Kriter > Siyaset |

Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Siyasi Anlamı


1789 Fransız Devrimi’nden ilham alan Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri arasında “demokrasi”, “eşitlik” ve “bağımsızlık” önemli bir yer işgal etmektedir. Burada demokrasi egemenliğin padişahtan alınıp halka verilmesi anlamını taşır.

Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Siyasi Anlamı

1789 Fransız Devrimi’nden ilham alan Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri arasında “demokrasi”, “eşitlik” ve “bağımsızlık” önemli bir yer işgal etmektedir. Burada demokrasi egemenliğin padişahtan alınıp halka verilmesi anlamını taşır. Eşitlik avam-havas ayrımı üzerine kurulu hiyerarşik siyasi-toplumsal düzenin yerini “eşit vatandaşlar” toplumuna bırakmasını ifade eder. Bağımsızlık ise sömürgeci Batı yayılmacılığı karşısında parçalanan imparatorluğun yerini egemen ve otonom bir ulus devlete bırakması amacını taşır.

Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti demokrasi, eşitlik ve bağımsızlık idealleri üzerine kurulmuş modern bir ulus devlettir. Bu ulus devlet millet egemenliği, eşitlikçi bir toplum ve egemen ulus devlet ideallerinin bu topraklarda kök salmasını sağlamıştır. Halkın siyasi sistemde bir özne olarak yerini almasının kapısı aralanmıştır. Bu haliyle “1923” ülke tarihinde önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir.

Demokrasi, eşitlik ve bağımsızlık gibi ilkelere yaslanan Cumhuriyetçi geleneğin yanı sıra ülke siyasetinde belirleyici rol oynayan bir diğer gelenek de Osmanlı tecrübesinden tevarüs eden ve Cumhuriyet döneminde de dönem dönem korunan güçlü siyasi liderlik anlayışıdır. Bu anlayış iktidarı parçalamaktan ziyade bir noktada odaklamayı ve bunun adil bir yönetim için kullanılmasını salık vermektedir.

Ancak bunun günümüzün devlet ile toplum ayrışmasını ortadan kaldıran total devlet yapısı ve toplumsal çoğulculuk şartları altında nasıl gerçekleştirileceği önemli bir sorudur. Günümüzde Türk siyasetinin önündeki temel mesele Cumhuriyet ve Osmanlı siyasi geleneklerinin meczedilerek etkin ve sağlam bir kurumsal yapı ortaya konulmasıdır.

16 Nisan’da halk oylamasına sunulacak olan Cumhurbaşkanlığı sistemini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Cumhurbaşkanlığı sistemi bir yandan 1923’te Cumhuriyet’le başlayan iktidarın halka verilmesi sürecinin tamamlanması diğer yandan da toplumun siyasi kültüründe önemli bir yer tutan güçlü siyasi liderlik geleneğinin yeniden tesis edilmesini amaçlamaktadır. Dolayısıyla 16 Nisan Cumhuriyet ve Osmanlı geleneklerinin mezcedilerek devletin yeniden dizayn edilmesini kapsayan büyük bir reform sürecinin başlangıcı olarak görülebilir.

Demokratikleşme

Bu noktada hemen sormalıyız: “Cumhuriyet’in kuruluşundaki ilke ve ideallerin hayata geçirilmesinde Cumhurbaşkanlığı sistemi nasıl bir işlev görecektir?” Demokratikleşmeye yönelik ilk adım Cumhuriyet’in hemen başında egemenliğin halka verilmesiydi.

Ancak egemenliğin halka verilmesi halkın talep ettiği bir değişim değildi. Toplumsal alanda geniş halk kitlelerinin iktidarı Saray’la ortaklaşa kullanmaya ya da tamamıyla Saray’ın elinden almaya yönelik bir siyasi talebi bulunmamaktaydı. Halk ulus devletin “millet”i rolünü oynayacak siyasallaşmış bir kitle görüntüsünden uzaktı. Ayrıca Cumhuriyet’in kurucu elitinin halkı mevcut değerleriyle kabullenmeye de pek niyeti yoktu. Halkı Batılı seküler milliyetçi bir millet şeklinde formatlamayı amaçlamaktaydılar. Ancak bu formatlama işlemi başarıyla tamamlandıktan sonra halka egemenlik gönül rahatlığıyla verilebilirdi.

Bu şartlar altında egemenlik Saray’dan halka değil Saray’dan sivil ve askeri bürokrasiye geçmiş oldu. Egemenliğin halka geçtiğinin yegane nişanesi, halkın kendi temsilcilerini seçmesi ve onlar aracılığıyla kendi kendisini yönetmesi durumu gerçekleşmedi. Egemenliğin sekülerleşmesi demokrasi değil oligarşik bir düzen üretmiş oldu. Bürokrasi “halka rağmen halk için” egemenliğe ve yönetime el koydu.

Lakin devletin topluma yönelik daha önce görülmedik müdahaleleri ve ulus devlet şartlarının toplumda yarattığı siyasi bilinçlenme zamanla halkın egemenlik ve iktidar talebini doğurdu. 1950’de çok partili hayata geçişle bu talep kısmen karşılık bulmuş olsa da bürokrasi kurduğu vesayet sistemiyle halkın temsilcilerini sınırlandırma ve gerektiğinde de askeri müdahalelerle bastırma yoluna gitti. Halkın iradesinin sınırlandırılmasında siyasi iradenin parlamenter sistem içerisinde parçalanmasının etkisi büyüktü. Koalisyon hükümetleri bunun en somut haliydi. Ayrıca siyaset kurumunun zayıflığı bir yandan rejimi krize sokarken diğer yandan da askeri ve yargı müdahalelerini kolaylaştıran bir rol üstlendi.

Cumhurbaşkanlığı sistemi yürütmenin seçiminin parlamento seçimlerinden ayrı olarak yapılmasını öngörmesiyle millet iradesini tek bir noktada yani cumhurbaşkanlığı makamında odaklamaktadır. Böylece siyasi iradenin parçalanmasına müsaade edilmemektedir. Bunun doğal sonucu siyaset kurumunun güçlenmesiyle siyasi istikrarın sağlanması ve siyaset dışı aktörlere manevra alanı bırakılmamasıdır. Bu haliyle Cumhurbaşkanlığı sistemi Cumhuriyet’in başındaki demokratikleşme vaadini yani egemenliğin halka ait olması ve halkın kendi kendini yönetmesi idealini tamama erdirmektedir. Halk nihayet tam anlamıyla bir siyasi özneye dönüşmektedir.

Eşitlik

Cumhuriyet’in bir ideali de avam ile havas arasındaki ayrışmayı yani yönetici dar bir zümre ile yönetilen geniş halk kitleleri arasındaki kategorik ayrımı sonlandırmaktı. Cumhuriyet sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış bir siyasi topluluk tahayyül ediyordu. Halkın egemenliğin kaynağı olarak tespit edilmesi bu yönde atılan devasa bir adımdı. Yüzyıllar boyunca monarşik idare altında doğallaşmış yöneten-yönetilen ayrımı siyasi olarak sonlanıyordu.

Lakin bürokrasinin halk egemenliğine el koyması ve siyaseti bastırması yeni bir yöneten-yönetilen ayrımının üretilmesi ihtiyacını doğurdu. Batılı laik milliyetçi kimlik temelinde gerçekleşen bu ayrımla geniş halk kitleleri yönetilen konumuna indirgendi. Yönetici olmanın yegane şartı laik milliyetçi kimliğe sahip olmaktan geçiyordu. Bu kimliğin ötesinde ve dışında “gerici” ve “bölücü” olarak yaftalanan geniş halk kitleleri bulunmaktaydı.

Zamanla yaşanan şehirleşme ve ekonomik gelişim gibi sosyolojik değişimler bu siyasi eşitsizlik rejimini zorlamaya başladı. 1950’lerden itibaren azınlıktaki yönetici elitlerle geniş halk kitleleri arasındaki sosyolojik ayrışmanın sürekli bir şekilde kapanmasıyla siyasi alandaki ayrışma da anlamını kaybetmeye başladı. 2000’li yıllara gelindiğinde laik milliyetçi kimlik iktidarın meşruiyet çerçevesi ya da başka bir ifadeyle yöneten-yönetilen ayrımını belirleyen sınır çizgisi olma işlevini yitirdi. Bundan sonra iktidarın meşruiyet çerçevesi tepeden inmeci bir şekilde değil toplumda oluşturulacak rızayla belirlenir hale geldi. Meşruiyet siyaset ötesi bir mesele olmaktan siyasi bir mesele olmaya evrildi. Böylece kategorik yöneten-yönetici ayrımı ortadan kalktı, siyasi eşitlik önemli ölçüde sağlanmış oldu.

Cumhurbaşkanlığı sistemi bu durumu kurumsallaştırmaya yöneliktir. Keza bu sistem ülkeyi yönetme konumuna gelmek için halkın taleplerini ciddiye almayı gerektiren, toplumun merkezine ve geneline yönelik siyaset geliştirmeyi zorunlu kılan bir hükümet sistemi öngörmektedir. İktidarın meşruiyet çerçevesini bundan sonra halk çizecektir.

Bağımsızlık

1920’lerde bağımsızlık için ülkelerin modern uluslararası toplumun bir üyesi olması gerekiyordu. Modern uluslararası toplum hukuki anlamda eşit egemenlik ve otonomi ilkelerine yaslanıyordu. Bu ülkelerin imparatorluktan ulus devlete geçiş yapmaları demekti.

Türkiye 1923 yılında uluslararası topluma dahil oldu. Evrensel otorite iddiası taşıyan imparatorluk yapılarını yani hilafet ve saltanatı kaldırarak ulus devlet yapısını tesis etti. Bu kurumsal geçişle birlikte Türkiye hukuki olarak bağımsızlığını garanti altına aldı. Ancak uluslararası ilişkilerde bağımsızlık ve otonomi için güç de önemli bir kalem teşkil eder. Hukuki olarak kendi kendini yönetebilmek, siyasi olarak kendi kendini yönetebilmekle her zaman örtüşmeyebilir. Devletler güçleri ölçüsünde bu iki ideali birbirine yaklaştırabilir.

Türkiye siyasi olarak varoluşunu tek başına sağlayacak askeri ve ekonomik güce sahip olmadığı için uluslararası alanda otonomisinden ödün vermek zorunda kaldı. Girilen ittifaklar ve uluslararası örgütlere üyelik eşit ortaklık esasından ziyade ülke çıkarlarının hem dış hem de iç politikada başka ülkeler tarafından belirlenmesi karşılığında mümkün olabildi. Daha da ötesi toplumdan kopuk bir yönetimi tetikleyen bu süreç iktidarın dışarıdan gelen destekle devşirilmesi sonucunu yarattı. Böylece adı konulmamış bir yarı sömürge ülkesi şartları ortaya çıktı.

Bu siyasi bağımlılık durumundan kurtulmanın yolu hiç şüphesiz maddi güç depolamaktan geçmekteydi. Türkiye son yıllarda yaptığı askeri ve ekonomik atılımlarla esaslı bir otonomi arayışına girdi. Bağımsızlığın diğer ayağı ise millet iradesini ülke çıkarlarının belirlenmesinde birincil irade yapmaktır. Cumhurbaşkanlığı sistemi halkı ülke yönetiminde daha fazla söz sahibi olma noktasına taşıyarak ve güç depolamak adına büyük projelerin geliştirilmesi için yönetimsel bir altyapı sağlayarak ülkenin otonomi arayışına büyük katkı sağlayacaktır.

Özetle Cumhurbaşkanlığı sistemi Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri ve ideallerini daha ileri bir noktaya taşıma konusunda önemli rol üstlenecektir. Bu anlamda referanduma sunulacak sistem 1923 ile önemli bir devamlılık arz etmektedir. Aynı zamanda toplumun siyasi kültüründe önemli bir yer işgal eden güçlü siyasi liderlik anlayışını da hayata geçirecektir. Böylece günümüz Türk siyasi hayatını belirleyen Osmanlı ve Cumhuriyet gelenekleri birleştirilerek devletin yeniden inşası adına önemli bir adım atılmış olacaktır.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası