Diyarbakır’ın Bağlar’ında, Tavşantepesi’nde bir küçük kız çocuğundan saatlerce haber alınamadığı ihbarı üzerine başladı her şey… Daha önce kaybolan ve aylarca kamuoyunu meşgul ettikten sonra aile fertleri arasından birinin suistimaline ve cinayetine kurban gittiği anlaşılan Leyla bebekten sonra toplumsal bir hassasiyet gelişmesi, insanların ilgilerinin bu konuya yoğunlaşması elbette normaldi. Konusu itibariyle insanların ilgisini çeken bir haber olduğu için Narin ile ilgili gelişmeleri takip edip kamuoyu ile paylaşmak da yine kuşkusuz ki gazetecilerin görevi, işi idi…
Fakat burada sorun habercilik yapılmasında değil, haberin kurgusu, sunumu ile suiistimalinde ortaya çıktı. Gazeteciler işlerini yaptıkları için suçlanamaz, ancak bir mesleği “meslek” yapan, zaman içinde o mesleğin kendi ahlakını, kurallarını, olmazsa olmaz kodlarını geliştirmesi ve buna hiçbir cebri girişim olmadan uymalarıdır. Şayet kuralları, kodları olan, deontolojisi gelişmiş bir meslekten söz ediyor isek, o takdirde de beklenti, o meslek mensuplarınca bunlara uyulması olur… Narin’e ilişkin habercilik, bu bakımlardan başlı başına bir örnek olay…
Haberciliğe Dair…
Kayıp ihbarı ile yapılan çalışmalar, kolluk kuvvetlerinin olağanüstü çabasına rağmen 19. güne kadar ölü veya diri Narin’e ulaşılamaması, ailenin çelişkili ifadeleri, adeta bulunmasın diye yönlendirmesi, yerleşim yerinde yaşayanların çoğunun olayı bildiği ama sakladığı yönünde kuşkular uyandırması, elbette olayı haberciler açısından “paha biçilemez” derecede ilginç kılıyor, toplum açısından da “merak”, “kaygı”, “umut” hislerini diri tutuyordu. Bütün bunlar hesaba katıldığında Narin haberleri, bir yönüyle ticari işletme olan yayın kuruluşları için muazzam bir potansiyeli ifade ediyordu. Fakat burada birkaç husus var ki, işte bu haberciliğe ayrı bir başlık açmamızı gerektiriyor.
Bunlardan birincisi geleneksel medyanın “eşik bekçiliği”, “editoryal sorumluluk”, “meslek etiği”, yayın kuruluşunun kodları gibi hususlarda var olması gereken titizliğinin sorgulanır olması, ikincisi ise sosyal medyanın ne kadar büyük bir çöplük olduğunun bir kez daha tescillenmesi, üçüncü olarak dezenformasyonun toplum ve birey üzerindeki etkileri, dördüncü olarak konunun sadece medyanın ticari alanı içinde suistimaline müsait olmayıp aynı zamanda toplumsal fay hatları bakımından da ne kadar istismara açık olduğu gerçeğidir…
Bilindiği gibi, geleneksel veya konvansiyonel medya dediğimiz yapı, gazeteciliği meslek olarak yapan profesyonellerin kontrolündedir ve bunların etik ve hukuki perspektifleri olduğu varsayılır. Nitekim Narin olayında Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliği tarafından olayın ilk günlerinde verilen “yayın yasağı” kararı tebliğ edilmiş, ancak bu karara rağmen ihlallerin sıklıkla gerçekleşmesi medya yapımızı sorgulama zorunluluğunu ortaya koymuştur. Keza soruşturmanın selameti bakımından gizlilik kararına rağmen bazen dosya içeriği, bazen bütünüyle hayali, kurgusal ama belli çıkarlara hizmet eden dezenformatif bilgi servis edilmiştir.
Mesleğin profesyonellerinin dahi mesleklerinin saygınlığını sürdürülebilir kılacak kurallara çok kısa vadeli çıkarlar için uymamaları kabul edilemez. Diğer yandan bu kadar ileri boyutta adeta çürüme düzeyinde ihlalin nedeni sadece ticari midir, yoksa yapılanma sorunları mı vardır?
Sosyal medya ile geleneksel medyanın içine düştüğü, hıza yetişme, rekabet, havuz sistemi ve eleman kısıtlaması ile haberleri “ucuz maliyetle” elde etme kısırlığı ne yazık ki tüm kurumsal yapıları etkilemiş; teyit (doğrulama) mekanizmalarının da yine hıza kurban edilmesi bu mecralarda da haberin değerini alaşağı eden bir seviye düşüklüğünü beraberinde getirmiştir. Bunun dışında izlenme, dinlenme oranı, tiraj, tıklanma, etkileşim bağımlılığı gibi hususlar geleneksel medyanın çürümesinde en büyük etmenler olarak bir kez daha belirginleşmiştir…
Varsaydığımız deneyimli gazetecilerden müteşekkil editoryal kurulların ve kuralların ne kadar da zayıf, çapsız ve etkisiz olduğu, çıkarların haberin/habercinin ahlakını nasıl erozyona uğrattığı, kuralların ortadan kalktığı yine bu vesile ile ortaya çıkmıştır… Bu çarpıklıklar sadece ticarileştirme, ceset üzerinden (nekrofili/nebbaşlık) istifade ile sınırlı kalmamış, aynı zamanda kaba ve kötü bir ideolojik konumlanmayı, İslamofobi’yi de ihtiva eder bir çerçevede karşımıza çıkmıştır.
Öznesi çocuk/çocuk mağduriyeti olan bir olayda, çocuklara ilişkin yayınlarda gözetilmesi gereken tüm hassasiyetler bir tarafa bırakılmış, hiçbir etik ve hukuki kod ile telif edilemeyecek bir ilkesizlik ile acının suistimali yoluna gidilmiştir. Oysaki yola çıkılırken “çocuklara yönelik şiddet/kaçırma” gibi aslında evrensel olarak mücadele edilmesi gereken bir konu üzerinden hareket edilirken, bir müddet sonra ticari, siyasi, ideolojik çıkarların iç içe girdiği bir şiddet pornografisi, iletişim ortamlarına hakim olmuştur.
7/24 Haber Hızının Kuralsızlığı
Yaşadığımız ve büyük bir toplumsal travma ile çözümünü beklediğimiz bu örnek olayda esas çöplük, kuşkusuz ki hiçbir editoryal kontrole tabi olmayan, üstüne hukuki düzenlemelerin de bir hayli etkisiz kaldığı sosyal medya haberciliğidir. Sosyal medya ne yazık ki “ağzı olan konuşuyor”un bir versiyonu, önüne gelen yazıyor… Bu nedenle de bir afet bölgesi gibi, hatta daha beteri afet enkazının yığıldığı devasa çöp dağları gibi… Açıkça yalan veya teyit edilmemiş bilgi olsa bile yetişilemeyen bir hızla yayılan bu sözüm ona haberler, ana akım medyada da kullanılınca, çoğu zaman düzeltmeler bile işe yaramaz hale gelebiliyor. Sosyal medya mecralarının 7/24 ve eş zamansızlığı, kuralsızlığı, hiper metinselliği ne yazık ki, yalanlamalara, doğru bilginin servis ediliyor olmasına rağmen yalanların, dezenformasyonun büyüyerek kamuoyunu zehirlemesine yol açmıştır.
Narin örnek olayında bir diğer önemli suistimal ve dezenformasyon girişimi, yıllardır çocukları ailelerinden koparıp, militanlaştırıp, terörün aparatı haline getirenlerin “duyar kasar” tavırlarla giriştiği iğrenç nebbaşlık olmuştur… Partilerinin Diyarbakır il başkanlığı binası önünde çadır kuran ve kendilerinden koparılan evlatlarını talep eden ailelere yönelik her şiddeti uygulayan terör örgütünün uzantıları, bir de Narin üzerinden sokakları hareketlendirmeye çalışmıştır. Her ne kadar bu provokasyona milletimiz itibar etmemiş olsa da, bu vesile ile kamuoyu gündemine kuvvetli bir şekilde taşınması gereken ikiyüzlülük ne yazık ki ana muhalefet partisinin DEM ayarlı açıklama ve demeçleri ile yeterince konuşulamamıştır…
Bazı İslamofobik, akıl fukarası kişiler ve kesimler de sekiz yaşındaki maktulün Kuran kursu öğrencisi olmasından, kurs dönüşü katledilmesinden dolayı akıl ve mantık dışı iftiralarla dini duyarlılıkları hedef alma ahlaksızlığını sergilemekten çekinmemiştir… Yine bu bağlamda Jandarma tarafından ifadesi alınıp bırakılan imam/müezzin için bir başka iftira ve isnat ile konu rayından çıkarılmak istenmiştir. Görülen o ki, bu yoğun ve ahlaksız dezenformasyon pratikleri üzerinden kazanılan deneyimle, başka konularda da toplumsal olarak ileride çok daha vahim, sistematik saldırılarla karşılaşmak mukadder. Tam da bu noktada, iletişim profesyonellerinin, gazetecilerin, meslek örgütlerinin, sivil toplumun tartışması gereken önemli bir husus sosyal medya rezaletlerine, dezenformasyonlara yönelik olarak hassasiyetli ve sorumlu bir yaklaşımı ilkeselleştirmeleri, hatta kurumsallaştırmalarıdır. Bu yapılmaz ise, ortada ne gazetecilik kalacaktır, ne de habercilik. Şu anda farklı gerekçelerle kamuoyu tarafından tıklanan, izlenen, okunan yayın organlarının reytingleri, etkileşimleri, tirajları, tıklanmaları mesleklerini sürdürülebilir ve saygın bir şekilde yapmalarına imkan vermeyecektir.
Bu arada iletişim araçları üzerinden haberdar olmaya uğraşan kişilerin de bilmeleri gereken hususların başında medya mesajlarının her ne olursa olsun kurgusallığı ve aslında en etik ve hukuki kaygı taşıyanının bile olanın sadece bir kısmını vermeye odaklandığıdır.
Sonuç olarak, bu örnek olay ile çok üzücü ama bir o kadar da bilgi kirliliği ihtiva eden cinayete şahit olduk.
Cinayete ilişkin detayları adeta büyük bir şehvet histerisi ile sunanlara yönelik esas tepki göstermesi gereken; hukukun üstünlüğü, masumiyet karinesi, çocuklara yönelik hassasiyetler, toplum ve birey sağlığı, psikolojisi, kolluk ve yargıya güvenin zedelenmemesi, aşındırılmaması, acılar üzerinden ticari ve siyasi rant devşirilmemesi gibi hususlarda bizatihi kamuoyunun kendisidir.
Bu işlerde şayet bilgiyi, haberi, enformasyonu alan, tüketen bireylerden veya toplumdan bir hassasiyet yansıması olmaz ise, yayın kuruluşlarından ister geleneksel medya olsun, ister sosyal medya bir duyarlılık beklemek, etik ve hukuki düzenlemelere uymalarını istemek, hakkımız olsa bile netice vermeyen beyhude çabalara dönmektedir…