Kriter > Dosya > Dosya / Siyasi Partiler |

Cumhuriyetin 100. Yılında Kültürel Hegemonya


Erken Cumhuriyet Dönemi, Batı’nın küresel kültürel hegemonyasına pek çok bakımdan rıza gösterilen bir döneme işaret etmekteydi. Hatta daha da ötesi devletin Batı’nın kültürel hegemonyasını yerel düzeyde üretmesi ve toplumu da bu doğrultuda dönüştürmeye ant içmiş bir aktör haline gelmesi neredeyse politik rejimin ana karakterlerinden birine dönüşmüştü.

Cumhuriyetin 100 Yılında Kültürel Hegemonya
(Hüseyin Ezer Arşivi/AA)

20. yüzyıla gelindiğinde büyük bir dünya imparatorluğunu kaybetmiş, hakim medeniyetken kaybeden medeniyet konumuna düşmüş, sürekli sınırları ve daha da önemlisi özgüveni küçülmüş bir millet haline gelen Türkler için kaybedilen savaşlar askeri savaşlardan ibaret değildi. Türk devleti büyük savaşlara girmiş, Batı’daki sömürgecilik ve sanayi devrimi sonrası kendisi zayıflarken güçlenmiş yeni emperyal devletlerin hemen hemen hepsiyle birden mücadele etmek zorunda kalmış, ancak önemli ve destansı direnişler gösterse de kaçınılmaz sona gelinmişti. Batı karşısında geri kalmanın fark edilişi; kurumsal, askeri, teknolojik, idari ve hukuki reformların uygulamaya sokulmasını getirse de çöküş kaçınılmaz olmuştu.

İmparatorluğun son yüzyılındaki modernleşme sürecinin “kaybetmiş medeniyet” travmasının beraberinde gelen bir kaybetmişlik sendromuna dönüşmesi Batı’nın kültürü ile girilen kaçınılmaz etkileşimin Batı’nın kültürel değerlerinin, sembollerinin, fikirlerinin, ideallerinin, pozitivizminin, sanatının, edebiyatının ve de yaşam tarzının transferi ile neticelenmesi ise kültürel Batılılaşma olmadan modernleşmenin mümkün olamayacağı gibi bir öğrenilmiş çaresizlik psikolojisine ve hatta “İslam’ın terakkiye mani olduğu” gibi bir self-kolonyalizme (öz-sömürgeciliğe) yol açmıştı. Bazen bu ön kabul açıkça ifade ediliyor, bazense fark edilmeden içselleştirilen ve tüm fikir dünyasına, politik hayata etki eden bir Batıcı kültürel hegemonya olgusuna tekabül ediyordu.

 

Zorunlu Kılınan Baştan Aşağı Değişim

Erken Cumhuriyet Dönemi de, milli mücadele ruhunun ve milli devletleşme sürecinin beraberinde getirdiği Türk milliyetçiliğinin güçlü olduğu ilk birkaç yıl hariç bırakıldığında, Batı’nın küresel kültürel hegemonyasına pek çok bakımdan rıza gösterilen ve akademik, entelektüel, kültürel ve politik faaliyetlerin bu eksende yapıldığı bir döneme işaret etmekteydi. Hatta daha da ötesi devletin Batı’nın kültürel hegemonyasını yerel düzeyde üretmesi ve toplumu da bu doğrultuda dönüştürmeye ant içmiş bir aktör haline gelmesi neredeyse politik rejimin ana karakterlerinden birine dönüşmüştü. Harflerden kelimelere, müzikten kıyafetlere, pozitivizmi dikte edip dini kamusal alandan tasfiye etmeye ve yeni tarih tezlerine kadar Türk milletinin kültürünü, geleneğini, inancını, yaşam tarzını ve esas olarak da tarih içerisinde oluşmuş kimliğini değiştirmeyi amaçlayan bir kültür politikası izlenmeye başlanmıştı. Hiçbir toplum, en başta da Müslüman Türkler, kendi kültürlerinin tepeden inme bir şekilde değiştirilmesine rıza göstermeyeceğinden bu süreçte Tek Parti rejiminin teşekkül etmesi, demokratik itirazların ve muhalefetin önünü baştan kapatma fonksiyonu görüyordu. Buna rağmen bu zorunlu Batılılaşma politikalarına karşı verilen Türkçü ve muhafazakar itirazlar da hemen baskı politikalarıyla susturuluyordu.

Üçüncü dünya ülkelerinde sömürgecilik veya işgaller neticesinde oluşmuş radikal kültürel Batılılaşma Türkiye’de tam da Gramsci’nin kastettiği bağlamda bir kültürel hegemonyaya rıza gösterme şeklinde vuku buluyordu. Bu rıza politikasında da devlet araçsallaştırılıyor ve resmi ideoloji bu rızanın meşrulaştırılması misyonunu üstleniyordu.

Sosyolojik olarak da kentli nüfusun sınırlı olması, kültürel Batılılaşmaya tepkileri itibarıyla çok doktriner bir biçimde olmasa da muhalif kalan dindar, muhafazakar ve milliyetçi geniş toplum kesimlerinin eğitimden, bürokrasiden, kültür hayatından, üretimden, ticaretten ve siyasetten uzak kalmasına, Batıcıların toplumsal alanlarda özellikle de kültür alanındaki hegemonyalarının rakipsizliğine yol açmıştı.

Adnan Menderes'in anıt mezarı
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile eski başbakanlardan Adnan Menderes'in anıt mezarlarını ziyaret etti. Anıt mezarları ziyarette Kılıçdaroğlu'na İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu eşlik etti. (Ömer Faruk Yıldız/AA, 17 Eylül 2022)

 

Batı Vesayetine Karşı İlk Duruş

1950’lerde Demokrat Parti’nin (DP) Türkiye’yi demokratikleştirmesiyle Türkiye’yi kültürel Batıcılığın, self-kolonyalizm girdabından en azından devlet düzeyinde çıkarmaya yönelik hamlelerine şehirleşme, sanayileşme, bireyleşme, üniversiteleşme gibi modernleşmenin teknik aşamalarının cumhuriyet dönemindeki ilk sistematik ve kapsamlı adımları da eşlik ediyordu. DP bunu yaparken de küresel Batı vesayetinin yerli uzantıları olan askeri vesayetin, bürokratik vesayetin ve ekonomik vesayetin duvarına çarptığı gibi onlarla organik ilişkisi olan kültürel vesayetle de mücadele etmesi gerekiyordu. Neticede 27 Mayıs 1960 darbesi birbiriyle ilişkili bu vesayet biçimlerinin hepsinin birden ittifakıyla vuku buluyor ama en çok da ezanın aslına çevrilmesi gibi bir kültürel mevzi kazanımının intikamı, Menderes ve arkadaşlarından cinayetlerle alınmaya çalışılıyordu.

1950’lerle başlayan köyden kente göç hareketleriyle birlikte kentlerin demografisi de değişmeye başlıyor; milliyetçi, muhafazakar, gelenekçi, dindar hanelerin kentlerdeki demografik görünürlüğü yavaş yavaş artmaya başlıyordu. Demografik görünürlük ise yakın zamana kadar pek de toplumsal, ekonomik ve kültürel görünürlük manasına gelmeyecekti zira kentin çeperlerinde ekmek kavgası veren bu kesimlerin ekonomik, kültürel, bürokratik hayatı elinde tutan Batıcı-Beyaz siyasal ve toplumsal kesimlerle rekabete girmesi bu büyük sosyolojik ve ekonomik dezavantajdan dolayı kolay değildi. Üstelik dezavantajlı hal sadece sosyolojik veya ekonomik de değildi. Toplumun ana omurgalarını oluşturmalarına, 1946’da aldıkları oy verme güçleriyle Batıcı vesayet tiplerine karşı meydan okuma gücünü göstermelerine rağmen bu hakları ellerinden gasp edilmiş; oy verip seçtikleri hükümetler askeri darbelerle devrilmişti. Nitekim bütün askeri darbelerin sadece ve sadece sağ hükümetlere karşı yapılmış olması tesadüf değildi.

Türkiye’deki politik ayrışmaların kültürel ayrışmalar üzerine oluştuğu bu nedenle de tarihin, dinin, yaşam tarzının, etnisitenin ve mezhebin bu farklılaşmalarda büyük rol oynadığı bilinmektedir. Bununla birlikte kültürel hegemonya meselesinin bu politik ayrışmaları aşan bir tarafı vardır.

Genel olarak Türkiye’deki iç politik kutuplaşmanın bir parçası olarak tartışılagelmiş ama geçtiğimiz ay Diplomasi Vakfı Yayınlarından piyasaya çıkan, 15 akademisyenin katkı yaptığı ve şahsımın da editörlüğünü yapmaktan mutluluk duyduğu “Kültürel İktidar” kitabında da ele alındığı üzere “kültürel iktidar/hegemonya” kavramları tüm dünyada Batı’nın küresel hegemonyası ile onların yerli-Batıcı uzantılarının yerel hegemonyalarını tanımlamak için kullanılmalıdır. Türkiye’de de kendisini ister Kemalist, ister sosyalist, ister sosyal demokrat, ister liberal, ister sol, ister liberal sol veyahut etnikçi ya da feminist olarak tanımlasın; tüm bu Batı-merkezci düşünce sistemleri kendi ideallerine Türk ve Müslüman kimlikliklerini engel gördükleri için hem Batı’nın küresel hegemonyasıyla hem resmi ideolojiyle hem çeşitli vesayet biçimleriyle hem de birbirleriyle kolayca bütünleşebiliyor ve bir uzantı-uydu hegemonya işlevi görebiliyorlar.

 

Vesayetin Yeni Boyutu

Bu vesayet biçimlerinin ve uzantı hegemonyaların rakipsizlikleri hem yukarıda bahsedilen sosyolojik ve ekonomik dezavantajlardan hem Batı’nın küresel kültürel hegemonyasının ideolojik, kültürel, sanatsal, bilimsel gündelik tüm unsurlarını aynen ithal ve ikame etmenin konforundan hem de kentleşme süreçleri neticesinde emekleme aşamasına gelmiş milliyetçi-muhafazakar toplumsal ve kültürel aktörlere uyguladıkları ayrımcı, otoriter ve anti-demokratik uygulamalarından kaynaklanıyordu.

1990’larla birlikte üretimde, ticarette, eğitimde etkili olmaya; orta-sınıflaşmaya başlamış milliyetçi-muhafazakar kesimlerin yine tehdit olarak algılanması uzun sürmeyecekti. Bu kez sadece siyasal ve askeri vesayet unsurları devreye girip askeri darbe tertiplemeyecek; bizzat kültür alanına müdahale ederek muhafazakarların çocuklarını başörtülü veya imam-hatip okulu mezunu olması gerekçesiyle üniversite hayatından engelleyeceklerdi. Bu kültürel hegemonyanın açık bir “kültürel apartheid”a dönüştüğü bir süreç anlamına da geliyordu. Buna ekonomik faaliyetleri “irtica” veya “yeşil sermaye” kampanyaları ile damgalayıp tasfiye etme eylemleri de eklenecekti.

Neticede Türkiye’nin bağımsızlığı üzerindeki Batı vesayetiyle ve onun içerideki uzantıları olan askeri, yargısal, ekonomik vesayetlerin her biriyle çok uzun yıllar boyu çarpışarak en sonunda da Batıcıların devşirme ocağı olan FETÖ’nün darbesini de milletin omurgasını oluşturan milliyetçilerin ve muhafazakarların desteğiyle yenip tasfiye eden Recep Tayyip Erdoğan liderliği bu vesayet biçimlerinin yasaklarını da tasfiye edecekti. Ancak küresel Batı vesayetinin tüm boyutlarını tasfiye eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, en çok zorlandığı vesayet veya hegemonya türünün kültürel hegemonya olduğunu da bizzat kendisi söylüyordu. “Siyasal iktidar olduk ama kültürel iktidar olamadık” sözleri bunu ifade ediyordu.

 

Küresel Kültürel Hegemonya

Bu, milliyetçi, muhafazakar veya İslamcı çevrelerde başta olmak üzere büyük bir tartışma da başlatmıştı. Bu çevrelerin yaptığı tartışmaların içeriğine kulak kabartıldığında kültürel iktidar olmanın salt siyasal iktidara ait bir eksiklik olduğu gibi yanlış bir varsayıma sık sık denk gelindiği ve böyle toplumsal meselelerin birkaç senede değişeceği gibi Türkiye’deki devlet-toplum ilişkilerini ve devletin günümüz dünyasındaki konumunu 1930’lardaki gibi zanneden bir anakronik ve anti-sosyolojik bir yaklaşıma da fazlasıyla rastlandı. Sinema, tiyatro, edebiyat, akademya, medya, sosyal medya ve gündelik hayatta hala hegemonik halde bulunan Batıcılık ve onun farklı görünümlerinin bir küresel kültürel hegemonya meselesi olduğu ve siyasal iktidarın akşamdan sabaha değiştirebileceği bir mesele olmadığı bu alanlarda hegemonyanın mağdur ettiği kesimler tarafından birçok zaman unutuldu. Üstelik yukarıda sayılan alanların hepsindeki Batıcı kültürel hegemonyanın üretim kalitesinin ve hegemonyayı sürdürebilme kapasitesinin geçmiş dönemlere oranla azaldığının fark edilmemesi de eksik kaldı. Bu fark edemeyişte hegemonyanın arkasına Batının tüm kültürel gücünü almış olması kadar muhafazakar ve İslamcı kesimler başta olmak üzere sağ kesimlerin travmalar ve önceki kısımlarda anlatılan sosyolojik dezavantajlar neticesinde oluşmuş özgüven sorunu da bulunmaktaydı.

Bütün sorunlarına rağmen bugün artık orta sınıflaşma süreçlerinde ilerlemiş, yetişmiş, kentli, yüksek eğitimli ve nitelikli insan gücüyle kendi elitlerini oluşturmaya başlamış ve Gramsci’nin kullandığı çerçevede bir karşı kültürel hegemonya oluşturabilmiş milliyetçi-muhafazakar kesimlerden bahsedilebilir. Bu karşı hegemonya oluşumunun aynı zamanda AK Parti’nin siyasal iktidarda 20 sene kalmasında da 15 Temmuz başta olmak üzere askeri ve küresel vesayetin unsurlarını yenilgiye uğratmasında da önemli bir kültürel zemin oluşturduğu yadsınmamalıdır.

Dahası, daha düne kadar başörtüsü yasakçılığı yapanların, imam-hatiplilerin üniversiteye girişlerine karşı çıkanların, 27 Mayıs Darbesi’ni ve diğer tüm darbeleri savunanların nasıl bugün kendilerini bu konular geldiğinde tam tersini savunmak ve kendilerini de kabul ettirmek zorunda hissettikleri de görülmektedir. Bu sadece siyasal bir taktikten öteye geçip, mevcut kültürel hegemonya unsurlarının muhafazakar-milliyetçi karşı hegemonyanın bu konulardaki argümanlarına karşı koyacak gücü bulamadığını da göstermektedir.

Neticede Cumhuriyetin 100. yılına gelirken anti demokratik ve mandacı vesayet biçimlerinin yıkıldığı ve demokratikleştirildiği gibi kültürel vesayetin/hegemonyanın da demokratikleştirilmesi hem milliyetçi-muhafazakar kesimler açısından hem de Türkiye’nin bağımsız ve büyük bir ülke olarak var olabilmesinin kültür zeminindeki inşası bakımından büyük önem taşımaktadır.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası