Kriter > Dış Politika |

Son Gelişmeler Işığında Doğu Akdeniz


Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasına bakıldığında, normalleşme süreci ile atılan adımların meyve vermeye başladığı görülüyor. D. Akdeniz’de inisiyatif üstlenmenin ancak bölge ülkeleriyle iş birliğinden geçtiği gerçeği dikkate alınırsa, Türkiye’nin İsrail ve Mısır’ı merkeze koyan yaklaşımı isabetli. Libya ile yapılan antlaşmaların hayata geçirilmesiyle Yunan-Rum ikilisinin karşı adımlar atması beklenebilir.

Son Gelişmeler Işığında Doğu Akdeniz
Sismik Araştırma Gemisi Oruç Reis Antalya Limanında (Orhan Çiçek/AA)

Türkiye ve İsrail’in ortak enerji projeleri yürüteceğine yönelik haberlerin ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Türkiye ziyareti takviminin basın organlarınca seslendirilmesi sonrasında, Doğu Akdeniz’in rüzgârı bir anda yön değiştirdi. İhtiyatlı projeksiyonlar üretiledursun, Doğu Akdeniz’de büyük resmin gözden geçirilmesi gerekiyor. Askeri gerginliğin tırmandığı 2020’den bu yana Türk-Yunan ilişkileri olumlu bir havayı teneffüs etse de Akdeniz doğusunda Türk kamuoyunun yakından takip edemediği gelişmeler var. Tabii ki bu resmi, ülkeler bazında ele almak faydalı olabilir.

Bu resimde önce Türkiye’yi ele almak ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz stratejisini ortaya koymak gerekir. Akdeniz’in doğusunda Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile normalleşmesi sonuçlandırılırken, iyimser ruha sahip olanlar, geleceğe yönelik pozitif, kötümser huyu ağır basanlar ise geçmişe yönelik sorgulama tercihini yaptılar. Bu kapsamda “normalleşecektik de neden geçmişte duygusal davranıldı?” sorusu sıklıkla dillendirildi. Öncelikle bu soruya cevap aramak faydalı olabilir. Kanımca, Türkiye’nin siyasi hassasiyetleri ile çıkarsal beklentileri arasında önce duygusal hassasiyetler, karşıtlaşan ülkeler blok oluşturunca da çıkarlar ağır basmaya başladı. Nitekim Türkiye’nin kendi iç siyaset tarihi, tercihleri şekillendirdi. Ancak bölge gerçekleri yeniden yorumlamalar yapmayı zorunlu kıldı. Diğer bir ifadeyle idealizm yerini pragmatizme bıraktı. Her halükarda Ortadoğu gibi dinamik bir bölgede esnek davranabilmek, rasyonalite ile hareket etmek ağır bastı. Türkiye’nin “bölgesel” bir güçten büyük, küresel gücün gerisinde bir kapasiteye sahip olması nedeniyle, geniş cephede vücut bulan karşıtların kolayca yeni bloklar doğuruyor olması, normalleşmeyi gerekli kıldı. Böylece Körfez ülkeleri ile paralel olarak Mısır ve İsrail ile normalleşme süreci başlatıldı ve başarıldı.

 

Yakınlaşmalardaki Hesaplar

İsrail ve Mısır ile ilişkilerin “yoğunlaştırma” dönemine girilmesiyle, Türkiye gibi İsrail ve Mısır da “kazan-kazan” prensibinin getirilerini hissetmeye başladı. Ancak bu ülkelerin bakış açılarına empati ile yaklaşmak ve arka plandaki hesaplarını okumak gerekiyor. İsrail’in, Türkiye ile normalleşme sürecine paralel olarak Yunanistan ve GKRY ile ilişkilerinde de artan bir yoğunluğu tercih ettiği görülüyor. Netanyahu’nun Eylül’ün ilk haftasında yaptığı GKRY ziyaretinde Miçotakis ve Kristodulides ile Kıbrıs adası üzerinden sıvılaştırma yoluyla gaz satışına yönelik Rum teklifi görüşüldü. Netanyahu, “Rumların gaz ihracatını nasıl yapacaklarına dair karar vermesi gerektiğini” diplomatik bir dille seslendirirken iki farklı husus kendini hissettirdi.

İlki GKRY-Akdeniz-Yunanistan üzerinden bir boru hattının kısa ve orta vadede imkansızlığı idi. Nitekim GKRY, İsrail gazını sıvılaştırmak yoluyla Avrupa’ya pazarlama teklifini daha önce yapmıştı. Netanyahu’nun cevabındaysa ince bir detay daha var. Rumların “üç-altı ay içinde karar vermesi gerekliliği” aslında sıvılaştırma tesisinin inşası ve fonksiyonel hale getirilmesi bağlamında sıkışık bir zaman dilimi. Rumların, ihtilaflı parsellerde olsa da gaz çıkartması ve pazarlaması halinde, gaz nakli pek o kadar kolay bir konu değil. Dolayısıyla Rumlara alternatif bir güzergah oluşturmak aslında bir zorunluluk. Netanyahu’nun İsrail gazını tek bir istikamete mahkum etmeden üç, tercihen dört ayrı istikametten pazara sürmek istediği görülüyor. Ayrıca halen kısıtlı miktarda üretilen İsrail gazının miktarı arttığında en yakın ve iştahlı tedarikçi Türkiye olabilir. Yani İsrail, enerji jeopolitiğinde riske girmek istemiyor.

İkinci husus ise potansiyel Mısır-GKRY gerginliği. Halen İsrail gazını sıvılaştıran ve ekonomik zorluklar yaşayan Mısır’ın bu sıvılaştırma yoluyla, altyapı sıkıntıları nedeniyle kısıtlı da olsa, gaz geliri elde ettiği biliniyor. Rumların Mısır’a rakip bir teklifte bulunması, muhtemelen Mısır’ı geçmiş kararlarını gözden geçirmeye itecek. Bu çerçevede, Türkiye ile normalleşme sonrasında Mısır’ın iki beklentisi ağır basıyor. Birincisi Doğu Akdeniz’in en zengin rezervlerine sahip Mısır’ın Türk pazarına erişme isteği. Ekonomik bağlamda çok zor bir dönemden geçen ve ikinci Arap Baharı dalgası kaygısından kendini sıyıramayan Sisi yönetimi, gazı bir şekilde en yakın büyük pazara, Türkiye’ye satma niyetinde. İkinci husus ise Yunan-Rum ikilisi ile anlaşarak kaybettiği deniz yetki alanını yeni denklemde tekrar kendi hanesine yazma niyeti. Sisi’nin Suudilere verdiği Tiran ve Sanafi adaları sonrasında, Akdeniz’de Yunanistan’a ve Rumlara münhasır ekonomik bölge hediye edilmesi zaten anlamsızdı. Libya’nın münhasır ekonomik bölgesinin doğusunu Mısır’a katma yönünde Mısır Başkanlık kararnamesi dikkate alındığında, Yunanistan ve Rumlarla yapılan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması antlaşmaları, pek tutarlı görünmüyor. Bu arada Mısır’ın Süveyş’te petrol rezervi bulduğunu da hatırlatmakta fayda var.

Lübnan’ı da gaz jeopolitiğinde ihmal etmemek gerekir. ABD’li arabulucu Amos Hochstein marifetiyle İsrail ile münhasır ekonomik bölgelerini üç parçaya ayırıp paylaşan Lübnan, Hochstein’ın 31 Ağustos’ta Beyrut ziyaretinde Lübnan-İsrail kara sınırlarının belirlenmesi talebini iletti. Deniz tabanının coğrafyası ile birlikte kara sınırları deniz yetki alanlarının istikametini tayin eden önemli bir girdi. O halde Lübnan ile İsrail arasında bir müddet daha dolaylı pazarlıkların devam edeceği görülüyor. Öte yandan Total, ENI ve Katar Enerji konsorsiyumuna dokuzuncu parselde verilen yetki, Eylül itibarıyla kullanılmaya başlandı. Ekonomik dar boğazını yapısal sorunları nedeniyle aşamayan Lübnan’ın bir an önce gazı çıkartması ve satmaya başlaması gerekiyor. Suriye’deki ekonomik kriz nedeniyle döviz rezervleri tükenmiş Lübnan; iç siyasi kargaşa, finansal sorunlar, İran etkisi ve İsrail ile sorunlar dikkate alındığında zafiyet belirtisi gösteriyor.

Bu arada İsrail’in Filistin yönetimini Gazze açıklarındaki gaz rezervlerini iletme yönünde ikna etmeye çalıştığını hatırlatmakta fayda var. Filistin’e kendi üstüne kapanan ve üçgen şeklinde bir alan “veren” bölge ülkeleri, Filistin’in bu alanda enerji projesi yürütmesine pek yanaşmıyor.

Yunanistan'ın başkenti Atina'da Eastmed anlaşması
Yunanistan'ın başkenti Atina'da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan ve İsrail arasında Eastmed (Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattı) projesinin inşası için anlaşma imzalanmıştı. (Yiannis Liakos/AA)

 

Türkiye’nin İlişkileri

Yunanistan ve Rumlar bağlamında gelişmeler aslında rutinden farklı değil. Rumların ilan ettiği parsellerde ABD’li Chevron liderliğindeki konsorsiyum faaliyet gösteriyor. Rezervlerin bulunmasının üzerinden on yılın üzerinde bir zaman dilimi geçse de hâlâ gelir elde edemeyen Rumlar süreci hızlandırmak istiyor. İsrail gazını, Kıbrıs güneyine nakletmek ve elektrik enerjisine dönüştürerek Avrupa’ya satma hayali olan Rumların hesaba katmadığı husus ise yapılması gereken yatırımın büyüklüğü. Gazı sıvılaştırma ve/veya elektriğe dönüştürme sonrasında pazara sürmek için hâlâ altyapı sorunları mevcut. Öte yandan gazın elektriğe çevrilip satılması halinde Kıbrıs adasındaki çevre sorunlarıysa Rum tarafından görülmek istenmeyen bir konu. Ancak bu çevre sorunu sadece Rumları değil Kıbrıs Türk’ünü de ilgilendiriyor.

Yunanistan ele alındığında, İsrail ile enerji iş birliğinde en kayda değer hususun Energean şirketi olduğu anlaşılıyor. Londra’ya tescilli şirket, aslında bir Yunan girişimi. İsrail’de üç ayrı rezervin işletme ruhsatını İsrail-ABD firması Derek’ten satın alan İngiliz-Yunan Energean şirketi, Türk-İsrail normalleşmesini yakından takip ediyor. İsrail ve Türkiye ortak enerji arama ve çıkartma projelerini gerçekleştirirse, Energean mevcut parsellerle yetinmek zorunda kalabilecek. Dolayısıyla Yunanistan’ın ENOSİS odaklı Doğu Akdeniz politikasının bir diğer bileşeni de Energean’ın çıkarlarının korunması, denilebilir.

Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile normalleşmenin meyvelerini toplaması sonrasında, Yunan-Rum ikilisinde nasıl bir travma yaşanabilir veya ne tedbirler alınabilir? Bu iki soru bölgede Türk-Yunan iş birliğinin veya rekabetinin hangisinin ağır basacağını görme açısından önemli. Bu çerçevede Türk-Yunan normalleşmesinde enerji jeopolitiğinin iki etkisi olabilir. İsrail’in Türkiye ile enerji ticaretini kurumsallaştırması halinde, kendini marjinal hissedecek Yunanistan-Rum ikilisi bir tökezleme dönemine girebilir. Ancak Türkiye ile sorunlarını halleden ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri doğru okuyan Atina yönetimi, sinerjiye dahil olup Türkiye ile pozitif gündeme bağlı kalabilir. Tabii, İsrail ve Mısır’ın tavırlarının belirleyici olacağını da not etmek gerekir. İsrail ve Mısır, bu “ince” hesapların farkındalığıyla enerji inisiyatifini siyasi “kazanıma” tahvil edebilir.

Libya’ya yer vermeden analizi tamamlamak doğru olmaz. Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihli Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası ve 3 Ekim 2022 tarihli Türkiye Cumhuriyeti ve Libya Ulusal Birlik Hükümeti Arasında Hidrokarbon Alanında İşbirliğine Dair Mutabakat Muhtırası imzalanmıştı. Bu çerçevede Türkiye’nin Libya kara ve deniz hükümranlık alanında enerji projeleri gerçekleştirmesinin önü açılmış oldu. Mısır’ı ve Yunanistan’ı endişeye sevk eden bu anlaşma sonrasında, Mısır ile normalleşme “Libya odaklı Mısır kaygısını” azaltırken, Yunanistan halen Girit’in deniz alanını esas alarak Libya ile bir antlaşma yapma derdinde. Libya’nın iç dinamikleri ise karmaşık. Fiili olarak bölünmüş bir görünüm sergileyen Libyalılar, Derne’deki felaketten ders çıkarabilir ve ülke bütünlüğünün aslında ne kadar değerli olduğunu anlayabilirse, Türkiye ile yapılan antlaşmalar hayata geçebilir. Öte yandan Alman, İtalyan, Fransız, İngiliz, Rus ve Amerikan yönetimlerinin Libya’dan bir pay kapma derdinde olduklarını hatırlatmak gerekir. O halde Türkiye-Libya ilişkilerinde sadece Yunanistan değil, diğer devletler de karşıt bloku oluşturuyor.

Sonuçta, Doğu Akdeniz’de enerji merkezli hesaplar ve somutlaşan (veya aksayan) girişimler, biraz da Türk basınının yer vermemesi nedeniyle, göz önünde değil. Aslında Doğu Akdeniz’de Mısır ve İsrail, enerji odaklı girişimlerinde epey yol aldılar. Yunanistan bölge dışından denkleme girmeye çaba gösterirken, Rumlar enerji çıkartma -nakletme- işleme süreçlerinden bir katma değer oluşturma niyetinde. Lübnan’ın ise enerjiyi çıkartma ve gelire dönüştürme için birkaç seneye ihtiyacı var.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasına bakıldığında normalleşme süreci ile atılan adımların meyve vermeye başladığını görmek gerekir. Doğu Akdeniz’de inisiyatif üstlenmenin ancak bölge ülkeleriyle iş birliğinden geçtiği gerçeği dikkate alınırsa, Türkiye’nin İsrail ve Mısır’ı merkeze koyan yaklaşımı isabetli. Libya ile yapılan antlaşmaların hayata geçirilmesiyle Yunan-Rum ikilisinin karşı adımlar atması beklenebilir. Ancak İsrail ve Mısır’ın Yunanistan ve GKRY ikilisini Türkiye’ye karşı manivela olarak kullanması muhtemel görünüyor. Böyle bir senaryoyu önlemek adına kurumsallaşmış ve “kazan-kazan” esasına dayanan bir süreç yönetimi gerekmekte. KKTC’nin sürece dahil edilmesinin ise Türkiye ve Kıbrıslı Türkler açısından tartışılamayacak bir dinamik olduğunu, bu durumun adaya ve bölgeye barış ve istikrarı getirebileceğini “anlatmak” gerekiyor.

 


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası