Kriter > Çerçeve |

Tek Yol İstiklal


İngiliz tarihçi Arnold J. Toynbee, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecini anlattığı bir eserine şu cümleyle başlar: “29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, modern Batı medeniyetinin yarattığı tesirin bir ürünüdür.

Tek Yol İstiklal

İngiliz tarihçi Arnold J. Toynbee, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecini anlattığı bir eserine şu cümleyle başlar: “29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, modern Batı medeniyetinin yarattığı tesirin bir ürünüdür.” Eğer ortada bir “eser” varsa, bu eserin banisi modern Batı medeniyetidir!

Bu bakış açısı kısmen doğrudur. Ancak hakikatin bir kısmı, hakikatin kendisi değildir. Öteki parçası yahut parçalarıyla birlikte vardır hakikat!

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde Osmanlı coğrafyasında baş gösteren Batılılaşma hareketlerinin kayda değer bir etkisi olduğu doğrudur. Yine bu kuruluş ve ardından gelen kurumsallaşma sürecinin söz konusu Batılılaşma politikalarının açmazları dolayısıyla ciddi krizlerle karşı karşıya kaldığı da doğrudur. Ne var ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu tek başına Batılılaşma paradigmasıyla izah etmek yanlıştır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti aynı zamanda bu milletin verdiği varlık mücadelesinin sonucu olarak kurulmuştur. Kurucusu millettir, milli iradedir.

Türkiye “Köprü” mü?

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana Batılı siyasetçiler ve kamuoyu önderleri, Türkiye’ye bir “alacaklı şımarıklığı” ile yaklaştılar. “Batı medeniyetinin himmet ve gayretleri” olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulamayacağını, dahası Türkiye’nin ayakta kalabilmesi için Batı medeniyetinin himmetine muhtaç olduğunu iddia ettiler. Türkiye’nin borçlu, Batılı devletlerin alacaklı olduğu, ortadaki borcun ise günden güne daha fazla arttığı garip ve gerçekten kopuk bir tablo çıktı karşımıza.

Batılı ülkeler Türkiye’yi hem kendi teknolojilerini, mallarını, fikirlerini satacakları bir pazar olarak gördüler hem de uluslararası angajmanlarına koşulsuz destek verecek bir partner olarak. Sorun çıkarmayan bağımlı değişken! Bütün bu süreçlerde Türkiye’yi, yine Toynbee’nin ifadesiyle “üzerinde insanların yaşadığı bir yer olarak düşünmediler.”

Batılılar Türkiye için “köprü” metaforunu kullandılar. “Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bir köprü olduğu” söylemini, düpedüz oryantalist içeriklerle dillendirdiler. Kastedilen şey, her şeyden önce Türkiye’nin Batı’nın Doğu’ya açılması için bir kaldıraç olmasıydı aslında. Ve elbette ikinci olarak da Batılılaşmış, laik devlet-Müslüman toplum gerilimini yumuşatmış bir ülke olarak Türkiye’nin “model ülke” olarak Ortadoğu toplumlarına sunulabilmesiydi.

Türkiye’nin kendisini her daim borçlu hissetmesi beklenen Batı ile tutkulu bir ilişki sürdürmesi arzulandı. Hem Batılılar hem de Batıcı Türkler bunu talep etti. Nitekim 2000’lerin ortalarına kadar da böylesi bir ilişki devam etti. Sonuç, Türkiye’nin hep kaybettiği, Batılıların ise hep kazandığı, heyecanı kalmamış, sonucu belli bir oyunun sürekli sahnelenmesi oldu!

Kendi Oyununu Oynamak

Batılıların ilginç bir biçimde Doğu ve Batı arasında “köprü” olarak telakki ettikleri bir diğer ülke ise Rusya oldu. Türkiye’nin güneyden, Rusya’nın ise kuzeyden bir köprü kurmasını talep etti Batılılar. Her ikisi de Batılılaşmak isteyen, Batılılaşma politikalarıyla kendisini dönüştürmeyi talep eden bu iki ülke Batılıların önüne koyduğu çizginin dışına çıkabilir miydi?

Rusya 1917’de çıkmayı denedi ve çıktı! 1991’e kadar Batı dünyası için bazen sanal bazen de gerçek bir tehdit olarak varlık gösterdi. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin başlıca düşmanı olarak temayüz etti. Soğuk Savaş son bulduktan, “tek kutuplu dünya”ya geçildiği müjdelendikten sonra Rusya geri çekildi. Fakat bu geri çekilme çok uzun sürmedi. 2000’lerin sonuna doğru gelindiğinde Rus yayılmacılığı bir kez daha Batılıları endişeye sevk etmeye başladı. Rusya’yı çevrelemesi beklenen Avrupa ise ne Gürcistan krizinde ne Ukrayna krizinde ne de Suriye’de Rusya ile karşı karşıya gelemedi.

Gelinen noktada Rusya kendi oyununu, Türkiye kendi oyununu, Batılılar da kendi oyunlarını oynuyorlar. ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa yer yer farklılaşsalar da hala aynı takımda varlık göstermeye
devam ediyorlar. Öte yandan Çin sessiz ve derinden küresel siyaseti dönüştürmeye devam ediyor. Ekonomik dengeleri olduğu kadar siyasi dengeleri de altüst edebilme potansiyeli taşıyan adımlar atmaya hazırlanıyor.

Yeni Dönemin Siyaseti

Bu ortamda Batılılar Türkiye’den koşulsuz bir sadakat ve tabiiyet bekliyorlar. Bunu kendileri için bir hak, Türkiye için ise bir ödev olarak görüyorlar. Türkiye, ABD ve Avrupalı ülkelerle çıkar temelli bir ilişki yürütmeye, buna mukabil yeni güç merkezleriyle kendisini ilgilendiren sorunların çözümü noktasında ikili ilişkiler geliştirmeye başladığında yer yerinden oynuyor. Terör örgütleri ve finansal ataklar aracılığıyla Türkiye’yi terbiye etmeye çalışıyorlar.

Batı dünyası bir süredir Türkiye-Rusya yakınlaşmasını bir küresel güvenlik sorunu olarak paketlemeye çalışıyor. Ne var ki Batı dünyasında değişen siyasi dengeler, Batılı ülkelerin Rusya ve Çin’le çeşitli düzeylerde yakınlaşmasını zorunlu kılacak adımların atılmasını beraberinde getirecek gibi görünüyor.

Son beş yıl Türkiye açısından son derece öğretici bir dönem oldu. Türkiye’nin içeride elit dönüşümünün hızlandığı bu dönem aynı zamanda dışarıdan çok ciddi baskıların da geldiği, düşük yoğunluklu bir savaşa muhatap olunduğu bir dönem olageldi. Türkiye’nin sadece yeni siyasi elitleri açısından değil eski siyasi elitleri açısından da 1945 sonrası kurulan ABD önderliğindeki uluslararası düzen sorgulanmaya başlandı.

Öyle görünüyor ki Türkiye, yeni dönemde bir denge siyaseti izlemek için yoğun bir mücadele verecek. Muhatap olduğu bütün aktörler Türkiye’yi bu politikadan vazgeçirip kendi ittifak sahasına hapsetmek için çabalayacak. Türkiye bir yandan bu angajmanlara karşı direnirken öte taraftan da milletin, milli iradenin önüne koyduğu devletin yeniden inşası görevini tamamlamaya çalışacak.

İstiklal Mücadelesi

Bütün bunlar olurken en dikkat edilmesi gereken husus ise gündelik hayatın işleyişinin sürmesi, ekonomik büyümenin ve toplumsal barışın sürmesi. Bu bağlamda 2016 hiç de kolay geçmedi. Bir sosyal medya kullanıcısı 2016 için, “bitmeyen yıl yapmışlar” diye son derece yerinde bir tanımlama yapmış.

Evet gerçekten de terörün farklı yüzlerinin kendisini gösterdiği, uluslararası bir darbe ve işgal planının harekete geçirildiği, ekonomik kriz tehditleriyle yüzleştiğimiz 2016 yılı gerçekten de çok zordu. Fakat öte yandan 15 Temmuz ruhunu keşfettiğimiz yıldı 2016. Milletin kendi gücünü kavradığı, milliliğin ve yerliliğin değerinin farkına varıldığı bir yıl oldu 2016.

Geride bıraktığımız yılın Türkiye açısından bir diğer anlamı da bu ülkeye yıllar yılı hizmet edecek mega projelerin hayata geçmesi oldu. Osmangazi Köprüsü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli ve Ilgaz Tüneli bu yıl faaliyete geçti.

2017’de bizi zorlu bir yıl bekliyor. Sadece bizi değil bütün dünyayı. Geçen sayıda “Mücadele Sertleşecek, Hazır mıyız?” diye atmıştık manşetimizi. Küresel siyasetin tansiyonu düşmeyecek. Türkiye’nin içeride birliğini ve beraberliğini sağlaması, enerjisini yanlış işlere ve gereksiz kavgalara harcamaması çok hayati. Bu ülke, bu milletin Batı medeniyetine borçlu olarak kurduğu bir ülke değil. Bu ülkenin sahibi bu millet. Ve kimseye de bir borcu yok. Çalışmaktan, daha çok çalışmaktan ve istiklal mücadelesini hakkıyla vermekten başka da bir çaremiz yok…


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası