Romalı şair Vergilius milattan önce kaleme aldığı, Roma İmparatorluğu’nun tarihini anlattığı ve kahramanı ile aynı ismi taşıyan “Aeneis” adlı eserinde, okurunu Truva Savaşı’na kadar geçmişe uzanan bir yolculuğa çıkarır. Tarihe aşina olanların bildiği üzere Truva Savaşı’nın kırılma noktası, 9 yıl süren kuşatma ile sonuca ulaşamayan Akhaların (Yunanlar) Truva surları önüne dev bir tahta at bırakarak çekilme hilesi yaptıkları andır. Truvalı rahip Laocoön, tam bu anda Truva halkını, içerisine gizlenmiş Yunan askerleriyle dolu atı surlardan içeri almamaları için şu cümleyle uyarır: Hediye ile gelseler dahi Yunanlara güvenmem (timeō Danaōs et dōna ferentīs). Ancak Laocoön’ün uyarısını dikkate almayan Truvalılar, atı şehre alırlar ve içerisine gizlenen Yunan askerleri gece ortaya çıkarak kent halkına trajediyi yaşatırlar. Lübnan’daki Hizbullah örgütü ve 27 Eylül’deki İsrail hava saldırısında ölen Genel Sekreterleri Hasan Nasrallah’ın akıbeti de benzer bir trajediyi barındırıyor.
Yağmurdan Kaçan Hizbullah Doluya Yakalandı
2023’ün son günlerinde hedef oldukları saldırılar nedeniyle Nasrallah, önce örgüt mensuplarından akıllı telefonlarını kullanmayı bırakmalarını istemişti. Ardından internet üzerinden satın alınan güvenlik kameralarının kullanımı da yasaklandı. 13 Şubat 2024 günü Nasrallah bizzat bir video mesaj ile Hizbullah üyelerinden akıllı telefonlarını gömmelerini ya da metal bir kutuya koyarak saklamalarını isteyecek noktaya geldi. Bu açıklamayla beraber bir kritik karar daha alındı: İletişimin daha düşük teknolojiye sahip cihazlarla sağlanması. Yani çağrı cihazları ve telsizlerin dönüşü. Tam bu noktada kendi teknolojisini üretme kabiliyeti olmayan bir toplumun başına gelecek felaketin kronometresi de geri sayıma başladı. İsrail ile hiç ilgileri olmadığı izlenimi doğuran Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin pasaportlarına sahip İsrail casusları, Macaristan ve Bulgaristan gibi ülkelerde kurdukları paravan şirketlerle devreye girdiler. Dahası 18 Eylül’deki ikinci dalga saldırılarda patlayan ve 10 yıldır üretilmedikleri anlaşılan bir Japon markasının telsizlerinin üretim sürecini dahi yeniden başlatacak imkanları devreye soktular. Nisan’da Hizbullah’a ulaştırılan çağrı cihazları ve telsizler, 17 ve 18 Eylül günlerinde bugüne kadar eşine rastlanmamış bir saldırının “Truva Atı” oldular. Tedarik sürecine müdahale etmenin de ötesinde, imalattan başlayarak İsrail gizli servislerinin müdahil oldukları anlaşılan bir operasyonla, cihazların içerisine yerleştirilen patlayıcıların harekete geçirilmesi aynı anda Lübnan, Suriye ve İran’ın çeşitli noktalarında yıkıma yol açtı. 30’dan fazla can kaybının ötesinde yaklaşık bin 500 Hizbullah mensubu ve İran Devrim Muhafızı görme yetilerini ya da ağırlıklı şekilde parmakları başta olmak üzere uzuvlarını kaybettiler. Saldırının Lübnan toplumu ve Hizbullah üzerinde meydana getirdiği psikolojik yıkım etkisi ise tahminlerin ötesindeydi. Ancak daha dikkat çekici olan Hizbullah örgütünün takip eden günlerde, iletişim sisteminin ele geçirilmesiyle ortaya çıkabilecek yaklaşan diğer tehditleri öngörememesiydi.
Hizbullah 17 Eylül Sonrasında Neden Körleşti?
17-18 Eylül günlerindeki saldırıları takip eden ben dahil pek çok kişinin aklına gelen ilk sorulardan biri, bu denli verimli olabilecek bir istihbarat kaynağını İsrail’in gereğinden erken ifşa etmesinin sebebinin ne olabileceği idi? İsrail acaba fark edilme korkusuyla mı bu silahın düğmesine erkenden basmak zorunda kalmıştı? Takip eden 10 gün içerisinde yaşananlar bu iki sorunun yanıtının da “Hayır” olduğunu ortaya koydu. İsrail’in kullandığı “Truva Atları” ile daha fazla beklemesine gerek kalmamıştı. Hizbullah’ın çok güvendiği İran kaynaklı füze, roket ve kamikaze dron stoku ile fırlatma rampalarının yarısı bir haftada imha edildi. Organizasyon şemasında Genel Sekreter Nasrallah’ın altında yer alan 17 isim, 26 Eylül tarihine kadar etkisiz hale getirildi. Hizbullah’ın vurucu gücü Rıdvan Tugayı’nın komutanı İbrahim Akil ve beraberindeki en az 10 birim komutanı 20 Eylül günü düzenlenen tek bir hava saldırısında öldürüldü. Ancak bütün bu gelişmeler Hizbullah yöneticilerinin, 5 ay boyunca kullandıkları çağrı cihazlarında yalnızca patlayıcı madde değil, artık tartışılmaya yer bırakmayacak bir ihtimalle, yerlerini de bildiren bir mekanizma bulunduğu gerçeğini fark etmelerini sağlamaya yetmedi. Dahası İsrail ordusunun, 8 Ekim 2023’te başlattığı Gazze saldırısında yapay zekâ teknolojisinden faydalanarak bombardımanlar düzenlediği bilindiği halde kendileriyle ilgili gerçeği anlamakta yetersiz kaldılar.
İsrail’in Lavender ve Habsora yapay zekâ programlarının yanı sıra Microsoft, Google ve Amazon’dan edindiği, neredeyse sonsuz veri depolama imkanı veren bulut teknolojilerinden faydalandığı geride kalan 1 yıl içerisinde Anadolu Ajansı’nın da aralarında bulunduğu uluslararası basın kuruluşları tarafından defalarca gündeme getirilmişti. İsrail ordusunun 17-27 Eylül arasında Lübnan’a yönelik bombardımanlarında izlediği yöntem, 2024’ün Nisan ve Eylül ayları arasında iletişim cihazları aracılığıyla, Hizbullah ile İran arasındaki tüm lojistik ağı, silah depolarını, karargahlarını, insan trafiğini haritalandırmaya yetecek veriyi topladığına işaret ediyor. Hizbullah’ın içerisine entegre edilmiş olan Truva Atı, doludizgin hedefine koşarken, Nasrallah ve İran Devrim Muhafızlarından Tuğgeneral Abbas Nilfuruşan'ın nasıl olup da Beyrut’un güneyindeki Dahiye semtinde kendilerine mezar olacak karargaha gittiklerini anlamak pek de kolay değil. Yaşananlar, Hizbullah yönetim kadrosunun teknolojiye yenik düşmesi ya da basiretlerinin bağlanması gibi faktörlerle açıklanabilecek gibi değil.
İran ve Hizbullah’ın İletişim Sistemi Ne Kadar Zamandır İsrail’in Kontrolündeydi?
İsrail ve ABD’nin İran-Irak-Suriye-Lübnan-Gazze hattında inisiyatifi tamamen ele geçirmesini sağlayan bu süreçte, iletişim ve teknoloji açıklarının oluşturduğu handikapları incelerken, 3 Ocak 2020’de Bağdat Havaalanında Kasım Süleymani’nin ortadan kaldırıldığı suikasta kadar geri gitmek gerekecektir. Daha sonra 1 Nisan 2024 günü Suriye ve Lübnan’daki Kudüs Güçleri Komutanı Muhammed Rıza Zahidi’nin Şam’daki İran Konsolosluğu’nda hava bombardımanı ile öldürülmesi ile eski İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin 19 Mayıs’ta helikopterinin düşmesi sonucu ölümünü de incelemeye eklemek gerekir. Bu suikastlar silsilesine dair üzerinde durulması gereken bir noktanın da şu olduğu kanaatindeyim: 1979’da İran’da yönetimi ele geçiren kadronun çelik çekirdeğine ve 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgali ile doğan direniş hareketinin ilk kuşağına mensup olanlar, 3 Ocak 2020 ile 27 Eylül 2024 arasında ortadan kaldırıldı. Acaba tüm bu suikastlar İran-İsrail çatışmasının ötesinde, Ortadoğu için planlanan Batı kaynaklı paradigma değişiminin bir parçası mı? Ve acaba Irak’ın 2003’te maruz kaldığı işgali yaşamak istemeyen İran içerisindeki kimi güçler, bu değişikliğe yeşil ışık yakmış, rıza göstermiş olabilir mi? Bu sorunun yanıtına dair kimi ipuçlarını da İran’ın Reisi’den sonraki Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle New York’taki temasları sırasında yaptığı açıklamalarda hissetmek mümkün.
Hammaddeden Üretime, Tedarik Zincirinden Dağıtıma Kadar Yerlilik ve Millilik
21. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmak üzereyken iki sıcak çatışma sahası, insan unsurunun önemini koruduğunu tasdik etmekle beraber, teknolojinin ağırlığının da arttığına işaret ediyor. Şubat 2022’de yeniden alevlenen Rusya-Ukrayna Savaşı’nda insansız hava araçları ve kamikaze dronların kullanımının çığır açtığını gördük. Donanması olmayan Ukrayna, bu silahlar ve güdümlü füzeler desteğiyle Rusya’nın Karadeniz filosunu sindirmeyi başardı. Cephede modifiye edilmiş dronlar adeta birer ejderha gibi uçan alev makineleri işlevi görüyor. Rus ordusu elektronik harpten etkilenmeyecek fiber optik kablolarla yönlendirilen kamikaze dronlarını sahaya sürdü. İsrail ise teknoloji yardımıyla istihbarat toplayarak, hasım cepheyi minimum çabayla çökertmenin yolunu bulma konusunda bir çığır açtı. Bizler akıllı telefon ve bu telefonlardaki uygulamaların güvenliğini tartışırken, bizzat hem silah hem hasımlara bilgi taşıyan iletişim cihazlarının imal edilip hedef ülke ve gruplara satıldığı gerçeğiyle tanıştık. Batılı ülkeler günümüzde nadir mineraller ve yarı iletkenlere kendi imkanlarıyla ulaşmak için, Çin Halk Cumhuriyeti başta olmak üzere Asya ülkeleri ile ilişkilerini en aza indirecek örgütlenmelere gidiyorlar. 1992’de SSCB’nin dağılmasıyla görülen “küreselleşme” rüyasıyla başlayan artan karşılıklı bağımlılığın barış getireceği masalı, raf ömrünü doldurdu. Üretimden, tedarik zincirine kadar yerlilik ve millilik, 2025’te jeopolitiğin bir numaralı tartışma konusu olacak.