Kriter > Siyaset |

Kürt Oyları Türkiye İçin Ne Söyler?


16 Nisan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi halk oylamasının ilgi çekici sonuçlarından bir tanesi de Kürt seçmenin ağırlıkta olduğu Güneydoğu Anadolu şehirlerinden beklentilerin üstünde “evet” oyu gelmesiydi.

Kürt Oyları Türkiye İçin Ne Söyler

16 Nisan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi halk oylamasının ilgi çekici sonuçlarından bir tanesi de Kürt seçmenin ağırlıkta olduğu Güneydoğu Anadolu şehirlerinden beklentilerin üstünde “evet” oyu gelmesiydi. Bölgede MHP’nin dikkate değer bir oy potansiyeli olmadığı bilinen bir durum. Hal böyle olunca referandumda çıkan “evet” oyları AK Parti’nin seçimlerdeki performansıyla mukayese edilebilir. Örneğin Ağrı, Muş, Van, Bitlis, Hakkari, Şırnak, Siirt, Batman, Mardin, Diyarbakır ve Tunceli gibi AK Parti’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde oy kaybı yaşadığı, 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan erken seçimde bir nebze artış olsa da eski oranları yakalayamadığı illerde, evet oyları yüzde 10’un üzerinde artış gösterdi.

Tabloyu daha ilgi çekici hale getiren durumsa çözüm süreci HDP-PKK cephesi tarafından bozulduktan sonra başlayan yeni terörle mücadele döneminde kayyum atanan HDP’li belediyelerin olduğu Batman, Hakkari, Diyarbakır, Şırnak, Mardin, Van ve Siirt gibi şehirlerde de bu artışın gözlemlenmesi. Bir diğer ifade ile seçmenin kendi oyları ile seçilen belediye başkanlarının teröre verdikleri destek nedeniyle görevden alınmasını -analiz veya temennilerin aksineolumsuz karşılamadığı ortaya çıktı. Sonuçlar 7 Haziran’dan başlayarak “Kürt oyları” hakkında yapılan ezberlerin bozulmasını ve efsanelerin yerle bir olmasını gerektiriyor.

“Kürt Oyları” Efsaneleri

Basitten karmaşığa doğru gidelim; yoğun olarak devam eden terörle mücadelenin Kürt seçmene olumsuz yansıdığı, devam eden operasyonları kendine karşı girişilmiş eylemler olarak algılayacağı ve bunun neticesinde AK Parti’ye olan desteğin ve tabii ki referandumda “evet” oylarının düşüş yaşayacağı dile getiriliyordu.

Bu iddianın arka planında kasıtlı/kasıtsız, bilerek/bilmeyerek bölge insanının seçme rüştüne bir güvensizlik yatmaktadır. Kürt seçmenin çözümden yana olanla olmayanı, haklıyla haksızı, yarar getirenle zararlıyı ayırt etme olgunluğuna sahip olmadığı, etnik aidiyetle hareket ederek “T.C.’nin politikaları”na karşı cibilli tarafı olan “Kürtlerin yani PKK’nın” yanında yer alacağı kabulü boşa çıkmıştır.

Kürt seçmenin referandum kararında etnik aidiyetin hiç rol oynamadığı ileri sürülemez. Ancak tek belirleyicisinin kimlik olduğu yeknesak hareket eden bir seçmen bloğundan da söz edilemeyeceği ortada. Referandum sonuçları seçmenlerin gündelik hayatlarına temas ederek, onların yaşamlarına somut ve pratik katkılar sağlayarak, devletten/hükümetten/ belediyelerden beklentilerini karşılayarak pekala gönüllerini ve oylarını kazanmanın mümkün olduğunu gösterdi. Özellikle görevden alınan HDP’li belediyelerin yerine atanan kayyumlar kısa süre içerisinde görev sahalarında gözle görülür iyileşmelere ve hizmetlere imza attılar. Genelde yeni nesil, genç, dinamik ve idealist mülki idare amirlerinden oluşan kayyumlar enerjilerini belediye hizmetlerine yoğunlaştırarak, bölge insanı ile nitelikli ve aracısız temaslar kurarak ve en önemlisi siyasi beklentileri olmadığı için popülariteye, halkla ilişkilere, imaja dönük olmayan sahici belediyecilik yaparak bölge insanına devletin bakış açısını yansıtmışlardır. Seçme rüştü ve karar verme yetisinde herhangi bir noksanlık olmayan seçmen de çözüm sürecinden terörle mücadeleye geçişin -ezberin söylediğinin aksine- bir paradigma değil politika değişimi olduğunu onaylamıştır.

Kürtler için Türkiye Siyaseti

Referandum sonuçlarına bakarak sorgulayabileceğimiz bir diğer peşin kabul de ülkede hakim olan milliyetçilik tonları ve formları hakkındadır. Terörle mücadele, Batı ile gerilimli ilişkiler, 15 Temmuz sonrası atmosfer, “yerli ve milli” kavramsallaştırması ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bağlamında AK Parti ile MHP iş birliğinin AK Parti siyasetini ve Türkiye’yi daha milliyetçi bir hale taşıdığı sık sık dile getiriliyor. Daha ileri analizler AK Parti’yi oluşturan muhafazakar-İslamcı fikriyat, sosyoloji ve siyasetin de gün geçtikçe ve devlete daha fazla nüfuz ettikçe devletleştiğini ve devletçileştiğini ileri sürüyor. Varılan sonuç ise “devletçi” ve “milliyetçi” siyasetin Kürtleri AK Parti’den ve Türkiye’den uzaklaştıracağı.

Mantık örgüsü kağıt üzerinde gayet tutarlı gözüküyor ancak milliyetçilik ve devletçilikten ne kastedildiği ve ne anlaşıldığına yakından bakmak gerekiyor. AK Parti bugün milliyetçiliğe kayış olarak -hatalı bir şekilde tanımlanan siyasetini Türkiye’deki cari milliyetçilik tonları ve formlarından ayrıştırmak konusunda hassas bir çaba içerisinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan birçoklarına milliyetçi ve devletçi gelen “Tek vatan, tek devlet, tek bayrak ve tek millet”ten oluşan Rabia formülünü ne zaman dillendirse titiz bir şekilde “tek”lerin içerisini dışlayıcı değil kapsayıcı bir şekilde doldurdu.

Farklı etnik kimlikler ve resmi dilin haricindeki dillere alan açan hudut taşları itina ile olması gerektiği yerlere yerleştirildi. Erdoğan’ın Rabia formülünü açıklarken kurduğu, “Bizim başka vatanımız, gidecek yerimiz yok. Bizim vatanımız Türkiye’dir” cümlesi örneğinde olduğu gibi tek vatanın dışlayan değil aksine içeren bir aidiyet olduğunun altı çizildi.

Erdoğan ve AK Parti’nin “itham edildiği” milliyetçiliği hakim milliyetçilikten ayıran bir diğer unsur ise hamasetten ziyade somut göstergeler üzerine inşa edilmiş olması. Şoven bir milliyetçilik yorumu değil kapsayıcı bir bütün olarak Türkiye’ye ve Türk milletine yapılan somut ve pozitif katkılar bu milliyetçiliğin yapı taşlarını oluşturdu. Sözgelimi Türk lirasının değer kazanması veya “vatan”ın her köşesine yapılan yatırımlar milliyetçiliğin göstergesi olarak ifade edildi. Bu kurgu rahatsız etmek ve dışlamak bir yana dursun, Kürt seçmeni özellikle ikna etmek ve içermek amacını taşıyordu. Diğer tüm toplumsal, etnik ve kültürel kesimler kadar Kürt seçmenin de gündelik hayatına temas eden gelişmeler üzerinden özellikle Kürt seçmen bir muhasebe yapmaya davet edildi. Bölgeye yatırım yapmaya çalışan hükümetin mi yoksa bu yatırımları engelleyen PKK’nın mı Kürtlerin iyiliğini istediği sorusu sorularak, Kürt seçmen siyasi kararını vermeye, somut ve pozitif bir ajanda üzerinden oluşturulan “tek vatan, tek devlet, tek bayrak ve tek millet”in içerisinde yer almaya davet edildi.

Tekrar Oyuna Giren Devlet

Efsanenin çöküp ezberin bozulduğu bir diğer alan ise gündelik gelişmelerin ve siyasetin daha derininde yer alıyor. Çözüm Süreci’nin PKK-HDP tarafından bitirilmesiyle başlayan yeni süreçte devletin bölgede tekrar hesaba dahil edilmesi gereken bir aktör olduğu gözüktü. Devlet 90’ların terörle mücadelesinde ceberut bir aktör olarak denklemin içerisindeydi. Devlet, hamleleri takip edilen ancak rakip hatta düşman olarak konumlandırılan bir aktördü.

Çözüm Süreci tecrübesinde devlet rakip ve/veya düşman pozisyonunu değiştirdi. Ancak bölgede başka bir şekilde var olma pratiğine sahip olmadığı için zaman içerisinde aktörlüğünü de yitirdi. Boşalan alan HDP-PKK tarafından dolduruldu ve HDP-PKK devletle ilişkilerin aracısı konumuna geldi. Çözüm Süreci’nin istenmeyen yan etkisi olarak ortaya çıkan bu tablo devleti Kürt vatandaşlar gözünde denkleme dahil edilmeyen bir aktör haline getirdi.

Ancak çözüm süreci sonrası terörle mücadelenin geldiği yeni noktada devlet tekrar aktör hatta yegane oyun kurucu haline geldi. Rakip/düşman pozisyonuna dönmeyen ve o olmadan herhangi bir neticeye ulaşılamayan bir aktör. Böylece Kürt seçmen için uzun süredir rafa kalkmış olan siyaset tekrar sahneye döndü. HDP-PKK’nın pozisyonundan başka bir pozisyonun getirileri ve götürüleri hesap edilir hale geldi. Siyasi katılım alternatifleri tekrar mümkün oldu. HDP-PKK cephesinden yapılan dur durak bilmeyen “hayır” çağrıları, referandumdan “evet” çıkarsa Kürtler için felaket olur tehditlerine rağmen Kürt seçmen PKK-HDP’den farklı alternatifi de değerlendirdi. Neticede “Kürtleri memnun etmek, siyasi süreçlere katmak, kopuşu önlemek için terörle mücadeleyi gevşetmek lazım” anlayışının geçerliliğini yitirmenin ötesinde -varsayılanın tam aksi yönde- sonuçlar doğurduğu ortaya çıktı. Tam da bu hedefleri gerçekleştirmek için terörle mücadelenin etkisi ve yoğunluğu artmalı, terörün boşalttığı alanda sivil siyaset varlık bulmalıdır.

Bölge Siyasetinden Türkiye Siyasetine

Referandum sonuçlarına bakarak AK Parti’nin büyük şehirlerde destek kaybına uğradığı, kentli endişeli muhafazakar bir kitlenin oluştuğu ve bu kitleyle AK Parti arasına mesafe girdiği, on beş yıllık iktidar neticesinde “metal yorgunluğuna duçar olmuş” AK Parti’nin umut kaynağı olmaktan uzaklaştığı yorumları yapılıyor. “Kürt seçmen” gibi özellikli bir alandan bahsedilmiyorsa referandumda “evet” oylarının beklenilenin altında çıkmasından hareketle AK Parti’nin seçmen desteğinin değiştiği yönünde sonuçlara varmanın sıhhati şüpheli. Ancak bu durumdan bağımsız olarak on beş yıldır iktidarda olan bir partinin karşı karşıya kalması muhtemel zorluklar da var. AK Parti’nin de bu ihtimali değerlendirdiği ve parti içerisinde bir muhasebe sürecini başlattığı bilinen bir durum.

Muhasebe sürecinde Kürt seçmenin referandum davranışı AK Parti için Türkiye genelinde yol gösterici olabilir. Bir diğer ifadeyle Kürt seçmenin referandum tercihlerinden yola çıkarak Türkiye siyasetine dair neticelere ulaşmak mümkün. “Evet” için Kürt seçmenin desteğini alırken harekete geçirdiği dinamikler, AK Parti’ye Türkiye siyaseti için de bir yol haritası sunabilir. İmaj yönetimini olması gerektiği yere ikinci plana alarak seçmenle birebir ve sahici ilişkiler kurmak, farklı toplum kesimlerinin somut beklentilerini karşılayarak gündelik hayatlarını iyileştirmek ve makro siyasi boyutta ise seçmenin heyecanını diri tutacak yeni ve kapsamlı bir siyasi ajanda oluşturmak AK Parti’ye Türkiye siyasetinde karşı karşıya kaldığı meydan okumaların üstesinden gelmek için iyi bir başlangıç noktası oluşturabilir.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası