Tek parti döneminin ve darbeler döneminin resmi tarih anlayışı ve resmi ideolojisi, Cumhuriyeti ve bir bütün olarak tarihimizi anlamamızı müşkül ve muhataralı bir işe dönüştürmeyi başardı maalesef… Türkiye bugün 100 yıl sonra dahi bu tahribat yüzünden müşterek bir tarih ve müşterek bir milli kimlik inşasında zorlanıyor. Ancak bu zorluğa rağmen müşterek milli tarih ve müşterek milli kimlik kendi mayasıyla tabii mecrasını arıyor. Türkiye’nin son 20 yıllık dönemi, bu bakımdan çok kıymetlidir. Çünkü tek parti döneminin ve darbelerin taşıyıcısı vesayet sisteminin zayıflayarak yıkıldığı; demokrasi, hürriyetler ve hukuk devleti prensipleriyle milli irade ve milli şuurun mecrasını bulduğu bir mücadele oldu, bu son 20 yıl…
Cumhuriyet, imparatorlukların yıkılarak milli devletlerle totaliter ideolojik devletlerin ortaya çıktığı, sınırların yeniden çizildiği ve siyasi paradigmanın yeniden teşekkül ettiği bir dönemde, 20. yüzyılın birinci çeyreğinin sonunda kuruldu. 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde, İkinci Dünya Savaşı ile bu dönem sona erdi. Bu dönem tarihçilerin aşırılıklar çağı yahut felaketler çağı dediği bir dönemdi. Dünya, Türkiye ve Türkiye’nin etrafındaki havzalar bu felaketlerden payına düşenleri ziyadesiyle aldı. Türkiye bu hengameden bin yıllık devlet tecrübesi, binlerce yıllık medeniyet birikimi ve 19. yüzyıldan itibaren gelişen demokratik istikametteki modernleşme hareketlerinin güçlü zemininde azmi ve milli bir stratejik hesapla “milli hakimiyeti”ni muhafaza ederek çıkmayı başardı.
Tek parti döneminde bu milli hakimiyetin içerideki demokrasi ve hürriyetler ayağı zedelense ve milli kimlik koordinatları, sosyolojik ve tarihi gerçeklerle bağdaşmayan bir mecburi kültür değişmesiyle zarar görse de milletin tarihi birikimi ve tecrübeli kadrolar daha büyük savrulmalara izin vermediler. Bu sağduyu, 1945’ten itibaren çok partili hayata geçilmesiyle Cumhuriyeti ve Türkiye’yi, güvenli demokrasi limanında muhafaza etti.
Türkiye’nin demokrasi limanına demir atmasıyla beraber tek parti döneminin dünyadaki aşırılıkların etkisiyle yaşadığı savrulmalardan uzaklaşan ve makulü arayan bir rotaya girdiğini görüyoruz. CHP bu şekilde aşırılıklarından uzaklaşan kurultaylarla, normalleşmeye çalıştı. CHP içindeki radikal Batıcılar, faşizmden nasyonel sosyalizme, sosyalizmden tek partili totaliter ideolojilerden etkilenen Jakobenler bundan sonra siyasi rekabeti, çatışma ve darbe güzergahına taşımaya çalışacaklardır. CHP’nin demokrasi içinde kaybetmeyi hazmedemeyen liderliğini de zaman zaman etkilemeyi başarabildiler.
Cumhuriyet Lafzının Kullanımı
Darbelerle Türkiye’nin içine girdiği NATO çerçevesinde milli hakimiyetin hem iç ayağı demokrasi ve hürriyetler hem de dış ayağı bağımsızlık zarar gördü. Ancak Türkiye’nin devlet tecrübesi, demokrasi birikimi ve tarih şuuru bu zararları demokrasiye dönüş dönemlerinde hızla telafi etmeyi mümkün kıldı.
14 Mayıs1950’de serbest ve adil bir seçimle Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle Türkiye’nin, 20. yüzyılın iki çeyreğinde felaketler çağından gördüğü zararları ortadan kaldıracak bir iç ve dış politika performansı sergilediğini görüyoruz. Türkiye, bu sayede imparatorluktan milli devlete ve tek parti yönetimine geçerken yaşadığı iç kırılmaları sarıp sarmalayacak bir demokratik siyasi basiret göstermiştir. Etnik, dini, mezhebi sarsılmaları demokrasi içerisinde ve yeni kırılmalara, hesaplaşmalara yol açmadan aşma başarısını gösteren Demokrat Parti yöneticilerinin bu olağanüstü başarılı geçiş dönemi, hala tarihinin yazılmasını ve alacağı takdiri bekliyor. Türkiye eğer etrafımızdaki adı Cumhuriyet, kendileri bir tür diktatörlük olan tuhaf rejimlere dönüşmediyse, burada Demokrat Parti’nin Türkiye’yi soktuğu demokratik rotanın ve piyasa ekonomisinin esaslı bir rolü vardır. Eğer 27 Mayıs darbesiyle başlayan darbe ve vesayet süreciyle Demokrat Parti’nin iyileştirdiği yaralar yeniden deşilmeseydi, bugüne intikal eden etnik, dini, mezhebi birçok problem çok küçük ölçeklerde kalacak, müşterek milli kimlik çok daha güçlenmiş olacaktı.
Çok partili hayata geçişle beraber mecburi kültür değişmelerine son verilirken artık serbest kültür değişmelerinin önü açılmıştı. Demokrat Parti bu süreci pekiştirdi. Bürokrasiyi milletin üzerinde devlet olarak takdim eden anlayış, demokratik yönetimle beraber çöktü. Ancak maddi güç ve otoritesini yitiren bürokrasi, Cumhuriyet lafzını kullanarak seçilmiş demokratik otorite ve otoriteyi seçen millet iradesine karşı reaksiyoner bir darbeye girişti. İçeride mevcut demokratik gelişmeleri hazmedemeyen CHP yönetimi ve dışarıda milli iradenin yürüteceği milli dış politikayı kendi menfaatlerine uygun görmeyen ABD darbeyi destekledi.
Darbeyle beraber etnik, dini, mezhebi konuların tahrik edildiği bir baskı ve etnik, dini, mezhebi kimliklere göre bölünmüş bir siyasi ve fikri yelpaze inşa edilmesi için karanlık operasyonlar yürütüldü. Son tahlilde Cumhuriyet, müşterek milli kimlik ve milli hakimiyete zarar verecek bu gayrı milli ve anti demokratik karanlık operasyonların oluşturduğu tahribatın bugün dahi etkilerinin devam ettiği görülmektedir. 27 Mayıs sonrasında tek parti dönemine atıfla inşa edilen bu darbeci resmi tarih anlayışı ve resmi ideolojinin, tek parti döneminden kesinlikle ayrı bir şekilde değerlendirilmesi elzemdir. Bu başarılamadığı sürece darbecilere, arkalarına saklanacakları çok önemli bir mevzi terk edilmiş olacaktır.
Vesayet Millet Eliyle Akamete Uğratılır
Darbecilerin ve darbeciler üzerinden Türkiye’ye müdahale etmek isteyen Batı ülkelerinin bu mevziyi kazanmalarında birinci derecede sorumlu, CHP’dir. CHP ne yazık ki, kendini ve kendi tarihini koruyarak müstakil kalmak yerine darbecilerin ve Batı’nın kurduğu vesayet düzeninin siyasi partisi olmayı tercih etmiştir. Siyaseti, siyasi parti ve fikirleri etnik, mezhebi ve bölgelere göre tanzim etmeyi kabul eden her siyasi akım da bu vesayetçi sistemi yeniden üreten aktörlerdir.
Türkiye’nin bin yıllık devlet geleneği, binlerce yıllık medeniyet birikimi, 19. yüzyılın demokratik reformları ve stratejik siyasi aklına zarar veren darbe ve vesayet sisteminin 27 Mayıs 1960 sonrası tahribatı, siyasi sistem olarak ancak 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün milletçe akamete uğratılmasıyla aşılabilecektir. Ancak 27 Mayıs aklının siyasi yelpaze ve siyaseti bölme aklı hala aşılabilmiş değildir. Bu akıl zamanla ve bilhassa 2023 seçimlerinin sonuçlarıyla tasfiye sürecine girebilecektir.
Türkiye 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında AK Parti iktidarıyla 27 Mayıs’tan sonra içine düşürüldüğü reşit olmama halinden kurtulmak için uzun bir mücadelenin içine girmiştir. Daha önce de denenen bu mücadele, diğerlerinden uzun bir zaman ve istikrarlı bir demokratik desteğe dayandığı için sonuç alabilmiştir. Bu sonucun da 15 Temmuz 2016’da seçilmiş siyasetçilerin darbeye karşı canı pahasına gösterdikleri cesaret ve kararlılığın, milletin kanıyla desteklenmesiyle mümkün olabildiğinin hatırlanması, mücadelenin zorluğunun bir kez daha altının çizilmesini sağlayacaktır.
Türkiye, Cumhuriyet’in 100. yılına giderken milli hakimiyetini sadece düşmanlarına karşı değil, müttefik adı altındaki yakın tehditlere karşı da koruması lazım geldiğini öğrenecek zengin bir tarih ve siyaset tecrübesine sahiptir. Türkiye’nin dünya alt üst olurken, “stratejik kasırga” yaklaşırken tıpkı Milli Mücadele döneminde olduğu gibi milli menfaat ve başarıya odaklanmış bir milli hesap içinde demokratik yönetimini muhafaza eden, müşterek milli kimliğini tahkim eden ve devlet kapasitesini güçlendiren bir üçlü sacayağına özenle sahip çıkması gerekiyor. Türkiye’nin bir yüzyılı cumhuriyet diye diye Cumhuriyeti darbeci ve vesayetçilere teslim etmek isteyenlerle, onlara karşı oyları ve seçtikleri siyasetçilerle, nihayet 15 Temmuz’da meydanlarda canlarıyla kanlarıyla Cumhuriyeti ve milli hakimiyeti korumak isteyenler arasında geçti.