İktidar muhalefet ilişkisinde, iktidar yaptıklarının “doğru”luğunu anlatmak, kitleyi/kitlesini ikna etmek ve bir sonraki seçimde oyunu almak için uğraşır. Muhalefet ise yapılanın yanlış/eksik olduğunu ispat etmek, daha iyi alternatif üretmek ve “Ben iktidarda olsaydım”la başlayan cümlelerle kendi kitlesini konsolide etmeye çalışır. Üstüne üstlük oy alamadığı kesimi de kapsamak mecburiyetindedir. Aslında muhalefet yenik başladığı maçı çevirmek için iktidardan daha çok çalışmak zorundadır. Peki muhalefet çalışkanlık, ikna kabiliyeti, alternatif üretmek gibi zor yolu değil de kolay yolu seçerse ortaya ne çıkar? CHP, buna iyi bir örnek.
Kötü bir haber aldığımızda veya kötü bir şeyle karşılaştığımızda 5 evreden geçtiğimizi söyler uzmanlar. İnkar, öfke, pazarlık, depresyon ve nihayetinde kabullenme. Aslında yine uzmanlara göre bu süreç, yazıldığı şekilde sıralı da olmayabilir. Yani kötü ile karşılaşıldığında ilk sekme olarak öfkeyi benimseyip orada kalmak, geçememek de mümkün. Daha vahimi, süreçleri yeniden ve yeniden biteviye şekilde yaşamak olsa gerek.
İsmet Berkan Hürriyet gazetesinde 9 Haziran 2013’teki yazısında, CHP’nin 14 Mayıs 1950’deki seçimi kaybetmesini hala kabullenemediği yargısında bulunuyordu ki, bugünden baktığımızda pek de haksız sayılmaz.
Kendinden önceki 6 genel başkan gibi Kemal Kılıçdaroğlu da benzer acı sürecini yaşıyor. Ancak 22 Mayıs 2010’da tek aday olarak seçime giren ve geçerli tüm CHP delegesinin oyunu alarak genel başkan seçilen Kılıçdaroğlu’nun diğer genel başkanlardan farkı, belki de rakip parti travmasını atlatamamak, bir kısırdöngü içinde aynı süreci tekrar tekrar yaşamak sanki.
AK Parti karşısında girdiği 10 seçimde de yenilmeyi Kılıçdaroğlu açısından kötü bir travma olarak kabul ettiğimizde, Kılıçdaroğlu’nun “inkar” ve “öfke” sekmesini geçemediği, her seçim yenilgisinde, başa dönerek süreçleri daha şiddetli yaşadığını gözlemlemek mümkün. Bu sadece kendisi ile sınırlı kalsa, bir nebze de olsa ümitvar olmak mümkün olabilirdi ancak bulaşıcı bir hastalık gibi etrafına da sirayet etmesi durumu tehlikeli kılıyor.
“Gandi Kemal”den ABD’yi Müdahaleye Çağırma Sürecine
Bu noktaya nasıl gelindiğini anlamak için bandı (kaseti değil) biraz geriye sarmak elzem görünüyor.
Genel başkanlığının ilk döneminde “Gandi Kemal” sıfatının yapıştırılarak yumuşak güç algısının güçlendirildiği Kılıçdaroğlu’nun, siyasete ısınırken hatalarını gaf, hamlelerini de acemilikle değerlendirmek mümkündü. Ancak süreçte, gafların beyaz yalanlara, ardından katıksız yalanlara, düpedüz yalanlara, iftiraya, hakarete ve yarım kalmış küfürlere döndüğüne şahit olduk.
Siyasetin acemiliğinde yapılan hatalar da aynı gaf sürecinde olduğu gibi zaman içinde AB’yi, NATO’yu, ABD başkanını “demokrasi” kılıfında müdahaleye çağırmak gibi gayrı milli harekete dönüştü.
Oysa iktidar muhalefet ilişkisinde durum net ve bellidir. Muhalefetteyseniz yapılacak iş iktidara en iyi alternatifin ana muhalefet partisi yani siz olduğunuzu anlatmak, ikna etmektir. Bunun için çalışmak, seçmene alternatif üretmek tek yoldur, olmalıdır. Tıpkı İngiltere örneğinde olduğu gibi. Muhalefet partisi iktidardaymış gibi gölge bakanlıklar oluşturur, muhalefetteki milletvekili gölge bakan atanır, esas bakanın her adımını, her hamlesini değerlendirir, varsa eksikliğini kamuoyuyla paylaşır, seçim olup eğer kazanırsa muhalefette gölge bakan olan, iktidarda da bakan koltuğuna oturur.
CHP’nin Vesayet Tercihi
Oysa 1950’ye kadar tek parti ile ülkeyi yöneten, mecburen çok partili sisteme geçen ve ilk seçiminde kaybeden CHP, yeniden iktidar olmak için İngiltere örneğinde olduğu gibi çalışmak yerine, vesayet odaklarına yaslanarak, iktidarda olmasa bile iktidarı hizaya çekecek bu odaklarla iş birliği yaparak kolay yolu seçti.
Her darbenin ardına saklandı, her muhtıranın yol göstericisi oldu. Çünkü işin kolayının tadını almıştı. Bir daha da bu yoldan vazgeçmedi.
Haksızlık etmeyelim, vazgeçmedi derken denemedi değil, denedi. Altan Öymen’in genel başkanlığında “halktan uzak değiliz” demek için iftar çadırlarında halk kuyruğuna girdi, halktan biri gibi görünmeyi denedi, Deniz Baykal döneminde “dinden uzak değiliz” demek için çarşaflı hanımlara rozet takarak dine saygılı olmayı denedi.
Ama bu geçici hamleler, sureti haktan görünmeler içselleştirilmediği, palyatif tedbirler olarak uygulandığı için ne genel merkez katında ne de tabanda bir karşılık bulamadı, bulamazdı da. Çünkü genetik kodlamaya aykırı bir durumdu.
Kılıçdaroğlu Farkı: Milli Sınırlar Paramparça
Bu genetik kodlamayı kısa sürede kavrayan Kılıçdaroğlu önce “yumuşak güç” söylemiyle yerini pekiştirdi, parti içinde “gerekli” değişimi dönüşümü sağladı. Düşünün eski bir bürokratı bir çırpıda yiyebileceğini düşünen, “partinin tapusu bende” edasıyla hareket eden Önder Sav bile taca atıldığını çok sonra fark etti.
Kılıçdaroğlu eskilerden farklıydı. Eski genel başkanlar, parti yöneticileri, görece “yerli-milli” çizgisinde hareket ediyorken, Kılıçdaroğlu bir süre sonra sınırları paramparça etti. Yukarıda anlattığımız gaf ve hata sürecinden büyük yalanlar, iftiralar, hakaretler ve gayrı milli bağlamda adlandırılacak hamlelere geçiş yaptı. Eskilerden farklı olduğunu ortaya koydu.
Her Yol Mübah mı?
Yalan marifetiyle algılarla oynamak, agresif ve sert bir dille rakibi sindirmeye çalışmak, manipülasyon ve spekülasyonla seçmeni kandırmak gibi çıtayı ulaşılması zor bir noktaya çeken Kılıçdaroğlu, inkar ve öfke süreçlerinde gidip gelirken CHP içinden aklı başında bir siyasetçi çıkmaması da manidar. Buna yeltenenlerin, AK Parti’yi yenmek, Erdoğan’ı devirmek için her yolun mübah olduğunu savunmayanların ulaşacağı nokta, Muharrem İnce gibi yol ayrımına getirilmek. Muharrem İnce, CHP’de genel merkez düzeyinde siyaset yapanlar için bir gözdağı aslında.
Onun için “ülkemiz kırmızı çizgimiz olmalı” diyemeyen Özgür Özeller, Engin Özkoçlar, Engin Altaylar, Faik Öztraklar bugün CHP’nin vitrininde tutuluyor. Aksi bir tutumun CHP’den dışlanmak olduğunun bilincindeler.
Ya CHP Seçmeni
Genel başkan ve genel merkez düzeyinde yalan-dolan siyaseti benimsenmiş, hamleler ajans vasıtasıyla buna göre dizayn edilirken, CHP seçmeninden farklı bir davranış bekliyor insan. Öyle ya “biat kültürü”ne sahip, “koyun” uysallığında “bidon kafalı” AK Parti seçmeni, partisi kendi belirlediği çizginin hafif bile olsa dışına çıktığında oyunu yüzde 49’lardan yüzde 40’lara düşürdüğü göz önüne alındığında aydın, laik, ilerici, sorgulayıcı, eleştirel, modern CHP seçmeninin CHP’yi sandığa gömmesini beklersiniz değil mi? Çok beklersiniz…
Çözüm: AK Parti Muhalefeti
Çözüm yine Erdoğan, yine AK Parti. Bu ülkede muhalefeti de AK Parti’nin yaptığı düşünüldüğünde, gayrı milli alanlara savrulan CHP’yi de CHP seçmenini de “yerli-milli” çizgiye yine AK Parti’nin getireceği, ispatlanması kolay bir iddia olur. Yeter ki CHP genel merkezi tarafından afyonlanan kitle, sıktığı yumruğu biraz gevşetsin. İşte o zaman “her şey çok güzel olacak”