Kriter > Dış Politika |

ABD-Suudi Arabistan İlişkilerinin Dönüşümü ve Geleceği: Krizler, Tercihler ve Stratejik Hamleler


ABD-Suudi Arabistan ilişkileri, son on yılda derinleşen krizler ve stratejik ayrışmalarla karşı karşıya kalmıştır. 11 Eylül saldırıları, Yemen politikası ve Suudi Arabistan’ın dış politikadaki bağımsız hamleleri, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini belirsiz kılmaktadır. Bu sorunlar, iki ülke arasındaki stratejik ortaklığı zayıflatmakta ve ilişkilerin geleceğine dair soru işaretleri oluşturmaktadır.

ABD-Suudi Arabistan İlişkilerinin Dönüşümü ve Geleceği Krizler Tercihler ve Stratejik

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-Suudi Arabistan ilişkileri, uzun yıllar boyunca stratejik ortaklık ve karşılıklı çıkarlar üzerine inşa edilmiş olsa da son on yılda ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı. İki ülke arasındaki yakın iş birliğinin miladı olan 1945’te; yazılı olmayan, bir nevi sözlü taahhüt anlamına geldiği kabul edilen petrole karşı güvenlik üzerine inşa edilmiş “mantık evliliği”, artık birçok açıdan sarsılmış durumda. Suudi Arabistan Krallığı’nın ve ABD’nin karşılıklı dış politik vizyonlarında ayrışmalar, bölgesel ve küresel gelişmeler başta olmak üzere birçok dinamik, iki aktör arasındaki ilişkilerin son yıllarda ciddi bir dönüşüm geçirdiğini gösteriyor. Bu dönüşüme ve ilişkilerin geleceğine tesir eden en az üç ana faktör veya gelişmeden bahsedilebilir. Bu sorunların başında 11 Eylül saldırıları, Suudi Arabistan’ın Yemen politikası ve Krallığın ABD’den bağımsız dış politik hamle geliştirme çabaları gelmektedir.

 

11 Eylül Saldırıları: Süregelen Bir Kriz

ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde en büyük açmazlardan biri, 11 Eylül 2001 saldırılarıdır. Saldırılarda rolü olduğu iddia edilen Suudi Arabistan vatandaşları ve krallığın yönetici elitleri, ABD kamuoyu ve siyasi çevrelerinde sürekli bir tartışma konusu olmuştur. Özellikle Demokrat Parti yönetimleri, 11 Eylül dosyasını sıkça gündeme getirerek Suudi Arabistan üzerinde baskı kurmaktadır. Obama döneminde çıkarılan Terörizm Sponsorlarına Karşı Adalet Yasası (JASTA), Suudi Arabistan’a karşı davaların önünü açmıştır. Bu durum, iki ülke arasındaki savunma paktının yenilenmemesi gibi ciddi diplomatik gerilimlere yol açmıştır.

Suudi Arabistan yönetimleri, ABD’nin 11 Eylül saldırılarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasından rahatsızlık duyduğunu defalarca dile getirmiştir. Dahası, Suudi Arabistan 11 Eylül saldırıları nedeniyle ABD’nin krallık üzerindeki baskılarına devam etmesi halinde ABD’deki 752 milyar dolar değerindeki yatırımlarını geri çekme tehdidinde bulunmuştur. Bu tehdit, her ne kadar hayata geçirilmemiş olsa da Krallığın güvenlik tedarikçisi olarak bilinen ABD’ye yönelik bu tehditleri, Washington-Riyad hattındaki ilişkilerin radikal biçimde dönüşüm geçirdiğini göstermektedir. Ayrıca gerek Husi kaynaklı gerekse İran destekli farklı milislerden Körfez’e yönelen tehditlere rağmen ABD’nin güvenlik tedariki sağlamaması da iki ülke arasında derin ayrışmalara neden olmuştur. Bu anlamda, 11 Eylül ile başlayan ve devamında farklı birçok gelişmeyle süregelen güvenlik anlaşmazlıkları, Krallığın ABD’ye olan güvenini sarsmış, ilişkilerde derin yaralar açmıştır. Özellikle ABD bürokrasisinin ve halkının büyük bir kesimi, 11 Eylül saldırılarının arkasında Suudi yönetiminin olduğunu düşünmektedir. Ve bu algı, iki ülke arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir.

 

Yemen Politikası: Bir Başarısızlık Öyküsü

Suudi Arabistan’ın Yemen politikası, ABD ile ilişkisinde ikinci büyük açmazı oluşturmuştur. 2015’te güçlenmeye başlayan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın (MbS) aldığı Yemen’e askeri müdahale kararı, bölgedeki güç dengelerini değiştirmek yerine daha da karmaşık hale getirmiştir. Husilerin İran ve Hizbullah gibi aktörlerden aldığı destek, Yemen’deki çatışmaları derinleştirmiş ve insani kriz boyutuna ulaşmıştır. Gerek insani krizin derinleşmesi gerekse Krallığın politikaları nedeniyle İran’ın yayılmacı politikalarının artması, ABD’yi rahatsız etmiştir. Buradan hareketle ABD, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki insan hakları ihlallerini eleştirmekte ve bu konuda özellikle Demokrat Parti yönetimleri döneminde Suudi Arabistan’a baskı yapmaktadır. Obama ve Biden yönetimleri, Yemen’deki insan hakları ihlalleri nedeniyle Suudi Arabistan’a silah satışını dondurmuş ve bu durumu bir tehdit aracı olarak kullanmıştır. Bu durum, Suudi Arabistan’ın ABD ile ilişkilerini toparlama ve imajını yeniden inşa etme çabalarını zorlaştırmıştır. Her ne kadar Nisan 2022’de ateşkes kararı almış olsa, Husi karşıtı bloku güçlendirip Başkanlık Konseyi’ni tesis etmiş olsa ve Umman’da Husilerle görüşmüş olsa da Suudi Arabistan’ın Vietnam’ı olarak bilinen Yemen bataklığından kısa sürede zaferle çıkma olasılığı düşüktür. Nitekim atılan adımlara rağmen Suudi Arabistan ve ABD’nin, Yemen politikalarını nasıl şekillendireceği belirsizdir. Ayrıca ABD’nin Yemen politikasının çöktüğü, Husilerin güçlendiği bilinmektedir. Öyle ki Husilerin yükselişi, bölgesel tehditlerin çoğalmasına neden olmuş ve ABD’nin Yemen’deki stratejik hedeflerine ulaşmasını zorlaştırmıştır. Bu durum, Suudi Arabistan'ın bölgedeki güvenlik kaygılarını artırırken, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde de gerilime yol açmıştır. Yemen'deki çatışmaların ve bölgesel dinamiklerin, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerine önemli yansımaları olduğu görülmektedir. Yemen'deki insani kriz ve bölgesel tehditler, iki ülke arasındaki iş birliğini ve stratejik ortaklığı zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla Suudi Arabistan, Yemen'deki başarısızlığını telafi etmek ve bölgesel gerilimi azaltmak adına ateşkes girişimlerinde bulunmuş olsa da ABD ile ilişkilerdeki bu açmaz, uzun vadede çözülmesi zor bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Donald Trump ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman
Donald Trump, Japonya'nın Osaka kentinde gerçekleştirilen G-20 Zirvesi kapsamında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile görüştü. (Suudi Arabistan Krallığı / AA, 29 Haziran 2019)

 

Dış Politikadaki Ayrışmalar: ABD’ye Rağmen Atılan Adımlar

Suudi Arabistan’ın ABD’den “bağımsız” olarak geliştirmeye çalıştığı dış politika hamleleri, ilişkilerde üçüncü büyük açmazı oluşturmaktadır. Bu durum, Kral Abdullah dönemine kadar geri götürülebilirken, Veliaht Prens MbS ve Kral Selman döneminde daha açık bir şekilde görülmektedir. Bu anlamda birçok olaydan bahsedilebilir. Örneğin Suudi Arabistan’ın ABD’nin rızası olmadan İran ile normalleşme kararı alması ve bu süreci ABD’nin küresel rakibi Çin’in ev sahipliğinde gerçekleştirmesi, ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde önemli bir gerilim kaynağı olmuştur. Bir diğer ayrışma konusu da Krallığın Çin ve Rusya ile geliştirdiği ilişkilerdir. Suudi Arabistan, ABD’nin baskılarına rağmen İsrail ile normalleşme anlaşması imzalamamış ve Çin ile stratejik angajmanlara girmiştir. Bu durum, Suudi Arabistan’ın ABD’ye meydan okuma ve dış politikada özerklik arayışının bir göstergesidir. Suudi Arabistan, ABD’nin Sezar yaptırımlarına rağmen Esed rejimi ile ilişkilerini normalleştirmiş ve Ukrayna işgali nedeniyle Rusya’ya uygulanan Batı yaptırımlarına katılmamıştır. Bir diğer örnek ise Suudi Arabistan’ın OPEC+ anlaşmaları çerçevesinde petrol üretimini azaltma kararıdır. Bu karar, ABD’nin enerji politikaları ile çelişmiş ve iki ülke arasında ekonomik alanda da gerilime yol açmıştır. ABD’nin enerji bağımsızlığı politikası ile Suudi Arabistan’ın petrol fiyatlarını yüksek tutma çabası, iki ülke arasındaki ekonomik çıkar çatışmalarını daha da belirgin hale getirmiştir. İlişkilerdeki gerilim ve ayrışmaya dair son güncel örnek ise Suudi Arabistan’ın Avrupa’daki ABD müttefiklerinin Rus varlıklarına el koyma tehdidi karşısında Avrupa borçlarını satma tehdidinde bulunmasıdır. Bu adım, Suudi Arabistan’ın ABD’nin küresel politikalarına karşı bağımsız hareket edebilme kapasitesini göstermektedir. Suudi Arabistan’ın bu gibi hamleleri, ABD ile ilişkilerde ciddi gerilimlere yol açmaktadır.

 

ABD-Suudi Arabistan İlişkilerinin Geleceği

ABD-Suudi Arabistan ilişkilerindeki bu derin ayrışmalar ve stratejik açmazlar, ilişkilerin gelecekte nasıl bir yol izleyeceğine dair önemli ipuçları sunmaktadır. Bu anlamda Kasım’da yapılacak olan ABD başkanlık seçimleri, Körfez ülkeleri ve özellikle Suudi Arabistan için hangi adayın daha makul olduğu tartışmasını gündeme getirmiştir. Joe Biden ve Donald Trump’ın farklı dış politika yaklaşımları, Körfez monarşilerinin tercihlerini etkilemektedir.

Donald Trump, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ile güçlü ilişkiler geliştirmiştir. Trump’ın İran’a karşı sert politikası, Körfez monarşileri tarafından olumlu karşılanmış ve bölgedeki güvenlik kaygılarını gidermede etkili olmuştur. Ayrıca, Trump yönetiminin insan hakları ve demokrasi konularında daha az baskı yapması, Suudi Arabistan gibi otoriter rejimler için rahatlatıcı olmuştur. Trump’ın ikinci dönemi, Suudi Arabistan’ın bölgedeki etkisini artırma ve ABD ile askeri iş birliğini sürdürme açısından avantajlı olabilir.

Joe Biden’ın başkanlığı ise Suudi Arabistan için daha karmaşık bir tablo çizmiştir. Obama’nın üçüncü dönemi olarak görülen Biden’ın başkanlığı, Suudi Arabistan açısından oldukça sancılı bir sürece tekabül etmiştir. Biden, insan hakları ve demokrasi konularında daha hassas bir tutum sergilemiş ve Yemen’deki insan hakları ihlallerine karşı sert eleştirilerde bulunmuştur. Ayrıca, Biden’ın İran ile nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma girişimleri, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri için endişe vericidir. Biden’ın yeniden seçilmesi, Suudi Arabistan üzerinde daha fazla baskı anlamına gelebilir ve bölgesel stratejilerinde değişiklik yapma zorunluluğu doğurabilir. Bundan ötürü Suudi Arabistan gerek ABD’deki Arap seçmen üzerindeki politikalarında gerekse uluslararası kamuoyuna yönelik PR çalışmalarında, Biden yerine Trump’ın tercih edileceğine dair propaganda yürütmektedir. Sonuç olarak, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri açısından Trump’ın tekrar seçilmesi, bölgesel güvenlik ve politikaları açısından daha makul bir seçenek olarak değerlendirilmektedir. Biden’ın başkanlığı ise daha fazla diplomatik meydan okuma ve politika değişikliği gerektirebilir.

 

Sonuç

ABD-Suudi Arabistan ilişkileri, son on yılda derinleşen krizler ve stratejik ayrışmalarla karşı karşıya kalmıştır. 11 Eylül saldırıları, Yemen politikası ve Suudi Arabistan’ın dış politikadaki bağımsız hamleleri, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini belirsiz kılmaktadır. Bu sorunlar, iki ülke arasındaki stratejik ortaklığı zayıflatmakta ve ilişkilerin geleceğine dair soru işaretleri oluşturmaktadır. Suudi Arabistan, ABD’nin baskılarına rağmen dış politikada özerklik arayışını sürdürmekte ve bölgesel dinamiklerde bağımsız bir aktör olarak yer almak istemektedir. Bu durum, iki ülke arasındaki ilişkilerin gelecekte de inişli çıkışlı bir seyir izleyeceğini göstermektedir. Ayrıca Suudi Arabistan, iç ve dış politikada daha esnek bir alana sahip olacağını hesap ettiğinden ötürü başkanlık seçimlerinde Trump’ı destekleyen bir profil çizmektedir.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası