Türkiye’de gerçekleşen 2023 seçim sonuçlarının, Türkiye-Batı, Türkiye-AB ilişkileri üzerinde bir etkisinin olacağı, seçim öncesi çok duyduğumuz bir argümandı. Temel olarak muhalefetin farklı unsurlarının da iktidardaki bir değişimi, Türkiye-AB/Batı ilişkilerinde iyileşme ile ilişkilendirdikleri bir seçim dönemi geçirdik. Muhalefet -hem çok farklı unsurları bir araya getirdiğinden hem de birinci ve ikinci tur arasında liberal söylemden milliyetçi söyleme çok hızlı geçtiğinden- bu iyileşmenin hangi çerçevede olacağını (Türkiye ve Brüksel, normlar açısından mı birbirlerine yaklaşacaklar yoksa Türkiye, AB’ye yönelik tehditlerin filtreleneceği bir Orta Dünya mı olacak) çizmekte aslında zorlandı. Dolayısıyla muhalif kanatta tartışmalar, sonuçlara, iyileşmenin olacağı ve bunun sıradan insanın günlük yaşamını etkileyecek şekilde görünür olacağı beklentisi üzerine oturdu.
Öte yandan seçim süresince Cumhur İttifakı’nın vurguladığı Türkiye Yüzyılı Vizyonu içerisinde Türkiye’nin dış politikasının nasıl çizildiği son derece netti. Ankara, bir süredir güvenlik politikaları bağlamında vurguladığı stratejik özerklik fikrini, dış politikasının genel çerçevesi haline getiriyordu. Ayrıca söz konusu vizyon, bu tür bir otonomiyi güçlendirme arayışının bölgesel istikrara zarar vermeyecek çerçevede olacağını da söylüyordu. Ankara’nın beklentisi, Türkiye’nin yeni formülü ile duyurduğu dış politika duruşunun bölge istikrarına katkı sağlayacak, karşılıklı bağımlılıkların simetrik/eşit bir zeminde gelişmesine fırsat tanıyacak ve iş birliği şansını özellikle bölgeselleşme zemininde -yani bölgesel sınır ötesi ticaret/sosyal ilişkiler perspektifinde- yakalamaya çalışacak bir yönelime izin vermesiydi. Türkiye ve AB’nin bir coğrafyayı paylaştığı ve uzun bir süredir devam eden kurumsal ve işlevsel karşılıklı bağımlılıklar içerisinde oldukları düşünülürse iktidarın seçim öncesi duyurduğu dış politika vizyonu da Türkiye-AB ilişkilerinde, muhalefetin öne sürdüğünden farklı bir iyileşme ve iş birliği perspektifini yansıtıyordu. Seçim sonuçları bu perspektifin kamuoyu tarafından tercih edildiğini gösterdi, Ankara ve Avrupa başkentlerinden gelen mesajlar da iş birliği ve kazan-kazan zemininin ilişkilerde öne çıkartılacağını gösteriyor. Şimdi hepimizin birbirine sorduğu temel soru şu; seçim sonrası her iki tarafta da var olan “iş birliğini öne çıkaralım ve bu zeminde diplomasiyi işletelim” havası, Türkiye-AB ilişkilerinde var olan tıkanıklıkları aşmaya yeter mi ya da “kazan-kazan” sonucuna odaklı iş birlikleri için büyük jeopolitik dönüşümlerin gerçekleşmesine, Türkiye’nin stratejik özerklik vizyonundan dönmesine, Brüksel’in yeni bir Türkiye politikası/stratejisini başarıyla geliştirmesine gerek var mı? Gelecek beş yılda Türkiye-AB ilişkilerinin nereye doğru evrileceği aslında bu sorunun cevabı ile yakından ilişkili. Bu soruya cevap vermeden önce birkaç hususun altını çizmemiz gerekiyor.
Tıkanıklık Nerede?
Türkiye-AB ilişkilerindeki temel tıkanıklık noktası ikili ilişkilerde kurumsallaşmış ve ilerlemeyen adaylık süreci ile ilgili. Adaylık sürecinin işlememesinin ya da tarafları tatmin edecek şekilde işlememesinin tek bir nedeni yok, ayrıca bu nedenlerden bir kısmı Türkiye-AB ikili ilişkilerinden ya da Ankara’daki değişimlerden bağımsız olarak AB’nin geçirdiği kurumsal gelişim, organları ve üyeleri arasındaki ilişki ve AB bürokrasisinin meseleleri gündem haline getirme seçimleriyle doğrudan ilişkili. Ancak gelinen noktada iki tarafın da Ankara’nın aday ülke oluşu dışında bir tanımlamaya sıcak bakmadığını görüyoruz. Süreç içerisinde AB’deki esneklik, çok viteslilik, farklılaştırma stratejisi vb. tartışmalarına parelel, “Türkiye-AB ilişkileri, adaylık/üyelik dışında farklı biçimlerle tanımlanabilir mi” çok tartışıldı ama ne AB veya bu vizyonu öneren Avrupalı üyeler bu yeni tanımlamaların altını doldurabildi, ne de Ankara “adaylık” statüsü dışında bir statüye ilgi gösterdi.
Türkiye-AB ilişkilerinde siyasi krizlere, kurumsal tıkanıklıklara, bölgesel konularda ortaya çıkan anlaşmazlıklara rağmen işleyen işlevsel ayaklar var. Ankara, AB ülkelerinin en önemli ticari ortaklarından biri. Türkiye ayrıca, Avrupa alanının temel güvenlik örgütünün, NATO’nun en büyük konvansiyonel güçleri arasında. Tarihsel olarak kurulmuş ulus ötesi bağlar, Avrupa ve Türkiye’yi kimi zaman olumsuz (Türkiye, Avrupa’daki Türk diasporayı gözetiyor/yönlendiriyor), kimi zaman olumlu söylemler (Avrupa güvenliği Türkiye’den başlar) üzerinden birbirleriyle ilişkili hale getiriyor. Ve tüm bu nedenlerle zamanında AB Komisyonu ve Konseyi adına Juncker ve Tusk’ın Sayın Erdoğan’a gönderdiği mektupta olduğu gibi Brüksel, “güvenlik, göç ve enerji” konusunda Ankara ile iş birliği yapmak istiyor, hatta son birkaç yılki gelişmeler ışığında söyleyebiliriz ki iş birliğini geliştirmek zorunda. Kuramsal düzeyde AB’yi açıklamakta çok kullanılan İşlevselci (Fonksiyonel) yaklaşıma göre aslında iş insanlarının ticari ortak ağları paylaşması, toplumlararası ilişkinin derinliği ve yukarıda zikrettiğimiz düzeyde işlevsel ilişki kurma, iş birliği yapma zorunluluğunun taraflar arasında kurumsal entegrasyonu güçlendirmesi gerekir. Ankara-Brüksel ilişkisinde kurumsal üyelik sürecinde taraflar durdukları, sahip oldukları statüden bir adım geri atmamakla beraber entegrasyon lehinde de ilerlemiyorlar. Bu anomaliyi açıklamak için genellikle tali unsurların kullanıldığını görüyoruz.
İlişkilerde Doğu Akdeniz Gündemi
Geleneksel olarak açıklayıcı olarak kullanılan tali unsur şuydu: Türkiye ile Avrupa ülkeleri arasındaki Birlik politikalarından bağımsız, pareler seyreden ikili ilişkilerin varlığı. AB’nin Türkiye söz konusu olduğunda Birlik politikalarının yanında, politikaların zarar verici etkilerini dengelemek ya da tam tersi bu etkileri güçlendirmek için Türkiye ile Avrupa Birliği üyelerinin ikili ilişkilerine bir zemin oluşturduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu, Türkiye’ye de güçlü olduğu sektörlerde iş birliği geliştirdiği AB üyesi ülkeler nezdinde esnek davranma şansı veriyor. 2014 sonrası dönemde, özellikle 2017-2021 arası 5 yıllık dönemde, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir tali unsurun belirdiğini de gördük: Doğu Akdeniz meselesinin Türkiye-AB gündemini tanımlar hale gelmesi. Doğu Akdeniz, bir yandan güvenlik, göç ve enerji konularıyla yakından ilişkili olduğu için, diğer yandan “egemenlik meselesi, Kıbrıs politikası gibi aslında Türkiye-AB entegrasyonu ile ancak dönüşebilecek mevzularla iç içe olduğu için, bu beş yıllık süreçte yaşanan krizler son derece önemliydi.
2014 sonrası yayınlanan Konsey ve AB Liderler Zirvesi kararlarında, Brüksel’in GKRY’ne “tam desteğini” ifade etmesi, Türkiye’yi tek taraflı adımlar atmakla suçlaması, Ankara-Brüksel ilişkilerindeki olumsuz seyrin ve tırmanmanın temel nedenlerinden olmuştur. Ankara, Brüksel’in Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ve komşu alanlardaki varlığını sınırlandırma ve caydırma doğrultusunda ikili ilişkileri ve üyelerinin (başta GKRY ve Yunanistan) Doğu Akdeniz/Akdeniz politikasını kullandığını düşünmüştür. 2021 senesine gelindiğinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığının tırmanma üzerinden sınırlanamaması, Ankara’nın Kıbrıs politikasında KKTC’nin iki devletli çözüm tezini destekleme kararı alması ve Ukrayna’da yaşanan krizin, Avrupa güvenliğini etkileyeceği beklentisi altında Birlik, Zirve kararlarında Türkiye ile ilgili nispeten daha yumuşak ve stratejik düşünme zorunluluğu-işlevsel iş birliği ilişkisinin altını çizen bir söylem benimsemiştir. Brüksel’in “AB, Türkiye ile iş birliğine ve karşılıklı kazanca dayalı bir ilişki geliştirmeyi stratejik çıkarı addetmektedir” ifadesi, yeni bir şey söylemiyor gibi gözükse de AB’nin Türkiye ile gerginliği azaltmak ve iş birliğini daha kazançlı hale getirmek için şartlar elverdiği ölçüde çalışmaya hazır olduğunu söylemesi bakımından önemlidir. Ayrıca 2021 kararlarına, geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Avrupa Liderler Zirvesi sonuç kararlarında atıfta bulunulması, bize seçim sonrası Birlik-Türkiye ilişkilerinde özellikle Ankara’nın talepleri doğrultusunda ortaya çıkan bazı konularda (Gümrük Birliğinin güncellenmesi, vize serbestliği, 2015 Geri Kabul Anlaşmasının gözden geçirilmesi vb.) olumlu gündem oluşabileceği izlenimi vermektedir. 2021 yumuşamasında altı çizilen hususlardan birinin Türkiye-Yunanistan diyaloğu olduğu bilinmektedir. Atina’nın deprem diplomasisi fırsatını olumlu gündem oluşturma (özellikle Yunanistan’ın göçmen ve mülteci politikalarında genel olarak çok zorlandığı ama Türkiye ile iş birliğinden memnun olduğunu ifade ettiği hatırlanırsa) şansı olarak kullanması da bu bağlamda dikkate değer bir gelişmedir.
Olumlu Gündemin Konuları: Güvenlik, Göç, Enerji
Güvenlik, göç ve enerjinin, olumlu gündem oluşturma konusunda temel işlevsel iş birliği noktaları olarak hala çok önemli olduğu görülmektedir. Bu üç meseleden her birinin ilk bakışta fark edildiğinden daha geniş bir çerçevede iş birliği ve koordinasyonu gerektirdiği de yadsınamaz. Bu bağlamda Birlik-Türkiye ilişkilerinde güvenlik meselesi; sadece NATO’nun birliği, NATO-AB uyumu ve Avrupa’nın konvansiyonel güvenliğini anlatmamaktadır. Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle Karadeniz’de gerilimin kontrolü ve seyrüsefer güvenliği de Türk boğazlarının önemi de Türkiye savunma sanayiinin bir ortak olarak belirmesi, Ukrayna’ya desteğin bütüncül ve Rusya ile diyaloğu dışlamama gereği de terörle mücadele, doğal ve ekolojik felaketlere karşı mücadele de güvenlik gündeminin artan önemdeki parçalarıdır. Keza, yasa dışı göç, mülteci sorunu ve düzensiz göçle mücadele sadece AB fonlarının oluşturulması, paylaştırılması ve alınması üzerinden halledilebilecek unsurlar değildir. AB, içinde bulunduğumuz yıl, bu konuda Birlik içerisinde İtalya’nın öncülüğünde sınırlı bir oydaşma doğurmayı başarmıştır ama bu sınırlı oydaşmanın ne kadar süre sorunsuz işleyeceğini öngörmek mümkün değildir. Bilindiği üzere AB içinde kıyı ülkelerle Orta ve Merkezi Avrupa ülkeleri arasında mülteci ve göçmen politikaları konusunda farklılaşma vardır. Bu farklılaşma, teknik bir görüş ayrılığından ziyade konunun esasına ilişkin bir ayrışmadır. Ayrıca mülteci meselesi tüm Birlik içerisinde ve Türkiye’de de farklı referans özneleri üzerinden güvenlik meselesi haline gelmiştir. Dolayısıyla toplumlar, kendi adlarına kazanç olarak tanımlayacakları, geniş ve bölgesel iş birliği ile iç içe bir yönetişim talep etmektedir. AB-Türkiye diyaloğu bu yönetişimi başarmak konusunda, var olan kurumsal çerçeve nedeniyle, en şanslı olan ikili diyalogdur ve bugün Brüksel’den verilen mesajlarda belirtildiği gibi AB-Kuzey Afrika ülkeleriyle oluşturulacak mekanizmalar için de bir emsal olabilir.
Türkiye-AB enerji iş birliğinin geleceği; sadece Türkiye’nin enerji merkezi olma arzusu, Türkiye’nin Kuzey Doğu Avrupa ve Batı Balkanlar açısından enerji arz istikrarının bir parçası olma şansı ya da TANAP-TAP ile Avrupa enerji arz çeşitliliğinin parçası olma gerçeği ile sınırlı değildir. AB “yeşil dönüşümden” vazgeçmemiştir. Bu çerçevede yenilenebilir enerjiden yeşil hidrojene AB ve Türkiye arasında iş birliği potansiyeli taşıyan geniş bir alan mevcuttur. Doğu Akdeniz gazı, AB-Türkiye ilişkilerinde bir kolaylaştırıcı mı olur, yoksa bir engel mi teşkil eder sorusu bu noktada sıkça sorulmaktadır. Türkiye’nin Kıbrıs’ta iki devletli çözümü destekleme politikası değişmeyecektir, buna rağmen Ankara toplumlar arası müzakereyi kategorik olarak reddetmemektedir. GKRY’nde gerçekleşen seçimler sonrasında, Güney Lefkoşa müzakere sürecini canlandırmak için sürece Türkiye-AB ilişkiler ayağının eklenmesi gerektiğini de zaman zaman zikretmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin ve AB’nin Kıbrıs politikaları farklı olsa da olumlu gündem ve iş birliği söyleminin var olmaya devam etmesi beklenebilir. Burada temel hususun Doğu Akdeniz’de gazın bölgeselleşmesi olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden Doğu Akdeniz gazının sadece Türkiye-AB ilişkisi çerçevesinde ele alınması doğru değildir. Bölge ülkeleri ile Türkiye (Mısır-Türkiye başta olmak üzere) arasındaki ilişki ve devam etmekte olan normalleşme, Türkiye’nin Doğu Akdeniz gaz denkleminde kazanç-kazanç zemininde yer alması için son derece önemlidir.
Gelecekten Ne Bekleyebiliriz?
Bu çerçevede başta sorduğumuz soruya geri dönelim ve gelecek için ne öngörüyoruz, bunu özetlemeye çalışalım. Öncelikle iş birliği, işlevsel hatlar üzerinden yakın diyalog ve sonuçta iki taraf için de stratejik kazanç getirir bir mesafede ilişkileri tutmak olumlu gündem beklentisini, çabasını ya da olumlu gündemin kendisini, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğinde tutmaya devam edecektir. Bu olumlu gündem, kurulmaya çalışılan bağ (entegrasyon) düşünüldüğünde sınırlı gelebilir ama bölge istikrarı için son derece önemlidir. Beş yıllık bir tahminde bulunmak zor olsa da yakın dönemde, 2017-2021 döneminde Doğu Akdeniz üzerinden ortaya çıkan gerilim, yaptırım/cezalandırma talebi ve ötekileştirici söylemin Türkiye-AB ilişkilerinde gözlenmeyeceğini, vurgunun iş birliği ve istikrar üzerinden olacağını söyleyebiliriz. Bu yönelimde AB’nin Ukrayna krizi dışında herhangi bir istikrarsızlık hattıyla ilgilenecek gücünün olmamasının da etkisi bulunmaktadır. Bu sebeplerle Ukrayna’da Avrupa güvenliğini tatmin edici bir barış olmadıkça Brüksel, Ankara’yı rakip olarak tanımlamaktan kaçınacaktır.