15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. Türkiye hem darbenin uygulayıcısı FETÖ ile hem de onun neden olduğu sorunlarla mücadele ediyor. Epey mesafe kat edildi. Fakat FETÖ’nün karanlık geçmişi, bağlantıları, örgütlenme biçimi ve dış desteği dikkate alındığında mücadelenin devam edeceği aşikar. Bu yüzden Türkiye’nin nasıl bir süreç yaşadığının daha iyi anlaşılabilmesi için tecrübeli bir isimle bu konuyu konuştuk. Devlet tecrübesi, siyaset tecrübesi ve aynı zamanda bir entelektüel olarak sahip olduğu birikim ile Hasan Celal Güzel sorularımızı cevaplandırdı.
SÖYLEŞİ: YUSUF ÖZKIR
FOTOĞRAF: İLHAMİ YILDIRIM
Tam bir sene önce 15 Temmuz 2016’da FETÖ’ye bağlı, asker üniforması giymiş militanlar bir darbe girişiminde bulundu. 249 vatandaşımız şehit düştü, 2 bin 194 vatandaşımız gazi oldu. Darbe girişiminin birinci yılını geride bırakmak üzereyiz. Yaşadığımız bir yılı ve ortaya çıkan enformasyonu da dikkate alırsak sizce FETÖ nedir?
Ben Fetullah Gülen’i kırk yıldan fazla bir zamandır tanırım. İlk defa 12 Eylül döneminde isminden bahsedildiğini işitmiştim. 12 Eylül döneminde rahmetli Turgut Özal başbakanlık müsteşarıydı. Demirel başbakandı. Ben de başbakanlık müsteşar yardımcısıydım. Fiilen de müsteşarlığı yönetmeye çalışıyordum. Çünkü Turgut Özal da fiilen o zamanki basının taktığı isimle “sandalyesiz” bakandı. Birçok bakanlardan da daha yetkiliydi.
Bir gün rahmetli Ekrem Pakdemirli bana telefon etti. Dedi ki burada çok muhterem bir hoca efendi var, onu alıp götürdüler. Sıkıyönetimde cemaatlere, dindar insanlara ve muhalif olan kimselere yapılan bir eylemdi. Ben de üzüldüm. Daha evvel de Menzil’den rahmetli Seyda Hazretlerini alıp götürmüşlerdi. Turgut Bey hatta bana, “Hasan sen göz önünde değilsin, halledersin bu işi, söyle de hallet, adamcağız orada perişan” demişti. Ben de devreye girdim ve hakikaten de sorunu çözdüm o zaman. Bunu da bildiği için Ekrem Bey böyle söyledi. Ben de açtım, zamanın sıkıyönetim komutanı tuğgenerale, “Efendim orada bir adamcağız varmış. Herhangi bir kötü faaliyeti yokmuş, bunu bıraksanız olmaz mı?” dedim. Onun üzerine bıraktılar. Sonra da Ankara’ya gelmişti, teşekkür için ziyaret etmek istedi. Ben de o sırada bayağı sıkıntıdayım. Turgut Bey başbakan yardımcısı ve devlet bakanı olmuş. Çok sevdiğim daha önceki bakanım Korkut Özal hapiste. Birçok problemler var, Recai Kutan hapiste, merhum Erbakan yine aynı şekilde. Böyle bir mücadele içindeyiz yani. Ben geleyim dedim, gittim. Şimdiki idarecilerden birinin evinde oturduk, sohbet ettik. Böyle sakallı, yaşlı bir hoca efendi bekliyordum. Bir baktım baya genç, benim yaşıma yakın birisi… Sonra birçok yakınım onlarla ilgilendi.
Günümüze gelelim isterseniz. Orada ben 2005’te Sayın Cumhurbaşkanı’mıza gittim, o zaman ayda bir iki defa görüşürdük. Herhangi bir talepte de bulunmadığım için çok rahat görüşürdüm tabii, öyledir bu iş. Dedim ki, “Efendim, siz seviyorsunuz, biz de bir sivil toplum kuruluşu, bir cemaat olarak destekledik, Türkçe Olimpiyatları, okullar filan dedik. Ama yavaş yavaş işin iç yüzü ortaya çıkmaya başladı. Bir defa benim istihbaratıma göre CIA ile irtibatlı olduğunu biliyorum.
FETÖ İdareyi Ele Alabileceğini Sandı
Henüz 2005 yılında bu izlenimi nasıl edinmiştiniz?
Ben çok çeşitli vazifelerde bulundum devlette. Özellikle ekonomik, sosyal birçok işlerle meşgul oldum ama bir de başbakanlık müsteşar yardımcılığı, başbakanlık özel müşavirliği ve Demirel’in başbakanlık müsteşarlığı gibi görevlerim oldu. Daha evvel, daha gençken, otuzlu yaşların başında iki sene müsteşar yardımcısı olmuştum. Bir de devletin güvenlik koordinatörü oldum 1979’un başında. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile de çok yakından ilgilendim. Dolayısıyla dünyadaki istihbarat ağı konusunda naçizane bazı malumatlarım ve intibalarım oldu. Onun da sağladığı birtakım imkanlarla öğrendim ki böyle bir şey var. Bir gün de gittim dedim ki, “Efendim böyle böyle, ayrıca lütfen koruma gücünüzü değiştirin, bu adam sizden değil malum zattan emir alan bir adam, size sıkıntı olabilir.” Nitekim oldu biliyorsunuz, bir sürü problemlere yol açtı. Adeta bir örümceğin ağını örmesi gibi, ama örümcek bizim görüşümüze göre mübarek bir hayvandır hatta malum Ankebut suresi ve mağara meselesi. Ama bunlar kötü örümceklerdi yani zehirli örümceklerdi. Ve bir müddet sonra gördüm ki adamların niyeti devleti ele geçirmek. Çok süratli geliştiler. Bir bakıma da iyi oldu çünkü kendilerine güven geldi, idareyi ellerine alabileceklerini zannettiler.
FETÖ’nün Akıl Hocaları Var
Devlete sızma meselesi TBMM’nin Darbeleri Araştırma Komisyonundaki raporunda da var. Yani 80’li yılların ortalarında ciddi bir sızma olduğu yönünde içerik var. Bu darbe girişiminde bulunan askerlerin de yine 1980’li yılların ortalarında TSK’ya sızan isimlerden olduğu söyleniyor. O dönemleri hatırladığınızda neler söylemek istersiniz?
Hem başbakanlık müsteşarı olarak hem de daha evvel bakan ve bakan vekili olarak Milli Güvenlik Kuruluna (MGK) da ben girerdim. O zaman da Silahlı Kuvvetlerden, Genelkurmay Başkanlığından, Kara Kuvvetlerinden şikayet gelirdi, bunlar giriyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar falan diye. O zaman da başlamışlardı işe. Rahmetli Turgut Bey de sempatik bakıyordu. Köşkte de kabul etmişti kendisini, Turgut Bey’i severlerdi. Daha evvel Nurculuk meselesinden Süleyman Demirel sempatik bakıyordu. Ama Süleyman Bey bunların farkını karıştırıyordu. Sonradan zaten gene Fırıncı Hoca falan devam ettiler karşı olmaya. Yani bizim bildiğimiz klasik Nur Cemaati diyelim. Ama bunlar onların üzerine çıkarak kadrolaşmaya başladılar. Devlet içinde örgütlenmeyi çok iyi becerdiler. Bunların bildiğim kadarıyla bir akıl hocaları hatta birkaç akıl hocası vardı.
15 Temmuz’u yaşadıktan sonra geriye dönüp baktığımızda 90’lı yıllarda ve 2000’li yılların başında FETÖ ile ilgili sizde şüphe bırakan olay var mı? Yani şöyle de söyleyebiliriz: FETÖ başlangıcından bu yana mı FETÖ idi yoksa 2010’lardan sonra mı FETÖ oldu?
FETÖ 1980’den sonra o tip kadrolaşmaya başladı. Yani mesela metastaz yapmaya başladı devletin içinde. İlk polisin içinde kadrolaşmaya başladı. İdarede başladı, kaymakamlara girdi, sonra hakimlere ve en son da askerlere girdi. Esasen şunu da arz edeyim, 15 Temmuz sadece bir FETÖ darbesi değildir. Yani bu FETÖ’nün yapabileceği bir iş değildi, normal olarak, adam istismar edip adam kullanmayı çok iyi biliyordu. Mesela Kara Harp Okuluna yayılma, öğrencilere verdiği takiye yapma izni, metot olarak adeta istihbarat kuruluşları gibi kullandılar bunu ve gönderdikleri adama da öyle yaptılar. Öyle oldu ki takiyecilik devleti ele geçirmeye doğru gitti. Mesela ben 28 Şubat’ta şunu gördüm, hatırlarsanız o dönem baya önde koşturanlardandım. 28 Şubat’ta adam bir yandan bana mektup yazıp “Türk tarihine geçtiniz” diye bir sürü methiyeler düzüyor bir taraftan da Zaman gazetesine talimat veriyor “Hasan Celal Güzel’e ait bir tek haber çıkmayacak” diye. Böyle bir ikiyüzlülük vardı.
Nasıl bir psikoloji bu?
Çok enteresan yani kısaca psikopat ama zeki bir adam, birçok psikopat zaten zekidir bilirsiniz. Daha sonra devleti ele geçirme meselesine girdi. Sonra benim gördüğüm ve cemaatinin ileri gelen kimselerinin konuşmalarından anladığım kadarıyla adama normalin üstünde bir manevi mertebe izafe etmeye çalıştılar. Kendisinin de bazı röportajlarını eğer dikkatle okursanız bunu oradan hissedersiniz. Ama şunu da itiraf edeyim ki ben dahi Gülen örgütünün bu kadar devleti ele geçirme noktasına geldiklerini bilmiyordum.
Erdoğan’ın Potansiyeli Batı’yı Korkuttu
Peki FETÖ 15 Temmuz’da ne yaptı, neden yaptı?
FETÖ 15 Temmuz’da Yurtta Sulh örgütlenmesiyle beraber gerçek bir darbe teşebbüsünde bulundu, planlamasını da yaptı. Fakat arkasında başka güçler vardı. Böyle tesadüf olur mu, niye saat 9.30’da oluyor biliyor musunuz, çünkü 900 sene evvel Kudüs aynı saatte düşüyor. Bunu tertip ve telkin eden kimseler de Demokratlar’ın neocon kanadındaki John Kerry ile Pentagon’un neocon kanadı, tam bir Türk düşmanı olan İngiliz MI6’nın bağlı olduğu Dışişleri Bakanı ve Angela Merkel. Tabii Mossad da başrollerde. Bu her zamanki komplo teorileri değil sonradan ortaya çıkmaya başladı. Niye böyle yaptılar çünkü Sayın Cumhurbaşkanı’nın karizmatik bir lider olarak ortaya çıktığını ve İslam dünyasını peşinden sürükleyebilecek potansiyelde olduğunu gördüler.
Darbeyi Üç Unsur Yaptı
Darbeyle neyi amaçladı FETÖ?
FETÖ darbeyle Türkiye Cumhuriyeti devletini ele geçirmeyi, Humeyni Paris’ten nasıl geldiyse o da Pensilvanya’dan alkışlanarak Türkiye’ye gelmeyi amaçlıyordu. Silahlı Kuvvetleri de olacaktı artık çünkü. Diğerlerini de tasfiye edecekti. Ayrıca bütün okulları vasıtasıyla dünyanın intelijansiyasını yetiştirme iddiası vardı adamın, küçük bir iddia değildi bu. Türkiye’den bunu başlatmak istiyordu. Bu arada Güneydoğu üzerinde birtakım planları vardı ve ortaya çıkmaya başlamıştı. Yani açıkçası biz tam bir felaketin eşiğinden sıyrıldık. Cenab-ı Hak yardım etti, Sayın Cumhurbaşkanı’mızın cesareti ve celadeti de bize yaradı. Ya devlet başadır ya da kuzgun leşedir.
Neticede şu var bu sadece bir FETÖ darbesi değildir. Burada iç içe geçmiş üç unsur vardır: Bir tanesi 27 Mayıs’tan beri hep başımıza millet olarak kakılan jakoben Kemalistlerin tesiridir. Atatürk’ü demiyorum mesele eğer Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir tarihi şahsiyetse ona saygılı oluruz, birtakım hatalarını bilmemize rağmen. Ama adeta ona tapınma gayreti içinde olan Kemalistler vardı, bütün ideolojileri oydu. Atatürkçüler ile Kemalistleri ayırıyorum.
İkincisi gerçekten kendisinin beyinlerini yıkayarak ele geçirdiği takiyeci, FETÖ’cü askeri kadrolar. Üçüncüsü de NATO subayları. Türkiye’de Silahlı Kuvvetlerin içerisinde ne yazık ki bazılarının maaşa bağladığı birtakım FETÖ’cü subaylar, generaller falan vardı.
Maaşa bağladığı derken yani Türkiye Cumhuriyeti devletinden değil de başka bir yerden mi maaş alıyorlardı?
Tabii tabii o mahfillerden aldığı.
Peki kimler?
Bazılarını şahıs olarak biliyorum ama ne size faydası var ne bana şu anda.
Yani şahıs mı?
Şahıslar tabii. Yani bazı generaller açıkçası. Onlar vardı. Dolayısıyla bu üç unsur bir araya geldi, iyi bir organizatör. de vardı başlarında. Dolayısıyla darbeye giriştiler. Amaçları devleti ele geçirmekti ve özellikle de Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı yapıyorlardı. Amaçları onu ve ailesini katletmeye yönelikti ve dışarıda da buna Gezi’den itibaren hazırlamışlardı. Yani Türkiye’de bir diktatör var, gazetecileri, entelektüelleri ve aydınları içeri atıyor gibi şeyler söylüyorlardı. Ve ne yazık ki birtakım kişiler kimliği, adları lazım değil bunlardan çekindiler ve kendilerini tarafsız, devlet adamı, iyi gösterme pahasına müdahale etmediler, edemediler. Halbuki Tayyip Bey’in, diğer adıyla Reis’in en çok sevdiğim tarafı hiç politik hesaplar yapmadan işin içine girmesidir. Bu önemlidir. Aksi takdirde 15 Temmuz direnişi olmayabilirdi. Meydan çağrısı ve ona verilen milli cevap da bunu gösteriyor.
Fakat niye erken davrandılar. Tam ele geçiriyorlardı derseniz orada Allah bize yardım etti ve bu dershaneler meselesi çıktı. Esasen ilk defa dershaneleri kapatmaya çalışan Milli Eğitim Bakanı bendim. Yaklaşık otuz sene evvel. Bunun birçok sebebi vardır. Şimdi teknik sebeplere girmeyelim. Ama hükümetin dershaneleri kapatmak istemesinin nedeni benim de haklı bulduğum teknik gerekçelerin yanında bu cemaati besleyen damarların dershane ve okullar olduğu gerçeğiydi. Bu şekilde işi götürüyorlardı. O yüzden kapatmak istediler. Kapatmak isteyince bunlar hemen karşı taarruza geçtiler. İşte 17-25 Aralık darbe süreci... Artık bu öğrenilmeye, bilinmeye başladı, bilinmesi de lazım zaten. O arada FETÖ üyeleri bana geldiler. Çok ilgi çekici, ilk defa söylüyorum. Bana geldiler dediler ki, “Sizi Sayın Başbakan sever, siz şöyle aslan, böyle kaplansınız...
FETÖ Arabulucu Olmamı İstedi
Kim geldi size?
Türkiye Yazarlar ve Gazeteciler Birliği Vakfı FETÖ’nün önemli yapılarından biriydi. Başkanı Mustafa Yeşil geldi. Birkaç defa geldiler çünkü çok daralmışlardı, zordaydılar. Benim araya girmemi, barıştırmamı istediler. Onun üzerine ben de dedim ki: Ben araya girerim, ben o zaman daha işin bu kadar feci olduğunu bilmiyorum. Ama bir şartla. “Nedir?” dediler. Fetullah Gülen Türkiye’ye gelecek, daha evvel olduğu gibi -Üsküdar’da tekkeye benzeyen bir yeri vardı- orada olacak, eğer mesele dinse, irşatsa, faaliyetlerine orada devam edecek. “Ama hapse atarlar” dediler. Atmazlar dedim ben, çünkü daha çok kahraman yapmış olurlar, niye atsınlar, yanlış olur, böyle bir şey yapmazlar. Üstelik Türkiye’deki dini cemaatler çerçevesinde de bu sefer haklılık kazandırırlar dedim. İşte gelemez falan filan... kem küm…
Bakın o zaman ben araya girmem dedim. Size de bir nasihatim var. Devletle uğraşılmaz, devlet her zaman en güçlü organdır, uğraşılmaz. Sivil toplum da önemlidir ama devlet daha önemlidir. Ben devletçi falan değilim ama devlet önemlidir dedim. Bir de şunu da biliyorum, bir ülkede devleti temelden sarsmadan devam ettiremezseniz, o ülke paramparça olur. Onun üzerine “Gidip arz edelim” falan dediler sonra bir daha da gelmediler. Ben de girmedim araya. Gidip de o zamanki Sayın Başbakan’ımıza ne diyecektim yani.
Millet Menderes’in İpe Gönderilişini Sindiremedi, 15 Temmuz Bu Yüzden Bir Cevaptır
Diğer darbelerle kıyaslarsak 15 Temmuz’da 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat'ta olmayan ne oldu da darbe püskürtülebildi?
Babam Demokrat Parti’nin kurucularındandı. Menderes hayranlığı vardı bende. Malatya’ya geldiğinde beni kucağına almış sevmişti, onu hatırlıyorum. 27 Mayıs’tan itibaren ben bu darbe meselesiyle meşgul oldum. 22 Şubat, 21 Mayıs, (Talat Aydemir'in kalkışmaları) 12 Mart… 12 Mart’ta da Devlet Planlama Teşkilatındaydım. 12 Eylül’de de devletin önemli bir yerinde bu işe girdim ve mücadele ettim. Daha sonra zaten beni görevden aldılar. 28 Şubat’ta da yeni bir partinin, Yeniden Doğuş Partisi’nin genel başkanıydım. Allah bana bunun için parti kurdurdu dedim. 28 Şubat’a olduğu gibi daldım ben. Bayağı bir mücadele ettim 28 Şubatçılarla, bilirsiniz. Sonunda bir bahaneyle Çevik Bir’in emriyle beni hapishaneye gönderdiler. Başörtülü kızlar meselesiyle meşgul oluyordum. Bunu engellemek için yaptılar.
Ben o sırada herkese tankın üzerine çıkacaksınız derdim. Sık sık söylerdim bunu. “Niye Londra’da, Paris’te, Washington’da tanklar gezemiyor çünkü halk evvela bir şaşırır sonra tankı alır en yakın bir yere atar hep beraber. Niye bizde geziyor? Çünkü biz Sincan’da 4 Şubat 1997’de olduğu gibi alıyoruz ekmekleri, pirinçleri, yağları falan eve kapanıyoruz, korkuyoruz. Onun için mutlaka bizim de direnmemiz lazım, tankların üzerine çıkmamız lazım. Ben Silahlı Kuvvetler karşıtı bir insan değilim aksine vatansever bir insanım ama bunu yapmamız lazım” derdim. Bana herkes derdi ki, “Hasan Celal Güzel sen modern Nasrettin Hoca’sın, Akşehir Gölü’ne maya çalmaya çalışıyorsun.” Ben çaldım, sadece ben değil benim gibi düşünen binlerce kişi, -sadece tek bir kişiyle olur mu bu- çaldılar ve sonradan Akşehir Gölü maya tuttu efendim, yoğurt oldu.
Bu millet rahmetli Menderes’i çok sevdi ve onun ipe gönderilişi karşısındaki acziyetini hiçbir zaman sindiremedi. Kendisini adeta bir vicdan azabı olarak sakladı. Başta benim rahmetli babam. Ama bir türlü bunun intikamını da alamadı, korktu. Çünkü bizim kültürümüz devlete itaat kültürüdür. “Ululemr” meselesini bilirsiniz. Bizde hiçbir zaman bir Magna Carta meydana gelmemiştir. Ama onlara çok fazla sevgiyle de bakmıyorum ben çünkü bizde o kavga yoktur. Neticede biz bunun için hep istismar edildik. Bu defa hepsi dolmuş demek ki. Bakarsanız adamlara bütün millet diyoruz. Hakikaten ben de bunu her gittiğim konferansta kullandım. 15 Temmuz’da aslında milliyetçi muhafazakar bir kitle başroldeydi. Diğerleri de istisnai olarak bekledi. Başta Sayın Kılıçdaroğlu olmak üzere bazıları bakalım ne olacak havasına girdiler.
15 Temmuz’da Millet Liderini Buldu
15 Temmuz gecesi toplum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısından sonra meydanları doldurdu. Müthiş bir direniş gösterdi. Burada Sayın Erdoğan’ın o geceki liderliğini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Millet öyle ki liderini bulunca şaha kalkan bir at gibidir. Biz liderimizi bulamadık uzun müddet. Bir defa 1950’ye kadar çok koyu bir faşizm hakimdi. 1950’den sonra liberal, tonton, manevi tarafı da olan, halkın sevdiği Adnan Menderes geldi. Ama Menderes zannetti ki, Celal Bayar’a da bir bakıma güvenerek, bu şekilde devam edecek, Türkiye’ye demokrasi gelmiş zannetti. Ve darbeyle görevden indirildi.
Sonra öyle bir başbakan bulduk ki millet iradesiyle gelmiş ama millet iradesini hiçbir zaman temsil edememiş. Şapkasını almış gitmiş. Bu da Süleyman Demirel’di. Hep böyle yaptı. 12 Mart’ta gidip yalvardık, sakın böyle yapmayın diye. Ondan sonra yine 12 Eylül’de de o vardı.
28 Şubat’ta da rahmetli Erbakan hoca vardı, tonton öyle ki size bomba gibi bir haberim var. Neymiş Genelkurmay Başkanı bağlı olduğu Başbakanı ziyarete gidecekmiş. Rahmetli demek istiyor ki bak ben askerle de iyi geçiniyorum. Halbuki o asker dediği kitle gelir gelmez karısının başı örtülü, kendisi abdestli namazlı diye olmadık münasebetsizlikler yapmıştı ve gözünü de ona dikmişti. Şimdi bu durumda ben kaç defa kendisine gittim, dedim ki, “Efendim şöyle şöyle hadiseler oldu, duyumlarım var, konuşmalar var, size de arz etmeye geldim. Bunlar darbeye hazırlanıyorlar. Bu sefer geniş kapsamlı ve tamamen dindar kesimin aleyhinde, halkın aleyhinde bir darbe olacak.” Bunu 1996’nın sonbaharında söyledim. “Aa hiçbir şey olmaz Hasan Celal Bey” dedi o edepli tavrıyla. Hüsnüzan içerisinde olan bir insandı, olaylara böyle bakardı.
Süleyman Çavuş, Mesut Onbaşı
Sonra Demirel’e gittim ben. O zaman cumhurbaşkanıydı. Bu defa “Melon şapkayı değil cumhurbaşkanlığı şapkasını alıp gideceksiniz” dedim. Kızdı, kıpkırmızı oldu, gitmedi, başına “darbeci şapkası”nı geçirdi. Süleyman çavuş oldu benim deyimimle. Sonra da Mesut onbaşıyla beraber devleti yönetmeye kalktılar.
Yani şunu perspektif olarak çizmeye çalıştım; millet geçmişte kendi liderini bulamadı. Arkasından koşacağı, gerçekten hakkını arayacağı demokratik bir lider bulamadı, ortam da bulamadı. Halbuki biz 2007’den itibaren bütün sivil toplum kuruluşları olarak milli irade etkinliklerine başladık, çeşitli merkezlerde darbe aleyhine faaliyetler yaptık. Hatta bize dediler ki bu darbe nereden çıktı, ama 2007 bir darbeydi. Orada zaten Sayın Cumhurbaşkanı’nın Başbakan olarak tavrı artık geleceğe ışık tutan bir tavırdı.
15 Temmuz’da Millet Rüşdünü İspat Etti
15 Temmuz’da millet liderini bulmuştu. Bu çok önemli bir hadisedir. Bir de şunu söyleyeyim size: Tamam şehitler verdik, tamam yaralılarımız var, gazilerimiz var ama millet rüşdünü ispat etti. Daha evvel etmemiş miydi? Birçok bakımdan etmişti. Açıkça söyleyeyim, imparatorluklar kurduk, devletler kurduk ama ilk defa 15 Temmuz’da biz rüşdümüzü ispat ettik. Hem de demokratik rüşdümüzü ispat ettik. Çok enteresan bazı adamlar, sonradan da FETÖ’cüler kalktılar aleyhte çalıştılar biliyorsunuz. Siz medyacı olarak çok iyi bilirsiniz, dışarıdan adeta bir proje dahilinde işlere girdiler. Hep dikkat ederseniz Recep Tayyip Erdoğan’ı kötülemeye çalıştılar. Bu da Türkiye’yi ve Türk milletini -Türk milleti derken çok geniş bir camiadan bahsediyorum- kötülemeye çalışmaktı. İslam ümmetini kötülemeye çalışmaktı.
Sayın Cumhurbaşkanı herhalde o sıradaki yakınlarıyla kısa bir istişareden sonra belki Sayın Başbakan ile de görüşmüştür. Çıktı meydan çağrısını yaptı ve üstelik tehlike geçmeden geldi bir de Yeşilköy’e indi, halkın arasına katıldı. Biliyor musunuz ondan sonra 15 Temmuz’da hadise bitmedi. 16 Temmuz’da filan da devam etti. Sonunda ancak bu hareket tasfiye edilebildi. Çok tehlikeli günler geçirdik. İşte TRT biliyorsunuz. Adamlar Gölbaşı’ndaki telsizlere ulaşamadılar. Ulaşsalardı bütün televizyonlara gireceklerdi. Polis Genelkurmay Karargahını basıyor düşünebiliyor musunuz, böyle bir şey. Polis zavallı süklüm püklüm eline silah alıp götürülen bir kişiydi eskiden. Ayrıca o selalar, o ezanlar, bunlar müthişti.
15 Temmuz’dan sonra devletin yeniden yapılandırılmasında birtakım adımlar atıldı. Bürokraside belirli değişiklikler oldu. En önemli adım olan Cumhurbaşkanlığı sistemi için 16 Nisan’da referandum yapıldı ve millet sistem değişikliğine onay verdi. Sizce devletin yeniden yapılandırılmasında Türkiye’deki darbeler geleneğinin kesintiye uğratılması veya FETÖ ve benzeri yapıların önünün kesilebilmesi için ne tür önlemler alınmalı?
Bir defa 15 Temmuz’dan sonraki süreç gerçekten faydalı olmuştur. Ama yeterli değil. Bu önümüzdeki aylar fevkalade önemlidir. Burada devlet yeniden yapılandırılırken sizin söylediğiniz temel ilkelerden birisi milletin iradesini hakim kılmaya çalışmaktır. İkincisi bir Kemalist, darbeci, jakoben, FETÖ’cü, cemaatçi, cemiyetçi, mason gibi güçlerin devleti ele geçirmesine mani olmaya çalışılmalıdır. Tabii işin temelinde insan var. Her şeyde olduğu gibi. Ama teşkilatlanma, organizasyon, haberleşme sistemi son derece önemlidir. Mesela bazı hatalar yapıldı. Çok tipik bir örnek vereyim size. TRT’de çok ikaz etmeme rağmen FETÖ’cüler, FETÖ’cü olmayanları ihbar ederek attırdılar. Düşünebiliyor musunuz?
Birçok yerde bu oldu. Mesela Gazi Üniversitesi’nde buna benzer bir şey yaşandı. Adı lazım değil bir üniversitemizin rektörünü atayacaklar, eski rektör FETÖ’cü diye onu aldılar, yerine onun yardımcısı olan FETÖ’cü rektörü getirdiler. Buyurunuz. O teşkilatlanma da öyle karmakarışık hale geldi. Bunlar yanlıştır. İstihbaratı iyi yapmak lazımdır. MİT bazı istihbarat kriterleri kullanıyor. Onun ötesinde de incelemeler yapmak lazımdır. Aksi takdirde bu işin vebali var. Bunu çok iyi organize etmek gerekir.
İkincisi Sayın Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanlığı makamı devletin odak noktası haline geldi. Çok büyük bir dönüşüm bu, daha evvel Başbakanlık böyleydi. Cumhurbaşkanlık protokol mevkiiydi malum olduğu üzere. Şimdi oradaki teşkilatlanmaya dikkat etmek lazım. Bir genelkurmay eski teşkilatlanması gibi bütün devletin oradaki aksini görmek yanlıştır. 12 Eylül’den sonra bunu yapacaklardı az daha devlette. Ben kalktım yirmi sayfalık rapora kırk sayfalık reddiye hazırladım. Onu sundum ve vazgeçirdim. Yani bütün bakanlıkların bir kısmını Başbakanlığa getireceklerdi. Bu yanlıştır. Aynı şekilde Başkanlıkta da bunu böyle yapamazsınız. Bir denetim sistemi, bir koordinasyon, bir izleme ne derseniz deyin bir müşahede sistemi kurmanız lazım.
Sayın Cumhurbaşkanı son derece iyi niyetle ve vefalı haliyle birçok müşavir getirdi. İçlerinde son derece değerli olanlar var. Ama genel olarak gözden geçirdiğinizde -tabii ki somut konuşmam hiçbir şekilde mümkün değil, hepsi dostlarım- bu kadronun bundan sonraki devlet teşkilatlanmasını yapabilecek kapasitede olduğunu düşünmüyorum. Yani birtakım insanların sadece yurt dışında kalmaları, Amerika’da master yapmaları, İngilizce öğrenmeleri meseleyi halletmiyor. Türkiye Cumhuriyeti devletini tanımak lazım. Bu devlet -kim ne derse desin, nasıl inkar ederse etsin- Osmanlı’nın mirasıdır. Biz 1923’te uzaydan ışınlanmadık ki Türkiye’ye. Polis teşkilatının bilmem kaçıncı yüzyılını kutlarız, Cumhuriyet’imiz henüz yüzüncü yılına girmemiştir. Tuhaf bir durum var. Onun için Osmanlı’yı bilen -ki Osmanlı devlet teşkilatı Amerikan sisteminin esasını teşkil eder- idare sistemini tanıyan, yapılan reformlara aşina, sistem nerede aksamış, nerede aksamamış ayırt edebilen elemanlara ihtiyacımız bulunmaktadır. Bizim devletimizde baya ciddi bir kadromuz var. Onlardan mutlaka faydalanmak lazımdır.
Darbecilik CHP’nin Damarlarında Var
CHP’nin tavrını nasıl buluyorsunuz? Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu 15 Temmuz darbe girişiminden bahsetmeden 20 Temmuz’da bir darbe olduğunu söylüyor sürekli. Ayrıca FETÖ elebaşı Gülen’in söylemiyle benzer şekilde bir de 15 Temmuz’dan “kontrollü darbe” şeklinde bahsediyor. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rahmetli Erbakan için “makinayı anlat” deyince dermiş ki “demir filizlerinden başlar”, aynı şekilde görmeyin lütfen ama şunu söylemek lazım, ben CHP’yi bir siyaset bilimci olarak analiz ettim, yaşadım da. CHP jakoben, tepeden inmeci, asla demokrasiyi benimsememiş, hep kafasında tek parti diktatöryası ve İnönü faşizminin kalıntıları olan bir partidir. “Biz öyle değiliz” falan demişlerdir. Rahmetli Ecevit de gerçekten onu inkar etmeye çalışmıştır. Sayın Kılıçdaroğlu da zaman zaman laiklik meselesinde değişik düşündüğünü söylemiştir. Ama bunların adeta -kusura bakmayın ama avami kabul ederseniz- kanlarında, damarlarında bu faşizm akıyor. Bunu değiştirmek mümkün değildir. CHP’nin ismini değiştirmek gerek o zaman ve bu misyonunu inkar etmesi lazım. “Bizim geçmişte böyle bir misyonumuz oldu, devleti kuruyorduk, Cumhuriyet’i kuruyorduk filan. Ama şimdi öyle değiliz”i iyi belirtmeleri lazım. Bunu ifade edemediler ve 27 Mayıs altını çizerek söylüyorum bir CHP darbesidir. Kesin. ABD’nin tesiri olmuştur, ordudaki birtakım adamlar olmuştur vs. ama bir CHP darbesidir. Yani bir Kemalist darbedir açıkçası. 12 Mart da öyledir.
Kılıçdaroğlu'nun Söylemi İthal
Nitekim sonradan Atilla Karaosmanoğlu ve şürekasını 11’ler hükümetini ilk defa sosyalist bir zihniyetle CHP getirmiş ve kadrolaşmıştır. Esasen hem Demokrat Parti hem de Adalet Partisi döneminde militarist bürokrasi hakim olmuştur. Bunu bilmek lazım. Asla demokratik değil. Daha sonra “12 Eylül’de biz çok mağdur olduk” derler. CHP’liler mağdur falan olmamıştır, hep belli yerlere gelmiştir. Hatta ben kaç defa istifa etmeye çalıştım, rahmetli Özal mani oldu. “Bizimkilerin lideri sen kaldın. Sakın ayrılma, güçsüz kalırlar” dedi. Bu şekilde beş ay kaldım.
Şimdi 28 Şubat’a geliyoruz. Deniz Baykal ile Çevik Bir’in görüşmelerini biliyoruz. Deniz Baykal’ın 28 Şubat teşvikçiliği içinde olduğunu biliyoruz. 27 Nisan 2007 de tamamen CHP marifetidir, kalkmış övmüşlerdir onu, biliyorsunuz. Yani CHP’nin içinde olmadığı bir darbe hemen hemen yoktur.
Şimdi 15 Temmuz’u da mı CHP yaptı sorusunun cevabı; “Evet CHP yaptı” değildir bu sefer. Ama CHP’nin darbe esnasında ne yaptığı belli değildir. Hala da ne yaptığı belli değildir. Sayın Kılıçdaroğlu kaçtı mı, geldi mi, CHP Bakırköy ilçe başkanının evinde mi kaldı, ortaya çıktı mı, çıkmadı mı, bunlar belli değil.
Yenikapı mitingine de gelmek istemedi biliyorsunuz Sayın Kılıçdaroğlu. Sonradan araya adamlar konuldu, geldi. Baktı ki gelmemesi kendisinin daha fazla aleyhine olacak. AK Parti’nin lehine olacak diye gelmiyordu. Halbuki gelmesi Türkiye’nin lehine oldu. Ama ondan sonra dışarıya öyle bir hava geldi ki FETÖ’cülerin hakimiyetinde Almanya’da, kısmen İngiltere’de, Fransa’da ve kısmen ABD’de; “Aslında darbe yoktur, Cumhurbaşkanı kendi diktasını sağlamlaştırmak için böyle uydurma bir darbe yapmıştır” gibi bir taktik geldi. O CHP’nin kendi imalatı değil.
Kimin peki?
Tamamen dışarıdan gelmiş bir imalat.
FETÖ’den mi gelmiştir?
FETÖ değil sadece. FETÖ bir alettir, onu unutmayın. Biraz evvel de söyledim. FETÖ’nün öyle gücü yoktur. FETÖ bir maşadır, CIA’in kucağına oturmuştur. FETÖ Vatikan’ın kucağına oturmuştur. Hem Mehdilik taslayacaksınız hem de asırlar boyu Türk-İslam medeniyetine karşı olduğunu çok iyi bildiğimiz Vatikan’ın gidip kucağına oturacaksınız. Bu ne biçim çelişkidir. Bu adam ahireti hiç düşünmez mi?
Neticede şunu söylüyorum, bu 20 Temmuz lafı da tam bir kurgudur, uydurmadır. Her şey ortadadır. Hatta bunlar başka kurgular yaptılar; bu bitmedi “İki ay sonra esas darbe geliyor”, “Nisan’da darbe geliyor” falan (gibi söylemlerle) devamlı darbe işini ayakta tutmaya çalıştılar. Sistemin oturmasını istemediler. Bu arada tabii Türkiye de kendini koruma içine girdi.
CHP lideri adına “adalet yürüyüşü” dediği bir süreç başlattı ve Ankara’dan İstanbul’a yürüyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bu tutum CHP’nin aslında eski CHP olduğunu göstermektedir. Hiçbir şey değişmemiştir. Yürüme meselesine gelince ben Demirel gibi “Yollar yürümekle aşınmaz” diyorum. Eskiden Turgut Özal’a karşı yürüdüler. “Ankara’nın Şişmanı, İşçilerin Düşmanı” şeklinde pankartlar taşıyordular. Zonguldak’tan Ankara’ya yürüdüler. O zaman Turgut Bey hiç reaksiyon göstermedi, güldü geçti. Bunlara gülüp geçmek lazım. Çünkü içinde bulundukları durum komik bir durumdur açıkçası. Trajikomik bir durumdur diyelim. Köklü olduğunu iddia eden bir parti sonunda sokaktan medet umar hale geliyor.
Ama Sayın Cumhurbaşkanı’nın şu ikazını da son derece yerinde buluyorum: “Anayolu kapamamak üzere yürüyün. Ama onun ötesine geçerseniz suç işlersiniz. Biz de suç işletmeyiz.” Bunu da çok iyi biliyorlar. Bunu başka biri mesela yumuşak tavırlı biri söyleseydi farklı olabilirdi. Solcular çok hayalperest romantiktir. Thomas More’un ütopya adasındaki halleri aynen devam ediyor. Şunu umuyorlar: Kartopu gibi büyüyerek gelecekler, İstanbul’a kalabalık bir grupla girecekler ve İstanbul’u yeniden fethedecekler. Böyle düşünüyorlar. Gerçeklikten bu kadar kopuklar.
Ama suç işlemedikleri takdirde yürümelerine müsaade etmek lazımdır. Zaten ediliyor. Yani anlayacağınız kırk yıllık kani, olmuyor yani.
Kılıçdaroğlu bunu oldurmaya mı çalışıyor?
Bu kompleksi iyi anlayın, 1950’den beri bu adamlar kendi oylarıyla hiç başa gelemediler. Ecevit bile sonunda Güneş Motel hükümeti kurdu. Bunu iyi görmek lazım. Bir siyasi parti olacaksınız, güya demokrat olacaksınız, demokrasiye inanacaksınız ama altmış-yetmiş senede hiç başa gelemeyeceksiniz. Bu kolay bir iş değil.
Büyük Olduğumuzu Anlamamız ve Ona Göre Davranmamız Lazım
FETÖ ile hem içeride hem dışarıda ciddi bir mücadelede yürütülüyor. Gözaltılar, tutuklamalar var. Bununla ilgili birtakım eleştiriler de söz konusu toplumun belli kesimlerinde. FETÖ ile devletin ülke içinde ve dışında daha etkin mücadele edebilmesi için bundan sonra nasıl bir yol izlemesi lazım?
FETÖ şöyle veya böyle bütün dünyaya ulaştı. Okullar kurdu, son derece ilgi çekici bir organizasyon metodu var. Gidiyor diyor ki: “Ey Denizli sen şu ülkeyi alacaksın, Malatya sen şu ülkeyi” diyor. Bu aslında organizasyon anlamında başarılı bir modeldir. Bir yandan Atatürk resmi, bayrak diğer yandan CIA ajanı İngilizce öğretmenleri hepsi bir arada. Hiç ABD bu kadar okul kurdurur mu kendisinin işine gelmese. Meğerse ne hüsnüzanda bulunmuşuz.
Az bir süre Milli Eğitim Bakanlığı yaptım. Ama yalnızca iki tane okul kurabildim dışarıda devletin bütün imkanlarıyla beraber. Kolay bir iş değildir bu. Mesela rahmetli Turan Hoca vardı. O da milliyetçi Türkçü bir hocaydı. O kadar uğraşısına rağmen birkaç tane Azerbaycan’da falan okul kurabildi. Şimdi bu adam bu kadar okul kurabiliyor. Bunu incelemek lazım baştan sona. Bu adam bir de kalktı gelişmekte olmalarından faydalanarak o ülkelerin bütün aydınlarını yetiştirmeye soyundu ve FETÖ okullarında okuyan öğrenciler bakan vs. oldular.
Bizim yapmamız gereken nedir? Biz Maarif Vakfı’nı kurduk. Başında da çok değerli bir profesör dostum var, çok da çalışıyor. Ama şu andaki kapasiteleri tahsis edilen finansman dolayısıyla yeterli değil. Şimdi eğer bir örgütle mücadele etmek istiyorsanız sizin onu geçmeniz lazım. Devlet olarak biz iki yüz tane okulu yurt dışında eğer teşkilatlandıramazsak, kuramazsak, buna yeterli finansmanı ayıramazsak, gerekli öğretim kadrosunu yetiştiremezsek hiçbir zaman onları geçemeyiz.
Polisiye, hukuk ve adaletle ilgili tedbirler alınacaktır. Alınması da gerekir. Mümkün olduğu kadar gittikçe rafine ederek, böyle yanlış iş yapanları bariz şekilde ortaya çıkararak mücadeleye devam etmek gerekir.
Ama bizim bu örgütle gerçek bir mücadele için bilhassa eğitimde onları solda sıfır bırakacak bir teşkilatlanmaya, örgütlenmeye gitmemiz lazım. Mesela Yunus Emre Enstitüleri çok iyi oldu. Ben 1971’de teşkilatlanmada iken kurduğumuz Türk kültür merkezleri vardı. Onlara daha iyi şekilde dönüldü. Aynı şekilde TİKA güzel çalışıyor. Son tahlilde bizim büyük olduğumuzu anlamamız ve ona göre davranmamız lazımdır. Çünkü geçmişten aldığımız miras çok büyük.
Yunus Emre Enstitüsü olsun, TİKA veya Maarif Vakfı olsun tüm bunlar Erdoğan döneminde yeni Türkiye’nin göstergeleri olarak ortaya çıktılar. Eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında... Eski Türkiye-yeni Türkiye kıyaslaması yaparsanız bu ikilem en görünür şekilde ne zaman çıktı ortaya?
15 Temmuz’da en çarpıcı şekilde ortaya çıktı bu. Eski Türkiye’de toplum ne yazık ki güçsüz, millet iradesi var ama seçimlerin dışında bu iradeyi kullanmaya cesaret edemiyor. Ezik ve sinik bir topluluk var. İşte bu toplum tamamen yerini bambaşka demokratik, atılımcı, sivil toplumun ileri geçtiği, kendi insanlarını hem seçen hem de savunan ve kendi oylarına, iradelerine sahip çıkan demokratik bir Türkiye’ye dönüştü.
Sizin bir konuşmanızda “Yeni Türkiye’nin kuruluşu Özal’la başladı” diye bir ifadeniz var. Fakat asıl atılım Sayın Erdoğan döneminde gerçekleşti diyorsunuz. Tam olarak ne demek istiyorsunuz, bunu biraz açar mısınız?
Ben rahmetli Özal’ı çok severdim. Annesi ilkokul öğretmenimdi. Böyle bir yakınlığım vardı. Hep de bana yetki devretmiştir. Altı imzalı üstü boş kararnameler, kağıtlar vermiştir. Gerçekten yeni Türkiye ifadesini o zaman da kullandık. Sayın Cumhurbaşkanı çok sevdi yeni Türkiye’yi. Yeni Türkiye bizim 23 yıldır yayınladığımız derginin de adıdır aynı zamanda. O bakımdan benim de çok iftihar ettiğim bir şeydir. Özal çağ atladı denilmesine çok sevinirdi. “Özal’la Türkiye çağ atladı.” Ona bayılırdı. Gerçekten de çok güzel reformlar yaptı, tabii ekonomik reformlar, onlar sosyal reformlara dönüşmeye başladı. İlk defa bilişim sistemini Türkiye’ye kurmaya başladı. İlk defa ulaştırma haberleşme meselesine girildi. Birçok önemli işler yaptı, tamam ama Özal ikinci yeni derdi hep. İkinci yeni dediği de daha yapacağı programlar vardı. Ben, “Gitmeyin efendim onları yapalım” dedim. Fakat biraz da eşinin bu konudaki teşviklerinden mi diyelim (gülerek teşvikleri fazla hafif oldu), dayanamayarak gitti.
Cumhurbaşkanı oldu yani...
Cumhurbaşkanı oldu. Ben dedim ki: “Yapmayın Allah aşkına bizi bırakmayın, parti diye bir şey kalmaz.” Özal sonrası ben de aday oldum ama sonradan Sayın Semra Özal’ın da desteğiyle Mesut Yılmaz genel başkan oldu partiye. Şimdi burada Turgut Bey, esas bahsetmek istediğim, 89’un sonunda Kasım’da cumhurbaşkanı seçildi. Yedi yıl görevi var. 93’ün başlarında, vefatından kısa bir süre önce bana telefon etti. Ben de bir parça doğrusu hani derler ya limoniydim kendisiyle. Çünkü haksızlık yaptığını düşünüyordum. Tabii hemen cevap verdim. “Hasan bana kızgınsın biliyorum ama seninle oturup bir muhasebe yapmamız azım sabaha kadar, çok birikti” dedi. “İki senedir görüşmüyoruz” dedi. “Başüstüne efendim” dedim. Dedi ki: “Ben seni şunun için arıyorum, ben cumhurbaşkanlığından istifa ediyorum.” “Ciddi misiniz?” dedim. “Tabii ciddiyim” dedi. Epeyce laf ettikten sonra, “Bu adam partiyi sıfırlıyor. Mehmet Keçeciler de peşine takıldı gidiyor, şimdi bu böyle olmaz” dedi.
Yani size telefonda, “Ben cumhurbaşkanlığından istifa edip partinin başına döneceğim” mi dedi?
Hayır, öyle demedi. Cumhurbaşkanlığından istifa edeceğim çünkü partinin başına dönme işinde Mehmet Keçeciler başarısız olmuştu. “Yeni bir parti kuracağım. Sen de gelip benim sağ kolum olur musun?” dedi. “Teşkilatı filan sana kurduracağım. Solumda da Muhsin Yazıcıoğlu olsun istiyorum, ona da telefon edeceğim” dedi.
Cumhurbaşkanlığından neden istifa etmek istesin ki?
Bunları ölümünden -bana göre katlinden, şehitliğinden- birkaç ay evvel söyledi bana. Onun üzerine, “Efendim ciddi misiniz bunda? Niye böyle yapıyorsunuz daha dört seneniz var?” dedim. “Yok, ciddiyim” dedi. “Bu Demirel beni hapsetti köşke, adım attırmıyor. Ben böyle oturamam, ben icraat adamıyım” dedi. “Ve kazanacağımı da zannediyorum, birkaç kişi yeter” dedi. Hatta “Tabutu taşıyacak dört inanmış adam yeterli olur” ifadesini kullandı bana. Bunun üstüne, “Peki, efendim, ben kendi parti çalışmamda teşkilatlandırmamı tamamlamak üzereyim, ne yapacağım şimdi, arkadaşlara ne diyeceğim” dedim. “Canım hepsini değerlendiririz” dedi. “Peki, efendim” dedim, hemen. Çok memnun oldu, “Tamam Hasancım” dedi, “Memnun oldum bu işin yarısı gitti” dedi. “Şimdi Muhsin’i arayacağım, onu da çok severim” dedi. Muhsin’i aramış sonra, rahmetliyi, şehit Muhsin’i. O da demiş ki ben arkadaşlarımı bırakıp gelemem, halbuki rahmetli biraz esnek düşünmedi. Mesela MHP meselesinde de ben ona gittim, gitsin Bahçeli’nin yanında olsun sonra kendisi gelir falan demiştim. Ondan sonra arkadaşlarına daha iyi imkan olurdu. Ardından biz baş başa kaldık. Dedi ki: “Ben Amerika’ya gidip geleceğim.” Amerika’ya gitti geldi, sonra açtı telefonu, “Ben bir Orta Asya gezisine çıkacağım, sonra geldiğimde bu işi hallederiz” dedi. Allah nasip etmedi.
Demek istediğim şu; Turgut Bey kendi ifadesiyle ikinci yeni programına hazırlanıyordu. Sonradan Yeni Parti diye rahmetli Yusuf Bozkurt Özal parti kurdu. Onu yapmaya çalıştı ama bizim bu tip partiler parasız yürümüyordu. O da olmadı, Muhsin’inki de olmadı, benimki de yürümedi. Neticede “ikinci yeni” şuydu; Sayın Erdoğan’ın, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yaptıklarını düşünüyordu kafasında. Adeta bir ruh beraberliği gibi hemen hemen aynı işleri yaptı. Ve Sayın Erdoğan onun yapamadığını tamamladı. Mesela ekonomide biz çok şeyler yaptık. Fakat yapamadığımız şeyler vardı.
Neticede mukayese ettiğimizde müktesebat bakımından, devlete ait müktesebat bakımından Turgut Bey öndedir kesinlikle. Çünkü bu hayat tarzı meselesidir. Turgut Bey’in hep devlette geçmiştir hayatı. Daha sonra bir ara özel sektörde. Bir ara IMF’de çalıştı. Tecrübesi vardı, yaşı fazlaydı geldiğinde. Bize “Benim gibi altmış yaşlarını beklemeyin oğlum siz daha erken girin” derdi. Erdoğan’a baktığımızdaysa karşımızda pırıl pırıl genç, çekirdekten yetişme bir siyaset adamı vardı. Devlet tecrübesi fazla yoktu ama belediye başkanlığı son derece önemli hale getirdi onu. Sonra da gerçekten şu andaki kesit olarak bakarsanız bence Özal’ı fersah fersah geçti. Reformlarda da geçti, cesaretli kararlar almada da geçti.
Tabii bunlar hep ortam meselesidir. Bana kaç defa rahmetli Özal başkanlık sistemine göre alternatif yeni anayasa hazırlattı. Bizzat hazırladım. Kaç defa Milli Savunmanın yetkilerini, Genelkurmay Başkanlığını Milli Savunma Bakanlığına bağlamayı istedi. Ama sonradan buna imkan bulamadık. Çünkü biz iki sene Kenan Evren’li dönemlerde adeta yarı militer bir dönem içindeydik. Halbuki Sayın Cumhurbaşkanı bu bakımdan daha avantajlıydı, bu avantajını da iyi kullandı. Bir de şuydu, rahmetli Turgut Bey’in de bir tonton amca karizması vardı ama Sayın Erdoğan’ın liderlik karizması ondan fersah fersah ötededir. Yani onu kabul etmek lazım. Aynı şekilde hitabet meselesinde rahmetli Özal da alışmaya başlamıştı fakat kelimelere hakimiyeti filan birçok bakımdan Sayın Erdoğan çok daha öndedir. Dolayısıyla birbirinden değişik ortamlarda yetişmiş, birbirinden değişik şekilde bilgi sahibi olmuş insanlardı. Fakat netice olarak Erdoğan’ın Özal’dan daha verimli ve başarılı olduğu muhakkaktır.