Kriter > Çerçeve |

KAOS Referandumu: Bu Maceranın Kazananı Olmaz


Zaho, Irak’ın Türkiye’ye en yakın şehri. 350 bin kişinin yaşadığı bu şehir bundan yirmi yedi yıl önce Amerikalıların oluşturduğu “güvenli bölge”ye ev sahipliği yaptı.

KAOS Referandumu Bu Maceranın Kazananı Olmaz

Zaho, Irak’ın Türkiye’ye en yakın şehri. 350 bin kişinin yaşadığı bu şehir bundan yirmi yedi yıl önce Amerikalıların oluşturduğu “güvenli bölge”ye ev sahipliği yaptı. Amerikalılar o günlerde Kuzey Irak’ı “uçuşa yasak bölge” ilan etmişlerdi. O tarihin üzerinden tam on iki yıl geçmişti ki bu kez Amerikalılar Irak’ı işgal etmiş, Saddam Hüseyin’i indirmiş, yeni bir yönetim yapısı oluşturmuşlardı. Bu işgal sürecinde ABD Kuzey Irak’ı adeta korumaya aldı ve Irak’ın kuzeyini siyasi ve ekonomik olarak bir “özerk bölge” olarak tanımlandı.

ABD’nin Kuzey Irak’a gösterdiği ihtimamın son derece somut gerekçeleri vardı. Bir yandan bu bölge Irak, Suriye, İran ve Türkiye’ye çeşitli düzeylerde müdahale imkanı sunabilecek stratejik önemi haiz bir bölgeydi. Diğer yandan Kuzey Irak’ın demografik yapısı Irak, Suriye, İran ve Türkiye siyasetini etnik temelli bir ayrışmaya konu edebilir nitelikteydi. Ve tabii ki bölge enerji kaynakları bakımından dünyada eşi benzeri bulunmaz bir kapasiteye sahipti.

Amerikan stratejik düşünce kuruluşu RAND geçtiğimiz yılın sonunda “Bağımsız Bir Kürdistan’ın Bölgesel Yansımaları” isimli bir rapor yayınladı. Pentagon tarafından finanse edilen rapor Kuzey Suriye’de muhtemel bir bağımsız devlet arayışının Irak, Türkiye ve İran tarafından nasıl karşılanacağını öngörmeye çalışıyordu. Raporun esas vurgusu “bölgede er ya da geç bağımsız bir Kürdistan’ın kurulacağı” yönündeydi.

Raporda her ne kadar tarafsızlık vurgusu yapılsa da böylesi bir girişimin İran, Irak ve Türkiye’yi tedip edecek bir süreç olarak ortaya konduğunu görüyoruz. Zira Kuzey Irak’ta kurulacak “bağımsız bir Kürdistan devleti” yeni bir Kürt milliyetçiliği dalgası yaratacak ve bu da söz konusu üç ülkeyi etkisi altına alacaktır.

Öte yandan raporun son derece bilinçli bir biçimde Irak, İran ve hatta Türkiye’nin bu süreci gün sonunda kabul edeceği mesajını vermeye çalıştığını da görüyoruz. Bu esasında Barzani yönetimini cesaretlendirmek üzere verilmiş güdümlü bir mesaj. Öyle görünüyor ki RAND ve Pentagon’un mesajı yerini bulmuş.

Zaho ile başladık, Zaho ile devam edelim… O günden bugüne Zaho, Habur’dan Musul’a doğru geçişlerin sağlandığı bir şehir oldu. Ne var ki çeperde yoksul bir şehir olarak kaldı. Şimdilerde bir kez daha Zaho’nun adını duyuyoruz. Bu kez Amerikalıların değil onların bölgedeki vekil gücü PKK’nın Zaho’da konuşlanmaya başladığını öğreniyoruz. Amaç Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) yardımcı olmak, onlara silahlı güç desteği sunmak! Kuzey Irak’ta gerçekleştirilen “bağımsızlık referandumu” sonrası Türkiye, Irak ve İran’ın bölgeye yönelik muhtemel müdahalelerine karşı mücadele etmek!

Evet PKK mensubu teröristler gruplar halinde Zaho’ya naklediliyor, Peşmergenin yanında “dışarı”dan yönelebilecek saldırılara karşı koymaya hazırlanıyor. Yüzlerce terörist IKBY ve Barzani’nin yardımına koşuyor. Oysa Kuzey Irak’taki parçalanma ve kaos siyasetini yönetenler Türkiye’nin tepkisini hafifletmek için “PKK’nın bu referanduma karşı olduğu” yalanını dolaşıma sokmuşlardı. Selahattin Demirtaş’ın, “Bir milletin kendi kaderini tayin hakkı engellenemez” mesajı bile özellikle görmezden gelindi.

Amaç Türkiye’yi Kuşatmak

Başından beri şu çıplak gerçek karşımızda duruyordu. Bu referandum sürecinin hedefi PKK’yı büyütmek ve Suriye’nin kuzeyinden başlayarak bir terör devleti oluşturmaktan başka bir şey değildi. Bunun arkasında yatan amaç ise Türkiye’yi kuşatmak, bölmek ve parçalamaktır.

Bugün Ortadoğu’daki en büyük tehdit sınırların değişmesi ve yeni bir bölge haritasının ortaya çıkmasıdır. Bundan yüzyıl önce gerçekleşen birinci parçalanma dalgası önce bölgesel, ardından küresel çatışmalara kapı araladı. Çok kan aktı ve büyük acılar yaşandı. Bölgede karşımıza Batı’ya bağımlı birçok devlet çıktı. Hepsi Osmanlı’dan koparılarak kurulan devletlerdi. Şimdi bir kez daha bu devletlerin parçalanması arzulanıyor. Bağımlılıkların pekiştirilmesi, yeni müdahalelere zemin teşkil edilmesi ve bölgenin sistematik şekilde istikrarsızlaştırılması hedefleniyor.

Türkiye yıllardır Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü için mücadele ederken bu bölünme ve parçalanma projesine itiraz etti. Bu kaos siyaseti hem bölgeye hem de ülkemize ağır tahribatlar yaratacak bir siyaset. Suriye’nin içine düştüğü durum gözler önünde. Suriye’deki başarısız devlet Türkiye için terör ve istikrarsızlık üretti. Suriye’de yaşanan krizin faturasını en fazla Türkiye ödedi.

Kuzey Irak’ta yapılan referandumun yaratacağı iki tehdit var. İlki Irak’ın bölünmesi ve yeni bir bağımlı devletçiğin ortaya çıkması. Bu bağımlılığın birinci kaynağı hiç kuşkusuz İsrail ve ABD olacaktır. Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasıyla birlikte yeni etnik ve mezhebi çatışma hatları ortaya çıkacak ve bölgede on yıllara yayılacak bir savaş ortamını doğuracaktır.

Sürecin İlk Kaybedeni Bölgedeki Kürtler Olur

İkinci tehdit Pan-Kürdist bir ideolojiye dayanan PKK gibi yabancı bir unsurun güdümünde bir devletçiğin ortaya çıkma ihtimalidir. Bu devletçiğin Suriye’nin kuzeyindeki PKK varlığı ile bütünleşerek yeni bir egemenlik alanı oluşturması Türkiye’nin güneyinden kuşatılması anlamına gelecektir. Bu kötücül planı yapanların amacı kısa vadede Türkiye’ye yoğun bir terör ihraç etmek, orta vadede Türkiye’den parça koparmak ve ülkenin bölünmesini sağlamaktır. Bir anlamda bu süreç Türkiye’nin uluslararası müesses nizam tarafından terbiye edilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Her şeyden önce şunun altını çizmemiz gerekir. Bu sürecin ilk kaybedeni bölgedeki Kürtler olacaktır. “Ne yani Kürtlerin bir devleti olmasın mı?” gibi nahif bir söylemle bu süreci geçiştirmeye çalışmak kabul edilebilir bir durum değildir. Her şeyden önce kurulacak bu devlet “Kürtlerin devleti” olmayacak. Batı’nın çıkarlarına hizmet eden ve Türkiye’yi bölme amacına matuf bir uydu devletçik olacaktır. Bu Türkiye’nin de Türk halkının da kabul edebileceği bir durum değildir.

Şu anda şer güçlerinin yürürlüğe koymaya çalıştığı proje Kuzey Irak referandumunu fırsat bilerek Türkiye ve İran’daki Kürtleri mobilize etmek ve bölgenin tansiyonunu daha da yükseltmektir. Türkiye’nin milli güçleri bu oyunun farkındadır ve elbette bu kirli oyuna dahil olanlarla hesaplaşacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York Ziyareti

Malum Eylül ayı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (BMGK) gerçekleştiği ay. Liderler her yıl Eylül ayında BM Genel Kurulu’na katılmak üzere New York’a gidiyorlar. Bu sene BM Genel Kurulu’nun 72.’si gerçekleşti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan BMGK için gittiği New York’ta son derece başarılı bir performans ortaya koydu. Bir kez daha Türkiye’yi uluslararası sistemin dışına itmek ve izole etmek isteyenler hayal kırıklığına uğradı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan BMGK’de hitap etti. Yirmiye yakın ikili görüşme ve toplantı gerçekleştirdi. Türkiye’nin tezlerini gür bir sesle dile getirdi. Bir yandan küresel tehditlerin diğer yandan küresel trajedilerin altını çizdi. Bu tehdit ve trajedilere karşı küresel bir mücadele stratejisinin olmayışına, akıl almaz bir duyarsızlığın yaşandığına dikkat çekti.

Bunların yanında bir kez daha BM’nin yeniden yapılandırılma ihtiyacına vurgu yaptı. Bu ihtiyaca değinen bir diğer isimse ABD Başkanı Donald Trump’tı. BM’nin dünyadaki herkesin güvenini kazanması gerektiğini söyleyen Trump bunun için “BM’nin bütün yönetim birimlerini hesap verebilir hale getirmeli, süreç yerine sonuçlara odaklanılmalı” dedi.

Batı Medyasındaki Senaryoların Hiçbir Hükmü Yok

İlginç bir durumla karşı karşıyayız. Türkiye’deki gayrı milli muhalefet Batı medyasındaki Türkiye karşıtı propagandayı veri kabul ediyor. Kahir ekseriyetle FETÖ’cü ve PKK’lıların ürettiği tezviratları ekran ve sayfalarına taşıyan ana akım Batı medyası Türkiye ile ilgili bir mücadele veriyor. Karşılarındaki Türkiye fotoğrafı ile onların zihinlerindeki Türkiye fotoğrafı çok farklı. Onlar kendisine özgürce istikamet tayin eden, günden güne daha da güçlenen bir Türkiye istemiyorlar. Onların istediği Türkiye Batı’ya bağımlı ve topluma yabancı Batıcı elitlerin yönettiği bir Türkiye. Bundan on beş yıl öncesinde olduğu gibi…

Yeniden o Türkiye’ye dönmek için bu dönüşümün mimarı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meşruiyetini tartışmaya açmaya, onu itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Türkiye’deki gayrı milli muhalefet de bu çabaya destek veriyor ve onların çizdiği resme göre konuşuyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yurt dışında “persona non grata” yani istenmeyen adam olduğu tezini işliyorlar. Fakat diplomasi masasında Batı medyasında dile getirilen kıyamet senaryolarının hiçbir hükmü kalmıyor. Erdoğan sahadaki gücüyle Batılı muhatapları ile özgüvenle görüşüyor, yüzleşiyor…

Naziler Mecliste

Geçtiğimiz günlerde Douglas Murray’nin Avrupa’nın Tuhaf Ölümü diye bir kitabı yayınlandı. Murray kitabına “Avrupa intihar ediyor” cümlesiyle başlıyor. Evet Avrupa intihara sürükleniyor ve bu sürecin başını Almanya çekiyor. 24 Eylül’de gerçekleşen parlamento seçimleri karşımıza dehşet bir siyasi manzara çıkardı. Hitler dönemi Almanyasına özlem duyan yüze yakın milletvekili Parlamentoya girdi, ırkçı AfD oylarını üçe katladı.

AfD’nin ilk açıklaması yeni dönem Alman siyasetine ilişkin çok net fikir veriyor: “Mültecilere ülke sınırlarını açan Merkel’i yüce divana göndereceğiz!” AfD Federal Mecliste grup kurma imkanına sahip olduğu için siyasi gündem belirleyebilecek.

AfD ırkçı da diğerleri değil mi? Ne yazık ki Almanya’da merkez siyasetin eridiğini açıkça görmüş olduk. Bu erime sürecinin kaynağında da Türkiye ve İslam düşmanlığı var. Erdoğan bu sürecin başat ötekisi.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası