayı Esed’le ilişkiler bozuldu ve Türkiye şimdiki pozisyonunu aldı. Esed’in zulmünden kaçan 3,5 milyon Suriyeli Türkiye’de. Dünyanın diğer yerlerinde de buna yakın bir nüfus var. Bir de muhaliflerin aktif olduğu bölgeleri düşündüğümüzde, Suriye nüfusunun neredeyse yarısı Esed’in olduğu bir Suriye’de kalmak istemiyor.
Türkiye, Suriye’deki muhalifleri meşru muhatap olarak kabul ediyor. Suriyeli aktörler eğer kendileri arasında anlaşırlarsa ve bu anlaşma sonucunda Esed tekrar iktidara gelirse Türkiye belki bunu kabul edebilir. Muhaliflere rağmen Türkiye’nin rejimle, Esed’le masaya oturması mümkün görünmüyor. Eğer böyle bir şey olursa, oradaki muhalif unsurların bir kısmı Türkiye’ye de düşman gözüyle bakabilirler. O açıdan Esed’le görüşülmesini isteyenler aslında tabloyu tam olarak okuyamıyorlar ya da bunun Türkiye’nin çıkarlarına ters olduğunun farkında değiller.
Ancak Türkiye, Rusya ile anlaşarak aslında rejim nezdinde birçok kazanım oluşturabilir. Rejimin de PKK/PYD’ye bir statü verilmesi konusunda isteksiz olduğunu biliyoruz. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve Suriye’nin etnik, mezhepsel çizgiler üzerinden ayrılmaması konusunda rejim ve Türkiye bir ortak bakışı açısına sahip. Fakat Esed’in sembol isim olarak varlığı Türkiye açısından sıkıntı oluşturuyor.
Türkiye’nin operasyonları orada bir terör devletinin oluşmasını engelledi. PKK bu süreçten nasıl etkilenecek?
PKK buharlaşıp gitmeyecek. Şimdi ortada uzun yıllar eğitilmiş, Amerika tarafından desteklenmiş, askeri-diplomatik açıdan güçlendirilmiş bir aktör var. Öyle bir yapı ki hem Rusya hem rejim hem de İran bunu kontrol etmek isteyecektir. Bu yapı ne olacak, nasıl tasfiye olacak ya da ne hale evrilir? Bu çok önemli bir soru. Diğer konu ise PKK’nın Irak’taki Kandil’den Sincar bölgesine taşınma çabaları. Bu da Türkiye açısından büyük bir risk. Rusya ile yapılan anlaşmada Kamışlı’nın muhafaza edilmesi, aslında Sincar bölgesinde PKK’ya alt yapı sağlayacak bir çerçeve oluşturuyor. PKK, Kandil’den Kamışlı-Haseki-Sincar üçgenine taşınırsa, bu Türkiye açısından uzun vadede tehdit oluşturmaya devam eder. Her halükarda PKK’nın ne şekilde tasfiye olacağı ve Kamışlı-Haseki-Sincar üçgeninin ne şekilde kontrol edileceği Türkiye açısından çok kritik. Eğer bunun önüne geçmezsek Kandil yeniden etki alanını genişletebilir.
Dolayısıyla sınırımızda bir PKK devletçiği olma ihtimali ortadan kalktı ama terör tehdidi ortadan kalkmadı. Örgütün ciddi bir alt yapısı, mühimmatı ve kapasitesi var. Diğer bölgelerdeki aktörler de bunu kullanmak isteyecektir. Burada Türkiye açısından bir risk var. Türkiye’nin bunu iyi yönetmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu riskler önümüzdeki dönemin terör tehditlerine dönüşebilir.
Çünkü örgütün üçüncü taraflarca kullanıldığını biliyoruz. O açıdan Türkiye’yi kısıtlama, sınırlama açısından bir işlev gördü bu zamana kadar. PKK/YPG içerisinde İran’a yakın aktörler var, Amerika’ya, İngiltere’ye, Rusya’ya yakın aktörler var. Bu da kendi içerisinde bir örgütün aslında hayatta kalma stratejisi. Birleştikleri tek konu Türkiye karşıtlığıdır. Bu yüzden Türkiye işi sıkı tutmalı.
TRUMP, FETÖ KONUSUNDA İŞ BİRLİĞİ YAPABİLİR
Trump yeniden seçilirse PKK/PYD konusunda varılan anlaşmalar FETÖ konusunda da gerçekleşebilir mi?
Bence olur. Trump sonuçta müesses nizama karşı çıkan bürokratik engellemelere rağmen böyle bir adım attı. Ve Türkiye’yi kazanmak burada hedeflerinden bir tanesiydi benzer bir adımı FETÖ konusunda da atabilir. Trump’ın düşünce tarzına bakılırsa “Artık terör örgütleri ile devlet dışı aktörlerle çalışmak istemiyorum” diye bir yaklaşımı var. Seçim öncesinde böyle bir vaadi vardı ve gerçekten bu vaadine bağlı kaldı. Bunu da Amerika’daki bürokratik tepki/dirence rağmen yaptı. Benzer bir adımı FETÖ’ye karşı atma ihtimali de var.
BU KARA PROPAGANDA İRAN’A BİLE YAPILMADI
Harekat sırasında Avrupa ve Amerikan medyasının yaptığı Türkiye karşıtı yayınları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Onca yıldır siyaseti, uluslararası ilişkileri takip ediyorum bu dönemde yapılanlar inanılmaz bir kara propaganda süreciydi. İran aleyhinde bile bu kadar kara propaganda olduğunu görmedim. Bunda Amerika’nın çok ciddi bir etkisi var. Amerika Türkiye’nin önünü kesmek ve kısıtlamak için medyayı kullanıyor. Tabi terör örgütünün Batı medyası üzerinde de ciddi etkisi var. İngiltere’de, Fransa’da yıllarca yatırım yapmışlar. Avrupa parlamentolarıyla, yerel siyasetle çok ciddi etkileşimleri var. Şimdiye kadar birçok konuda gerilim yaşadığımız Almanya, Avusturya, Hollanda, Fransa gibi ülkeler Türkiye üzerinde baskı aracı olarak gördükleri terör örgütüyle iş birliği yaptılar. Basın üzerinden Türkiye’yi itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Sonuçta Batılı ülkelerle yıllardır bu gerilimin birikimi ile garip bir ilişki biçimi ortaya çıktı. Maalesef zehirlendi bu ilişki.
Batı’daki Türkiye karşıtlığı, Türkiye’nin askeri, ekonomik, siyasi alanlarda sıçrama yaşamasına yönelik olabilir mi?
Son beş altı yıl içerisinde Avrupa’yla, 15 Temmuz darbe girişimi ve daha sonrasındaki olaylarda Amerika’yla çok fazla kavga ettik. Bir de tabii bu medya, bir yandan Türkiye üzerinde baskı yaparken bir yandan da Trump üzerinde de baskı yapıyor. Amerikan medyasının yüzde 90 oranında Trump karşıtı olduğunu biliyoruz. Aslında bir yandan hedef Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak ama bir yandan da Trump’ı köşeye sıkıştırmak. Avrupa’daki durum biraz daha farklı. Avrupa’da bir eleştiri yapılıyor ama onlar bir şekilde fikir özgürlüğü bağlamında ele alıyorlar, liderlerle en azından bir ilişki tutturulabiliyor. Trump’la Erdoğan’ın arasının iyi olması bu baskıda belirleyici unsur. Yani Trump’ın yerinde Obama olsaydı Amerikan medyası Türkiye üzerinde bu kadar baskı oluşturmazdı. Medyadan hoşlanmayan, bütün iletişimini Twitter üzerinden kuran bir Trump var. Ve Amerikan medyası da zaten ona bilenmiş durumda. Bir yandan da Erdoğan ile Trump’ın aralarının bir şekilde olumlu seyretmesi Amerikan medyasını daha da kızgın hale getiriyor.
Kara propagandaya Türkiye nasıl cevap veriyor, İletişim Başkanlığı’nın rolü ne oldu?
Özellikle İletişim Başkanlığı bu süreçte hakikaten çok çalıştı. Elindeki bütün enstrümanları sonuna kadar kullandı. Şunu da görmemiz gerekiyor; Dünya çapındaki görsel, işitsel ve sosyal medya üzerinden oluşan içeriğin yalnızca yüzde 1’ini Türkiye üretiyor. Belki de daha azını üretiyor. Ve dünya içeriği başka yerlerden alıyor. Sadece kendimizi savunmamız yetmiyor, başkalarının da etkili mecralarda Türkiye’yi savunur hale gelmesi gerekiyor. Bunu sağlayabilmeliyiz. Uluslararası mecraların Türkiye’nin tezlerini manipüle etmeden ortaya koyabilmesi için uzun vadeli bir yatırım yapmak lazım.
Rusya bu konuda kısmen daha başarılı. Siber iletişimi, manipülasyonları iyi yapıyor ve siber manipülasyonla başa çıkma konusunda çok daha başarılı. Ancak ne yaparsak yapalım, Batı’nın çıkarları ile çeliştiğimiz noktalarda bu içerik bizim aleyhimize olmaya devam edecek. Türkiye’nin devasa kamu yayını yapan kuruluşlarını ve özel medya gruplarını değil PKK’yı kaynak olarak kabul ediyorlar. Bu durum onların PKK’yı sevmesinden kaynaklanmıyor. Onlar bu aşamada kendi çıkarları ile daha uyumlu kim varsa ona kulak veriyorlar. Türkiye’nin söylemi kendi çıkarları ile uyumlu olmuş olsaydı, TRT World’ün içeriğini her yerde kullanırlardı. Sonuçta o örgütün etkili olmasının temel nedeni aslında oluşturdukları içerikten ziyade bu içeriğin Batı’nın çıkarlarına hizmet ediyor olmasıdır.
ONE MİNUTE MEDYASI
Daha etkin olunabilmesi için diplomasisi bağlamında neler yapabilir?
Lobicilik ciddi para gerektiriyor, açık konuşmak gerekirse. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi aktörler bu işi parayla yapıyorlar. Tabii ki İsrail/Yahudi lobisi dünyada çok etkili bir mecradır. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin kamu diplomasisinde kısmen bizim önümüze geçmiş gibi görünmesi biraz da kendi çıkarlarının İsrail lobisiyle olan ilişkileriyle bağlantılı olmasından kaynaklanıyor. Başkan Erdoğan’ın “One Minute” çıkışından sonra İsrail çok fazla gerildi. Bu, Türkiye’nin ilişkilerine de yansıdı. Buna bakıldığında gerilimin sadece İsrail boyutu olmadığını görebiliyorsunuz. Almanya’daki en etkili medya kuruluşu Axel Springer, İsrail lobisiyle iç içe. Amerika’daki bütün etkili lobi ve basın mecraları İsrail ile iç içe. Türkiye’nin İsrail’le bu şekilde geriliyor olması, dünya çapındaki İsrail/Yahudi lobisinin Türkiye aleyhine bütün bu faaliyetlerine alan sağlıyor.
Türkiye’nin operasyonlardaki sivil hassasiyeti ve insani yaklaşımı ne kadar etkili?
Bunun belki gündelik hayatta Türkiye’ye faydası olmuyor. Fakat uzun vadede toplumların hafızasında yer edecektir. Çok olumlu bir ir bırakacaktır. Ama şunu da gerçekçi bir şekilde değerlendirmemiz gerekirse toplumlar nezdindeki bu etki bize siyasi bir şey kazandırmıyor. Açık konuşalım, bir kere Türkiye’nin yaptığı devasa insani hamleler ekranlarda gösterilmiyor. Bir sivile yanlışlıkla bir şey olmuş olsa onun içeriği belki yüz defa paylaşılıyor ama Türkiye’nin yaptığı yardımlar ve çalışmalar paylaşılmıyor. Uluslararası medya, uluslararası toplum bizi yapmış olduğumuz iyiliklerle tanımıyor. Ben insani diplomasiden yanayım, destekliyorum. Ancak etkisini biraz abarttığımız kanaatindeyim. Elbette insani konularda hassasız. Ancak bugün yakılmış, yıkılmış Musul fotoğrafları, Irak fotoğrafları hiçbir yerde gösterilmiyor. Ama Türkiye’nin teröristlerin cephaneliğine attığı bombanın oluşturduğu duman her yerde siviller hedef alınmış gibi gösteriliyor. Bunu göz ardı etmeyelim.
DEAŞ KULLANIŞLI BİR APARAT
PKK propagandası yapılırken bunun bir ayağı da DEAŞ üzerine kuruluyor. Bunun arkasında ne var?
Türkiye’nin belki sahada etkinliğini sağlayan güçlü faktörlerden biri oradaki Sünni aktörlerle olan yakın münasebetidir. Türkiye’nin gerçekten de bu ölçüde bir kapasitesi var. Bunu engellemek için, bunu sulandırmak için bu konuda Türkiye’nin üzerine baskı oluşturmak için DEAŞ’ı gündeme getiriyorlar. Bir kere dünyada DEAŞ’la en fazla mücadele etmiş ülke Türkiye. Bu biraz FETÖ’cülerin ürettiği, biraz da başkalarının üretip FETÖ’cüler üzerinden dünyaya sunduğu bir iddia. Suriye savaşının genel işleyişine baktığımızda, ılımlı muhaliflerin kontrol ettiği yerler vardı. Bunları Türkiye de destekliyordu. Öncelikle DEAŞ geldi buraları aldı, kontrolünü sağladı. Türkiye’ye müzahir yerlerin oluşmasını engelledi. Sonra PYD geldi, DEAŞ’ın kontrol ettiği yerleri aldı. Ama aralarında çok ciddi çatışmalar da yaşanmadı. Yani Türkiye’nin etkili olabileceği alanlar DEAŞ tarafından kontrol edildi, sonra bu bölgelere PKK/PYD geldi. Bunu Türkiye’ye karşı komplo olarak görüyorum. Türkiye’nin alanını daraltmak için olduğunu düşünüyorum. DEAŞ, PKK’yı desteklemek açısından bir enstrüman olarak kullanıldı. Bir yandan Türkiye’nin alanını daraltmak, diğer yandan da Batılıların PKK’yı desteklemesi için bir bahane olarak kullanıldı. Her halükarda DEAŞ projesinin en büyük mağduru maalesef Türkiye oldu. Ama bunu anlatamadık. Çünkü hem karşımızda dinlemek isteyen bir yapı yoktu hem de DEAŞ üzerinden Türkiye’yi karalama ve PKK lehine bir mitoloji üretme çabasında olan yapı vardı. Hala vazgeçmiş değiller.