2019 Mart’ında yapılacak yerel seçimlere giderken önümüzde duran tabloyu sadece bugüne ilişkin fotoğrafa bakarak yani geçmiş on yedi yılı göz ardı ederek değerlendirmek kanımca hata olur.
AK Parti derken kuruluşundan bir yıl sonra Kasım 2002’de daha doğru dürüst örgütlenememişken girdiği seçimi kazanıp iktidar olmuş bir partiden söz ediyoruz. Keza o günden bugüne girdiği bütün genel ve yerel seçimlerden, referandumlardan zaferle, üstelik her seferinde oy oranını artırarak çıkan bir partiden…
Dolayısıyla tabloya ister bu özet çerçevesinde isterse ayrıntılarıyla bakılsın, 2019 Mart’ında üç aşağı beş yukarı benzer bir sonucun çıkacağını söylemek kehanet olmaz.
AK Parti’nin özetlediğimiz bu başarı hattına ulaşıp orada tutunmasında, siyaset sahnesine çıkıp İstanbul belediye başkanı seçilişinin üzerinden geçen onca yıla rağmen halk nezdinde popülaritesini korumak bir yana giderek artırmış bir liderin yani Erdoğan’ın en büyük pay sahibi olduğu herhalde inkar edilemez. Ve kabul etmek gerekir ki Erdoğan sadece ülkemizde değil Türkiye dışında da fazlasıyla sevilen, güvenilen ve –kendisinden hoşlanmayanların gözünde bile– izlediği siyasi çizgiyle tutarlı tavır içinde olduğu kabul edilen dolayısıyla uluslararası platformda saygı duyulup itibar edilen bir liderdir.
Erdoğan’ın siyasi kişiliğinin yanı sıra AK Parti’nin de Türkiye’de halk katında en fazla kabul gören, kalabalıklarla diyaloğu en yoğun olan, en yaygın ve en güçlü örgüte sahip parti olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öyle ki şimdiye kadar girdiği seçimlerin tamamında “Kim birinci parti çıkar?” sorusuna cevap aranırken AK Parti rakipleri dahil herkesin işaret ettiği adres konumundadır.
Öyleyse Gerilmek Neden?
Elimizde tuttuğumuz resim bu şekilde ama üzerindeki parlatıcı katman kaldırılıp bugüne taşındığında tablonun kıyısından köşesinden gölgelenip bulanıklaştığı, ayrıntıların giderek daha fazla dikkat çeker hale geldiği de gerçek…
En başta söylenmesi gereken husus AK Parti’nin on yedi yıldan sonra Erdoğan’ın kürsüye çıkıp mikrofonu ele almasıyla ipi göğüslemeye biraz fazla alıştığı. Teşbihte hata olmaz matematikteki “pi” sayısı misali çarpan etkisi yapan “Erdoğan faktörü”nün siyasette belirleyici olduğu çok açık. Erdoğan dediğimizde AK Parti’nin aldığı oyun üzerinde şahsi oyu olan bir liderden söz ediyoruz. Dolayısıyla bundan kurucusu olduğu AK Parti’nin yararlanmaya elbette hakkı var. Hatta Erdoğan’ın siyaset sahnesindeki varlığı ve katkısı tabii sonuç. Ama unutmamak gerekiyor ki bu avantaja bakıp kolaycılığa yaslanmanın davet edeceği hesap dışı sıkıntılar göz ardı edilemez. Siyasi tarih aşırı öz güvenden kaynaklanan kimi basit hataların telafisinin kolay olmayabileceğinin örnekleriyle doludur. Erdoğan’ın “metal yorgunluğu” diye tanımlayıp kırılganlık potansiyelini işaret ettiği halin öylesine söylendiği ya da belli birkaç isim veya bölgeyle ilgili dillendirildiği herhalde düşünülemez.
Bir diğer husus geçmişte istisnai haller dışında siyaset gündeminde yeri olmayan “ittifak” konusunun ilişkiler sarmalı içinde doğan sorunları çözmekte deneyimsiz siyasetin kaş yapayım derken göz çıkarma durumuna düşme ihtimalinin hiç de azımsanmaması gerektiği. Üstüne üstlük Haziran referandumuyla girdiğimiz başkanlık sistemine geçişin ortaya çıkardığı algoritmik düşünce ve anlayışın neticesi, çoklu denklem ve seçenekler dikkate alınmadan yapılacak değerlendirmelerde hata payının yüksek olacağıdır.
“İttifakçılığın” ya da örtülü veya açık “cepheciliğin” müstakil siyasetin önüne geçtiği mevcut tabloda “AK Parti’li yıllar” boyunca varlık gösterememiş muhalefet partilerinde çeşitli hesaplarla bir tür “siyasi Karlofça” hevesleri uyandıran, muhalefet partilerini –zıtlıkları dahil– aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara bıraktırıp kendilerince küçük hesapları işin içine katarak Erdoğan’ın yenilmezliği efsanesini yıkma hedefinde birleşmeye iten yeni bir durumla karşı karşıya gelmekte olduğumuz inkar edilemez. Tıpkı Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, MİT krizi, 17-25 Aralık komplosu ve nihayet 15 Temmuz darbe girişimine FETÖ denilerek geçmenin mümkün olmadığı gibi... Kuşkusuz hepsinde sahnede FETÖ vardı ama onu kucaklayıp getiren; içinde, arkasında, yanında, yöresinde saf tutan bildik aktörler yok sayılarak yaşananlar izah edilemez.
Söz konusu olayları ister AK Parti taraftarı isterse AK Parti muhalifi olsun kimsenin “Bir hevesti geldi geçti” diye değerlendirmediğinin farkındayım. Önemli bir çoğunluğun gözünde hepsindeki müşterek hedefin Recep Tayyip Erdoğan olduğunun bilindiğinin de... Dolayısıyla siyasi, ekonomik, yerel, ulusal, uluslararası her vesile ve zeminde Erdoğan husumetinde ittifak eden yerli/yabancı kampın iddiası doğrultusunda yeni eylemleriyle kararlılığının yansımalarıyla karşılaşmamız sürpriz sayılmamalı.
Durup dururken çıkan af gerginliği, Danıştay kararıyla hiç yoktan doğan öğrenci andı meselesi, peşinden patlak veren Atatürk tartışmaları ve hakaret dalgası sadece tesadüf olarak görülebilir mi? “Denk geldi, abartılacak bir şey yok” diyorsanız içiniz rahat arkanıza yaslanabilirsiniz. Yok değilse gelişmeleri farklı gözle analiz edip ortaya çıkacak sonuçlara göre politika üretmeli, tavır geliştirmelisiniz.
Bu pencereden baktığımızda 2019 Mart’ında gidilecek seçim AK Parti açısından kuşku yok ki son derece kritik önemde. Ancak bilmek gerekiyor ki CHP, İYİ Parti, HDP ve diğerleri açısından ise kritiğin ötesinde hayati.
Kariyerine bir yenilginin daha eklenecek olmasının Kemal Kılıçdaroğlu açısından doğuracağı sonuçları tahmin etmek kimse için zor olmasa gerek. Bunu söylerken Muharrem İnce seçeneğinden söz ediyor değilim. Tam aksine CHP’yi savuracak bir dip dalga kabarıyor. Kariyerinde Dışişleri Genel Sekreter Yardımcılığı da olan CHP Milletvekili Ünal Çeviköz’ün “PYD terör örgütü değil siyasi bir oluşumdur” sözünün parti zirvesinde ve tabanında tepkiyi davet etmek bir yana konuşma konusu dahi yapılmamış olması geçiştirilebilir mi? CHP liderinin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı konusunda Meral Akşener’in ayağına gitmesi, Türkiye genelinde Kürt kökenli seçmen açısından CHP’nin hangi şartta ve nasıl “oy verilebilir” hale geleceğini danışmak için Ahmet Türk’ten medet umması neyin işareti sizce?
Keza kim bu seçimin İYİ Parti açısından “Tamam mı, devam mı” çizgisi olarak değerlendirileceğini inkar edebilir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde büyük hayal kırıklığı yaşayan Akşener bugün için firelerle yola devam ederken 2019 Mart’ından sonra hatta belki oraya kalmadan muhtemelen aday listeleri açıklandıktan sonra yaşanması muhtemel çözülmeyi kolay atlatabilir mi?
Keza terörün ısıttığı ortamdan arındırılmış, şiddet açısından büyük ölçüde “steril” bir ortamda yapılacak seçimin HDP cephesinde yeni bazı oluşumlara kapı açmayacağını söylemek kolay mı?
Başkanlık Sisteminin İlk Virajı
Netice olarak 2019 Mart seçimi bu sene geçtiğimiz başkanlık sisteminin ilk virajı, ilk sınavı… Sadece belediye başkanlarını değil modelin tanıdığı olanaklarla yapılan siyasetin sonuçlarını görüp sınama fırsatı var önümüzde.
Sistemi fiilen yönlendiren ve büyük ölçüde kontrol eden Başkan Erdoğan’ın sadece AK Parti’yle ilgili sorumluluğu olduğunu zannetmek de bence hata olur. Ve bu eski siyasetin kalıplarına yakışan bir zan. Keza Cumhurbaşkanı’nın davetlerine katılmamak, törenlerde asgari nezaket ve makama saygının gerektirdiği tavır içinde olmamak orada kalıp orada biten bir yanlış davranış olmayıp toplum katmanlarına bulaşan dolayısıyla neyi hedeflemiş olursa olsun geleneksel değerleri aşındıran bir tavır. Erdoğan’ın bu konuda azami hassasiyet gösterdiğini biliyorum. Yine bildiğim kadarıyla kendisinden randevu isteyen, görüşme talep eden muhalif parlamenterlerin hiçbirini geri çevirmedi. Ve yine bildiğim kadarıyla hepsi görüşmeden memnun ayrıldı. Zira hedef tek kanatlı bir demokrasi değil. Dolayısıyla sistemin AK Parti dışındaki aktörlerinin de iktidara yönelik rezervlerini saklı tutarak aynı çatının altında siyaset üretmesi mümkün.