Kriter > Çerçeve |

Krizlerin Dünyasında Erdoğan’ın Liderliği


“Çin’le 500 milyar dolar ticaret açığımız var. Çin’in ülkemize tecavüz etmesine izin vermeye devam edemeyiz. Bu dünya tarihinin en büyük hırsızlığı…”

Krizlerin Dünyasında Erdoğan ın Liderliği

“Çin’le 500 milyar dolar ticaret açığımız var. Çin’in ülkemize tecavüz etmesine izin vermeye devam edemeyiz. Bu dünya tarihinin en büyük hırsızlığı…”

Bu sözler ABD Başkanı Donald Trump’a ait. Trump’ın liberal küreselleşme politikalarına savaş açmasının kaynağında da bu düşünceler var. Trump’a göre liberal küreselleşme politikaları Çin’in yükseldiği, ABD’nin gerilediği yeni bir dünya düzeni oluşturuyor.

ABD gerçekten geriliyor mu? Buna kolaylıkla evet cevabını veremezsek de ABD’nin yükselişinin durduğunu söyleyebiliriz. Karşımızda Çin’in yükseldiği, ABD’nin ise bu yükselişe dur diyemediği bir küresel siyaset sahnesi var.

Trump’ın içinde olduğu Amerikan muhafazakarları Çin’i durdurmak, 21. yüzyılı “Amerikan yüzyılı” yapmak gibi bir gayret içindeler. Ne var ki önlerinde çok ciddi meydan okumalar var.

Bir süredir ABD’nin teknolojik ve ekonomik alandaki hakimiyetine meydan okuyan Çin, yeni dönemde askeri alan ve savunma sanayiine de devasa yatırımlar yapıyor. Çin, Doğu Asya’da ABD’ye meydan okuyor, Japonya ve Güney Kore gibi ABD’nin müttefiklerine göz açtırmıyor. Dahası Çin, Kuzey Kore’yi bir sert güç unsuru olarak yedeğinde tutuyor.

Çin’in yükselişi aynı zamanda küresel siyaset sahnesinde yeni bir tür “Doğululaşma eğilimi”nin de belirmesi demek. Bu eğilim ABD’nin ekonomi politikalarına da, dış politikasına da doğrudan yansıyor. Barack Obama ikinci kez başkanlığa seçildikten sonra bu “Çin’in yükselişi”ni öncelikli mesele olarak gördü. Ne var ki Obama, Çin’i Amerikan küresel sisteminin bir parçası yaparak kuşatabileceğini, onun ekonomik kapasite artışından yararlanabileceğini düşündü. Küresel alanda serbest ticaret doktrinini destekledi, öte yandan Güney Kore ve Japonya’ya destek vererek Çin’i siyaseten dengelemeye çalıştı.

Trump bu siyasetin ABD’ye zarar verdiğini, özellikle Amerikan işçi sınıfını yok ettiğini, buna karşılık “Asya’da yeni bir orta sınıf yarattığı”nı söyleyerek destek topladı. Serbest ticaret paradigması yerine korumacı ekonomi yaklaşımını savundu. Amerikan şirketlerinin kendi ülkelerine dönmesi ve ülkelerinde istihdam olanakları yaratması gerektiğini vurguladı.

Trump’ın bu söylemleri sadece yükselen Amerikan popülizminin örnekleri olarak okunamaz. Bu söylemler yeni dönem Amerikan dünya siyasetinin içine düştüğü hegemonya krizi ile ilişkilidir. Tam da bu nedenle Trump yönetimi 1945 sonrası Amerikan dış politikasının geleneksel davranış kalıplarının dışına çıkarak, Washington elitlerinin büyük bir kısmını rahatsız edecek düzeyde yeni bir yaklaşımla hareket ediyor.

Küresel Siyasetin Doğululaşma Temayülü

Yeni dönemde ABD sadece Çin’e değil Rusya, Avrupa ve Ortadoğu’ya da yeni bir perspektifle yaklaşacak. Çin’in yükselişi ve küresel siyasetin Doğululaşma temayülü ABD’nin Rusya, Avrupa ve Ortadoğu politikalarına da yansıyacak.

Trump yönetimi Rusya’yı her şeyden önce Çin’in dengelenmesine hizmet edecek yardımcı bir unsur olarak görüyor. Yeni Amerikan yönetimi Çin’le mukayese edildiğinde Rusya’nın ABD karşısında ekonomik anlamda herhangi bir tehdit oluşturmayacağını düşünüyor. Trump ve ekibine göre Rusya Batı siyasal entitesinin bir parçası ve halihazırda Avrupa’yı etkin güvenlik politikaları oluşturmaya zorlayacak kontrollü bir destek unsuru olarak hareket edebilir. Yeni yönetim ABD’nin Rusya ile Ortadoğu’daki ihtilaflarını, söz konusu bölgenin ikincil konumu dolayısıyla tolere edebileceğini düşünüyor.

Yeni ABD yönetiminin Avrupa siyaseti ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da oluşan müesses nizamı tehdit eder nitelikte. Almanya ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa Birliği (AB), İngiltere’nin çıkışı sonrasında ciddi bir sarsıntı geçirdi. Bu sarsıntının üzerinden çok zaman geçmeden AB ikinci bir meydan okumayla daha karşı karşıya kaldı. Donald Trump ABD başkanı seçildi. Trump, başından beri Avrupa’nın kendi güvenlik sorunlarını kendisinin çözmesi gerektiğini, bu noktada Almanya’nın liderliğine ihtiyaç olduğunu söyledi. Almanya ve Avrupa 1945 sonrası oluşan uluslararası statüko içinde güvenlik sorunlarına kafa yormadan dış ticaret yapabilen ve zenginleşen bir coğrafya. Trump yönetiminin yeni Avrupa siyaseti buna müsaade etmiyor.

Bu ortamda Alman politikacılar yetmiş yıldır sarf etmedikleri bir sözü, “kendi güvenliklerini sağlamak zorunda oldukları” tezini dillendirmeye başladılar. Bu tezin siyasete tercümesi Almanya’nın “güçlü bir ordu” kurması mıdır? Bu, önümüzdeki Avrupa ve dünya siyasetinin sorularından biri.

Ne olursa olsun bütün bunlar bir yanıyla dünyanın İkinci Dünya Savaşı öncesi koşullara doğru hızla savrulduğunu gösteriyor. O günle bugünü kıyasladığımızda dikkate değer bir fark var. Bugün küresel siyasette karşımıza çıkan Doğululaşma eğilimi, 1930’ların dünyasında izine rastlayacağımız türden bir eğilim değil. Bu, günümüz dünyasında yaşanabilecek çatışma, gerilim ve mücadelenin dozunu artıracak bir unsur.

Türkiye Büyüyerek Var Olabilir

Büyük çalkantılar, sert mücadeleler ve belirsizliklerin yaşandığı bir küresel ortamda Türkiye varlık mücadelesi veriyor. Hem varlık hem de büyüme mücadelesi. Zira Türkiye’nin büyümeden ayakta kalmasının mümkün olmadığı sert bir coğrafyada, acımasız bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Türkiye bir yandan ABD-Çin, bir yandan Rusya-Avrupa, bir yandan İran-Suudi Arabistan, bir yandan Hindistan-Pakistan, bir diğer yandan İsrail-Filistin arasındaki gerilimlerin doğrudan etkilendiği bir ülke. Önünde iki seçenek var: Ya içine kapanıp kendi dışındaki gelişmelerden daha az etkilenmek için çaba sarf edecek. Ya da elindeki imkanlarla kendi dışındaki gelişmelere müdahil olup kendi güvenlik ve istikrarını temin etmeye çalışacak.

Türkiye’nin birinci seçeneği işaretlemek gibi bir lüksü yok. Zira Türkiye’nin bölgesindeki anafor çok büyük ve küresel kırılmalara, belirsizliklere gerek olmaksızın Türkiye’yi etkileyebilecek vaziyette. Hele de Türkiye içine kapanırsa çevresindeki bu anafor onu bulur ve yutar.

Türkiye’nin ikinci seçeneği işaretlemesi yani küresel gelişmelere müdahil olmayı seçmesi durumunda güçlü bir siyasi liderliğe, istikrarlı bir siyasi ve ekonomik ortama ihtiyacı var.

Türkiye Doğululaşma Sürecinin Önemli Bir Bileşeni

Mayıs ayı Türkiye’nin hem dış politika hem de iç politikasında tarihi gelişmelere sahne olan bir aydı. Mayıs ayı “Erdoğan’sız Türkiye” savaşı verenlerin hezimetinin tescillendiği bir ay oldu. Tam aksine Mayıs ayında Erdoğan’ın liderliği hem dışarıda hem de içeride bir kez daha tescillenmiş, Erdoğan’ın yeni Türkiye gerçekliğinin mütemmim cüzü olduğu idrak edilmiş oldu.

Erdoğan, Türkiye Cumhurbaşkanı sıfatıyla Mayıs ayında çok önemli yurt dışı ziyaretleri gerçekleştirdi. Erdoğan ilk ziyaretini 1,2 milyarlık nüfusu, devasa ekonomisi, teknolojik birikimi ve dünya siyasetindeki artan etkisiyle öne çıkan Hindistan’a yaptı.

Cumhurbaşkanı Hindistan’ın ardından Türkiye’nin ilişkilerini normalleştirdiği ve bölgesel krizlerin çözümünde giderek daha fazla etkileştiği bir diğer önemli ülkeye, Rusya’ya gitti.

Rusya’dan sonra Kuveyt’e, oradan da Çin’e geçti Erdoğan. Erdoğan’ın Çin ziyareti ve orada kendisine gösterilen teveccüh yeni dönemde Türkiye’nin küresel siyasetteki Doğululaşma sürecinin önemli bir bileşeni olduğunu gösterir mahiyetteydi.

Erdoğan Çin’den doğrudan ABD’ye geçti. Trump, ABD’nin Obama döneminde Türkiye’ye karşı uyguladığı yıpratma savaşını terk ettiğini izhar etmiş oldu. Türk-Amerikan ilişkilerinin normalleşmesi süreci de bu ziyaretle başladı.

Erdoğan, Mayıs ayındaki son yurt dışı seyahatini Brüksel’e gerçekleştirdi. Erdoğan burada NATO zirvesine katıldı. AB liderleriyle, Fransa Cumhurbaşkanı ve Almanya Şansölyesi ile görüştü. AB yöneticileri Türkiye ile ilişkilerde yeni bir faza geçme zorunluluğundan bahsettiler, ikili ilişkilerde uzun süredir görülmeyen ılımlı bir hava yaşandı.

Erdoğan’a muhalefet edenler uzunca bir süre Türk dış politikasına ilişkin “eksen kayması” diye suni bir tartışma yürüttüler. “Eksen kayması” diyerek “Erdoğan’ın Türkiye’yi Batı’dan koparıp Doğu’ya sürüklediği”ni iddia edenler bugün Erdoğan’ın yönettiği Türk dış politikasının dinamizmi karşısında derin sessizliklerini koruyorlar.

Bu ziyaretler Türkiye’nin güvenliği, büyümesi, refah ve istikrarını teminat altına alma arayışının bir ürünü. Bu çerçevede Türkiye, dış politikasında bir özerkleşme mücadelesi veriyor. Kendisine yönelen ya da yönelme ihtimali olan tehditlere karşı kendisini korumaya almaya çalışıyor. Kısa, orta ve uzun vadeli yatırımlarla dışa bağımlı olmadan ayakta kalma ve büyümenin yollarını arıyor.

Bu süreçteki en önemli dinamiklerden biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğidir. Ve bu liderlik Erdoğan’ın kurucusu olduğu partisinin başına geçmesiyle birlikte çok daha büyük bir destekle varlık gösterebilecek…


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası