Kriter > Siyaset |

Ne Muhalefet Ne De Blok


2019 yılında iki kritik seçim var. Mart ayında yerel seçim yapılacak. Kasım ayında ise mahiyeti açısından daha önemli olan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi seçimleri için millet sandık başına gidecek.

Ne Muhalefet Ne De Blok

2019 yılında iki kritik seçim var. Mart ayında yerel seçim yapılacak. Kasım ayında ise mahiyeti açısından daha önemli olan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi seçimleri için millet sandık başına gidecek. Seçmen aynı anda parlamento üyeleri için de oy verecek.

Bu seçim Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde bir ilk olması hasebiyle de önem taşıyor. Henüz 2018 yılına girilmemiş olmasına rağmen siyaset kulisleri ve kamuoyunda 2019’un konuşulmaya başlanmasının arkasında bu gerçek yatıyor.

16 Nisan referandumunda yüzde 51,4 oy alarak sistem değişikliği konusunda milletin onayını alan evet cephesi 2019 seçimleri için de bu iş birliğini sürdürüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarında yer alan sıcak mesajları bunun işareti olarak okumak gerekir.

Öte yandan 16 Nisan referandumunda yüzde 48,6 oranında “hayır” oyu çıkması muhalefet açısından yeni bir motivasyon kaynağı olmuştu. Büyük ölçüde CHP, HDP, FETÖ, PKK, sol gruplar ve MHP’den ayrılanlar tarafından oluşturulan “hayır” cephesi AK Parti ve MHP iş birliği ile sandığa giden “evet” cephesinin yüzde 51,4 oranında kalmasından hareketle iki partinin yaslandığı toplumsal zeminde bir oy erimesi olduğu yönünde beklenti içine girmişti. Muhalefet kulislerinde ve özellikle CHP politikalarında bu yaklaşımın bir ölçüde devam ettiğini gösteren söylemler var. Muhalefet 2019 seçimlerine bu motivasyonla gitmeyi planlıyor.

Erdoğan AK Parti’yi Hazırlıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden genel başkan seçildiği 21 Mayıs tarihinden sonra AK Parti’de yaşanan hareketlilik parti açısından dinamik bir sürece girildiğine işaret ediyor. Yorgunluğa karşı değişim, reform, yenilenme ve atılım gibi kavramların öne çıkması, Erdoğan’ın genel başkan olmadığı dönemde kademe kademe düşülen edilgen pozisyona karşı yeniden etkin bir pozisyona geçilmesi AK Parti’nin çok erkenden 2019’a hazırlandığını gösteriyor. Erdoğan’ın, “Yeni bir döneme giriyoruz. Yeni ve çok daha büyük reformları hayata geçireceğiz” ifadesiyle Kongre’de atıfta bulunduğu icraatlar tek tek hayata geçiriliyor.

Kuşkusuz bunların en önemlilerinden biri AK Parti ile toplum arasına girmeye başlayan duvarların kaldırılmasıdır. AK Parti kurulduğunda en güçlü silahı olan toplumun kahir ekseriyetinin temsilcisi ve sessiz yığınların sesi olma prensibinin Erdoğan’ın dönüşüyle birlikte yeniden hayata geçirilmeye başlandığı görülüyor. Çünkü toplumla temas halinde olunması Erdoğan’a geçmişte de şimdi de esas gücünü kazandıran hayati ilkelerden birisi.

Erdoğan 1989’da Beyoğlu Belediye başkanlığı için çıktığı rekabet sahnesinde en başından beri halkla iç içe olmayı, yüz yüze iletişimi, sorunlara kaynağında müdahale etmeyi benimsemiş; ayrıca başta statükoyla mücadele olmak üzere değişimi arayan dinamik bir yöntemi tercih etmiştir. AK Parti’de son süreçte yaşanan yeniliklerin oluşturduğu heyecana bakıldığında tüm bunların Erdoğan siyasetinin genel ilkeleriyle uyumlu olduğu görülmektedir.

Biraz daha netleştirmek gerekirse Erdoğan savunma yerine taarruz siyaseti yapmayı hem benimseyen hem de bunu iyi şekilde uygulayan bir siyasetçi olmayı sürdürüyor. Bir yandan yerli ve milli siyaset ekseninin merkezinde yer alıyor diğer taraftan da değişimi temsil etmeye devam ediyor.

Dolayısıyla Erdoğan’ın liderliğinde AK Parti’de yaşanan hareketliliğe MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin pozitif açıklamaları eklenince 16 Nisan referandumunda “evet” cephesini oluşturan AK Parti ve MHP iş birliğinin 2019’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine “Erdoğan’ın adaylığı”nda çok daha güçlü bir sinerjiyle gideceğini kestirmek zor değil.

Ne Kadar Muhalefet Ne Kadar Blok?

16 Nisan referandumunda yenilmiş olmasına rağmen beklenti içine giren CHP ve HDP açısından ise tablo daha farklı. İki partinin amacı sistem değişikliğine karşı referandum sandığına yansıyan yüzde 48,6 oranındaki oyu bloklaştırmak ve biraz daha büyüterek 2019’da kendi adaylarını seçtirebilmek. Fakat referandum kapsamı itibarıyla bir sistem değişikliğini içeriyordu. Normal bir seçimden daha farklı olarak seçmenin oy verme davranışının şekillenmesinde güncel gelişmeler ve ekonomik beklentilerden ziyade daha soyut etkenler belirleyici olmuştu.

Henüz kampanyanın başlangıcında dolaşıma sokulan “Padişahlık gelecek”, “Diktatörlüğe gidiyoruz, “Artık seçim olmayacak”, “Yönetim babadan oğula geçecek”, “Başkan istediği lokantayı kapatabilecek”, “Muhtarlık kaldırılacak”, “Kabine tümüyle 18 yaşındaki çocuklardan oluşabilecek” gibi akla ziyan propaganda içeriklerinin de bir etki bıraktığı söylenebilir.

18 yaşındaki gençlere seçilebilme hakkının tanınması ve vekil sayısının 600’e çıkarılması üzerinden kurgulanan popülist söylemler de Anayasa değişikliğinin ana omurgasını arkada bırakacak şekilde öne çıkmıştı. 16 Nisan referandumunda AK Parti ve MHP ittifakının normal sınırı olan yüzde 60’lar oranında bir oyun sandıktan çıkmamasında büyük ölçüde bu tür faktörler rol oynadı.

“Hayır” cephesinde yer alan yüzde 48,6 oranındaki oyun sahiplenilmesinde düşülen en büyük yanılgıyı burada aramak gerekir. “Hayır” oyu verenlerin en azından bir kısmı normal bir seçimde asla bir araya gelemeyecek kesimlerden oluşuyordu. Bir kısmı yine normal bir seçimde kendi partisine oy vermeyi tercih edecek kesimlerden oluşmuştu. Kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor. Dolayısıyla tabloyu değiştirecek herhangi güçlü bir değişken son süreçte ortaya çıkmadığına göre 2019’a giderken bu oranı tek başına yekpare bir blok olarak kabul etmenin muhalefet açısından iyimser bir beklenti olmanın dışında rasyonel bir dayanağının olduğunu söylemek zor. CHP’nin referandum sonrası politikalarına bakıldığında marjinal grupları da kapsayan çeşitli aktiviteler yapması, danışman atamalarında muhafazakar kesimden isimlere yer vermesi ve en önemlisi kendi cumhurbaşkanı adayını ilan etmek yerine bu konuda zemin yoklaması yüzde 48,6 oy oranını sahiplenme çabasında olduğunu gösteriyor.

Fakat burada Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini savunan AK Parti ve MHP’ye muhalefet ederken takip edilen yol haritasının muhaliflik yerine milli duruşu zedeleyici bir mahiyete büründüğünü vurgulamak gerekir. Sırf AK Parti ve MHP yıpransın diye FETÖ üyesi askerlerin 15 Temmuz’daki kanlı darbe girişimine “kontrollü darbe” demenin veya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imajının zedeleneceği beklentisiyle Türkiye’yi yurt dışına şikayet etmenin seçmen nezdinde itibarlı bir tutum olarak kabul edilmesi hayali bir beklenti olabilir. Ayrıca FETÖ bağlantılı yargıçlar eliyle ABD’de Türkiye’ye kurulan 17-25 Aralık kumpasını yakından takip ederek AK Parti aleyhine kullanmak veya PKK ile mücadelede ciddi rol oynayan İHA’ları eleştirmek muhalif duruştan ziyade kendi ülkesine karşıt pozisyon almanın tezahürü olarak algılanıyor.

Dolayısıyla tüm bu göstergelere bakıldığında CHP ve HDP tarafından omurgası oluşturulan muhalif söylemin belirli bir bloğu temsil etmek yerine daha çok kendi dar ideolojik yaklaşımları etrafında örgütlendiği söylenebilir. İlaveten muhalif söylem adı altında bir yandan FETÖ üyelerine diğer yandan da PKK sempatizanlarına psikolojik düzlemde alan açan, onların lehine kamuoyu üreten propagandanın dolaşıma sokulması da muhalifliğin dışında gayri milli bir konuma denk düşüyor.

Bu yüzden 16 Nisan referandumunda sistem değişikliğine “hayır” diyen yüzde 48,6 oy oranını tek bir blok ve çantada keklik görerek bunun üzerine politik söylem inşa etmek CHP-HDP cephesi açısından sadece iyimser bir beklentidir. Türkiye’nin sosyolojisi açısından daha ötesi mümkün değil.


Etiketler »  

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için "veri politikamızı" inceleyebilirsiniz. Daha fazlası